Ödül aldatmacası
Geçtiğimiz ayın başında dağıtılan ve gazetecilik alanında ‘en prestijli’ ödül olarak takdim edilen Pulitzer, bir gerçeği daha açık ve tartışılmaz şekilde ortaya koydu. Ödül komitesi, Gazze soykırımı hakkında en büyük yalan haberi yapan ve İsrail’in propaganda aracı olan siyonist New York Times gazetesini ‘Uluslararası gazetecilik’ dalında büyük ödüle lâyık gördü. Bu da tabii olarak dünya genelinde yapılan ve çoğunun menşei ABD olan uluslararası ödüllerin aslında o kadar da liyakatli işlere verilmediğini bir kez daha ispat etti. Bilenler zaten biliyordu. Bilmeyenler ise artık yavaş yavaş farkına varıyor: Gazze soykırımı başladığından bu yana yapılan Oscar, Grammy, Emmy, Pulitzer gibi ‘uluslararası ödüllerin’ seremonileri, körler ve sağırların birbirini ağırladığı, yapay bir samimiyetle dünyanın geri kalanının kandırıldığı birer tiyatrodan; o ödüller ise dar bir çevrenin kendilerine hizmet edenlerin önüne attıkları bir parça kemikten başka bir şey değil. Ödüllerin bir başka dikkat çekici yönü ise vicdanın bastırılmaya çalışılmasıydı.
1847 yılında Macaristan’da Yahudi bir ailede doğan Joseph Pulitzer, çok çalışkan biri değildi. Daha doğrusu işine gelen konularda hırsının önünde engel tanımıyordu ama genel olarak çalışmak ona göre değildi. Babası öldüğünde işleri iflas etti ve o da kolay para kazanmanın yollarını aradı. Bunun için en kolay yol da orduya katılmaktı. Önce Avusturya ordusuna girmek istedi ama reddedildi. Meksika'da savaşmak için Fransız Yabancı Lejyonuna katılmaya çalıştı ancak yine reddedildi. Şansını İngiliz ordusunda denedi ama orası da bu hırslı Yahudi’yi kabul etmedi. Nihayet 1864'te bugünkü ABD’yi kuran ‘Birlik’ tarafından kabul edildi ve Amerikan İç Savaşı'na katılmak için ABD’ye gitti. Pulitzer, 1864'te 17 yaşındayken Boston Limanı'na vardığında İngilizce bilmiyordu ve cebinde de beş kuruşu yoktu.
Sonrasında olaylar hızlı gelişti. Çeşitli işlere girip çıkan ama hiçbirinde birkaç günden fazla çalışamayan Pulitzer, ‘aşırı parlak zekâsı, yaratıcı dehası, bitmeyen çalışma azmi’ sayesinde, daha doğrusu Yahudi olduğu için kendine çok üst çevrelerden arkadaşlar edindi. Ve 22 yaşında Cumhuriyetçi Parti’ye katıldı. Aynı yıl parti tarafından bulunduğu şehirde eyalet temsilciliğine aday gösterildi. Bu seçime 25 yaş altındakiler katılamıyordu ama kimse bu genç Yahudi’nin yaşını dert etmedi ve seçimleri kazanarak 22 yaşında Temsilciler Meclisi’ne girmeyi başardı.
Bu kadar kısa sürede yükselen birinin ‘deha’ olması beklenir ama Pulitzer’in özellikleri arasında ‘dahilik’ yoktu. En büyük özellikleri sinsilik, hırs, Yahudilik ve ahlâksızlıktı. O da bunları silah olarak kullandı.
Ucuz haberciliği bulan isim oldu
30 yaşında medya işine girdi. Hem de en tepeden. Bir gazete satın aldı. Ama amacı gazetecilik yapmak değildi. Satın aldığı St. Louis Dispatch isimli gazeteyi kısa sürede dedikodu, cinsellik, abartılı yalanlar ve halka korku pompalayan haberlerin merkezi haline getirdi. Hatta bugün tabloid denilen ucuz gazeteciliğin pek çok taktiği bizzat Pulitzer tarafından geliştirildi. Bunun meyvesini de aldı. Gazetesi günde 1 milyon tiraja kadar ulaştı ve bu Yahudi tüccarın servetine servet kattı.
