Rumların Varoş’unun fethi
Kumarhanelerin çokluğu ve kara para aklama işlevi sebebiyle Akdeniz’in Las Vegas’ı deniyor olsa da, masmavi deniziyle Maraş’a yapılmış haksız bir benzetmeydi bu. Aslında en çok benzediği şehir hemen karşı kıyıdaki Beyrut’tu. Dünyanın en berrak denizlerinden biri, Mısır çöllerinden gemilerle getirilmiş kumlarla altın sarısı bir sahile büründürülmüştü.
“Pardon, Maraş?..” Bunu herhangi bir vatandaşın sorması dram, ülkenin ana muhalefet liderinin sorması ise şüphesiz ki trajedidir. Kıbrıs meselesinin en önemli düğümlerinden olan Kapalı Maraş hakkındaki yaygın cehalet, Kıbrıs davasının geleceği adına esef verici olsa da sahada ümit verici gelişmeler yaşanıyor. Neler oluyor, Maraş niye kapanmıştı, şimdi hayata açılması ne manaya geliyor?
Gazimağusa şehrinde bir semt. Hayalet bir kent suretinde. Çernobil faciasının yaşandığı Pripyat’ı andıran 6 kilometrekarelik alanda metrûk binalar, bomboş caddeler, ıssız sokaklar. Her yerde tel örgüler, fotoğraf çekmenin yasak olduğuna dair levhalar.
Bayındır binaların üstündeki vinçler, yarım kalmışlık hissini pekiştirmekte. Her yerden fışkıran Firavun inciri bitkisi, manzaranın iç karartıcılığını ziyadeleştirmekte. Bir zamanların şatafatına tanıklık eden villalar, tabelalar, kentte yaşananlara dair acaba neler söylemekte?
Tek kurşun atılmadan
Maraş, 4469 ev, 3000 işyeri, 25 müze, 24 sinema ve tiyatro, 21 banka şubesi, 2 spor tesisi, 9 kilise, 8 okul, türbe ve mezarlıklarla yaklaşık 40 bin kişilik bir yerli nüfusu barındırıyordu. Kapatılmadan evvel, 6,5 km uzunluğundaki kıyı hattında tüm adanın yarısı kadar otele ev sahipliği yapıyor ve turizm gelirlerinin de yüzde 53’ünü elde ediyordu. 45 otel, 60 apartman otel, 10 binin üzerinde yatak kapasitesi. Çoğu İngiliz sermayesine ait bu oteller arasında İngiliz kraliyet ailesinin yaptırdığı, dünyanın ilk 7 yıldızlı oteli Golden Sands Hotel de vardı.
- Kumarhanelerin çokluğu ve kara para aklama işlevi sebebiyle Akdeniz’in Las Vegas’ı deniyor olsa da, masmavi deniziyle Maraş’a yapılmış haksız bir benzetmeydi bu. Aslında en çok benzediği şehir hemen karşı kıyıdaki Beyrut’tu. Dünyanın en berrak denizlerinden biri, Mısır çöllerinden gemilerle getirilmiş kumlarla altın sarısı bir sahile büründürülmüştü. Bundan ki Marilyn Monroe, Sophia Loren, Elizabeth Taylor gibi Hollywood ünlüleri yazlarını burada geçiriyordu.
Duvarlara düşülen notlar niye 1974’te bitiyor ki? Çünkü o yıl Türk ordusu garantör haklarını kullanarak adaya müdahalede bulundu. Kıbrıs Barış Harekâtı esnasında sadece 2 bombamız bu beldeye düşmüş, onlar da can kaybına sebep olmamıştı. Maraş’taki Rumlar, Rum Millî Muhafız Ordusu’nun ve EOKA’nın Türk köylerinde yaptığı katliamları bildiklerinden Türk ordusunun intikam alacağı zannıyla yanlarına eşyalarını dahi almadan güneye doğru konvoylar hâlinde kaçışmıştı. Kent, böylece tek kurşun atılmadan Türk tarafına geçmişti.
Tampon bölge
Ordumuz Maraş’ı askerî yasak bölge ilan etmiş, büyük kısmını iskâna kapatmıştı. Dönemin karar alıcıları, dengelerin bu tavizi gerektirdiğini düşünseler de ipleri büsbütün BM’ye bırakmamışlardı. BM askerî gücünün konuşlandığı binanın 400 metre yanına Türk komutanlığının yerleşmesi BM’ye de Rumlara da gerekli mesajı iletmekteydi.
