Ortadoğu’daki önemli bir azınlık: Dürzîler
Dînî bir azınlık olmalarına rağmen Dürzîlerin dönem dönem tarih sahnesine çıktıkları ve gelişmeleri etkiledikleri oldu. Haçlılara karşı Eyyubilerin, Moğollara karşı Memluklerin, Mercidabık savaşında ise Osmanlıların yanında yer alan Dürzîler, 16. yüzyıl sonu itibarıyla güçlerinin doruğuna ulaştılar ve hâkimiyetlerini neredeyse bütün Lübnan, hatta Suriye ve Filistin’e kadar yaydılar. Osmanlı devletinin müdahalesi yüzünden bu hâkimiyet kısa sürse de Lübnan, Suriye ve Filistin topraklarında hatırı sayılır bir azınlık olarak saygı gördüler. Son zamanlarda ise ilginç bir gelişme oldu ve 15 Mayıs Pazar günü gerçekleşen Lübnan seçimlerinde Dürzî lider Talal Arslan meclise girmeyi başaramadı.
Dürziler; Orta Doğu’nun Nusayriler, Aleviler, Yezidiler gibi dini azınlıklarından biri. Peki, aralarında klasik Arap müziğinin en güçlü seslerinden Asmahan ve Ferid el-Atraş kardeşler ile dünyaca ünlü avukat Amal Alamuddin Clooney’in de bulunduğu Dürzîleri tanıyor muyuz?
Dürzilik nasıl doğdu?
Dürzîlik, Şii İslâm’ın İsmâilîlik kolu içinden on birinci yüzyılda çıktı. Şiilikte, Müslümanların siyâsî ve dînî liderliği Hz. Muhammed’den Hz. Ali’ye, sonra da O’nun Hz. Fatima’dan olan çocukları ve torunlarına geçer. İsmâilîlik kolu, Şiiliğin en kalabalık kolu olan On iki İmamcılıktan, yedinci imamın kim olduğu konusunda farklılaşır: On iki İmamcılık, altıncı imam Cafer-i Sadık’tan sonra oğlu Musa Kazım’ın imamlığı üstlendiğine inanırken, İsmâilîlik diğer oğlu İsmail’in imamlığı üstlendiğine inanır. Dokuzuncu yüzyılda Bahreyn’i merkez tutup Arap yarımadasının doğusunda hâkimiyet kuran Karmatiler ve onuncu yüzyılda Hasan Sabbah’ın Haşhaşiler hareketine ilham veren İsmâilîlik, etkinlik ve gücünün zirvesine dokuzuncu yüzyılda kurulan Fâtımî devleti ile ulaştı. Dürzîlik de Fâtımî devletinin başkenti Kahire’de doğdu.
Mısır'daki sonu...
Fâtımîlerin altıncı halifesi el-Hâkim bi-Emrillah, Kahire’yi dînî, kültürel ve entelektüel bir merkeze dönüştürmek için 1005 yılında ‘Dârül Hikme’ adıyla astronomi, geometri, kelâm ve gramer gibi farklı ilimlerin okutulduğu bir medrese kurdu. Bu medreseye çalışmak için gelen İran’ın Zozan kenti doğumlu Hamza bin Ali ve takipçileri, 1017 yılında zâten aşırı eksantrik bir kişiliği olan Halife el-Hakim’in şahsında Tanrı’nın vücut bulduğunu iddia etti. Bütün varlığın kaynağı olan Tanrı, Allah, zaman zaman insan şeklinde zuhur etmiş, en son ve mükemmel olarak da Hâkim Bi-Emrillah’ın cismine girmiştir. Halifenin kendi tanrılık yalanına/şirkine ne kadar inandığı net değil. Ancak hükmü altında Hamza bin Ali yeni dînî görüşlerini yaydı ve taraftar topladı. Fakat bu dönem çok uzun sürmedi. 1021 yılında hem Halife el-Hâkim, hem de Hamza bin Ali gaybete girdi. Halife muhtemelen öldürüldü. Hamza ise kaçtı ve bir daha görünmediler. El-Hâkim’den sonra yerine oğlu Ali bin el Hâkim geçti. Dürzîlerin “La‘netullah” olarak anacağı bu halife, Dürzîlere karşı kapsamlı ve şiddetli bir baskı ve cezalandırma politikası başlattı. Neticede ise Mısır’da Dürzîliğin sonu geldi.
