Ortadoğu ve petrol
“Dedem ve babam deveye binerdi, ben Mercedes’e bindim, oğlum Land Rover’a biniyor, oğlu da Land Rover'a binecek. Ama onun oğlu tekrar deveye binecek…” Dubai’nin efsanevî emiri Şeyh Raşid bin Said el Mektum’un yıllar önce söylediği bu sözler, aslında petrol öncesi ve petrol sonrası dönemi çok net ve çarpıcı bir biçimde özetliyor.
1849’da İngiltere’de doğdu. 17 yaşındayken ailesi Avustralya’ya taşındı. Önce arazi alım-satım işi ile uğraştı, sonra madenciliğe girdi. Yeni Zelanda’da bir altın madeninden büyük bir servet yaptı ve 40 yaşında İngiltere’ye döndü. İngiltere’de servetini eğlence ve at yarışlarında tüketirken, 1900'da Paris’te düzenlenen dünya fuarına İran temsilcisi olarak katılan Antoine Kitabçı Han’la tanıştı. Kitabçı Han, daha önce İran’da bulunan Fransız arkeolog Jacques de Morgan’ın raporlarından bahsederek İran’ın batısındaki Zagros dağlarında petrol yatakları olabileceğini iddia etti ve onu yatırım yapmaya teşvik etti. Kimden mi bahsediyoruz? William Knox D’Arcy...
İlk petrol Kaçar Hanlığı’nda bulundu
D’Arcy’nin kendi adamlarına yaptırdığı incelemeler olumlu çıkınca, İran Şahı ile anlaşma 1901’de imzalandı Kİ o GÜN İran diye bir devlet yok ve Kaçar Hanlığı vardı. Anlaşmaya göre D’Arcy, İran’ın Rusya ile komşu beş eyaleti hariç 1,2 milyon km2 bir alanda 60 yıllığına doğal gaz ve petrol arama, çıkarma, taşıma ve satma hakkını elde etti. Karşılığında İran Şahı’na 20 bin İngiliz poundu nakit, kuracağı şirkette 20 b in pound değerinde ortaklık ve yıllık net karın yüzde 16’sını verdi. Tam yedi yıl sonra Basra Körfezinin 200 km kuzeyinde Zagros dağlarının eteklerindeki Mescidi Süleyman kentinde önemli miktarda petrol rezervi bulundu. Ancak o tarih itibariyle arama masraflarını sürdüremeyen D’Arcy, hisselerini satmıştı bile. O artık İran’daki petrolü çıkaran ve satan Anglo-Persian Oil Company’nin müdürüydü sadece…
İkinci ülke Osmanlı Irak’ı
İran’ın ardından Ortadoğu’da petrolün keşfedildiği ikinci ülke Irak oldu. Bu ülkede petrol arama ve çıkarma yapmak üzere 1912’de Londra’da Turkish Petroleum Company kurulmuştu. İki yıl sonra şirkete, dönemin Osmanlı Sadrazamı Said Halim tarafından Musul ve Bağdat eyaletlerinde petrol arama ve çıkarma izni verildi. Ancak bu iznin verilmesinin hemen ardından Birinci Dünya Savaşı patladı ve Irak’ta petrol arama faaliyeti durdu. 1925’te Turkish Petroleum Company’nin izni, Irak hükümeti tarafından yenilendi. İki yıl sonra 1927 Ekim ayında Kerkük’te Baba Gürgür’de büyük çaplı petrol rezervi keşfedildi. 1928 yılı Temmuz ayı itibariyle Turkish Petroleum Company’nin en büyük ortakları, hisselerin yüzde 95’ini eşit bölüşen İngiliz, Hollanda, Fransız ve Amerikan petrol şirketleriydi. Şirket bir yıl sonra 1929’da adını Irak Petroleum Company olarak değiştirdi ve 1935’te Irak dışında petrol arama ve çıkarma faaliyetleri için Petroleum Concessions Ltd’yi kurdu.