1990’a dek Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kontrolündeki saha, bu tarihte KKTC güvenlik güçlerine teslim edildi. Maraş, hâlâ Kıbrıs’ı ikiye taksim eden Yeşil Hat’ın tampon bölgesidir.
Maraş’la ilgili yaygın kanaat, buranın Türk ordusu tarafından aslında zapt edilmek istenmediği, sadece Rumlara karşı bir koz olarak ele geçirildiği yönündeydi. Buna göre “Kıbrıs sorunu” çözülürken pazarlıklarda elimizi güçlendirmek kastıyla Maraş elde tutulacaktı. Nitekim 2004’teki Annan Planı’nda Türk tarafı semtin denetimini Kıbrıslı Rumlara terk etmeye razı gelmişti. Neyse ki Rumlar plana rızalık vermeyince Maraş elimizde kalmıştı.
Öyle veya böyle burasının Türklere bırakılmayacak kadar değerli olduğuna Türkler de kaniydi. Elden çıkması mukadderdi, savaşla olmasa bile barışla. Ne var ki AB’nin şımarttığı Rum tarafı, şimdiye dek çözümsüzlüğü dayatarak şansını fazla zorladı. Doğu Akdeniz’deki Türk haklarını hiçe sayarak tek taraflı girişimleri de yeterince kışkırtıcıydı. Kuzey Kıbrıs’taki hassas dengeler ve yaklaşan seçim de denkleme dâhil olunca Maraş meselesinde beklenmedik gelişmeler yaşandı.
İlk can suyu
Siyasî riskler ve uğranılacak tazyikler göze alınarak Haziran 2019’da KKTC Bakanlar Kurulu, Maraş’ta bir envanter çalışmasının yürütüleceğini ve şehrin yeniden turizme açılacağını duyurdu. KKTC Başbakanı Ersin Tatar, geçen yıl başlayan açılımı “ilk can suyu” olarak tanımlamıştı. Türkiye devleti bu adımların arkasında ciddiyetle durdu. Türkiye Cumhurbaşkanı, “Maraş'ın KKTC toprağı olduğu bir gerçektir” dedi.
- Takvimler 16 Ekim 2020’yi gösterdiğinde ise, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katılımıyla, Maraş’ın yeniden iskâna ve hayata açılması için yarım asır sonra ihtişamlı bir başlangıç yapıldı. Erdoğan’ın ifadeleri Akdeniz’de kopan fırtınanın bir yankısı mahiyetinde büyük bir meydan okumaydı: “Artık kendi göbeğimizi kendimiz kesmek durumundayız… Buranın gerçek sahipleri aslında bellidir ve şimdi de burası gerçek sahiplerine kavuşacağı günü beklemektedir.”
Bu beyanlar Rum medyasında genişçe yer buldu. Rumlar, araya girmesini talep ettikleri İngiliz, Amerikan ve Alman diplomatların çabalarına rağmen Türkleri durdurmayı başaramadıklarını belirttiler. Yine de “ellerinin bağlı olmadığını” söyleyerek mücadeleyi sürdürmekteler. Zira arkalarında kapı gibi BM’nin 1984 tarihli, 550 sayılı “Maraş bölgesinin yerel sakinleri dışında yerleşime açılmasından derin kaygı duyduklarını” ifade eden kararı duruyor.
Birleşme yoksa burası bizim
Gelgelelim Türk tarafının son hamlesi hiç de hukuka aykırı değil. Bilâkis 1974 öncesi sakinlerinin tespiti amacıyla yapılan envanter çalışması bölgenin Rumlara açılmasını veya tazminat ödenmesini, en azından ilkesel olarak, öngörüyor. 1571’den 1974’e dek bütün vakıf mallarını saptamak üzere Taşınmaz Mal Komisyonu teşkil edildi ve adadaki hangi parselin hangi işlemden geçtiğini gösteren ve ispatlayan bir sistem kurdular. Bundan böyle ne İngilizler ne Rumlar, kimse katakulli yapamayacak.
