Pax Sinica’da birinci perde
21 Şubat 2023'te Pekin’de “Küresel Güvenlik Girişimi” adıyla bir belge yayınlandı. Ortadoğu’da başlayan ama orada durmayacak, belki Rusya ile Ukrayna’yı masaya oturtacak stratejik bir adım bu. Çin, bu tarz girişimleriyle “ABD liderliğindeki küresel düzenin sonu mu geliyor?”, “Pax Americana’nın yerini Pax Sinica mı alıyor?” sorularını sorduruyor. Gidişata bakılırsa cevabını vermek için bizleri çok bekletmeyecek.
Gizli ve netameli müzakerelerin ardından İran ile Suudî temsilciler, Çin’in arabuluculuğunda bir araya geldiler ve anlaşma metnini imzaladılar. Çin’in başkenti Pekin’de 6 Mart’ta başlayan final görüşmeleri 10 Mart’ta atılan imzalarla mutlu sonla bitmiş görünüyor. Tahran ve Riyad, yedi yıldır kopuk olan diplomatik ilişkileri yeniden başlatacaklarını, kapatılan elçiliklerin karşılıklı olarak yeniden açılacağını duyurdu. Güvenlik ve ekonomik işbirliği kapsamında bir dizi mutabakat da imza altına alınmış durumda. Bu yeni durumu, bilhassa Çin dolayımında nasıl okumalı?
Uzlaşmanın mahiyetini bir parça netleştirdikten sonra yapılan analizlere göz atabiliriz. İmzaların ardından Kral Salman bin Abdulaziz, İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisî'yi Riyad'ı ziyaret etmesi için resmen davet etti. İran tarafı da daveti kabul ettiğini, kendilerinin de karşılık vereceğini ve benzer bir daveti Suudi kralına göndereceğini açıkladı. Yemen Savaşı, nükleer silah geliştirme, Suriye konusu gibi ağır meseleler henüz metinde geçmese de bunlar mutabakatın ehemmiyetini izale etmiyor. Ortadoğu’nun iki büyük gücünün sıcak savaşa dönüşebilecek bir husumetten böylesi bir uzlaşı noktasına gelebilmesi elbette ki Çin’in diplomatik hanesine yazılması gereken muazzam bir başarı. Vehhabiliğin ve Şiiliğin odakları bugüne dek mezhepler üzerinden şekillendirdikleri jeopolitik duruşlarını bu kadar hızlıca revize edecek noktaya nasıl geldiler peki?
Beyaz Saray gergin
Suudî Arabistan Kralı Selman Bin Abdülaziz son aylarda üst üste binen sorunlar sebebiyle ABD Başkanı Biden’ın telefonlarına çıkmazken, Çin Devlet Başkanı Cinping’i ülkesine davet etmişti. Wall Street Journal, ziyaretin Pekin'in Suudi Arabistan-ABD geriliminden yararlanarak Ortadoğu'da artan nüfuzunu teyit ettiğini yazmıştı. Hâlbuki daha temmuz ayında Biden şöyle dememiş miydi: “Amerikan çıkarlarının, Ortadoğu'nun başarılarıyla ne kadar iç içe geçmiş olduğunu anladım. Çin, Rusya veya İran'ın dolduracağı bir boşluk bırakmayacağız.”
Biden, zayıf söylemlerle ön aldığını sanadursun, Cinping 3 günlük ziyaretinde 30 devletin katılımıyla düzenlenen Çin-Arap Ülkeleri Zirvesi, Çin-Körfez İşbirliği Örgütü Zirvesi gerçekleştiriyordu. Pekin bununla da yetinmeyip 2023'te İran ile KİK üyeleri arasında üst düzey bir zirveye ev sahipliği yapma fikrini de ortaya atıyordu. Bu, Çin’in bölgedeki arabulucu rolünü pekiştirecek ve denklemleri radikal biçimde değiştirebilecek bir süreci alenen haber veriyordu.
Beyaz Saray Sözcüsü Kirby ise “Çin’in takip etmeye çalıştığı yol ve yöntemlerin birçoğunun kurallara dayalı uluslararası düzenin korunmasına vesile olmayacağına inandıklarını” söylüyordu. Kirby bununla birlikte “hiçbir ülkeyi, ABD ve Çin arasında bir tercih yapmaya zorlamayacaklarını” belirtmeyi de ihmal etmiyordu.
Suud ile İran’ın ekranda el sıkışırken, üstelik ortalarında da Çin’i görmek, ABD’de temkinle ve elbette hoşnutsuzlukla karşılandı. Gazeteler “Beyaz Saray gergin”, “Bu anlaşma ABD’ye meydan okuma” havasında çıktı. Wall Street Journal’deki bir makalede “Çin, dünyanın 1 numaralı enerji ithalatçısı konumuna geldikçe petrol zengini Ortadoğu’yla kurduğu ilişkileri arttırdı” dendi ve Çin’in Orta Doğu'nun en büyük ticaret ortağı hâline gelmesine vurgu yapıldı. Makalede “Çin'in zaferinin gerçek sınavının, iki Ortadoğu hasmı arasındaki bağların müteakip kopuşları olabileceği” şeklinde dar da olsa bir ümit kapısı açık bırakıldı.