Sırada körfez ülkeleri var
Irak’ın ardından Ortadoğu’daki diğer ülkelerde petrol keşifleri ardı ardına geldi. Amerikan petrol şirketi Standard Oil Company of California, 1932’de Basra Körfezi’nin küçük adası Bahreyn’de,1938’de İngiliz Anglo-Persian Oil Company ve Amerikan şirketi Gulf Oil Kuveyt’te, Amerikan şirketleri Standard Oil Company of California ve The Texas Company ise Suudi Arabistan’da petrol keşfetti. Petroleum Concessions Ltd’nin bağlı şirketleri Katar’da 1939’da, Abu Dabi’de 1958’de, İngiliz-Hollanda şirketi the Royal Dutch Shell ise Umman’da 1962’de petrol buldu.
Yedi kız kardeş piyasanın hâkimi
1970’lere kadar Ortadoğu’da hatta bütün dünyada petrol piyasasının tartışmasız hâkimleri, çoğu zaman fiyatların belirlenmesinde ortak hareket eden ve ‘yedi kız kardeşler’ olarak isimlendirilen petrol şirketleriydi. Bu şirketler şunlardı:
İngiliz şirketi Anglo-Persian Oil Company veya bugünkü bilinen adıyla British Petroleum, Hollanda-İngiliz şirketi Royal Dutch Shell Grup veya bugün bilinen adıyla Shell ve beş Amerikan şirketi: Chevron’un öncülleri; Standard Oil of California, Gulf Oil ve The Texas Company ile ExxonMobil’in öncülleri; Standard Oil of New Jersey ve Standard Oil of New York.
Batılılara verilen imtiyazlar
Ortadoğu’da petrol arama ve çıkarma faaliyetleri büyük oranda; bölge ülkelerinin Batılı petrol şirketlerine son derece uzun vadeli ve geniş bir alanda tekel hakkı tanıyan imtiyaz anlaşmaları üzerinden yürüyordu. Tanınan imtiyazlar karşılığında bu şirketler devletlere, yapılan anlaşmanın şartlarına göre ödemeler yapıyordu. Ancak belki de kaçınılmaz olarak, bölge devlet yöneticileri zamanla imtiyazların şirketlere tanıdığı hakları ve kendilerine yapılan ödemeleri yetersiz görmeye ve değişiklikler talep etmeye başladı.
Bu doğrultuda ilk girişim İran’dan geldi. Anglo-Persian Oil Company’ye tanınan imtiyazları değiştirmek üzere yürütülen müzakereler 1925’te başladı ve 8 yıl sürdü. 1933’te yeniden yapılan anlaşma, şirketin petrol arama ve çıkarma yapabileceği alanı yüzde 75 oranında daraltırken, İran’ın gelirlerini de artırdı. Yine İran’ın talebi üzerine firma, adını 1935’te Anglo-Iranian Oil Company olarak değiştirdi.
Şartlar değişmişti
İkinci adımsa Suudi Arabistan’dan geldi. Kral Abdülaziz 1950’nin son aylarında şirket gelirleri üzerine iki farklı vergi koydu. 1933’te imtiyazların tanındığı Amerikan petrol şirketi, California-Arabian Standard Oil veya 1944’te gerçekleştirdiği isim değişikliği ile Arabian American Oil Company kısaca ARAMCO, Suudi devletine herhangi bir vergi ödemeyecekti. Ancak 1950’de şartlar değişmişti. Rusya, Meksika ve Romanya petrol endüstrilerini tamamen millîleştirmiş, Venezuela ise petrol şirketlerinin kârının yarısını alacak şekilde değişiklik kabul ettirmişti. Amerikan devletinin tavsiyesi üzerine ARAMCO, Kral Abdülaziz’in koyduğu vergileri kabul etti. Böylelikle ARAMCO’nun Suudi Arabistan’a yapacağı toplam ödemeler şirketin net karının yüzde 50’si oldu.
Suudi Arabistan’ın gerçekleştirdiği bu değişimin ardından yüzde 50/50 paylaşım yaygınlaştı. 1951’de Kuveyt’te, 1952’de Irak’ta, Katar’da ve ardından Bahreyn’de…
Musaddık Darbesi’ne giden yol
Ortadoğu’da 50/50 paylaşım yaygınlaşırken, İran daha radikal bir adım attı; Anglo-Iranian Oil Company’nin petrol kârını yarı yarıya paylaşma teklifini reddetti ve 1951’de petrol sanayisini tamamen millîleştirdi. Anglo-Iranian Oil Company’nin ve onun büyük ortağı İngiliz hükümetinin girişimleri sonuç vermedi. Millîleştirme kararı ancak bu kararı alan millîyetçi Başbakan Muhammed Musaddık’ın liderliğindeki hükümetin 1953’te CIA’in organize ettiği bir darbe ile yıkılması sonucu rafa kaldırıldı.
