Nobel kâtillerin Hacire Ana bizim
Dünyaca pek itibar gören Nobel Ödülleri verildiği isimlerle, Nobel Vakfı sponsorluk aldığı silah şirketleriyle, Nobel Ödülü jürisi taciz gündemiyle her yıl mutlaka tepkileri üzerine çekti. Kâtiller aklandı, savaş çıkaranlar barış havarisi olarak anıldı. Nobel’in tercihi ve barıştan anladığı bu. Şimdi herkes elini vicdanına koyarak şu soruları sorsun: Hacire Anamızın adının bu kâtillerle birlikte aynı çatı altında anılması Hacire Ana’ya hakaret değil mi?
Diyarbakır HDP İl Başkanlığının önünde bağdaş kurup oturarak son yılların en mâsum, en insanî sivil direnişini başlatmıştı Hacire Ana. Ardından onun yolunu izleyen anne ve babalar hâlâ Diyarbakır’da nöbette. Hacire Akar 22 Ağustos 1919 Perşembe günü başlattığı bu eylemiyle evladına kavuştu. Peşi sıra şu ana kadar 7 aile daha terör örgütünün elinden evlatlarını çekip aldı. Diğerlerininse ümidi devam ediyor. Üstelik adresleri de belli, bu ülke topraklarında sözüm ona siyaset yapan HDP’lilerin, aslında organizasyonun tam da ortasında olduğunu bildikleri için HDP İl Başkanlığının önündeler.
- Bu sivil direniş tarih sayfalarında yerini bütün mâsumiyetiyle alırken, TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Başkanı Canan Kalsın, Hacire Akar'ın 2021 Nobel Barış Ödülü'ne aday gösterilmesini teklif etti.
100 küsur yıldır seri kâtilleri ve canileri aklamak için verilen bu ödülün cazibesi neydi de öldürmek için değil yaşatmak için cesur bir fiile imza atan Hacire Ana bu ödüle aday gösterilmek istendi? Bundan bir sene önce 2019 Nobel Edebiyat ödülüne Bosna’da yaşanan soykırımı inkâr eden Avusturyalı yazar Peter Handke layık görülmüştü. Bir yanda soykırım yapan kâtilleri alkışlayan bir isim, diğer yanda eli kanlı kâtillerden evladını çekip alan Hacire Ana... Bu denklemi kurmak bu kadar zor muydu?
Soykırım Ödülleri
‘Peter Handke Bosna’da yaşanan soykırımı inkâr ettiği için, Orhan Pamuk ise sözde Ermeni soykırımını kabul ettiği için Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldı desek’ çok da abartmadığımızı Nobel’in sicilini okuyunca siz de anlayacaksınız. 2006 yılında Nobel Edebiyat ödülünü alan Orhan Pamuk, belli ki batıya yüzünü döndüğü için ödülü gecikmemişti. Son birkaç yıl içinde, özellikle Türklerin Ermeni ve Kürtlere karşı uyguladığı politikaları sert bir dille eleştirmekten başkaca siyasi bir gündemi yoktu Pamuk’un. Geçmişin seri kâtillerini zikretmeden önce, bu iki olay bile Nobel’in ne kadar âdil(!) olduğunu kanıtlar nitelikte.
Gelelim Nobel ödülleri nedir, ne değildir mevzuuna. Öncelikle bu ödülün dinamitin mucidi Alfred Nobel’in vasiyeti ve mirası üzerinden verildiğini bilmeyen yoktur. 1833’te İsveç’te dünyaya gelen ve dönemin en bilinen kimyagerlerinden olan Alfred Nobel’in şöhreti, yaptığı sayısız deneye, deneyleri esnasında çıkan yangınlara, o yangınlarda kardeşi de dâhil olmak üzere ölen insanlara; ama en çok da mûcidi olduğu dinamite dayanıyordu. 1867 yılında icat ettiği dinamit ile Alfred Nobel’in ismi tarih boyunca unutulmayacak bir yere kazındı.
Nobel'in babası da silah satarak zenginleşmişti. Alfred doğduğunda işleri bozulan Emmanuel Nobel, İsveç’ten ayrılıp henüz sanayileşmeye başlayan Rusya’nın St. Petersburg kentine gitti. 1850'li yılların başındaki Kırım Savaşı'nda Osmanlı'ya karşı Ruslar için silah üreterek çok para kazandı. Nobel, silah üretmeyi iş edinen bir ailenin çocuğu olarak daha çok para kazanmak için daha öldürücü patlayıcılar üretmeye hayatını adayan bir isimdi.