1911’de öldüğünde, Columbia Üniversitesi’nde bir gazetecilik okulu kurulmasını ve kendi adına gazetecilik ödülleri verilmesini vasiyet etti. 1917’de de ilk Pulitzer ödülleri dağıtıldı.
Geçtiğimiz ayın başında bu geleneksel gazetecilik ödülü yeni sahipleriyle buluştu. Gazze’de 7 aydır devam eden soykırımda 150’ye yakın gazetecinin katledilmesi, gözleri de otomatik olarak bu ödüle çevirdi. Sonuç ise beklendiği gibi oldu. Ödül heyeti, Pulitzer’in en prestijli ödülü olan ‘Uluslararası habercilik’ dalında sözde ödül yalan şampiyonu New York Times gazetesi çalışanlarına verdi. Ödülün gerekçesi ise şöyle açıklandı: “Hamas'ın 7 Ekim'de İsrail'in güneyindeki ölümcül saldırısına ilişkin geniş kapsamlı ve aydınlatıcı haberciliği nedeniyle…”
- Elbette Gazzeli gazeteciler unutulmadı
- Her ne kadar Pulitzer ödül heyeti, Yahudi teröristler tarafından yazılmış ve uydurma tanıklara dayanan bir haber için NYT’ye ödül verecek kadar pervasız olsa da Gazze’deki gazetecileri anmadan geçmenin ‘itibarına’ gölge düşüreceğini anladı. Bu yüzden Gazzeli gazetecilere de mansiyon mahiyetinde bir övgü geldi. Pulitzer’in internet sitesinde şöyle diyor:
- Son yıllarda Pulitzer Kurulu, Ukrayna ve Afganistan'daki savaşları haber yapan gazetecileri onurlandıran alıntılar yayınladı. Kurul bu yıl Gazze'deki savaşı haber yapan gazetecilerin ve medya çalışanlarının cesur çalışmalarını takdir ediyor. Korkunç koşullar altında, Filistinlilerin ve Gazze'deki diğer kişilerin hikâyelerini anlatma çabası içinde olağanüstü sayıda gazeteci hayatını kaybetti. Bu savaş, şair ve yazarların da hayatına mâl oldu. Pulitzer Ödülleri olarak, gazetecilik, sanat ve edebiyat kategorilerini onurlandırırken, insanlık deneyimine ilişkin paha biçilmez kayıtların kaybına işaret ediyoruz.
NYT’nin yasaklı kelimeleri
Ve yalanların sonunun gelmeyeceğini anlayınca yalanın dilini değiştirmeye karar verdi. Vicdanlı NYT çalışanlarının içeriden sızdırdığı bilgilere göre gazete yönetimi 15 Nisan’da İsrail ve Gazze ile ilgili haber yapan muhabirlerine "soykırım" ve "etnik temizlik" kelimelerini yasakladı. Filistin topraklarını tanımlarken "işgal altındaki bölge" ifadesini kullanmaktan "kaçınmaları" talimatını verdi. Ayrıca gazetecilere "çok nadir durumlar dışında" Filistin kelimesini kullanmamaları da söylendi. Bu kadarla da kalmadı. Soykırımın devam ettiği Gazze’de bombalanan mülteci kamplarından bahsedilirken ‘mülteci kampı’ ifadesinin kullanılması da tamamen yasaklandı.
İlk hastane katliamı son haberi oldu
Yahudi sermayesine ait olan New York Times, Gazze’de soykırım başladığında büyük bir hataya imza attı. 17 Ekim 2023 tarihinde işgal ordusu, Gazze’deki El-Ehli Hastanesi’ni vurmuş ve 500’den fazla insanı katletmişti. El Ehli, Ortodoks Hıristiyanlara ait olan ve Gazze’de soykırım sürecinde vurulan ilk hastaneydi. Kuzeyden kaçan siviller ‘hastane vurulmaz’ diye düşünmüş ve binlercesi buraya sığınmıştı.
İsrail her büyük suçunda olduğu gibi hastaneyi vurduktan sonra da kurbanları suçlamaya çalıştı ama sabah olduğunda hastanedeki manzara, ancak İsrail’in yapabileceği bir dehşeti gösteriyordu. Yine de İsrail ilk tepki olarak saldırdığını inkâr etti. Sonra kurgulanmış videolarla suçu Hamas’a atmayı denedi. Uluslararası tepkilerin yumuşayacağını umarak zaman kazanmaya çalıştı.
