Oscar’ın kendisi dolap
Kuzey Makedonya adına yarışan ve hem En İyi Yabancı Film, hem de En İyi Belgesel dallarında Oscar’a aday gösterilen, üstelik mühim bir kitle tarafından ödülü alacağına inanılan Bal Ülkesi (Honeyland) adlı filme bu yılki Oscar töreninde ödül-mödül verilmedi. Yıllardır birçok harika filme ödül verilmediği gibi. Sinemayla ilgisi farklı düzeylerde seyreden birçok insanı, özellikle de Balkan coğrafyasındaki birçok kişiyi üzdü bu gelişme. İyi ama iyi bir filme Oscar ödülü verilmemesi, sahiden de üzülmemizi gerektirecek kötü bir şey mi yoksa tersi mi?
Alışmak melekesi insana bahşedilen imkânların en mühimlerinden. Ne ki bu melekeyle insan vezir de olabilmekte, rezil de.
Alışmanın mütemmim cüzü ise tekrar. Her ne olursa olsun herhangi bir şeyi insan tekrar ettikçe veya bahsimizdeki gibi meselâ gayrı tabii herhangi bir şey bile insana tekrar ettirildikçe bir vakit sonra kişi için o garip, tuhaf, saçma veya gayrı tabii şey, bakmışsınız gayet tabii, makûl ve alelâde âddedilmekte.
Garip, evet. Modernliğin ve onun koçbaşı durumundaki kapitalist dünya görüşünün ve elbette ona bağlı ahlâk anlayışlarının, yeryüzünün neresinde yaşarsa yaşasın, bütün fertleri avucunun içine alırken kullandığı en etkili vasıta, insanın bahsi geçen bu tekrara dayalı alışkanlık edinme melekesi.
Bir şeyi ne kadar çok tekrar ederlerse, bizatihi tabiatındaki vasıflarına bakmaksızın onu o kadar içselleştirmekte hiçbir beis görmemeye başlıyoruz.
Çocukluğumdan beri hayret eder dururum: Yatıp kalkıp her fırsatta kapitalizmi yerden yere vuran insanların bile iş Eurovision’a gelince birden bütün o eleştirilerin uçup gidivermesi ve günlerce Eurovision’la yatıp kalkılması ne de tuhaftı. Bu adilerin bayağısı pop müzik yarışmasına karşı tavrımız da tam Cumhuriyet ahlâkına uygun ya.
Yine benzeri bir husus, muhafazakâr veya öyle tesmiye edilen farklı meşrepteki bütün kesimlerin Oscar meselesini bu denli ciddiye almasında da aynen geçerli. Üstelik Eurovision’daki gibi avam tabakasının değil, muhafazakâr camianın (Aslında ‘camiaların’ demek daha isabetli ya.) okumuş-yazmışlarının Oscar’ı kalplerinde oturttukları o mümtaz makama ne demeli?
Ya devletin, hususen de Kültür Bakanlığı’nın tavrına? Oscar ödülünün aslında bizde zannedildiği gibi bir filme, barındırdığı sanat değerinden veya herhangi bir manevi değerden değil, düpedüz ticari bir değerden dolayı verildiğini görebilmek için öyle uzun uzadıya sinemadan, tiyatrodan, edebiyattan, sanattan falan anlamaya hacet yok ki.
Eğlence Sektörünün Kendi İç Meselesi
Öyleyse bir kez daha açık seçik ifade edelim: Bir filmin Oscar kazanması demek, o filmin dünyanın her yerinde geçerlilik taşıyan satılabilir bir mal hüviyeti barındırdığı ve bundan başka bir evsafa da ihtiyaç hissetmediği demek.
Bu kadar.
Meseleyi öyle uzun uzadıya eğip bükmek de gereksiz. Öyle ya, dünyanın handiyse her yerine ulaşan ve böylelikle de kapitalizmin oralarda daha bir gümrahlaşmasını sağlayan Hollywood yapımlarının kendi aralarında yarıştırılması, zaten adı üzerinde, eğlence sektörünün kendi iç meselesi kalmak durumunda.