Paranın Yolu Baruttan Geçti
1864 yılında araştırmalarının nihayet meyvesini alan Nobel, Kardeş kâtili olarak anılsa da dinamit barutu keşfinden gurur duyar. “Bir patlayıcı maddenin, insan hayatına mâl olmadan çıkarılması mümkün değildir” şeklindeki kan donduran ifadesi kendisine aittir. Araştırmalarına devam eden Nobel, 1877'de Balistit adını verdiği yeni bir çeşit barut tasarlar. Bunun sonucunda Batılı ülkeler tünel ve yol inşaatları için yüklü miktarda dinamit sipariş ederler. Tüm bu alışverişler sonucunda Nobel çok fazla para kazanır ve meşhur silah fabrikası BOFORS’u satın alır.
Siyaset Soslu Ödüller
1896 yılında San Remo’da beyin kanaması sonucu ölen Nobel, mirasının Nobel Ödüllerinin enstitüleştirilmesi yönünde kullanılmasını ve 33.200.000 kronunun her yıl insanlığa hizmette bulunanlara sunulmasını ister. Nobel ödülleri 1901’den beri her sene Alfred Nobel’in ölüm tarihi olan 10 Aralık'ta verilmeye devam ediyor. Tarihin en büyük ironilerinden birisi ise Nobel Barış Ödülü kavramını bulan kişinin, aynı zamanda ‘dinamitin babası’ olarak adlandırılmasıdır. Neden böyle bir silah üreticisinin adına bir barış ödülü? Böyle bir çelişki neyle izah edilebilir? Her halde Nobel'in pişmanlığı azalsın diye değildir.
Devletlerin verdiği hiçbir ödülün siyasi amaçlardan bağımsız olmadığı malumun ilamı. Nobel Ödülleri de hiçbir zaman siyasetten bağımsız olmadı. Nobel Edebiyat Ödülü ve Nobel Barış Ödülü ise özellikle tam da siyasetin tepe noktasında. Nobel Barış Ödülü, açık bir siyasi mesaj taşırken Nobel Edebiyat Ödülü, siyasetin arka planı için bir mesaj taşır. Bu yönüyle Nobel Barış Ödülleri’nin anlaşılması edebiyat ödüllerinin de anlaşılmasını sağlar.
Ödüllerin siyaset soslu olduğunun en önemli göstergelerinden bir tanesi 1940-1942 yılları arasında İkinci Dünya Savaşı nedeniyle verilememiş olsa da, aynı dönemlerde Nobel Barış Ödülü’nün aday isimlerinden anlaşılacaktır. 1935’te faşist Mussolini, 1939’da Hitler, 1945’te ve 1948’de ise Stalin Nobel Barış Ödülü’ne aday olarak gösterilmişti. Her bir isim, dönemlerinin katliam ve soykırımlarının mimarıyken; Nobel Barış Ödülü’nün aslında “barış”tan neyi anladığı sorusunun önemli bir cevabıdır.
Seri Kâtiller Ödülü
Adı "Nobel Barış Ödülü" olan, fakat bu ödülü alanların barışı simgelemesinden ziyade küresel sistemin çıkarları için çalıştıkları herkesçe bilinen bir gerçek. Günümüzde olduğu gibi geçmiş yıllarda da birçok ismin işlediği cürümler “Nobel” paravanı kullanılarak perdelenmeye çalışıldı. Bunlardan en önemlilerini sayacak olursak;
■ 1906'da 1. Cihan Harbi'nde Amerika'yı İngiltere'nin yanında savaşa sokmaya çalışan ABD Başkanı Theodore Roosevelt'e,
■ 1919'da yine ABD Başkanı Thomas W. Wilson'a,
■ 1953'de ‘İkinci Cihan Harbi'nin ünlü kâtillerinden ve İngiltere'nin mason Başbakanlarından Churchill'e,
■ 1979'da ünlü misyoner Rahibe Teresa'ya,
■ 1970'de “Yeşil Devrim” belasının mucidi genetikçi Norman Ernest Borlaug'a,
■ 1949'da bir başka genetikçi ve Dünya Tarım Örgütü'nün ilk başkanı John Boyd Orr'a,
■ 1953'de ABD Başkanı George C. Marshall'a,
■ 1973’te ABD’nin Dışişleri Bakanlığını yapan Henry Alfred Kissinger’e,
■ 2002'de eski ABD Başkanı Jimmy Carter’e,
■ 2009'da ise iktidara gelir gelmez başka bir ABD Başkanı Barack Obama'ya…
Bu isimlerden birçoğu milyonların ölümünden sorumlu olduğu halde Nobel Barış ödülü verildi.
Ortadoğu'daki Kâtiller De ‘Nobel’lendi
Nobel Ödülleri sadece Avrupa ve Amerika’daki kâtillere verilmiyordu. Onların işbirlikçileri de ister Ortadoğu, ister Asya’da yaşasın bu ödüle layık görülebiliyordu. Nitekim bunların örnekleri de az değil.
■ 1978 yılında Nobel Barış Ödülü ironik bir şekilde Camp David anlaşmasının karşılığı olarak Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat ile
■ Siyonistlerin önde gelen liderlerinden Menahem Begin arasında paylaştırıldı.