NYT, hastanenin vurulma haberini ilk başta ‘İsrail saldırısı’ olarak verdi. Dünyanın önde gelen büyük basın kuruluşları da farklı bir şey söylemiyordu. İsrail ve ABD hükümetleri ise haberi doğru şekilde veren tüm bu basın kuruluşlarını hedef aldı. İsrail’in açıklamalarını doğru kabul eden ABD yönetimi, NYT ve bazı gazetelere ‘gerçekleri çarpıttığı’ için soruşturma açtı. BBC ve NYT, haberlerini hemen geri çekti ve hastanenin vurulması olayını İsrail’in dağıttığı haber bültenlerinden aktarmaya başladı.
Haberciliğin bedelini yalanla ödedi
ABD’deki Yahudi lobilerinden ve Yahudi medyasından, Yahudi NYT’ye büyük bir saldırı başlatıldı. Çünkü Yahudi sermayesinin amiral gemisi büyük hayal kırıklığına neden olmuştu.
NYT, Yahudilere karşı işlediği bu kabahati telafi etmek için büyük bir bedel ödedi. 28 Aralık 2023'te “Sözsüz Çığlıklar: Hamas 7 Ekim'de Cinsel Şiddeti Nasıl Silah olarak kullandı?” başlıklı bir makale yayınladı. Makalede 7 Ekim operasyonunda Hamas savaşçılarının yüzlerce kadına tecavüz ettiği yalanı, sahte tanıklar ve abartılı senaryolarla süslenerek sunuluyordu. Makalenin ana hikâyesi ise 7 Ekim’de ölen Gal Abush isimli kadına ve ailesine dayanıyordu. NYT’nin iddialarına göre kadının tecavüze uğradığını gösteren bir video vardı ve ailesi de tecavüz edildiğini doğruluyordu. Makalenin baş yazarı olarak da daha önce Pulitzer ödülü almış bir muhabir olan Jeffrey Gettleman seçilmişti. Yalan o kadar büyüktü ki inandırıcı olabilmesi için özellikle bu kişi seçilmişti.
Yahudi teröristin haberde imzası var
Anat Schwartz ve Adam Sella ise makalenin dayandığı 150'den fazla röportajı yapan isimlerdi. İsrail vatandaşı olan ve işgal edilmiş topraklarda yaşayan Schwartz, azılı bir Yahudi terörist profili çiziyor. Sosyal medya hesaplarında Gazzeliler için ‘onlar insan değil, insan görünümlü hayvan’ diyen Schwartz, Gazze’nin mezbahaya çevrilmesini isteyen mesajlar da paylaşmıştı. Yani yalan o kadar büyüktü ki, söylemesi için bir Yahudiye ihtiyaç vardı.
Makale dünya genelinde büyük ses getirdi. İsrail’e soykırımda destek veren medya, aradığı malzemeyi bulduğu için sevinç çığlıkları atarken, soykırımı engellemeye çalışanlar bu çığlıklar arasında gerçekleri kanıtlarıyla duyurmaya çalışıyordu. Zaten çok geçmeden kanıtların bizzat kendileri çığlık atmaya başladılar.
NYT’nin taciz yalanını dayandırdığı Gal Abdush isimli kadının ailesi bir gün sonra İsrail medyasına konuştu ve NYT’nin onları kandırdığını söyledi. Aile, tecavüz iddiasını ilk defa NYT röportaj yapmak için geldiğinde öğrendiklerini ve tecavüze dair hiçbir belirti ya da delil olmadığını söyledi.
Tarihî bir yalanla ödülü kaptı
Haberin içindeki yalanlar ortaya çıktıkça NYT daha büyük yalanlar söylemeye başladı. Orijinal makale ise her skandal sonrası güncellendi. İlk haberde şahid olarak konuşan Yahudi bir doktorun anlattığı bütün vahşetin senaryo olduğu ortaya çıkınca, NYT haberi değiştirerek ‘doktor yalan söylüyormuş, gerçeği ortaya çıkardık’ minvalinde eklemeler yaptı.
