Netanyahu ve Trump’ın imdadına Arap Siyonistler yetişti
BAE-İsrail normalleşme anlaşmasının Filistin halkına ve bölge ülkelerine ne getireceğini hem uluslararası hukuk, hem de siyaset açısından soruşturduk. Yeni bir Camp David sürecinin yaşanacağı tahmin edilen bölgede, Arap halklarını ve tabi ki Filistinlileri zor günler bekliyor. Bir direnişe vesile olup, Arap siyonistlerin yönetimlerinin birer birer yıkıldığını görmek ise en büyük duamız.
Tarihler 13 Ağustos’u gösterdiğinde Washington’dan dünyaya bir mesaj yayınlandı. Trump’ın “Tarihi, diplomatik bir dönüm noktası” olarak nitelendirdiği mesajda, İsrail Başbakanı Netanyahu ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Veliaht Prensi Bin Zayed'in ikili ilişkilerin tamamen normalleştirilmesi konusunda uzlaşmaya vardıkları belirtildi. Anlaşma kapsamında İsrail'in Batı Şeria'daki bazı bölgeleri ilhak etme planını askıya aldığı açıklandı. Ancak bu kısım Netanyahu tarafından kısa sürede yalanlandı. İsrail Başbakanı Netanyahu, Filistin’de işgal altındaki Batı Şeria’nın bazı kısımlarını ilhak planını ertelediğini ancak planda bir değişiklik olmadığını açıkladı. Netanyahu’nun erteleme beyanının, BAE ile yürüttükleri ittifak planının ifşası sonrası Filistin’den gelen tepkilerin ardından gelmesi ise dikkat çeken bir diğer noktaydı.
- Hiç kimsenin sürpriz olarak görmediği bu normalleşme anlaşması gereği, İsrail ve BAE heyetleri yatırım, turizm, doğrudan uçuşların başlaması, güvenlik, iletişim, teknoloji, enerji, sağlık, kültür, çevre, karşılıklı olarak büyükelçiliklerin açılması ve diğer konularda ikili anlaşmalar imzalamak üzere önümüzdeki haftalarda bir araya gelecek.
Şüphesiz anlaşmadan memnun olan ülkeler, ağırlıklı olarak batı ülkeleri. Bunun yanı sıra bazı satılmış körfez ülkeleri ve Mısır da normalleşmeden memnuniyet duyduklarını ifade etti. Suudi Arabistan ise şimdilik şaşkınlığını koruyor. Belki bin Zayed’in kendisinden önce davranması, belki de sıranın kendisine gelmiş olduğu gerçeği Riyad yönetimine “İsrail'in Filistin konusunda uzlaşıcı bir tavır sergilemediği müddetçe kendileri adına bir normalleşmenin gerçekleşmeyeceği” şeklinde zoraki bir açıklama yaptırdı yaptırmasına da, hemen arkasından Trump, Suudi Arabistan’dan da böyle bir normalleşmeyi beklediğini duyurdu bile.
İhanete Giden Yol
Başta Filistin yönetimi ve Türkiye olmak üzere, birçok ülke bu ‘normalleşme’ye sert tepki gösterdi. Birçok yerde protestolar yapıldı.
Mescid-i Aksâ’da, BAE Veliaht Prensi bin Zayed’in “hain” yazılı posteri yakıldı. Bunun üzerine Suud yönetiminin Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ı tehdit ettiği ortaya çıktı. Suud yönetiminin Abbas’a “BAE ve İsrail anlaşmasına aşırı tepki göstermekten kaçının, yoksa size zararı dokunur” mesajı İsrail basınında yer aldı. Suud yönetimi ihanete giden yolun çakıl taşlarını itina ile onarıyordu. Kısa bir süre sonra Netenyahu’nun uzlaşıcı(!) tavırlarından tavır beğenecekti.
BAE, 1979’da Mısır’ın, 1994’te de Ürdün’ün ardından İsrail ile normalleşme anlaşmasını imzalayan 3. Arap ülkesi oldu. Uzmanlar malumun ilâmı olan bu durumun devamının geleceğini belirtiyor. Üstelik bu anlaşmanın sadece Filistin’e yönelik değil, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de önünü kesmeye yönelik olduğunun da açık olduğunu söylüyorlar. Zira BAE, İsrail aracılığıyla önce Kızıldeniz’e ardından da Doğu Akdeniz’e inmenin hayalinde. BAE, uykusunda güzel rüyalar göre dursun, bu anlaşmanın Filistin halkına ve bölge ülkelerine ne getireceğini hem uluslararası hukuk, hem de siyaset açısından soruşturduk. Yeni bir Camp David sürecinin yaşanacağı tahmin edilen bölgede, Arap halklarını ve tabi ki Filistinlileri zor günler bekliyor. Bir direnişe vesile olup, Arap siyonistlerin yönetimlerinin birer birer yıkıldığını görmek ise en büyük duamız.
Türkiye'ye Karşı Yapılan Bir Anlaşma
Bu normalleşmenin zaten beklendiğini, ancak zamanının bazı sebeplerden ötürü öne çekildiğini ifade eden Prof. Dr. Zekeriya Kurşun, BAE’nin belki de Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin önünü kesmek gibi hayelleri olduğunun altını çiziyor:
“Uzun zamandır körfez ülkeleri ve İsrail arasında zaten bir yakınlaşma vardı. Bunu nasıl bir şekle sokacaklarını konuşup duruyorlardı. Sürpriz olan belki zamanlamasıydı. Bu dönemde ortaya çıkmasının birkaç sebebi var:
- * ABD açısından baktığımızda Trump’ın büyük bir hararetle pazarladığı ‘asrın barış planı’ tutmadı, kenarda kaldı. ABD başkanı onunla seçime gitmek istiyordu fakat seçime hiçbir katkı sağlayamadı. Onun yerine bir şey lazımdı, bu süreç başlatılmış oldu.
