Osmanlı Filistin’indeki sosyal hayat ve nüfus dengeleri
Filistin nüfusunun çoğunluğu Arap Müslümanlardan oluştuğuna göre Osmanlı devleti Filistin'deki bu nüfus dengesini muhafaza etmek için ihtiyaç oldukça Necef ve Sina çöllerinden ve Arap yarımadasından gelen göçebe aşiretlere arazi temlik ederek Filistin'in muhtelif yerlerinde yerleştirmeye çalıştı. Böylece Filistin'de yabancı gayrimüslimlerin eline geçmesinden endişe ettiği arazilere Müslüman aşiretleri yerleştirmek suretiyle hem bu arazileri korumuş oldu hem de şehirlere zaman zaman saldıran göçebe aşiretleri yerleşik hayata geçirerek zararlarını bertaraf etti. Ayrıca göçebeleri yerleştirmesi sonucu, âtıl arazilerin işlenmesini ve oradan vergi alınmasını sağladı.
Filistin’de eski tarihlerden beri Arapların yanında Yebusiler, Kenaniler, Aramiler, Rumlar ve farklı milletler yaşıyordu. Yahudiler ise M.Ö. 587 yılında Babil İmparatoru 2. Nebukadnezzar tarafından Filistin’den Irak’a sürgün edilmişti. Ancak M.Ö. 539 yılında İran kralı 2. Kiros, Yahudileri Filistin’e iade etmişti. Romalılar, M.Ö. 63 yılında Filistin dâhil Mısır ve Şam bölgesini işgal etmişlerdi. Ancak Yahudiler birkaç defa Roma’ya karşı isyan ettiklerinden dolayı bölgede görevlendirilen Roma ordu komutanı Titus, Kudüs’te bulunan “Süleyman Heykeli” dedikleri Yahudi tapınağını M. 70 yılında tamamen yıkarak, Kudüs şehrinin adını “İlya” diye değiştirip, Yahudilerin oraya girmelerini yasaklamıştı. Savaştan sağ kurtulabilen Yahudiler ise dünyanın her tarafına dağılmışlardı. Böylece Filistin 6-7 asır boyunca bir Rum-Arap Hristiyan memleketi olarak devam etti.
Haçlılar ve Moğollar hariç 12 asırlık huzur dönemi
Miladi 632 tarihinde Hz. Muhammed (s.a.v.) Şam ve Filistin'in fethi için sahabeden Üsame bin Zeyd komutanlığında bir ordu hazırlamıştı. Ancak Hz. Resulullah, o fetihten önce ahirete irtihal etti. İslam devletinin ilk halifesi Hz. Ebu Bekir Sıddık (r.a.), Yemen'de çıkan riddet fitnesi ve Müseyleme'nin ayaklanmasından dolayı Şam fethini ertelemek zorunda kaldı. Miladi 634 yılında Hz. Ömer bin Hattab (r.a.) hilafeti zamanında Müslümanlar, Yermük savaşını kazanarak Filistin'e girip, orayı İslam Devletinin başkenti olan Medine-i Münevvere'ye ilhak etmişlerdi. O günden beri Filistin ve özellikle Kudüs şehri bir İslam memleketi hâline geldi.
Aslında Filistin toprakları, asırlar boyunca farklı milletlerin hedefi olmuştur. Orada eski çağlardan itibaren İslam fethine kadar savaşlar, tehcir ve katliamlar yaşanmıştır. Ancak İslam fethi ile Osmanlı hâkimiyetinin son asrına kadar ki 12 asırlık dönem, haçlı seferleri ve Moğol istilası sayılmazlarsa Filistin'in yaşadığı en uzun barış, istikrar ve huzur dönemidir. Özellikle Osmanlı Devleti’nin bölgeye hâkim olduğu 5 asır boyunca Filistin’de savaş, katliam, sürgün gibi büyük menfi hiç hâdise yaşanmadı.