Bu arada bir soykırımın üstünü örtmek ve soykırımcıları haklı göstermek için tarihin en büyük yalan haberlerinden birini yapan Jeffrey Gettleman, bırakın itibar kaybetmeyi daha da parlatılıyordu. 9 Şubat'ta Columbia Üniversitesi'nde ABD eski dışişleri bakanı Hillary Clinton'ın ev sahipliği yaptığı "Çatışmayla Bağlantılı Cinsel Şiddetin Önlenmesi ve Ele Alınması" başlıklı bir seminerde konuşma bile yaptı.
NYT’nin bu operasyonu, Yahudiler ve onların bağlantıları için o kadar kıymetliydi ki Pulitzer ödül hayâtî de bu duruma kayıtsız kalmadı ve NYT, tarihin en büyük yalan haberlerinden biriyle Pulitzer ödülünü aldı.
- Eurovision sahnesinde bir terörist
- Türkiye’nin ‘oylamalar siyasi’ diyerek yıllar önce katılmayı bıraktığı Eurovision şarkı yarışması da geçtiğimiz ay yapıldı. Ve Türkiye’nin bu siyasi şovdan çekilmekte ne kadar haklı olduğu da son yarışmayla bir kez daha kanıtlandı.
- İsrail 1973 yılından bu yana Eurovision yarışmasına katılıyor. Hatta bir Avrupa yarışması olmasına ve Avrupa Yayın Birliği tarafından organize edilmesine rağmen İsrail, Eurovision’da sahne alan ve Avrupalı olmayan ilk ülke unvanını taşıyor.
- Gazze’de aktif şekilde soykırıma devam etmesi bile Eurovision heyetinin İsrail aşkını sarsamadı. Avrupa Yayın Birliği, İsrail’in yarışmaya katılacağının belli olmasından sonra başlayan tüm protestolara kulağını tıkadı. Ama gözlerini dört açtı. İsrail’i eleştiren ya da Filistin’e destek veren hiçbir adım cezasız bırakılmadı.
- Eurovision heyeti, Gazze soykırımının yarışmada gündeme gelmesini engellemek için önce ‘siyasi tarafsızlık’ kartını oynadı. Tüm yarışmacılara ve ülkelere, yarışmada herhangi bir siyasi propagandaya izin verilmeyeceği söylendi. Bu sırada İsrail’in yarışmada söyleyeceği şarkı gündem olmuştu çünkü baştan aşağı bir ‘siyasi şovdan’ ibaretti. 7 Ekim saldırılarını konu alan şarkı, Yahudi teröristlere övgülerle doluydu. Adı da ‘Ekim Yağmuru’ olarak belirlenmişti.
- İşlerin karışacağını anlayan Eurovision, İsrail’den şarkının adını ve sözlerini değiştirmesini rica etti. Uluslararası bir sahnede propaganda yapma şansını kaybetmek istemeyen İsrail hemen müdahale etti ve şarkının ismiyle bazı satırlarını değiştirdi.
- Yarışmacının kıyafetini yasakladılar
- Onlar şarkılarını değiştirirken, Eurovision heyeti de diğer ‘siyasi’ konularla ilgilenmek için zaman buldu. Yarışmanın yarı finalinde İsveçli şarkıcı Eric Saade, bileğinde Filistin kefiyesi ile sahneye çıktı. Bu durumu engelleyemeyen organizatörler, ‘yarışmanın siyasi olmadığını’ söyleyerek özür üstüne özür dilediler. Kimden özür diledikleri ise anlaşılamadı çünkü zaten katılımcı bütün ülkelerin İsrail’e açık bir tepkisi vardı.
- Aralarında İzlanda, Finlandiya, Norveç, Danimarka ve İsveç'in de bulunduğu katılımcı ülkeler, İsrail’in yarışmadan men edilmesi için çağrı yapmıştı. Gerekçe olarak da hem soykırımı hem de Rusya'nın Ukrayna işgali sonrası diskalifiye edilmesini gösterdiler. Ama bir şey değişmedi ve organizatörler ‘Ukrayna ve Gazze'deki durumun farklı olduğunu’ söyleyerek İsrail’i yarışmada cansiperane şekilde savundular. Ama iki durum arasında nasıl bir fark olduğunu da açıklayamadılar.