Şu var ki hukukî cephe tüm diğer cephelerden daha çetrefilli. Bu cephede Türkiye’yi cezalandırmak için ellerinden geleni yapacaklarına kuşku yok. Yüklü tazminat davalarını Türkiye aleyhine çözmekte hayli meziyetli uluslararası hukuk kurumları kollarını yakında tekrar sıvayacaktır da.
- Şu da var ki Maraş’ın açılması, çok ileri bir hamle ve köprülerin atılması manasına geliyor. Türkiye 1974 Türkiye’si değil, dönemin dengelerine taviz için böylesi bir zenginliği salt koz olarak elinde tutacak zafiyet gerilerde kaldı. Ne birleşen ne boşanan şımarık Rum tarafının karşısında net bir duruş sergiliyor: Birleşme yoksa burası bizim!.. Uzun vadede olacağı da budur; güçlü olanın dediği olacaktır.
Çünkü haklı olmak Kıbrıs meselesinde pek bir anlam ifade etmiyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi şimdiye kadarki davalarda ihtilaflı arazinin evkaf malı olmasına aldırmaksızın Türk tarafını tazminata mahkûm eden kararlar aldı. Dolayısıyla Maraş’ın vakıf arazisi olduğuna dair şeksiz şüphesiz delillere rağmen AİHM’den bizim lehimize bir karar çıkacak değil. Türk tarafı her zamankinden daha dirayetli olmak durumunda.
Rumlar mülk sahibi değil, sadece kiracı
AİHM ne derse desin Türkiye’nin elindeki en büyük koz vakfiyeler. Takriben 4500 dönümlük Maraş’ın vakıf arazisi olduğu baştan beri biliniyordu. Lâlâ Mustafa Paşa, Abdullah Paşa, Bilal Ağa olmak üzere üç vakfa ait gayrimenkullerden oluşmaktaydı fakat bunların İngiliz tapu sicilinde tescil edilip edilmediği meçhuldü.
- Siciller İngilizlerin elindeydi, 1960’larda Rumların eline geçti, Türkler o yıllarda can pazarında tapu sicillerinden daha acil işlerle meşgullerdi. Kaderin cilvesine bakın ki 1992’de metruk bir otelin bodrum katında işte bu tapular bulundu. İngiliz kanunları nezdinde de geçerliydi ve mahiyet itibarıyla da zaman aşımına uğramayan, kullanıcıya devredilmeyen vakıf türündendi. Bu tapular, Kıbrıs’ın asırlardan beri Adalar Denizi’nin bir cüzü olduğunu ve orayla ilgili iddialarımızda haklılığımızı belgeleyen delillerden biriydi.
1571’de Türklerce fethedildiğinde Magosa şehri kale içindeydi. Türkler kale içinde, Rumlar dışında yaşamaktaydı. Gel zaman git zaman kale içine taşınıp kendi varoşlarını kurdular. Tam da Varoş ismiyle. Kelime Rumcada “civar, şehrin dışı” manasına gelmekteydi. İngilizler, 1878 sonrası adaya vaziyet etmeye başladıklarında toprakları krallıklarının kolonisi hâline getirip Rumlara satarak rant elde ettiler. Yani Maraş’ta Rumlar mülk sahibi değil, sadece birer kiracı ve işletmecidirler.
En ciddi tehlike
Gelgelelim cumhuriyetin vakıf arazilerine bakışındaki çarpıklığın sonuçları en vahim biçimde Kıbrıs’ta görülebilmektedir. Annan Planı’nda Maraş’ın Rumlara peşkeş çekilmesi müthiş bir hataydı. Şimdi o tavizkâr tavırdan fetihçi bir tutum alışa yönelmiş durumdayız. Bundan sonrası azimet ve sebat.
Altyapısından binalarına dek ciddi biçimde çürümüş olan semti ihya hiç de kolay olmayacak. Milyarlarca doları gözden çıkarmak gerekecek. Ne var ki Maraş muazzam turizm potansiyeliyle tez zamanda büyük bir gelir kaynağına dönüşecektir. Burada en ciddi tehlike, para şehvetiyle bu vakıf arazilerinin fuhuş ve kumara mesken kılınması olacaktır.
Kapalı Maraş’ın açılması, vakıfların himmetiyle, bir fetih hareketidir. Vakfın da fethin de ruhuna sadık kalınmadıkça Rumların varoşlarından bir farkı olmayacaktır.