Filistin, Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında, 1516 senesi sonbaharında Osmanlı yönetimine savaşılmadan geçmişti. O tarihten itibaren Filistin’de Müslümanlarla beraber Hristiyanlar barışçıl bir şekilde yaşıyorlardı. 16. yüzyılın bir kısmını kapsayan Hicri 970 Milâdî 1562 tarihli 342 no'lu Tapu Tahrir Defteri'nde, ne Kudüs'te ne de ona bağlı kasaba, kaza ve köylerde bir Yahudi'nin adına kayıtlı hiçbir ev, dükkân, arsa ya da bahçeye rastlanmamaktadır. Öyle ki Silvân'daki Yahudi Mezarlığı bile Musevilere kiralanmış Müslümanlara ait bir vakıf toprağıdır. Yani o dönemde Filistin’de hiçbir Yahudi yerleşmemişti.
Osmanlı din ve dil ayırmadı
Bâb-ı Âli ise Filistin’in yerli halkı arasında din, dil ve ırk farklılıklarına bakmaksızın hepsine büyük hizmetlerde bulunuyordu. Çok sayıda cami, kilise, ayazma, medrese, tekke, türbe, aşevi, hastane, yetimhane ve oralara finans sağlayacak vakıflar kurulmuştu. Bu vakfedenler genelde padişahlar ve saray halkı oluyordu. Bu vakıfların en önemlisi, Kanuni Sultan Süleyman’ın eşi Hürrem Haseki Sultan'ın vakfıydı.
Osmanlı Devleti, Filistin'in önemine binaen oradaki limanları onarmaya ve genişletmeye başlamıştı. Gazze limanının tamirine 1848 yılında ihtiyaç olmuştu. 1851 yılında da Yafa limanı tamir edilmişti. Yafa Gümrük binasının ahşaptan olan iskelesi, 1865 yılında taştan yapıldı.
Ticârî yönden önemi gittikçe artan Filistin'in sahil şehirlerinin, iç bölgedeki şehirlerle bağlantısının sağlanabilmesi için Osmanlı Devleti bölgede birtakım kara yolu projeleri başlatmıştı. Bu çerçevede 1864 yılında Akka-Havran yolu döşenmiş, daha sonra ve özellikle Süveyş kanalı açıldıktan sonra alternatif bir ticaret yolu olarak demir yolları döşenmeye başlanmıştı. Böylelikle Filistin limanları daha çok yoğun bir ticari harekete sahne oldu. Bu amaç için Osmanlı Devleti, bu limanları demir yollarıyla iç bölgelere bağlamıştı. 1879 yılında da Yafa Demir yolu ve Yafa Limanı ile ilgili keşif işlemleri yapılmış ve 1892 Eylül’ünde Yafa-Kudüs tren yolu tamamlanıp, açılış töreniyle kullanıma sunulmuştur. Mescid-i Aksa’nın en önemli tadilatı ve Kudüs şehirlerinin surlarının onarımı Osmanlı döneminde yapılmıştı. Osmanlı devleti, Filistin’in sadece alt yapısı ile değil, oranın insanının eğitimi, kültürü, vicdanı ve hayat kalitesiyle de ilgilendi. İstanbul’da hayat kalitesi neyse Kudüs'te de aynı düzeye getirmeye çalışmıştı.
Azınlıkları himaye politikası ile mesele başladı
Ancak Mısır’da Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın isyanına karşı Osmanlı’nın Rusya, İngiltere ve Fransa’dan yardım ve destek istemesi yüzünden Avrupa ülkeleri, 19. yüzyılın ortasından itibaren Osmanlı’daki azınlıkları himaye etme yarışına girdiler. Fransa Katoliklerin, Rusya Ortodoksların, İngiltere ise Protestan ve Yahudilerin hamisi haline gelmişlerdi. Bu diplomatik himaye yüzünden bir sürü Yahudi, Filistin’e yasal ve gayri yasal bir şekilde yerleşmiş. Ancak nüfus olarak azınlık kalmışlardır.
Öte yandan Yahudilikteki “Aliyah” kavramı yani “Ard-ı Mev’ûd’a geri dönüş” doktrini ve bunun devamı olan siyonizm hareketi, Filistin topraklarını hedef aldı. Bu şekilde Filistin toprakları, Avrupa-Yahudi ittifakıyla karşı karşıya kaldı. İşte Filistin ile ilgili bugünkü problemler, Avrupa'da şekillenen bu şer ittifakı yüzünden başlamıştır. Bu gelişmeler, Osmanlı devletinde 19. yüzyılın başları ve ortalarında yaşanan iç savaş ve kargaşalara denk geldi.
