Netanyahu'nun kitabında Abdülhamid Han ve Erdoğan
Netanyahu, tarih şuuruyla alâkalı olarak Sultan Abdülhamid’e, güncel tehditle ilgili olarak Erdoğan’a dönük tümüyle palavralardan ibaret bir anlatımla netice alacağını sanıyor ve ucuz propagandasına zemin kazandırmaya çalışıyor.
İsrail’de yeniden iktidar ipini ellerine almakta olan Benjamin Netanyahu geçtiğimiz günlerde “Benim Hikâyem” adıyla hacimli bir kitap çıkardı. Kitapta gençlik yıllarından siyasette karşılaştığı muhtelif hâdiselere kadar pek çok mevzuyu kendi perspektifinden kaleme alıyor. Bu vesileyle Sultan 2. Abdülhamid Han ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında da satırlar yazdığı görülüyor.
‘Yahudi devletinin kurulmasını engelledi’
Netanyahu’nun Sultan Abdülhamid’e değindiği baş mesele, onun Siyonistleri engellemiş olması. Bu konuda açıkça şöyle yazıyor: “Yahudi halkının mahrum bulunduğu ve en çok ihtiyaç duyduğu şey, kendilerine âit bir devletti ve bu 20. yüzyılın başında şimdi İsrail olan yere, özgürce Yahudi göçü Osmanlı tarafından engellendi.”
Netanyahu bundan sonra Almanların Yahudilerin nüfuzuyla Amerika’yı Ruslar aleyhine döndürmeyi umarak, Siyonistlerin davasına yardımcı olmaya çalıştığını, Kayzer 2. Wilhelm’in Sultan 2. Abdülhamid üzerinde Siyonistler lehine görüş değiştirebilmek için gayret ettiğini ancak Sultan’ın bunu reddettiğini yazıyor.
Netanyahu’nun babası Benzion Netanyahu da 2014’te çıkan “Siyonizm'in Kurucu Babaları” kitabında meseleye temas ederek, “Türk sultanların saltanatı müddetince Herzl, Filistin’de Siyonizm için siyâsî bir konum elde etmeye muvaffak olamadı” deyip “1908 Jön Türk devrimi, Siyonistlerin umudunu yükseltti” vurgusunu yapmış, umutların asıl bağlandığı şeyin ise “Türk İmparatorluğunun yıkımı” olduğunu açıkça belirtmişti. Anlaşılan Netanyahu da Osmanlı zamanında doğmuş, İsrail’in kurulması için çok çalışmış, Amerikan Yeni Siyonist Örgütü direktörlüğüne varıncaya kadar pek çok faaliyette bulunmuş bir tarihçi olan babasının tespitlerini paylaşmaktadır. İsrail siyasetindeki yerine bakıldığında bu tespitlere resmî bir nitelik kazandırdığı söylenebilir.
Ermeni ‘katliam’ı ithâmı
Netanyahu kitabında, Abdülhamid Han’ı Ermenilere katliam yapmakla da suçluyor. “Amerika” başlıklı 3. bölüme ait ikinci dipnotta, 1896 Aralık ayında Sultan 2. Abdülhamid’in Urfa’da “Ermeni katliamı” başlattığını, bu yüzden Urfa’daki Yahudilerin Suriye’ye kaçtıklarını ve “bu katliamların çok kültürlü dönemin sonunu işaretlediğini” belirtiyor.
Netanyahu’nun yalan yanlış atıf yaptığı hâdise esasen; Ermenilerin ülkenin hemen her tarafında başlattıkları isyan ve katliamın 1895 yılının 29 Aralık’ında Urfa’da da patlamasıdır. Arşiv belgelerinde Urfa piskoposunun ifadelerine kadar yansıdığına göre bu tarihlere kadar Müslümanlarla gayet iyi ve geçimli bir şekilde yaşamaktaydılar. Lâkin Amerika ve Avrupa’da eğitim gören Ermeni komitecilerin 1894 sonlarında Urfa’ya gelmesiyle huzur ortamı bozuldu. Neticede 29 Ekim 1895’ten itibaren karakol basmaya, çarşıya saldırmaya, askerle çatışmaya başladılar. İki aylık gerilimin ardından Müslüman ahali tahammül edemeyip, 29 Aralık’ta Ermeni mahallesine saldırır ve askerlerin yetersiz kalmasından ötürü takriben 750 Ermeni ölür. Yağmalanan Ermeni malları ise bilahare toplanıp kilisede sahiplerine teslim edilir. Bir grup kadın ve çocuklarsa camiler ve Müslüman evlerine yerleştirilerek emniyetleri temin edilir. Devlet bunların emniyetini sağlamaya o denli önem verir ki, 1 Ocak 1896’da 3 bin kişilik aşiret mensuplarının saldırısını, Osmanlı askeri püskürür. Yani Netanyahu’nun “2. Abdülhamid’in katliamı” diye sunduğu hâdise; Ermenilerin isyan ve müteaddit saldırıları üzerine halktaki öfke patlamasıdır ve Sultan Hamid idaresi, değil Ermenileri katletmek, bilakis katledilmelerinin önünü alma çabası göstermiştir.