- Eurovision organizatörleri bu tür ‘siyasi’ mesajların önünü alamayacağını anlayınca, kendi çapında olağanüstü hâl ilan etti. İrlandalı şarkıcı Bambie Thug, yarışma öncesi organizatörler tarafından ‘kıyafetlerinden siyasi sembolleri çıkarması’ yönünde baskı gördüğünü açıkladı. Bambie’nin kıyafetinde aslında Ogham olarak bilinen antik bir Kelt yazısı vardı. İrlanda dilinin 2 bin yıllık alfabesiyle "ateşkes" ve "Filistin'e özgürlük" yazılmıştı. Ama jüri buna müdahale ederek kıyafetin finalde giyilmesini yasakladı.
- İsraili eleştirince kovuldu
- Ortak basın toplantısında İsrail’e en çok tepkiyi Hollanda ve Yunanistan verdi. Hollanda temsilcisi, İsrail sorularını yanıtlarken yüzünü bayrağı ile kapattı. 68 yıllık Eurovision Yarışması’nda bir ilk yaşandı. Hollanda adına yarışan Joost Klein yetkililer ile tartıştı, soruşturma başlatıldı ve yarışmadan diskalifiye edildi.
- Yarışmanın finalinde İsrailli şarkıcı sahneye çıktığında ise Eurovision’un Yahudi teröristler için ne kadar kapsamlı çalıştığı belli oldu. Terörist şarkı söylemeye başladığında salondaki pek çok izleyici tepki olarak arkasını döndü, pek çok izleyici ise yuhaladı ya da özgür Filistin diye slogan attı. Ancak tüm bunlar yaşanırken ekran başındaki izleyiciler bir şey hissetmedi. Çünkü organizatörler doğal ortamın sesini kısıp yerine yapay alkış sesleri yayınladı. Arkasını dönen ya da yuhalayan izleyiciler asla ekrana yansıtılmadı.
- Alıştırmak için yuhaladılar
- İçeride bunlar olurken yarışmanın olduğu salonun dışı da hareketliydi. Binlerce vicdanlı insan, Filistin’i desteklemek için bayraklarıyla alana geldi ve sloganlar attı. Basının da tepkisi büyüktü. Yahudi terörist şarkısını söylerken, pek çok basın kuruluşu basın odasını terk etti. Şarkıcıyı sadece odada kalan İsrail basını alkışladı.
- Fakat İsrail ve onu temsil eden şarkıcı tüm bunlara çoktan hazırlıklıydı. Yarışmada işgalcileri temsil eden terörist Eden Golan’ın, yarışma için prova yaparken bir videosu paylaşıldı. Videoda, kendilerinden ne kadar nefret edildiğini bilen İsrailli ekibin, Eden Golan’ı protestolara hazırlamak için o prova yaparken sürekli yuhaladığı görülüyordu.
- Satılık oylarla gelen beşincilik
- Eurovision oylamalarının finalinde her katılımcı ülkeden 5 müzik profesyoneli jüri olarak bulunur. Onların oyları toplam oyların yüzde 49’unu oluşturur. Kalan yüzde 51’i ise halk oyu belirler. Müzik jürilerinin oyları geldiğinde İsviçre ön sıralarda yer alırken İsrail’in daha gerilerde olduğu görülüyordu. Halk oylamasına sıra gelince durum tamamen değişti ve İsrail ilk 5’e yerleşti. Bunda elbette Yahudi teröristlerin organize bir şekilde oylamaya yüklenmesinin de etkisi vardı.
- İsrail, ABD ve Avrupa’nın pek çok noktasına Eurovision oylamasının kendileri için 7 Ekim’deki gibi bir ölüm kalım savaşı olacağına dair reklam panoları astı. Sosyal medyada organize olan Yahudi teröristler de bulundukları ülkelerden farklı kredi kartları kullanarak kişi başı en az 20 oy atmak için kampanya başlattı.
