Seçimleri mi, insanları ve tercihlerini mi yorumlamak gerek?

Seçimleri mi, insanları ve tercihlerini mi yorumlamak gerek?
Seçimleri mi, insanları ve tercihlerini mi yorumlamak gerek?

Siyaset ne için yapılır sorusunun matbu bir cevabı yok. Yapana göre değişir. Ayrıca bunun gerçek cevabına erişmek de güç. Çünkü kime sorsanız ‘hizmet’ diyecektir.

‘Ben 30 yıldır devlete hizmet ediyorum’ veya “bu şirkete bir ömür verdim’ diyen hiç kimse doğruyu söylüyor değildir. Çünkü hizmet, ‘bir şeyin olmasına yardım etmek’ veya ‘birinin işini görmek’, ‘başkalarına âit yapılması gereken günlük işleri yapma’ya denir.

Hizmetli veya hizmetçi zâten bir bedel karşılığı başkasının işini ücretle yapana denir.

Aslında bir iş bir bedel karşılığı yapılıyorsa o hizmet değil, alın teriyle kazanç sağlama fiilidir. Gerçek mânâda hizmet ise rıza-i bari için yapılandır.

Mesela devlette veya özel sektörde çalışan kişi her ayın başında veya sonunda maaş adı verilen bir bedel alır. Maaş almıyorsa çalışmaya devam eden kişi devlete veya şirkete ‘hizmet’ etmiş olur. Aksi durum ise kazanç elde etme karşılığında mesaisini satmak yahut kiraya vermektir.

Ücreti ödenmeyen yerde kaç babayiğit çalışmaya devam eder? Etmez çünkü bu eşyanın tabiatına aykırıdır. Hatta maaşı gecikmeye görsün homurtular, iş yavaşlatmalar, isyanlar veya grevler gelir. İşte yapılan şey hizmet mi, değil mi o zaman anlaşılır.

Siyasetçilerin de ‘ülkeye hizmet’ edebiyatına pek kimse inanmaz. Çünkü herkes durumu kendinden bilir. Ülkeye hizmet eden yok mudur, elbette vardır, olmaz olur mu?

Allah yolunda savaşan biri hem milletine, hem devletine, hem de kendine hizmet etmiştir. Ancak para için savaş sadece kendine hizmet olur.

Siyasetçilerin kahir ekseriyeti makam, mevki, maddî gelir veya şan şöhret için yapar bunu. Makam verilmemişse küser. Maddî kazanç söz konusu değilse bırakır. Parası vardır da şöhret hastalığına tutulduğu veya güç sarhoşluğuna ihtiyaç duyduğu için de siyaset yapar bazıları.

Hizmet ehli olan kişi göreve talip olmaz. Verilse dahi vebalinden korktuğu için kaçar. Ehil kimseler minnet etmezler, kapılarda beklemezler, aracılar koymazlar.

Devlet işi ateşten gömlektir.

Siyaset ise ateşi sırtlanmak...

Özel sektörde çalışırsanız işin sahibiyle bir şekilde helalleşebilirsiniz. Lâkin devlet işinde veya siyasette kiminle helalleşeceksiniz? Kaç kişiyle helalleşebilirsiniz?

İşinize geç gidip erken çıktığınızda, mesainizi bedelini ödeyene harcamadığınızda, hak etmediğiniz veya size ait olmayanı aldığınızda nasıl helalleşeceksiniz?

Bir de işin ve makamın ehli değilseniz gasbın faturasını nasıl ödeyeceksiniz?

Oğlum veya kızım kamuya bir kapak atsın da diye düşünen ebeveynler çocuklarına ateşten elbise giydirdiklerini, midelerini korla doldurduklarını ancak hesap gününde anlayacaklar ama artık nafile.

Ya seçimlerde ehil olmayanı aday yapmak veya liyakatsiz birine rey vermenin faturası ne olacak?

Gasbedilen zaman, heba edilen para, çarçur edilen değerlerin hesabı ne olacak?

Biz yapıp ettiklerimizden de yapmaya güç yetirip de yapmadıklarımızdan da müsbet veya menfi tüm tercihlerimizden de ehliyetsiz ve liyakatsiz tercih ve işgallerimizden de hesaba çekileceğiz. Yoksa zamanı, kaynakları, imkânları, makamları yani emanetleri hoyratça israf eden, doğru kişileri aday yapmayan, yanlış kişilere oy verenler hesap vermeyeceklerini mi sanıyorlar?

İbn-i Ömer (r.a.), babası Hz Ömer (r.a.)’in şehadetinden 11 yıl sonra rüyasında görür ve sorar “Ey babacığım bugüne dek neden görüşemedik!”

Hz Ömer (r.a.)’ın cevabını duyanlar bu makamlara talip olur mu?

Olur elbette hem de bal gibi de olur.

Hz. Ali anlatıyor: "Bir gün Hz. Ömer'i, binekli olarak ve telaş içinde, hızlı hızlı giderken gördüm ve "Ya emire'l-müminin nereye gidiyorsun?" diye sordum.

"Devlete ait develerden biri kaçmış, onu aramaya gidiyorum" diye cevap verdi.

O zaman ben: "İnan ki, senden sonra bu milleti idare edecek olanlara ağır bir yük bırakıyorsun! Herkes senin yaptığını yapamaz!" dedim.

Bunun üzerine şöyle konuştu: "Hz. Muhammed aleyhissalatü vesselamı, hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, Fırat kenarında bir oğlak kaybolsa veya bir kurt bir koyunu kapsa korkarım ki kıyamet gününde onun bile hesabı Ömer'den sorulur!" dedi.

İşte Hz. Ömer rüyasında oğluyla geç buluşmasının sebebini şöyle aktarır: “Falan mevkide yaptırdığım köprüde ayağı kırılan keçinin hesabını vermekle meşguldüm.”

Gerisini makamların haklarını vermeyen, emanetin gereğini yapmayanlar düşünsün!