1954’te İran, Anglo-Iranian Oil Company’nin de dâhil olduğu yedi kız kardeşler ve bir Fransız petrol şirketinin katıldığı uluslararası bir konsorsiyumla yeni bir anlaşma imzaladı. Yeni anlaşma İran’da da 50/50 paylaşımı hayata geçirdi. Anlaşmadan üç ay sonra Anglo-Iranian Oil Company adını British Petroleum olarak değiştirdi.
Yeni millîleştirme dalgası
İran’ın başarısız millîleştirme girişiminden sonra yeni bir millîleştirme dalgası 1967 Arap-İsrail savaşı ile başladı. Cezayir ilk adımı attı ve savaşta İsrail’i destekleyen Amerika’ya tepki olarak beş Amerikan petrol şirketini millîleştirdi. Dört yıl sonra Cezayir bir adım daha attı ve Fransız şirketlerini millîleştirdi. Bir yıl sonra, 1972’de Irak’ta sosyalist pan-Arap millîyetçisi Baas Partisi, Iraq Petroleum Company’yi tek taraflı olarak tamamen millîleştirdi. 1973’te Libya petrol sanayiinin yüzde 51’ini millîleştirdi, bir yıl sonra da tamamını…
Körfez ülkeleri daha ihtiyatlı hareket ederek petrol sanayilerini parça parça millîleştirdi. Abu Dabi ve Umman 1974’te petrol sanayilerinin yüzde 60’ını millîleştirirken, Kuveyt 75, Katar 77, Suudi Arabistan 80, Bahreyn 97 yılında tamamını millîleştirdi. İran ise 1979 devriminin ardından bu adımı attı…
Opec teşkilatı kuruluyor
Irak, İran, Kuveyt, Suudi Arabistan ve Venezuela, 1960 yılı Ağustos ayında Bağdat’ta yaptıkları toplantıda Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nü (OPEC) kurduklarını açıkladı. Bu ülkelerin amacı; petrol şirketlerine karşı ortak bir duruş belirleyebilmek ve özellikle petrol fiyatlarının belirlenmesinde daha etkin rol alabilmekti. Takip eden yıllarda diğer petrol ihracatçısı ülkeler de katıldı. Ortadoğu’dan Katar 1961, daha sonra Birleşik Arap Emirlikleri’nin başkenti olacak Abu Dabi ise 1967 yılında örgüte katıldı. Ancak OPEC ilk yıllarında etkin olamadı.
1973 yılı Ekim ayında ise Arap-İsrail savaşı patladı. Bu, Basra Körfezi’ne kıyısı olan OPEC üyeleri ile diğer OPEC üyesi Arap ülkelerinin ortak hareket edebilmelerinin ve petrolü bir dış politika silahı olarak kullanabilmelerinin zeminini sağladı. Üretimi kısıtlama kararları alındı. Daha da önemlisi başta Amerika olmak üzere savaşta İsrail’i destekleyen ülkelere petrol ambargosu kararı alındı. Neticede ham petrol fiyatları fırladı: 1973 Eylül ayında Dubai-piyasası ham petrol varil fiyatı 2,70 dolardı, çok değil yalnızca dört ay sonra ise 13 dolar oldu. Yaklaşık 4 katlık bu artış birinci petrol krizi olarak anılacaktı.
70’ler ve travmalar
1970’lerin sonunda ikinci petrol krizi geldi. Hâdiseler OPEC’in kontrolü dışında gelişti ve OPEC’e daha yapıcı bir rol oynama fırsatı sundu. İlk olarak 1978’in son aylarında İran’da petrol sanayisini de etkileyen sokak protestoları başladı, protestolar Şubat ayında Şah’ı yıktı ve rejim değişikliği getirdi. Derken 1979 Kasım’ında Tahran’daki Amerikan Büyükelçiliği basıldı ve elçilikteki 52 kişi esir alındı. Bir ay sonra Sovyetler Birliği, Afganistan’ı işgal etti. Dokuz ay sonra 1980 yılı Eylül ayında Irak, İran’a saldırdı ve sekiz yıl sürecek savaşı başlattı. Bu süre boyunca OPEC ülkeleri; özellikle İran ve daha sonra Irak’taki petrol kısıntılarını, üretimlerini artırarak karşılamaya çabaladı ve bunda büyük oranda başarılı oldu. Ancak olayların ardı ardına gelişi, gelişmiş ülkelerde petrol stoklamayı tetikledi ve petrole talebi artırdı. 1978 yılı Eylül ayında Dubai piyasasında $12.80’a satılan ham petrol fiyatı, 1980’in sonunda neredeyse 40 doları bulmuştu.