- Peki bunca sahtekarlığı İsrail neden yaptı? Bunu da Jerusalem Post gazetesi, sonucu kutlayan haberinde şöyle açıklıyor:
- “İsrail’in sevilmeye değil, korkulmaya ihtiyacı var. Ama eğer sevimsiz bir imaj çizersek, korkulacak bir tarafımız da kalmaz. Eurovision’daki oylamalar bize, her ne kadar dünyanın her yerinde tepkiler olsa da hâlâ İsraillilerin çok sevildiğini gösteriyor. Oylama jüriye değil de yalnızca izleyici onayına bağlı olsaydı, o zaman İsrail ikinci sırada yer alırdı. Örneğin İsrail, hükümetleri ve halkı tarafından en çok protesto edildiği İspanya ve Portekiz gibi 14 ülkede seyirciler arasında en yüksek puanı (12 puan) aldı. İngiliz seyirciler İsrail'e 12 puan verirken, jüri heyeti bir puan bile vermedi. Birleşmiş Milletler'de Filistin’in devlet olarak tanınmasını 143 ülke desteklemişti. Eurovision gösterdi ki o ülkelerin hükümetleri olmasa da halkları halen bizimle…”
Böyle olacağını bilseler Oscar vermezlerdi
Gazze soykırımı devam ederken dağıtılan bir diğer ödül ise sinema dünyasının en prestijlisi sayılan Oscar ödülleriydi. 10 Mart günü yapılan ödül töreni sonuçları itibariyle beklendiği gibi oldu.
Geçtiğimiz yıl Cannes Film Festivali’nde Büyük Ödül ve FIPRESCI Ödülü’nü kazanan İlgi Alanı (The Zone of Interest) filmi, Yabancı Dilde En İyi Film ve En İyi Ses ödüllerini kazandı. YönetmenJonathan Glazer’ın ve filmin yapımcılarının Yahudi olması ve filmin de Nazi soykırımını anlatması, Oscar jürisinin onları ödüle boğması için zaten yeterliydi.
Ama yönetmen Jonathan Glazer’ın ödül aldıktan sonra yaptığı konuşma gerçekten beklenmedik oldu. Ödülünü almak için sahneye çıkan Glazer, “Tüm seçimlerimiz bizi yansıtmak ve şimdiki zamanla yüzleşmek için yapıldı; “o zamanlar ne yaptıklarına bakın” demek yerine, şimdi ne yaptığımıza bakın. Filmimiz, insanlıktan çıkarmanın vardığı en kötü noktayı gösteriyor. O zaman yaşananlar, tüm geçmişimizi ve günümüzü şekillendirdi. Şu an karşınızda, Holokost'un ve Yahudiliklerinin bir işgal tarafından gasp edilmesini reddeden insanlar olarak duruyoruz. Bu işgal pek çok masum insan için çatışma getirdi, ister İsrail'deki 7 Ekim kurbanları olsun, isterse halen Gazze'de devam eden saldırılar olsun, hepsi bu insanlıktan çıkarma eylemlerinin kurbanları.”
Kendisi de Yahudi olsa bile Glazer’ın bu sözleri, Yahudi lobisinin hâkim olduğu sinema sektöründe büyük tepki çekti. Oscar ödüllerini dağıtan Akademi, konuşmayı sansürledi ve kendi mecralarında yayınlamadı.
Hollywood'un 450'den fazla Yahudi üyesi, Jonathan Glazer'ın konuşmasını kınamak için açık bir mektup yayınladı. Bu ‘Hollywood'un Yahudi üyeleri’ tabiri bizim bir benzetmemiz değil. Gerçekten Hollywood’da bu isimde bir yapılanma var ve en büyük yapımcı, oyuncu ve oyuncu ajansları bu gruba üye.
Aralarında eski Akademi ve Yapımcılar Birliği Amerika başkanı Hawk Koch (Oscar ödüllerini veren jürinin başkanı), eski Paramount ve Sony stüdyo başkanları Sherry Lansing ve Amy Pascal, Spyglass Media Group'tan Gary Barber ve Gail Berman gibi yapımcıların olduğu bu çete konuşmayı kınadı.
Gazze soykırımına tam destek veren ve yönetmeni aforoz edip ‘gerçek Yahudiler biziz’ diyen açıklama şöyleydi:
‘Yahudi Hollywood profesyonellerinin açıklaması’
Biz Yahudi yapımcılar, yöneticiler ve Hollywood profesyonelleriyiz.
Bir insan ırkını yok etmeye çalışan bir Nazi rejimi ile onlara karşı varlığını korumaya çalışan bir İsrail ulusu arasında kıyas yapılması amacıyla Yahudiliğimizin gasp edilmesini reddediyoruz.
Gazze'deki her sivil ölümü trajiktir. İsrail sivilleri hedef almıyor. Hamas'ı hedef alıyor. Hamas'ın rehineleri serbest bırakıp teslim olduğu an, bu yürek parçalayan savaşın sona erdiği andır. Bu, 7 Ekim'deki Hamas saldırılarından beri geçerli.
