Samimi dinler ve sıkıcı resmî törenler
Günümüz insanın veya devletlerinin davranışlarının pek çoğunun inanç, gelenek ve resmî dayatmalarla bir ilişkisi vardır. Mesela ezan bir beldenin İslam beldesi olduğunun veya en azından orada Müslümanların yaşadığının bir âlâmeti farikasıdır. Sekülerliğin emaresi olarak geçmişte ‘millî bayram’ da denilen resmî gün ve törenler ise bize rejimler hakkında bilgi verir. Âyinlerin maddî ve mânevî faydaları varken, törenler ise resimleri pekiştirmek için icra edilir.
Farsça ‘âyin’ kelimesinin Fransızca karşılığı ‘ritüel’dir. Âyin/ritüel bir din veya inanç sistemine âit ibâdet ve bu esnada uyulması gereken usûl ve kâideler bütünü olarak nitelenir. Merâsim ise resmiyetin gerektirdiği yerleşmiş, yapılması âdet hâline gelmiş şekil ve gösterişle ilgili davranışlardan oluşur. Örneğin, samîmî olmayan bir âdet olan resmigeçitler... Kemalistler Türkçeyi katlederken âyin kelimesi yerine, töre kelimesini bozarak ‘tören’ kelimesini uydurmuşlardır.
İslam bir gösteri ve şov dînî olmadığı için kilisedeki gibi âyinleri yoktur. Özellikle eski kilisenin devleti de kontrol etmesi nedeniyle, kilisenin ritüelleri devletler içinde de farklı şekillerde uygulanmaktaydı. Mesela Medine İslam Devletine gittiğimizde kilisede veya kilisenin kontrolündeki devletlerde merasimlerin söz konusu olmadığı görülür.
‘Resmî tören’ler, -özellikle de otoriter rejimler- iktidarın biçimlendirilmesinde uygulanan geleneksel ayinlerin yeni bir şekle sokularak devam ettirilmesidir. Resmi merasimler, siyasî iktidarların kurulma ve zeminini güçlendirme sürecinde önemli bir rol oynar.
Asıl amaç iktidarın meşruiyetini dikte etmek, varlığını ve yaşadığını bağıra bağıra söylemektir. Öte yandan ayin, tarihî yeniden canlandırma fiilî olarak da tanımlanır. Resmi âyinler dinden sıyrılırken bu özelliklerini merasimlere aktarmıştır. Yani eskinin kilise ayinleri günümüzün törenleri…
20. yüzyılın başında kurulan Kemalist Türkiye Cumhuriyeti’nde, Mustafa Kemal sığınak yapılarak devam ettirilen ritüellerin hepsi rejimi koruma ve kollamak için dikte edilmiştir. Bu ritüeller Mustafa Kemal zamanından günümüze süre gelmiştir. Mustafa Kemal ve ritüelleri sığınak yapanlar ve devletin resmî törenlerine son halini verenler sözde laik, ulusalcı ve seçkinci özelliği olan kişiler olmuştur. İşte bu törenler kendince kurulan iktidarı pekiştirme, sonrasındaysa iktidarı muhafaza görevi üstlenmiştir. Aynı şekilde her mekâna, rejimi tarif eden sözler, heykeller, tablolar asmanın gayesi de budur.
Törenler Cebridir
Tüm âyin yahut merâsimler ciddi olmakla beraber, bağlı olduğu konuyu kutsallaştırma eğilimindedir. Törenlerin ortak özelliğiyse, simgeleşmiş ve standartlaşmış olmasının yanında zoraki tekrarlayıcılığı, değişime kapalı olması, çok yavaş değişmesi ve ona yüklenen “kutsi”yetle alakalıdır. Elbette bu durum kutsi olmasının yanı sıra cebridir de.
İktidar meşrulaştırıcı bir mekanizma olan törenler, aslında iktidarın oluşum ve güçlendirilmesi sürecinde yüklendiği ideolojik işleve de atıfta bulunur. Çünkü ideolojik iktidarın toplum üzerindeki meşruiyetinin, en önemli kaynaklarından biri ideolojidir.
Törenlerin icrâ edildiği yerlerde burada bulunan heykel, kült bina ve gömü gibi mimarî yapılar da aslında neolitik inanç ve tapınma sistemine ilişkin mesajlar içerir. Bunun en bariz örneklerini Mısır, Roma ve Grek dönemlerine ait yapılarda görebiliriz. Bu pagan yapılar aynı zamanda, eski tapınma biçimlerinin bir tezahürü olarak günümüz Batı paganizminde hala yaşatılmaktadır. Tanzimatla birlikte tedrici olarak Osmanlı’ya sirayet eden bu biçim, her ne kadar Batı’daki kadar paganist değilse de Grek ve Mısır’dan izler taşıdığı fark edilir.