Öte yandan çok kültürlülüğün bittiği iddiası da yanlıştır. 1880’den 1914’e muhtelif verilerde, Urfa nüfusunda Ermeni, Süryani, Yahudi varlığının devam ettiği görüldüğü gibi Müslümanlara nispetinin de aşağı yukarı aynı düzeyde kaldığı anlaşılmaktadır (İlhami Yurdakul’un “Urfa’da Ermeni Olayları ve 29 Aralık Vakası (1845-1914)” makalesi ve Kemal Karpat’ın “Ottoman Population (1830-1914).
Bir otobiyografi yazmasına rağmen Abdülhamid Han’a göndermeler yapması, ona karşı hâlâ taşıdıkları ve zamanında devlet kurmalarını önlemesinden kaynaklanan Siyonist öfkeden kaynaklanıyor. Ayrıca işgalci Siyonistlere bir tarih şuuru aşılama ihtiyacının yansıması da olabilir. Nitekim kitabıyla alâkalı 17 Kasım 2022’de Evanjelist vaiz Joel Osteen’e Youtube yayınında verdiği röportajda, kendisine genç Netanyahu’ya bir tavsiye verebilse idi bunun ne olacağı sorulduğu zaman “Şu üçünü çalışmasını söylerdim: Tarih, tarih, tarih” cevabı vermesi de bu bağlamda düşündürücüdür.
‘Erdoğan büyük problem’
Kitabın 44. bölümü “Marmara 2010” başlığı taşıyor. Mesut Yılmaz’ın 1998’deki ziyaretiyle bölüme başlayıp, görüşmeleri sırasında ondan Topkapı Sarayı’ndaki antik bir taş tableti satmasını istediğini, ancak Yılmaz’ın, Türkiye’de İslamcı seçmen arttığından böyle bir isteği kabul ederse başbakanlığı kazanamayacağını belirtip reddettiğini naklederek, görüşme sonrası karısı Sara’ya şunu söylediğini anlatıyor: “Türkiye’yle bir problemimiz olacak.” Netanyahu’ya göre nitekim “İslamcı” Erdoğan’ın gelmesiyle “büyük bir problem” ortaya çıktı.
Mavi Marmara meselesinde hilaf-ı hakikat ve çarpık söylemlerine devam ettiği görülen Netanyahu, Türk aktivistlerin demir çubuk ve sopalarla saldırması üzerine İsrailli askerlerin “kendilerini savunurken dokuz asiyi öldürdüğü” gülünç yalanına müracaat ediyor. Netanyahu devamla, Filistin’in ekonomik büyümesine önem atfettiğini ve ambargonun sadece silahlara uygulanıp her tür gıdaya ulaşmalarına müsaade verdiği şeklinde trajikomik yalanlarını sürdürüyor. İHH’yı ise “insânî bir yardım grubu dışında her şey olmak” ile suçluyor. Kendi yaptıkları bağımsız soruşturmada İsrail’in aklandığını(!) baskının uluslararası hukuka uygun ve kabahatin İHH aktivistlerinde bulunduğu palavrasını tekrarlayıp duruyor.
BM kararlarına karşı ABD İsrail için hep kalkan olmuşken, Obama’yı kalkanı kaldırmakla suçluyor. Diğer yandan tazminat anlaşmasının onun aracılığıyla yapıldığını da kısaca anlatıyor. Daha evvel dönemin ABD’deki İsrail büyükelçisi Michael Oren, Netanyahu’nun Erdoğan’dan Mavi Marmara için özür dilemesini yazmasına rağmen Netanyahu kitabında özür bahsine hiç girmiyor.
Cumhurbaşkanına karşı tezvirat
Netanyahu kitapta, Mossad’ın Türkiye’ye en az altı terörist saldırısını önleyen istihbarat vermesine rağmen Türkiye ile ilişkilerin hiçbir zaman düzelmediğini, Erdoğan’ın İsrail’e ve kendisine “İslam’ın düşmanları” diye düzenli biçimde saldırmayı sürdürdüğünü ve buna inandığını yazarak, iki ülke arasındaki bozuk ilişkinin sorumluluğunu tamamen Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yüklüyor.
Ayrıca “15 Temmuz 2016’daki kendisine karşı darbe teşebbüsünü müteakiben Türkiye’yi katı bir otoriter rejime dönüştürdü, bütün siyâsî muhaliflerini hapsetti ve neredeyse dünyada herhangi bir idareciden daha fazla gazeteciyi hapse attı” diyerek, Türkiye’de muhalif bir siyasetçi ve gazeteci kalmamış gibi bir tablo sunup, hakikatle arasındaki mesafeyi en uzak noktalara kadar açıyor.
Mavi Marmara hakkında özür meselesinin, İsrailli Yahudiler tarafından çok şiddetli tepkilere yol açtığı göz önüne alınırsa, Netanyahu’nun kendisini aklama ve Erdoğan’ı karalama çabası biraz daha iyi anlaşılabilir. Kitabını da hâliyle samimi bir hatırattan çok, yer yer yoğunluğu arttırılan propaganda aracına dönüştürdüğü görülmektedir. Tarih şuuruyla alâkalı olarak Sultan Abdülhamid’e, güncel tehditle ilgili olarak Erdoğan’a dönük tümüyle palavralardan baret bir anlatımla netice alacağını sanıyor ve ucuz propagandasına zemin kazandırmaya çalışıyor.