Sentetik ölümlerden de hesaba çekileceğiz
İnsanlar ölümün önündeki engelin ecel olduğunu pek bilmezler. Bunu bilmek elbette tedbir almamayı gerektirmez. Lakin olduğu iddia edilen ve hakkında sayısız yalan söylenen ve milyarlarca haber üretilen bu sözde yahut gerçek salgın süreci göstermiştir ki; insanları korkutan yegâne şey, bulaşıcı bir hastalık.
Ölmek için doğarız, ölmekse yok olmak değil, ebedî hayata doğmaktır. Lakin modern dünyada insanın insan gibi ölmesine bile müsaade edilmiyor. Kimimizi diri diri toprağa veriyor, kimimizi ölmekten beter ediyor, kimimizi de hayatı kolaylaştırma adına ürettikleri şeylerle öldürüyorlar.
Modernitenin dayattığı asrîlik; gelenekten, tabiattan, fıtrattan ve sıhhî olandan kopuşu getirmiştir.
Bu değişimin bir neticesi olarak tatlar, ilişkiler, eşya, dolayısıyla hayatın bütünü sentetikleştirilmiştir.
Sentetikleşmenin bir neticesi olarak sıhhat, zarafet ve estetik yok edilmiştir.
İnsanın şuur ve aklını da işgal edip çöplüğe çeviren yeni hayat biçimi; doğru ile yanlışın, iyi ile kötünün, sıhhat ile hastalığın ayırt edilebilmesini de engellemiştir.
Gıda olarak sunulan yeni endüstriyel yiyecekler, hayvandan petrole, yaprak bitinden börtü-böceğe, kimyevî zehirlerden ağır metallere uzanan maddelerin istilasına uğratılmıştır.
Bu sentetikliğin ortaya çıkardığı ağrılar morfinlenmiş, illetler kortizonlanmış, hasta uzuvlar neşterlenmiş ve de tüm beden antibiyotiğin esiri hâline getirilmiştir.
İnsanlık sürekli iyilik hâlinden sürekli ızdıraba, kalıcı sıhhatten kalıcı hastalığa sürüklenmiştir. Modern hayatın ortaya çıkardığı marazları görecek feraset ve basiretin yok edilmesi için de ağır bir saldırıya maruz bırakılmıştır. Korona süreci bunun nasıl meydana geldiğinin en bariz örneği olarak yaşanmaya devam etmektedir.
Akıl nasıl tutulur, insanlık nasıl korkunun esiri hâline getirilir, toplum birbirine nasıl düşürülür, en stratejik ilim dallarından biri olan tıbbın insana yönelik nasıl silaha, aşının nasıl kurşuna, ilacın nasıl bombaya dönüştürüldüğünü bu süreçte göremeyen bir daha zor görür.
Profesyonel yalan nasıl söylenir, devletler ve şirketlerin altı nasıl boşaltılır, insanlıkla nasıl dalga geçilir, feraset sahipleri görmektedir.
Ölümün Önündeki Engel
İnsanlar ölümün önündeki engelin ecel olduğunu pek bilmezler. Bunu bilmek elbette tedbir almamayı gerektirmez. Lakin olduğu iddia edilen ve hakkında sayısız yalan söylenen ve milyarlarca haber üretilen bu sözde yahut gerçek salgın süreci göstermiştir ki; insanları korkutan yegâne şey, bulaşıcı bir hastalık.
Mesela kanser olmak, şekere/diyabete yakalanmak, kalp krizi geçirmek, çocuğunun engelli doğması yahut kısır olması, grip olmak, parkinson veya alzaymıra yakalanmak pek çok kimseyi korkutmuyor.
Şayet bütün bunlar korkutsaydı korona sürecindeki telaş, bu dertlerin salgına dönüşmesinde de görülür yahut yaşanırdı.
‘Ne münasebet’ mi diyorsunuz. O halde buyurun acı gerçeklere…
Ürkütücü gerçekler, ülkemizde yaşanan ölümler ve nedenlerde gizli.
Mesela 2019 yılında Türkiye’de yüzde 54,6'sı erkek, yüzde 45,4'ü kadınlardan olmak üzere tamı tamına 436 bin kişi ölmüş. Bu rakamı aklınızdan çıkarmayın.
6 ayda koronadan öldüğü söylenen kişi sayısı 6 bin yok. Yılsonuna kadar bu rakam muhtemelen 8 bini bile bulmayacak. Şu anki verilere göre, toplam ölümlerin yüzde 1,6’sı. Sayı 8 bine ulaşırsa bu nispet 1,83’te kalacak.
Oysa Türkiye’de 2019 yılındaki ölümlerin
- ● 132 bini yani yüzde 30,2’si kanserden
- ● 160 bini yani yüzde 36,8’i sekte-i kalpten (kalp krizinden)
- ● 14 bini yani yüzde 3,2’si gripten kaynaklanmış.
Üç Kişiden İkisi Kanser ve Kalpten Ölmüş
Yani ülkemizdeki 436 bin ölümden 292 bini yani %67’si kanser ve kalp rahatsızlıkları nedeniyle ölüyor. Geri kalanı trafik ve iş kazası, intihar, diyabet, zehirlenmeler, grip, sağlık sistemi hatası, yaşlılık ve diğer nedenler.
Ölümlerin en düşük nedeni yaşlılık.