Binlerce yıl öncesine dayanan ve Birleşmiş Milletler tarafından devlet olarak tanınan bir vatanı savunan yerli Yahudi halkını tanımlamak için “işgal” gibi kelimelerin kullanılması, tarihi çarpıtmaktadır.
Bu, dünya çapında, Amerika Birleşik Devletleri'nde ve Hollywood'da büyüyen Yahudi karşıtı nefreti körükleyen modern kan iftirasının inandırıcılığını sağlıyor. Artan antisemitizmin mevcut iklimi, Bay Glazer'ın filminde tasvir edilen Holokost sırasında hiçbir devletin yapmadığı gibi, bizi her zaman içine alacak olan İsrail Yahudi Devleti'ne olan ihtiyacın altını çiziyor.”
Bu açıklamadan sonra yönetmen Glazer artık herhangi bir ödül alabilir mi ya da uluslararası sinema sektöründe iş bulabilir mi bilmiyoruz.
- Jürisi dağıtılmış bir ödül: Altın Küre
- ABD’de düzenlenen ve her yıl Tv-sinema yapımlarını ödüllendiren Altın Küre töreni düzenlendiğinde Gazze soykırımının üçüncü ayı yaşanıyordu. 7 Ocak'ta düzenlenen 81. Altın Küre Ödülleri için ünlüler kırmızı halıya çıktıklarında, ortama halının kırmızılığından çok sarı renk hâkim oldu. Çünkü pek çok ünlü, İsrail’in katliamlarına destek vermek için sarı kurdele takmıştı. Ödül töreninde Gazze’deki soykırıma dair hiçbir eyleme izin verilmedi. Zaten ünlülerin de öyle bir niyeti yoktu.
- ‘Altın Küre’ de dünya genelinde muteber sayılan ödüllerden biri. Ama onun da bir sektörü kontrol altında tutmak için yapılan diğer sahte ödüllerden bir farkı yok. Hatta Altın Küre, doğrudan Yahudilerin tv ve sinema sektörünü kontrol etmek için uydurduğu bir ‘yem’. Bu 81’incisi dağıtılan ödülleri geçtiğimiz yıla kadar Hollywood Yabancı Basın Derneği (HFPA) dağıtıyordu. Fakat son yıllarda HFPA içinde yolsuzluk ve çürümüşlüğün alıp yürüdüğü ortaya çıkınca, derneğin başkanı Todd Boehly, HFPA’yı dağıttı.
- Çünkü HPFA’da açık şekilde ırkçılık yapılıyor ve zencilere fırsat sunulmuyordu. Diğer taraftan adı basın derneği olmasına rağmen üyelerinin çoğunun basından değil ‘lobilerden’ oluştuğu ortaya çıkmıştı. Ayrıca HFPA'nın üyelerine ‘çeşitli komitelerde görev yapmaları için’ düzenli olarak yılda 1 milyon dolardan fazla ödeme yaptığı ortaya çıkmıştı. Yani ödülü kimin alacağını belirleyen jüriyi belirleyen dernek, jürinin kimi seçeceğini de belirlemek için kesenin ağzını açıp para dağıtmıştı.
- Bütün ünlülerin ipi onun elinde
- Sonuçta derneğin başkanı Todd Boehly, HPFA’yı dağıttı. Ve Altın Küre ödüllerinin dağıtım işini tamamen kendi şirketinin sorumluluğuna aldı. Altın Küre artık Eldridge Industries ve ABD'li milyarder Todd Boehly'nin kendi malı oldu. Boehly, Chelsea takımını Yahudi Abramoviç’ten satın alan Yahudi ortaklığının da başkanı olarak biliniyor. Kendisi ayrıca Hollywood ve film endüstrisini kontrol eden Hollywood Reporter, Variety, Rolling Stone, Billboard ve Deadline'ın da sahibi. Yani Hollywood’da bir ünlünün kariyerini skandal bir haberle bitirmek isterse, bunu yapabilecek tüm yayınlar Boehly’nin elinde.
- Zaten içeriden sızan bilgiler de Boehly’nin Altın Küre’de yarışacak tüm adaylara ve ödül gecesine davet edilenlere ‘Filistin konusuna girerseniz kariyeriniz biter’ şeklinde bir ‘uyarı’ gönderdiğini aktarıyor. Böyle olunca da bu yılki Altın Küre ödüllerinde Filistin’i destekleyen tek bir ses bile yükselmedi.