Küresel sistemin devam etmesi için rol alan bu aktörlerden Enver Sedat, Mısır'da İhavan-ı Müslimin, İslami Cihad ve Cemaat el-İslami gibi gruplar başta olmak üzere, Müslümanlara her türlü zulmü reva görmüş, katliamlara imza atmıştı. Menahem Begin ise "Irgun" adlı Yahudi terör örgütüyle yüzlerce cinayet ve katliamlar gerçekleştirmişti.
■ 1994'te ise Yaser Arafat Nobel Barış Ödülü’nü "Barış ve çözüm için çok çaba sarf ettikleri" gerekçesiyle Şimon Perez ve İzak Rabin ile paylaşmıştı.
24 yaşındayken Müslümanlara karşı saldırılar düzenleyen Siyonist Haganah terör örgütüne katılarak Filistin'in işgal sürecinde aktif rol alan Peres, yüz binlerce Filistinlinin topraklarından sürüldüğü 'Nekbe'de (Büyük Felaket) en etkin kişi olmuştu. Sonraki yıllarda hem Filistin hem de Lübnan topraklarında Müslümanlara yönelik gerçekleştirilen katliamların emrini vermişti. Görüldüğü gibi Nobel Barış Ödülünü almak için kâtil olmak da yetmiyor, seri kâtil olmak gerekiyordu.
Nobel Şemsiyesi Çok İşlevsel
Bitti mi? Hayır bitmedi.
■ 2001 yılına gelindiğinde dönemin Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan, Afrika'da "terörizmle mücadelede" aktif rol aldığı için Nobel’e layık görüldü. Afrika topraklarında işlenen toplu kıyımlar, Kofi Annan gibi "masum" yüzlü siyahi BM sekreterlerinin öncülüğünde yapılması tesadüf değildi. İşlenen cinayetler Nobel Ödülü’yle meşrulaştırılıyor, adına da "terörizmle mücadele" deniyordu. Nihayetinde küresel emperyalist sistemin çarkı istediği gibi dönmeye devam ediyor, Nobel Ödülleri de bunun üzerini çok güzel perdeliyordu.
Nobel şemsiyeli kâtiller yakın tarihimizde de gündeme geldi.
■ 1991’de Nobel Barış Ödülü’ne layık görülen Aung San Suu Çii, Myanmar'da Müslümanlar'a yönelik yaşanan şiddet eylemlerinde kilit rol oynayan isimlerden biri. 2017’de Myanmar'da yaşanan katliama yönelik süren tepkilere kulak tıkayan ve uydu görüntüleri yayınlanmasına rağmen Myanmar'da katliam olmadığını öne süren Suu Çii'nin Nobel Ödülü'nün geri alınması için imza kampanyası başlatılmış, Nobel Barış Ödülü Komitesi ise Myanmar Dışişleri Bakanı ve Devlet Başkanlığından Sorumlu Devlet Bakanı Aung San Suu Çii'nin 1991'de layık görüldüğü Nobel Barış Ödülü'nün geri alınamayacağını bildirmişti.
Elinizi Vicdanınıza Koyun
Dünyaca pek itibar gören Nobel Ödülleri verildiği isimlerle, Nobel Vakfı sponsorluk aldığı silah şirketleriyle, Nobel Ödülü jürisi taciz gündemiyle her yıl mutlaka tepkileri üzerine çekti. Kâtiller aklandı, savaş çıkaranlar barış havarisi olarak anıldı. Nobel’in tercihi ve barıştan anladığı bu.
Şimdi herkes elini vicdanına koyarak şu soruları sorsun: Hacire Anamızın adının bu kâtillerle birlikte aynı çatı altında anılması Hacire Ana’ya hakaret değil mi?
Öldürmeyi değil, yaşatmayı seçen, bunun için tek başına mücadeleye çıkan Hacire Ana’ya bir ödül verilecekse, o kahramanlığa layık millî bir ödül verilmesi gerekmiyor mu? Mesela Recep Tayyip Erdoğan’ın elinden bir devlet nişanı güzel olmaz mı?
Hacire Ana ile ilgili hatanın bir benzeri Kilis için de yapılmıştı. 2016’da nüfusunun yarısından fazlası Suriyeli olduğu gerekçesiyle bazı siyasiler Kilis’imizi Nobel’e aday göstermeye kalkışmıştı. Bilmezler ki Nobelciler Abdullah Öcalan, Murat Karayılan, Beşşar Esed, General Sisi gibi seri kâtiller dururken Hacire Analara ödül vermez.
Ne demişti Donald Trump: “Ödül dürüst bir şekilde dağıtılsaydı, ben bile Nobel Barış Ödülü alabilirdim.” Hacire Ana’nın adını kimse Nobel’le kirletemez. Nobel kâtillerin olsun, Hacire Ana bizim!