Demek ki bu veriler, bize beslenme (yiyip-içme) ve bunların mahiyetinin son derece belirleyici olduğunu gösteriyor. İster ölüme yol açsın, isterse de açmasın tedavi maliyetleri, iş gücü ve zaman kaybını da hesapladığımızda faturanın nedenli kabarık olduğu görülür.
Öte yandan bakteri ve virüsler, savunma sistemi çalışan insanı öldüremezler.
Korona nedeniyle öldüğü iddia edilen insanların en az yüzde 95’inin altında yatan bir veya birden fazla kronik rahatsızlığının olduğu resmi olarak açıklandı. Yani bu insanlar ister farkında olsun, isterse de olmasınlar bir kronik rahatsızlıkları var ve grip veya başka bir dış saldırı kişinin ölümüne neden olabilir, lakin bu da ecelle alakalı bir durumdur.
Ayrıca korona ölümlerinin ne kadarı, entübe edilmiş yani suni solunum sistemine bağlanmış kişilerde görüldü, hiç düşündük mü?
Çare: Savunmayı Güçlendirmek
Burada insanları maske ve kendisi de bir zehir olan dezenfektan kullanmaya itmek yerine, savunma sistemlerini güçlendirici tavsiyelerde bulunulsaydı olmaz mıydı?
Dezenfektanların savunma sistemi hasarlarına neden olabileceği söylenseydi ne olurdu?
Öte yandan her aklıselim bilir ki insan, temiz hava, yeterli ve temiz/tahir su, besleyici ve de toksik maddeler ihtiva etmeyen gıdalarla ayakta kalabilir.
Siz hiç bu süreçte, ‘paniklemek ve aşırı korku, kalp krizine neden olabilir’ denildiğini duydunuz mu?
Peki, bu korku bombalarının toplumun kucağına bırakıldığı süreçte kaç kişi kalp krizinden öldü?
İnsanlığa, ‘yeterince su iç, iç ama klorlu, ağır metalli ve mineralsiz su içme’ diyenini gördünüz mü?
En basit durumda psikolog veya psikiyatrlara yönlendirilen insanlara, koronanın kendisinden daha ölümcül olan ‘korku zehri’ne karşı bir tavsiyede bulunan oldu mu?
‘Aman işlenmiş gıdaları, ne idüğü belirsiz katkı maddeli yiyecekleri, koruyucular eklenmiş, radyasyona maruz bırakılmış besinlerden uzak durun’ diyenini işittiniz mi?
Peki, bunları bize söylemeyenlerin kendileri, 3-5 liralık sözde döner dürümden yerler mi?
Klorlu çeşme suyundan içerler mi? Yoksa bir bardak su ihtiva eden fakat suyunun beş on katı ambalaj bedeli olan tek kullanımlık cam ambalajlı sulardan mı içerler?
Çocuklarına 1 liralık sözde ‘çikolataları’ yedirirler mi mesela? Yoksa kilosu 300-500 liralık çikolatalardan mı yediriyorlar?
Acaba kendileri özel yerlerden özel gıdalar mı getirtiyorlar?
Soğuk sıkım sızma zeytinyağı yerine ayçiçek veya soya yağı yiyorlar mı?
Beyaz ekmeği size yedirirken, kendileri özel ekmek mi yaptırıyorlar?
Bu hayat sadece varlıklı ve statüler için mi güzel olmalı?
Gerçeği Görmek Nasip İşi
Gerçeği görmek bilgi, para ve imkân işi değil, nasip işi. Nasip ise gayrete âşık. Gayret etmeyene gökten hiçbir şey yağmaz.
O halde bazı çağrılarda bulunalım, belki duyan ve uyan olur.
Ey köylü ve çiftçiler, daha çok ürün palavrasıyla kandırılıp, milleti zehirlemekten vazgeçin!
Ey alnını secdeye koyan gıda üreticileri, ürettiklerinizin insanların can, akıl, mal, din ve nesil emniyetini yok ettiğini lütfen unutmayın!
Ey güçlünün hegemonyasındaki bilimciler ve diplomalının her şey olduğunu sananlar, bunca hastalık, bunca trajedi, bunca maliyet, bunca ölüm sizin aklınızı başınıza getirmeyecekse ne getirecek?
Ey telefona 10 bin lira verip, tabii gıda ve gerçek balı pahalı gören ve mutfak masrafına 100-200 lira ek yapmaktan çekinenler, bu huyunuzdan vazgeçin!
Son asrın en ahlâklı filozoflarından olan Ivan Illich, “Sağlık hizmeti standart bir mala, bir ürüne dönüşmüşse; tüm acılar ‘hastanelik’ olmuş ve evler doğum, hastalık ve ölümün konukluğunu istemez hâle gelmiştir” diyerek tarif eder zamanımızı.
Aslında bu bir yanda da dünyevileşme hastalığının en açık belirtilerindendir.
- Hâsılı diyoruz ki, ölümden değil, kalitesiz hayattan, imansız gitmekten ve kullara zulmetmekten korkmalı. Ölüm nedenlerimizin aynı zamanda dünyevileşmekten ve sentetikleşmekten kaynaklandığını görmeli. Sentetikleşmek hakikatten ve hakikilikten uzaklaşma ve yok oluştur.
Biz bu dünyaya yok olmaya değil, imtihan için geldik!
Emanetin tümünden ve ölüm nedenlerimizden de hesaba çekileceğiz!