Savaş kötüdür, kayıp savaş daha da kötü
Avrupa sineması için devasa bir bütçeye mâl olan Kayıp Savaş, Alman Harbi esnasında Hollanda’daki bir muharebeyi resmetme iddiasında. Doğrusunu söylemek gerekirse bu iddiasını ispat da ediyor. Ama öteki iddiaları haylinetameli. Ortak Avrupa hayali yerine şimdilerde şekillenmeye başlayan ‘Yeni Avrupa’ anlayışını fısıldayan filmde Almanlar gene fena hâlde kötü, Yahudiler sütten çıkmış ak kaşık ve savaş çok rezil bir şey. Bütün sihrini tekrarından alan bu iddialara kanıp kanmamak ise size kalmış tabii.
Hollanda'dayız; sene 1944. Alman Harbi’nin en civcivli günleri. Amerikalılar Normandiya’ya asker çıkarmış, o âna kadar handiyse bütün Avrupa’yı işgal etmiş Almanlar, artık geri çekilmekte. Hızla ilerleyen Müttefikler ikmâl için bir limana ihtiyaç hissetmekte. En münasip yer, hâlâ Alman kontrolündeki Schelde Nehri’nin denize aktığı liman ve etrafı. Ne pahasına olursa olsun o liman ele geçirilmeli. Kayıp Savaş (The Forgotten Battle) işte buradaki muharebeyi anlatmakta. Film dört karakter üzerinden ilerliyor; karakterden çok teknik ifadesiyle tip.
Kasabanın hekiminin genç kızı, gönülsüz bir gönüllü direnişçi, bir Alman askeri ve kahramanlık heveslisi bir İngiliz plânör pilotu... Ne ki önde duran bu dört şahsa rağmen filmin en eksik tarafı, hikâyelerini anlattığı bu şahısları hakiki mânâsıyla bize hissettirememesi, hatta tanıtamaması. Daha doğrusu karakterlerini figüran seviyesinden ‘karakter’ seviyesine
çıkaramaması. Gerçi seyirci, bir miktar gayretle bu tipleri karakter seviyesine taşıyabilir, en azından hayalen. O zaman da filmde bu ‘nakliye’ faaliyetinin sıhhati için yeterince ipucu bulma imkânına sahip olabilmeliydi.
Karakter- leşememiş karakater
Meselâ hem hasta vatandaşlarına, hem de yaralı işgalci Alman askerlerine aynı itinayla bakan kasaba hekiminin de, aslında kendisine sadece babasının şiddetinden kaçma imkânı bahşettiği için kendini Nazizm’in ‘müşfik’ kollarına teslim etmeyi tercih eden Hollandalı gönüllü delikanlının da, general babasının çizdiği sınırların dışına çıkmak için ölümü göze alacak seviyedeki bir cesaretin peşinde koşan, üstelik bu uğurda hileye başvurmaktan da kaçınmayan İngiliz pilotunun da ahvali, biraz daha kurcalansa ortaya yeterli derinlik intibaı uyandıracak bir his atmosferi çıkabilirdi. En azından, basit bir avantür şablonunun ötesine geçilip hekimin kendi vatandaşlarına herhangi bir maniayla karşılaşmadan bakabilmesi için düşmana da tahammül mecburiyetinin hissiyatı seyirciye aktarılabilirdi meselâ. Ne ki yönetmen bu çeşit keyfiyet endişeleri yerine, savaşta iki bacağını birden kaybetmiş Alman üsteğmeninin hastane koğuşunda Hollandalı gönüllüye attığı Nazizm karşıtı nutka oynamış.
Naziler kötüyse Yahudiler iyidir tabii. Hem o gün iyiydiler, hem de şimdi. Hepsi mazlum, hepsi birer melek. Zaten savaş da bir Yahudi’nin kılına zarar gelme ihtimaline binaen kötü bir şey değil mi?
Savaşta bile savaş düşmanlığı
Filmin seyircisine âdeta teşhir ettiği ve göstere göstere iknaya sıvandığı husus pornografik seviyede açık: Savaş vahşetten başka bir şey değildir. İster mütecaviz tarafta bulunun, isterseniz müdafi, farketmez. Savaş, katılan ve katılmayan herkesi içine çeken merhametsiz bir insan değirmeni.
Öte yandan modern zamanların başlangıcından itibaren bize talim ettirildiğinin zıddına bilmekteyiz ki insanlık tarihi, üstelik hem siyasi, hem de kültürel tarih savaşın omuzlarında yükselmiştir. Bildik mânâda savaşın ortadan kalkmayacağı muhakkak ama muhal farz böyle bir şey vaki olsaydı, o safhadan itibaren hakikaten tarihin sonu başlardı.