Lübnan'a yayılışı
Hem el-Hâkim’in, hem de Hamza’nın kayboluşunun ardından başlayan devlet baskısı karşısında canlarını kurtarabilen Dürzîlerin bazıları Lübnan’ın yüksek dağlarına sığındı. Burada liderliği, Hamza’nın takipçisi Bahaddin el-Muktena üstlendi. Hamza ile birlikte Bahaddin’in risaleleri, Dürzîliğin kaynak eserleri oldu. Bahaddin, veda risalesi Risalet el-Gayba’da, kendisinin de gayb zamanının geldiğini ve gaybı ile hidayet kapılarının kapandığını ilan etti. Artık Dürzîliği yaymak için hiçbir çaba gösterilmeyecek, anne ve babası Dürzî olmayan hiç kimse bu dinin mensubu olamayacaktı. Bahaddin ayrıca Dürzîlere inançlarını kendilerinden olmayanlara karşı gizlemelerini emretti. Takip eden yüzyıllar boyunca büyük bir gizlilik içinde yaşayan Dürzîler, bölgenin verimli topraklarında tarımla uğraştılar ve çoğaldılar.
Neden Dürzi deniliyor?
Aslında Dürzîler kendilerine ‘Dürzî’ demiyor. Bu, Dürzî olmayanların onlara taktığı bir isim. Dürzîler kendilerine Muwahhidun (yani Tevhitçiler, Birlikçiler) veya ‘Beni Mâ’ruf’ der. Dürzî isminin kaynağı ise dinin kurucusu Hamza ile ilk başta birlikte hareket eden, ancak daha sonra onunla liderlik yarışına giren, neticede ise hareketten dışlanan ve mürted sayılan, Türk asıllı Muhammed bin İsmail el- Derezi veya diğer adıyla Anuş Tegin el-Derezi’dir. Bir iddiaya göre Anuş Tegin Lübnan’a kaçıp, burada Dürzîliği yaydı. Diğer bir iddiaya göre ise Kahire’de iken öldürüldü. Anuş Tegin’in Dürzîler arasındaki imajı son derece negatif olmasına, hatta Hamza’ya isyan ettiği için ‘Şeytan’ olarak anılmasına rağmen, dinin mensupları kendi rızaları dışında Dürzî olarak isimlendirildi…
Tarihte Dürzilik
Dînî bir azınlık olmalarına rağmen Dürzîlerin dönem dönem tarih sahnesine çıktıkları ve gelişmeleri etkiledikleri oldu. Dürzîler ilk olarak Haçlılara karşı Eyyubilerin, Ayn Calut savaşında Moğollara karşı Memluklerin, Mercidabık savaşında ise Osmanlıların yanında yer aldı. Güney Lübnan’da kendilerine otonom bir bölge tanınan Dürzîler, 16. yüzyıl sonu itibarıyla güçlerinin doruğuna ulaştılar ve hâkimiyetlerini neredeyse bütün Lübnan, hatta Suriye ve Filistin’e kadar yaydılar. Ancak bu, Osmanlı devletinin müdahalesi yüzünden kısa sürdü. Öte yandan Dürzîler büyük oranda otonomilerini devam ettirdi. 19. yüzyıl, Hristiyan Mârunîler ile Dürzîler arasında artan bir gerginliğe şahit oldu. Gerginlik 1860’lı yıllarda iki toplum arasında kanlı çatışmalara döndü. Neticede Avrupalı devletler Mârunîler lehine müdahale etti ve Osmanlı devletini idârî reformlara zorladı.
- Dürzîlikte imanın şartları neler?
- İlk şart Tanrı’nın birliğine, ikinci şart Tanrı’nın insan şeklinde tecelli ettiğine, Tanrının son kez ve en mükemmel haliyle Halife el-Hâkim’de tecelli ettiğine, Tanrı özüne sahip beş vezirin varlığına, Hamza’nın ilk vezir ve zamanının velisi olduğuna iman, kadere, reenkarnasyona, son olarak ise Hamza’nın yedi esasına uymaktır. Hamza ve onu takip eden dört vezir farklı renklerle temsil edilir: Yeşil, Kırmızı, Sarı, Mavi ve Beyaz. Nitekim Dürzîlerin bayrağı da bu beş renkten oluşur.
- Dürzîlikte hangi ibadetler var?
- Dürzîlikte aslında bilinen anlamda ibadet yok. Hamza bin Ali ‘en-Nakzül Haafi’ isimli risalesinde İslâm’ın şartlarını iptal etmiştir ve bunların yerine daha çok ahlâkî hükümler ve inanç esasları koymuştur: Doğru sözlülük esası, din kardeşlerini korumak ve yardım etmek esası, var olan ibadetler ve yanlış inançlardan vazgeçmek esası, iblis ve kötülüğün diğer güçlerini reddetmek esası, Hâkim’in tek tanrılığını ikrar etmek esası, ne olursa olsun Hâkim’in bütün fiillerine rıza göstermek esası ve sonuncu olarak Hâkim’in ilahî iradesine mutlak olarak boyun eğmek esası…
Büyük Dürzi isyanı
Birinci Cihan Harbi’nin ardından Dürzîlerin yaşadığı Suriye ve Lübnan, Fransa mandası; Filistin ise İngiltere mandası oldu. Fransa, Suriye’de Dürzîlerin yaşadığı en güneydeki dağlık bölgenin otonomisini tanıdı ve Fransız mandasının beş devletinden biri olarak ilan etti. Ancak Fransa’nın bölgenin içişlerine karışma teşebbüsleri, 1925 yılında ‘büyük Dürzî’ isyanını başlattı. İsyan kanlı bir şekilde bastırıldı. 1936 yılında ise Dürzî bölgesi, manda yönetimi altındaki otonomisini de tamamen kaybetti ve bağımsız Suriye’nin parçası oldu. Dürzî subaylar, dünya savaşı sonrası birbiri ardına yapılan darbeler ve karşı-darbelerde rol oynadılar ve en nihayetinde de Baas Partisinin iktidara gelişine aktif katkıları oldu.