- Bu arada, bu yılki Altın Küre büyük ödülü de elbette Oppenheimer filmine gitti; yüz binlerce insanı öldüreceğini bile bile Atom bombasını yapan ve sonrasında ‘Şimdi ben ölüm oldum, dünyaların yok edicisi’ diyen Yahudi fizikçi Robert Oppenheimer’ı dünyanın kurtarıcısı gibi gösteren Yahudi filmine…
İsrail’i desteklemeyene ödül-mödül yok
Oscar ödüllerinden hemen sonra dağıtılan Emmy ödülleri, “televizyon Oscar’ı” olarak tanınıyor. Ocak ayının ortasında 75. kez dağıtılan ödüllerin töreni de soykırıma karşı takındığı sessiz tavırla tepki çekti. Yapımcı Ben Winston sahneye çıkarken yakasına sarı kurdeleli bir rozet taktı. Bunun amacı, Gazze'de rehin tutulan Yahudi teröristlerin durumuna dikkat çekmekti. Aslında kendisi bir ödül almadı. İngiliz şarkıcı Elton John’a verilen ödülü almak için oradaydı. Elton John ise İsrail’e verdiği desteği hiçbir zaman gizlemeyen bir isim. Emmy ödülünü almadan birkaç gün önce düzenlenen Oscar ödül töreni için her yıl yaptığı gibi bir parti veren Elton John, 7 Ekim operasyonunda esir alınan Yahudi terörist Mia Schem’i onur konuğu olarak bu partide ağırlamıştı.
Emmy töreninde Filistin yanlısı tek ses ise popüler televizyon dizisi “The Crown”un oyuncusu Halid Abdalla’dan geldi. Kırmızı halıda yürürken, Filistin’e destek vermek için avucunun içine yazdığı “Bir Daha Asla” sloganını medyaya gösterdi.
Tören sonrası da bir tweet atan Abdalla, "Önemli olan şeyler hakkında sessiz kaldığımız gün hayatlarımız sona ermeye başlar" dedi. Abdalla’ya sosyal medyadaki Yahudi teröristler tarafından yazılanları burada yazamıyoruz ama teröristleri çok kızdırdığını söyleyebiliriz.
Grammy’de soykırım şarkıları çaldı
Şubat ayında 66. kez düzenlenen ve müzik piyasasının ‘en iyilerine’ verilen Grammy Müzik ödüllerinin töreni de diğer aldatmaca törenlerden farklı değildi. Çünkü nihayetinde bu ödülü de ‘seçkin bir grubun’ oluşturduğu özel bir akademi veriyor. Ulusal Kayıt Sanatları ve Bilimleri Akademisi adlı organizasyonun başkanı olan Harvey Mason, daha açılış töreninde ödüllerin hangi anlayış ve bakış açısıyla dağıtıldığını açıkladı. 7 Ekim operasyonunda ölenleri (elbette sadece Yahudi olanları) anan Mason, olayın ne kadar büyük bir trajedi olduğuna değindi.
Ödül töreninde kırmızı halıda yürüyen ünlülerin çoğu da ondan farklı düşünmüyordu. Pek çok müzisyen, esir alınan teröristlerin Gazze'den serbest bırakılması çağrısında bulundu. Şarkıcı Montana Tucker, üzerinde "onları eve getirin" yazan bir elbise giydi. Söz yazarı Joanie Leeds aynı sloganı yazan bir pankart taşıdı.
Ama bu törende zayıf da olsa Gazze ve Filistin için sesler de çıktı. Annie Lennox ve Boygenius, ateşkes çağrısında bulundu. İngiliz şarkıcı Lennox, ödül töreninde İrlandalı şarkıcı Sinead O'Connor'ı anmak için konuştu. Konuşması sırasında yumruğunu kaldıran Lennox "Ateşkes için sanatçılar. Dünyada barış" dedi. Boygenius üçlüsünün üyeleri ateşkes çağrısı yapan rozetler takarken, şarkıcı Esperanza Spalding kırmızı halıda kefiye giyerek tepki gösterdi.
Abone olmak için: www.birlikte.com.tr/gercek-hay...