ABD’nin ağzına bir parmak bal
Esastan incelenmesi gereken konulardan biri ise şuydu: Bu müthiş atak, ABD’ye rağmen mi yapıldı? ABD kaynakları Suud’un ABD’li yetkililerle bilgi paylaşımında bulunduğunu söyledi. Ne var ki anlaşmadan birkaç gün önce ABD Savunma Bakanı Austin, Ortadoğu turuna çıkmış ve İran’la ilgili bilindik cepheyi tahkim söylemlerinde bulunarak İsrail, BAE ve Suudî Arabistan ittifakından dem vurmuştu. İşe bakın ki Suud, ittifakın arasından ansızın sıyrılarak bilhassa İsrail’i şoke etmiş görünüyor.
Suudîlerin bu cüretkâr tercihi elbette yüksek riskler içeriyor. ABD’nin süreci bin bir çeşit komployla nasıl baltalayabileceğini çok iyi biliyorlar. Bu yüzden anlaşmanın arifesinde ABD’nin ağzına bir parmak bal çalarcasına 37 milyar dolarlık silah alımı gerçekleştirerek Beyaz Saray’ı teskin etmeyi denediler. Nitekim Londra’daki bir Arap analist, “Riyad, bir tarafla bir ilişkiyi diğer taraf pahasına seçmenin ağır bir bedeli olacağının farkında” diyerek Suud’un izlediği denge politikasına işaret etti.
Öyle veya böyle sürecin sancılı olacağı kesin. Çünkü son dünya savaşından bu yana ABD, Basra Körfezi'ndeki “merkezî küresel güç” olagelmişti. Soğuk Savaş sonrasında da bölgede imzalanan her anlaşmanın orta yerinde o vardı. Şimdi ise Çin, körfezin her iki yakasıyla kapsamlı stratejik anlaşmalar yapıyor ve ittifaklar kuruyor; bu ABD liderliğindeki dünya ve bölge düzenine ciddi bir meydan okuma ve alternatif iddiayı temsil ediyor.
Hem İran hem Arabistan ile ilişkileri bozmak
Velakin bu tek başına Çin’in başarısı sayılmaz da. Obama, Trump ve Biden yapılabilecek tüm hataları peş peşe yaptılar, müttefiklerini birbiri ardına küstürdü, kaybettiler. Obama döneminde İran’la yakınlaşarak, Trump döneminde tedirgin edilmeyen kimse bırakmayarak, Biden döneminde “Suudî Arabistan’ı parya devlete dönüştürmek” biçiminde açıktan tehditkâr edalar takınarak Körfez krallıklarında güven namına bir şey bırakmadılar. Gerçekten de “aynı anda hem İran hem de Suudî Arabistan’la ilişkilerini bozabilmek gibi üstün bir diplomatik başarıya” imza atmayı becerdiler.
Obama yönetimi Asya’ya Dönüş stratejisini ilan ettikten sonra Beyaz Saray’ın Ortadoğu’ya öncelik vermeyi bıraktığı telakkisi ve akabinde müttefiklerini yüz üstü bırakarak Afganistan’dan çekilmesi, Körfez ülkelerine ABD’ye bağımlılıklarını azaltma zaruretini hissettirdi. Yani Çin balistik füzelerinin bölgede alıcı bulması sebepsiz değildi. BAE askerî üsse dönüştürmesi için Çin’e bir liman bile tahsis etmişti; Washington son dakika müdahale ederek inşaata mani olmuş ve Abu Dabi’yi de Çin askerî varlığının sonuçları konusunda uyarma lüzumu duymuştu.
Bu tarz müdahalelere ve dirence rağmen “Ortadoğu'nun Batıdan arındırılması” adım adım gerçekleşiyor. Çünkü en geniş anlamıyla Batı, ‘diplomasiye öncelik verme, tarafsız olma ve bölgesel çatışmalarla başa çıkmada esneklik gösterme konusundaki tekrarlanan başarısızlıklar’la buna çanak tuttu. Yaptırım, askerî müdahale, baskı ile anlaşmazlıkları çözmeyi deneyerek Çin’e sahayı kendileri açtı. Pekin, sureta “bölgede hâkimiyet peşinde koşmaksızın ticarete, istikrara ve ortak çıkarlara daha fazla odaklanarak” stratejik bir hassasiyetle sahada yeni bir güvenlik mimarisi inşa ediyor.
- Küresel güvenlik girişimi
- El yordamıyla da değil, gayet net bir perspektifle. 21 Şubat 2023'te Çin Dışişleri Bakanlığı bir belge yayınladı: Küresel Güvenlik Girişimi. Ne yaptıklarını çok iyi biliyorlar. Bu stratejik bir atılım; Ortadoğu’da başladılar ama orada durmayacaklar. Rusya ile Ukrayna’yı masaya oturtarak devam edecek görünüyorlar.
- Ekonomi ve teknolojideki atılımlarıyla Çin, “ABD’nin yerini almaya mı hazırlanıyor?” sorusunu sordurmuştu. Bu tarz girişimleriyle ise “ABD liderliğindeki küresel düzenin sonu mu geliyor?”, “Pax Americana’nın yerini Pax Sinica mı alıyor?” sorularını sorduruyor.
- Gidişata bakılırsa cevabını vermek için bizleri çok bekletmeyecek de.