Eğlence sektörünün kendi iç meselesi dememizin sebebi, malûm, dünya çapındaki birçok yapım şirketinin kendisini takdim ederken, bizdeki gibi “Biz sanat yapıyoz be abi.” diye havalara girmeye hiç ihtiyaç hissetmeden, açıksa ‘eğlence şirketi’ diye tesmiye etmesi.
Öte yandan, bir kere daha vurgulamakta yarar var: Sinemanın bizatihi sanatla falan bir ilgisi var mıdır?
Hayır. Hele hele Hollywood filmlerinin sanatla uzaktan-yakından akrabalığı dahi yoktur. (Dikkatinizi çekerim, ‘Hollywood filmlerinin’ dedim, ‘Amerikan sinemasının’ demedim. Malûm, ikisi ayrı şeyler.) Dolayısıyla Oscar ödüllerinin de kültürle ilişkisi, Amerikan tarzı hayatı yaygınlaştırmak ve benimsetmekten ibaret.
Oscar Bizim Neyimize?
Demek ki Oscar ödüllerinin, keyfiyet bakımından, meselâ küçük bir taşra kasabasındaki üçüncü sınıf bir güzellik yarışmasından bir farkı yok.
Sadece biri, öbürüne nispetle çok daha şaşaalı. O kadarcık da olsun tabii. Olanca inceltilmiş ve her neresi isteniyorsa içine maharetle zerkedilmiş bütün o kapitalist dünya görüşünün kültür yemişlerinin dünya çapındaki pazarlanmasından bahsediyoruz nihayetinde.
Dolayısıyla ödül tespit komitesi locasına çekildiğinde, kapalı kapılar ardında ne dolapların döndüğünü elbette tam olarak bilemeyiz. Tıpkı papa seçimi için kardinaller komitesinin kendi hücrelerine kapatıldıklarındaki gibi.
İçeride nelerin döndüğünü bilemezsek de dışarıya çıkandan hareketle bir tahmin yürütebiliriz: Kapitalizm, aslen birbirine denk güçlerin arasındaki yarışa dayanır ve bu anlayışa göre yarışta her türlü hile, dümen, dolap, alavere dalavere ‘mübah’. Unutmamak icap eder, her ne kadar kapitalizm protestanlık tarafından icat edilse de katoliklik bu yeni ahlâk anlayışına göre kendini tertip etmekte gecikmedi. Marlon Brando’nun 1973’teki ödülü reddi de, Hollywood’daki en küçük stüdyodaki bir temizlikçinin bile yahudi kökenine işareti de işte tam burada manidar.
Körlerle Sağırlar Birbirini Ağırlıyorsa
Evet, Oscar ırkçıdır. Aslında o ödülü veren komite elbette. Şaşırtıcıdır, komite üyeleri değişse de bu ilke değişmez: Oscar beyazlara lâyıktır. Elbette Sidney Poitier’dan beri zaman zaman zencilere de, hispaniklere de ödül verildiği görülmüştür. Ne ki bu durumlarda da bir miktar dikkatle baktığımızda cilt renginin yanında meseleye inançların dahil edildiklerini görmekteyiz. Nihayetinde jüridekiler, bizim siyasetçiler gibi şartlar değiştikçe kabullerini değiştirmiyorlar.
İnanılmaz bir husus değil mi sizce de? Kapitalizmin pas yüzü görmemiş çarklarını daha bir kavi döndürsün diye verilen ödüle lâyık görülenler, nadiren WASP dışına çıkar.
Başka bir ifadeyle Oscar ödülü kazanmak için, filminizin kapitalizme yüzde yüz uygunluğu yetmez; sizin de illâ ki beyaz olmanız icap eder. En İyi Yabancı Film ödülü bu sınırlamanın dışında tabiatıyla. O da kısmen.
Peki Oscar gene de bize belli bir ölçü vermez mi? Verir elbette! Ama o filmin seyredilebilirliğine dair değil, o yapımın ticari bir meta olduğuna dair bir fikirdir bu.
Demek ki Bal Ülkesi’nin Oscar ödülü almaması, demek, filmin sıradan bir ‘mal’ olmaması demek.
O hâlde Oscar’a dolap beygiri olmanın âlemi var mı?