İktidarının ilk yıllarında Hafız Esad, Dürzîlerin askeriyedeki gücünü kırmaya çalıştı. Bunda da büyük ölçüde başarılı oldu. Ancak daha sonra Dürzîler rehabilite edildi ve rejimle ilişkileri iyileşti. Takip eden on yıllar boyunca Dürzîler hem askerî hem de sivil bürokraside, hassas konumlarda olmasa da kendilerine yer bulabildi. Dürzî bölgesinde de ekonomik ve yaşam şartları iyileştirildi. Arap Baharı patladığında rejimin Dürzîlerle ilişkileri son derece iyiydi. Nitekim Dürzîlerin rejim karşıtı protestolara katılımı son derece sınırlı kaldı. Muhalefetin silahlı mücadeleye başlamasının ardından ise Dürzîler çoğunlukla Esad rejimini desteklemeye başladı.
İsrail’le ilişkiler
Suriye’de Dürzîler genel olarak pan-Arap milliyetçiliği ile uyumlu politik duruşlar alırken, Filistin’de tam tersi oldu. Filistin’e yerleşen Yahudilerle başından beri iyi ilişkiler kuran Dürzîler, İsrail’in kuruluşunun ardından başlayan ilk Arap-İsrail savaşında da tarafsız kaldı. Takip eden on yıllar boyunca dönem dönem İsrail devleti ile Dürzîler arasında sorunlar oldu. Özellikle İsrail’in 1967 yılında işgal ettiği Golan tepelerinde yaşayan Dürzîler ve 1982 yılında işgal ettiği güney Lübnan’da yaşayan Dürzîlerle gergin ilişkiler, Filistin’de yaşayan Dürzîler ile İsrail devleti arasındaki ilişkileri de olumsuz etkiledi. Ancak Dürzîler genel olarak, İsrail devletinin ve Dürzî liderlerinin de çabalarıyla çok daha başarılı bir şekilde politik ve ekonomik hayata entegre edildi. Hatta Dürzîler İsrail ordusunda bile kariyer imkânları buldu ve generalliğe yükselenler oldu.
- Lübnan’daki konumları
- Suriye ve Filistin’deki Dürzîlere kıyasla Lübnan’daki Dürzîler, bu ülkenin kendine has çok mezhepli toplum yapısı içinde daha etkin ve otonom bir rol oynayabildi. Târîhî kökenleri 19. yüzyıla kadar uzanan Canbolat ailesi ve Arslan ailesi arasında Dürzîlerin liderliği için mücadele, yirminci yüzyıla da damgasını vurdu. Manda döneminde Fransa’ya karşı tutum iki âileyi böldü. Canbolatlar genel olarak Fransa ile iş birliği yaparken, Arslanlar Fransa karşıtı bir tutum benimsedi. Manda sonrası dönemde de iki âile arasındaki rekabet devam etti. Canbolat âilesi, kurduğu “Al-Hizb Al-Taqadummi Al-Ishtiraki” veya ‘İlerici Sosyalist Partisi’ kanalıyla siyasetini yürüttü. Arap milliyetçiliği ve sosyalizmi benimseyen parti, bu ideolojik doğrultuda Filistinlilerin şartlarının iyileştirilmesini savundu. 1975 yılında başlayan Lübnan İç Savaşında da Sünni Arapların ve Filistinlilerin yanında yerini alan Canbolat âilesi, ayrıca iç savaşı bitiren ’Taif Anlaşması’na da taraf oldu ve anlaşmayı reddeden, katılımcıları vatana ihanetle suçlayan dönemin vekil Cumhurbaşkanı Mişel Avn’a karşı askerî muhalefetin bastırılmasına katkıda bulundu.Aynı dönemde Arslan ailesi ise Hristiyan Marunilerle daha yakın ilişkiler içinde oldu ve iç savaşta Marunilerin talebiyle Lübnan’ı işgal eden Suriye taraftarı bir tutum sergiledi. İç savaş sonrası dönemde de iki âile arasında, Lübnan işgalini sürdüren Suriye’ye yönelik farklı tutumlar devam etti. Nitekim iki âile arasındaki bu ayrım bugün de devam etmekte ve taraflar arasındaki güç dengesini; Suriye, Hizbullah ve İran, Arslan lehine değiştirmeye çabalamakta…