Yahudi sermayesi devreye girdi
Daha önce Haçlı seferleri başarısızlığa uğradığı gibi Néapoleon'un da başarısız hamlesinden sonra Avrupalılar, Filistin topraklarını askeri yollarla alamayacakları kanaatine vardıklarında, Yahudi sermayesini kullanarak mukaddes saydıkları toprakları ele geçirmenin yollarını aradılar. Böylece Filistin topraklarına yabancılar tarafından büyük bir rağbet ve talep oluştu.
Aslında Osmanlı Devleti, topraklarına göç eden Yahudilere sürekli kucak açmış ve Yahudilerle ciddi hiçbir sıkıntı yaşamamıştır. Ancak bu durum, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ısrarla Filistin’e yerleşmek isteyen yabancı uyruklu Yahudilerin sayısının giderek artmasıyla değişmeye başlamıştır. Filistin’e Yahudi göçü siyasî bir çehre kazanıp, Filistin’de bir Yahudi devleti kurma çalışmaları hızlanınca, Yahudilerin Osmanlı Devleti’ne yerleşmelerine sınırlamalar getirilmiştir.
Nitekim Filistin'in hâkimiyeti altında bulunduğu Osmanlı Devleti, kendi toprak bütünlüğünü tehdit edecek ve halkının huzurunu bozacak bu Yahudi göçüne karşı çıkarak, Filistin'de yabancı Musevilere arazi satışlarını, daha sonra da girişlerini bile yasakladı. Böylece Devlet, Filistin'deki nüfus dengesini, dînî, etnik ve ekonomik yapıyı korumaya çalışmıştı.
Filistin'e Müslüman nüfus getirildi
Ayrıca bu yabancı Yahudi göçünden kaynaklanan nüfus değişikliğini yine başka bir göç ile dengelemeye çalıştı. Cezayir ve Tunus gibi işgale uğrayan Osmanlı memleketlerinden göç eden Müslümanları vatandaş gibi kabul ederek yahut vatandaşlık vererek Filistin'e yerleştirdi. 1893 yılında Cezayir'den gelen 129 kişiden müteşekkil 20 aile, Beyrut limanına geldi. Devlet, bu Cezayirlileri Fransız vatandaşlığına sahip olmalarına rağmen Müslümanlıkları hasebiyle Osmanlı tabiiyetine kabul etti. Akka sancağına bağlı Taberiye kazası Keferşid, Şiare ve Avalim köylerinde bulunan boş arazilerde iskân ettirdi. Aynı dönemde Fransız işgaline uğramış Tunus Eyaleti'nden 1893 yılında Fransız pasaportuyla Osmanlı Devleti'nin farklı limanlarına gelenlerin pasaportları geçerli sayılmayarak kendilerine Osmanlı tezkiresi verildi. Bu yeni Osmanlı vatandaşları, Hicaz, Beyrut, Halep ve Kudüs'e yerleştirildi. Osmanlı tabiiyetini kazanan ve Filistin'in farklı yerlerinde yerleştirilen Müslümanlara iskân ve iaşeleri için toprak da verildi.
Filistin nüfusunun çoğunluğu Arap Müslümanlardan oluştuğuna göre, Osmanlı devleti Filistin'deki bu nüfus dengesini muhafaza etmek için ihtiyaç oldukça Necef ve Sina çöllerinden ve Arap yarımadasından gelen göçebe aşiretlere arazi temlik ederek Filistin'in muhtelif yerlerinde yerleştirmeye çalıştı. Böylece Filistin'de yabancı gayrimüslimlerin eline geçmesinden endişe ettiği arazilere Müslüman aşiretleri yerleştirmek suretiyle hem bu arazileri korumuş oldu hem de şehirlere zaman zaman saldıran göçebe aşiretleri yerleşik hayata geçirerek zararlarını bertaraf etti. Ayrıca göçebeleri yerleştirmesi sonucu, âtıl arazilerin işlenmesini ve oradan vergi alınmasını sağladı.