Anıtkabir örneğinde olduğu gibi ‘anıt yapılar’, kurumlaşmış bir hiyerarşiye işaret eder. Yani ayinin geçmişte taşıdığı mânânın bir şekilde törenlere aktarıldığını açıkça görürüz. İster uydurma isterse vahyi dîn olsun âyin dînî bir muhtevaya sahipken, tören daha seküler bir sistemdir. Rejimin otoriterliğine bağlı olmak üzere bazen dinlerden daha da katı olabilmektedir. Mesela geçtiğimiz yıl, Konya’da düzenlenen bir törende İstiklal Marşı kısa bir gecikmeyle başladığı için ilgili memurlar açığa alınmıştı. Bu gibi örneklerin daha ağırları, Kemalist rejimin tarihinde mevcuttur. Törenler, yöneticiye kutsiyet sağlayarak toplum nezdinde meşruiyet kazandırma işlevi de görür. Korona günlerindeki tören de bunun belki en son tezahürüdür.
Tarihin Sürekliliği: Törenler
Ayine, topluluğun üyeleri dilerse katılır. Katılımcılar arasında yoğun bir duygudaşlık vardır. Hiyerarşide ise bu asgaridir. Tören, yönetilenleri birer izleyici konumunda tutarak katılımdan dışlar. Toplum içi mesafeleri simge düzleminde yeniden çizer.
Törenler, toplum tarihini yeni bir düzlemde yeniden üretme, yani toplum tarihinin sürekliliğini sağlaması açısından siyasî iktidarın sağlamlaştırılmasında da eşsiz bir araç işlevi görür. Honoré Gabriel Riqueti de Mirabeau, kamu sivil ve askerî bayramlara ilişkin olarak, antik Grek ve Roma törenlerine gönderme yapar ve cumhuriyetçi törenlerin, genç kuşakların eğitiminde oynayacağı önemli role dikkat çeker. Eski ya da yeni olaylar anılarak, devrimin kurumları sağlamlaşmasına katkı sağlayacağını ifade eder.
Tartışmalı Bayram 23 Nisan
Mesela 23 Nisan’ın Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde nasıl millî bayram olarak kabul edildiğine dair o günün meclis kayıtlarına göz gezdirildiğinde ateşli bir tartışmanın olduğu görülmektedir. Konya mebusu Şer’iye Evkaf vekili Vehbi Efendi’nin 23 Nisan’ın Millî bayram ilan edilmesine ilişkin yaptığı açıklamalar şu şekilde, “Bu gibi bayramlar milletin kalbinden doğar. Nümayişle bayram olmaz. Ve zahirde nümayişle milletin kuvve-i maneviyesini teyid etmek takviye etmek istersek efendiler, bunlar arızidir. İçinizde bir tane Hıristiyan yoktur. Ezanı Muhammedî okunuyor da katiyen mübâlât (kayırma/himaye etme) etmiyoruz.”
Rejimin sahiplerince Topal Osman’a verilen emir neticesi bir pusu ile şehid edilen Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey de 23 Nisan’ın bayram ilan edilmesine karşı çıkarken şunları ifade eder, “Bizi 23 Nisan’da şurada toplayan halktır. Bunu millet yapacaktır. Millet kadirşinastır bunu kendimiz teklif etmek uygun değildir. Kendi kendimizi teselliden başka bir şey değildir.”
- Bu itiraza ise Kırşehir mebusu aynı zamanda müftü olan Ahmet Müfid Efendi şöyle cevap veriyor: “Bu suretle Kur’an’da buyuruyor ki, Habibim her bir mesele hakkında meşveret ettikten sonra o mesele-i meşveretin icrasına da karar verip Allah’a mütevekkil olarak yürü. Efendiler bugünün bir ıydi bayram olması lazımdır. İşte ıydi Millî İslam olan bugünü takdis etmeli ve bugünü her bayramdan daha muhterem olarak kabul etmeliyiz.” Bu sözlerin sahibi Ahmet Müfit Kurutluoğlu, Mustafa Kemal tarafından 2. Meclise alınmadı. O ise Kemalizm’e bağlılığını İstanbul Fatih Camii'nde ilk Türkçe hutbeyi okuyarak gösterdi. Buna rağmen rejime yaranamadı.
Uygar Ulus Olmanın Gereği
29 Ekim’in ulusal bayram ilan edilmesi ise ilk meclis ve vekilleri feshedildiği için tartışmasız geçmiş, bayramın ilanındaysa gerekçe olarak “Uygar ulusların kendilerine tek bir günü ulusal bayram olarak kabul ettikleri, başka ulusal ve dinsel günler bulunsa da ancak o gün ulusal törenler yapıldığı” söylenerek, Fransa'nın 14 Temmuz ve ABD’nin 24 Temmuz günleri örnek gösterilmiştir.
Resmî törenlerimizin bir başka özelliği de en ince ayrıntılarına dek kanun, yönetmelik ve protokollerle belirlenmiş; denetimi, düzeni ve disiplini ön planda tutan toplumsal hiyerarşiyi vurgulayan gösteriler olmalarıdır. Laiklik, ulusalcılık ve halkçılık törenle önemli ölçüde yansıtılmıştır. Yani törenlere biçim ve içeriğini veren bu 3 özellik olarak öne çıkar. Bu ve benzer gerekçelerle de halk arasında pek itibar görmezler.