2020 tarihli, Hollanda, Belçika ve Litvanya ortak yapımı Kayıp Savaş adlı film, ifade tarzı bakımından yer yer Türk insanının en çok seyrettiği türe, belgesele yakınlaşan ama hem mündericatı, hem de mevzuatını mütalâası bakımından hakikat kaygısı taşımayan, temiz çekilmiş bir seyirlik. O yüzden de film, sadece sıradan seyircilerin değil, sinemaya dair yazan nicelerinin de ifade ettiği gibi Spielberg’ün 1988 tarihli süper prodüksiyonu Er Ryan’ı Kurtarmak (Saving Private Ryan) ile yarışmakta adeta. Hem de onun dörtte bir bütçesine rağmen.
İyi ama bu karşılaştırma yersiz veya yanlış mı? Değil elbette. Çünkü her iki film de cilâlı ama usaresi sıkılmış bir posa mesabesinde. Görünenden başka hiçbir şey göstermeyen, yani meramı ile ifadesi arasında birebir mutabakat kurmuş, tercih ettiği muhatabına tam mânâsıyla hitap etmeyi başaran ve hatta muhatabını avucunun içine almayı beceren, bütçesine rağmen ‘ucuz’ bir işçilik numûnesi.
Sığlık bir tercihse
Kayıp Savaş merkezine aldığı savaş karşıtlığı propagandasını seyirlik savaş sahneleri bombardımanı eşliğinde takdim ederken nice keyfiyeti de kendi tozunda boğmakta. Ortaya daha çok keyifli sahne çıkarmak maksadıyla sayıları arttırılan ‘kahramanlar’ bir-iki kişiyle sınırlandırılsaydı ve yaşantıladıkları arasında illiyet bağları kurulabilseydi Kayıp Savaş gene de Lewis Milestone’un 1930 tarihli Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok (All Quiet on the Western Front) filmine yakınlaşabilir miydi? Zannetmem.
İdeolojik vaziyetleri ve savaşa karşı tavırları aynı olsa dahi gene de iki filmi ayıran temel iki fark var: İlk fark her iki filmin kendisine seçtiği muhatap yığınlarının farklılığından kaynaklanmakta. Filmlerden biri meselesini anlattığı sırada belli bir seviyeyi muhafaza etme gayesi taşımaktayken, öbürü sadece muhataplarına hoşça vakit geçirme ve onları kendi sığlıklarına hapsetme endişesinde. İkinci fark ise ‘Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’ filminde karakterler bazı hâdiseler yaşamakta ve bu tecrübelerinin tesirlerini üzerinde hissetmekteyken, Kayıp Savaş’ta ise figürler bir sürü heyecanlı hadise yaşamaktalar; o kadar.
Kokulu sabun köpüğü
Peki, filmin müspet tarafları yok mu? Alttan alta İngiliz-Alman rekabetini esas alan yeni Avrupa haritasının altını çizmeye çalışan bir yapım sadece afili görsellik barındıran sıradan bir savaş filmi seviyesinde bırakılmayacaktı tabii ki. Bir kere Hollywood’dan alıştığımız başrol ve yardımcı roller tasnifi yerine -Yukarıdaki tespitimizle çelişmeyecek bir tarzda.- sahne alan şahıslara adeta eşit miktarda arzı endam hakkı tanınması ilginç. Her ne kadar iki saati aşkın bir filmde karakterlerin derinliklerine inecek yeterince vakit varsa da belli ki film böylesi kaygıları daha en başından dışarıda bırakmış. Geriye de seyri keyifli bir sabun köpüğü kalmış. Pahalı ve hoş kokulu bir sabun ama.
- Evet, Kayıp Savaş’ta Naziler, gizliden gizliye de Almanlar gene kötü. Ama Amerikalılar çok cici. Kimse onlara kafa tutamaz. Hele bir de İngilizlerle el ele vermişlerse... Savaşmak zaten çok kötü. Özgürlük, yani hayvani serbestlik ne güzel hâlbuki canın ne istiyorsa onu yapıyorsun.
Yazık ki dizi ve filmlerdeki bu neviden ve en aşağı zekâ seviyesini muhatap alan ikna faaliyetlerinin ucuzluğuna rağmen gençlerimiz çoktan birer savaş karşıtına dönüşmüş durumda. Hem de kendisini aynı ânda hem Rahmet, hem de savaş peygamberi diye tavsif eden bir Resûle inandıklarını, her seferinde büyük bir nefs emniyeti içerisinde dile getirmelerine rağmen.