Fiyat savaşları
Takip eden yıllarda çeşitli faktörler petrol fiyatlarını düşüşe geçirdi. Petrol stoklama furyasının sona ermesi, Amerika başta olmak üzere gelişmiş ülkelerde takip edilen sıkı para politikaları, alternatif petrol rezervlerinin bulunması ve OPEC-dışı üretimin artması gibi… Düşen fiyatlar karşısında OPEC ortak bir tutum belirleyemedi. Hatta Suudi Arabistan 1985 yazında fiyat savaşı başlattı. Petrol üreticisi ülkelerin tekrar ortak politika belirleme girişimleri oldu, ancak OPEC bir daha 1970’lerdeki etkinliğine ulaşamadı. 1980’lerde başlayan finansallaşma, özellikle petrol piyasasında da yaygınlaşacak olan vadeli işlemler ve Çin ile Hindistan’ın da yeni ithalatçılar olarak ortaya çıkışı, ham petrol fiyatını tarihi zirvelere taşırken, aynı zamanda petrol fiyatlarının oynaklığını daha önce görülmemiş oranda artırdı.
Petrolün Ortadoğu'ya etkileri
Petrolün Ortadoğu toplumları üzerinde dramatik ve uzun vadeli etkileri oldu. Bütün etkilerin bir dökümünü yapmak başlı başına başka bir videonun konusu. Ancak en önemli üç etkisini şöyle özetleyebiliriz…
İLK OLARAK petrol, Ortadoğu ülkelerini tarihte hiç görmedikleri bir zenginliğe kavuşturdu. Tabii bu zenginliğin insanî ve iktisâdî gelişmişlik açısından söz konusu ülkeleri aynı şekilde etkilemediğini not etmek gerek. Körfez Arap ülkeleri diğer petrol üreticisi ülkelere nazaran çok daha fazla zenginleşti, halklarını daha yüksek refah içerisinde yaşatmayı başardı. Bunu, petrol üreticisi Ortadoğu ülkelerinin 2020 yılına âit cârî fiyatlarla hesaplanan kişi başına düşen 2020 yılı millî gelir istatistiklerinde rahatlıkla görmek mümkün.
- Ülke Dolar
- Katar 50.124
- BAE 36.284
- Kuveyt 24.811
- Bahreyn 20.406
- Suudi Arabistan 20.203
- Umman 14.485
- Libya 7.614
- Irak 4.583
- Cezayir 3.306
- Iran 2.756
İKİNCİSİ, Suudi Arabistan dâhil Körfez ülkeleri, küresel piyasalarda ham petrol fiyatlarının belirlenmesinde rolünü büyük ölçüde yitirse bile yine de bölgede jeopolitik ağırlıklarını artırarak daha etkin roller oynamaya başladı. Mısır, Suriye, Irak gibi Arap dünyasının geleneksel güçlerinin önüne geçtiler…
ÜÇÜNCÜ olarak, zengin petrol yataklarının bulunması özellikle Basra Körfezi’nin küresel stratejik önemini artırdı. Bunun en net göstergesi hiç kuşkusuz 1980’de ABD Başkanı Jimmy Carter tarafından açıklanan ve onun adını taşıyan doktrindir. Bu doktrine göre herhangi bir yabancı gücün Basra Körfezi’ni kontrolü altına alma girişimi, Amerika’nın hayâtî menfaatlerine karşıdır ve ülke bunu engellemek için gerekirse askerî güç kullanacaktır.
Nitekim Carter Doktrini’nin ilanının ardından ABD, Körfez’in güvenliğini üstlenirken, Irak’ın Kuveyt’i işgalinden sonraysa Körfez ülkeleri ile güvenlik-askerî ilişkilerini giderek derinleştirdi.