- * Netanyahu açısından baktığımızda, seçimlerde istediklerini elde edemedi. Seçim sonrası bir Yahudi devleti kurmayı tasarlıyordu, bu da gerçekleşmedi. Ortaya çıkan bu durum karşısında kendi meşruiyetini sürdürmek için böyle bir şeye ihtiyaç vardı.
- * Diğer taraftan BAE ve Suudi Arabistan’daki ilişki sürdürülebilir bir ilişki değildi. İki rakip unsurun ortaklığı gibiydi. Bu ortaklığın Yemen konusunda uğradığı zaafiyetler ve sorunlar, özellikle farklı farklı görüşler ortaya çıkmasıyla birlikte, Arap kamuoyunun gündeminin biraz daha değiştirilmesi gerekiyordu. Bütün bunlar birleştirilince böyle bir zamanlama yapıldı. Zamanlama açısından daha geç dönemde olacak bir şeyin, daha öne çekildiğini var sayabiliriz.
Doğuracağı sonuçlar bakımından; dikkat ederseniz, Birleşik Arap Emirlikleri’nin kendi müttefiklerinin de çok net bir şekilde sahiplenebildikleri bir durum yok. Bahreyn çok daha önce zaten İsrail’le ilişkileri başlatmak, normalleştirmek istediğini söylediği için, desteğini belirtti. Belki onlar da arkasından yürüyeceklerdir, ama Suudi Arabistan açıkça muhalefet göstermese bile ‘eski politikalarımızı sürdüreceğiz’ ifadelerini şerh düştü. Burada birazcık da Muhammed bin Zayed’le bin Selman’ın bu tür bölgesel dönüşümlerde ‘kim öncelikli hareket edecek’ rekabeti var. Bir noktada Zayed’in öne çıkması Selman’ı rahatsız etmiştir.
Yeni Bir Arap Kamplaşması
Kuzey Afrika ülkeleri zaten rahatsızlıklarını çok net bir şekilde ortaya koydular. Meselede ana taraf olan Filistin yönetimi ve tabi ki Hamas’ın bu anlaşmanın bir ihanet olduğunu ve kabul edilemeyeceğini söylemiş olması, aslında Arapları yeni bir Camp David süreciyle karşı karşıya getirdi. Araplar eskiden İsrail düşmanlığı üzerinden ittifaklar yapardı. O düşmanlık onların birleşmesine sebep olurdu. Sonra Camp David’de İsrail’le ittifak yapmış olmasından dolayı Mısır’a karşı ittifak yaptılar. Önümüzdeki süreçte muhalif Arap kamplaşmalarının BAE’ye karşı yönelmesi ihtimali var. Yeni bir Arap kamplaşmasının oluştuğunu söyleyebiliriz.
Aslında iki ülkenin normal şartlarda ilişki kurmuş olması kabul edilebilir bir şeydir. Ama bu ilişkiler üçüncü tarafın aleyhine ve zararına kurulmuş ilişkilerse, bu maksatla açıklanmasa bile sonuçları bunu doğuruyorsa, bu bir gayrı meşru ilişki biçimidir.
Netice itibariyle Arapların, Arap Birliği arayışına yeni bir darbe vurulduğunu söyleyebiliriz.
Türkiye ile BAE arasında yaşanan gerginlikler, Türkiye ile Filistin üzerinden İsrail’le yaşanan gerginlikler, özellikle Filistin meselesindeki hem Arapların hem de Türkiye’nin geleneksel politikalarını sürdürme konusundaki ısrarları doğal olarak düşük profilli de olsa yeni bir çatışma alanı doğuracağına kuşku yok.
Bir başka açıdan da Doğu Akdeniz’de ciddi anlamdaki hareketliliğin ana müsebbibi gördükleri Türkiye’ye karşı yapılan bir anlaşma olarak da kabul edilebilir. Çünkü biliyorsunuz ilk etapta komşu olan iki ülke arasındaki ilişkiler konuşulur. İsrail’le BAE arasında bir komşuluk ilişkisi yok. Aslında ikisi arasında istihbarat ve belki de bir takım silah teknolojisiyle ilgili bir alışverişin dışında ciddi anlamda bir alışveriş de yok. Yani bu bağlamda belki de Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail üzerinden önce Kızıldeniz’e ve oradan da Doğu Akdeniz’e gelmek suretiyle Türkiye’nin önünü kesmeyi hayal ediyor.”
Bölgesel Düzeni Değiştirmeyi Hedefliyor
Sözde barış anlaşmasının sürpriz olmadığını söyleyen Filistinli Araştırmacı Yazar Said Elhaj, halklar nezdinde kabul görmeyen bu girişimlerin yakın zamanda bir hareketliliğe sebep olacağını ve bunun da apayrı bölgesel bir düzenle sonuçlanacağını ifade ediyor:
“BAE-İsrail normalleşmesi uzun zamandır bahsedilen ve yakın zamanda ABD başkanı tarafından ilan edilen ‘yüzyılın anlaşması’ olarak bilinen projenin ileri bir aşamasıdır. Bu proje bir taraftan Filistin meselesini tasfiye etmeyi, diğer yandan ise bölgesel düzeni değiştirmeyi hedefliyor. Onlarca yıldır Ortadoğu bölgesindeki paradigma ve dengeler artık alt üst ediliyor. İsrail bazı Arap rejimleri için ‘düşman’ statüsünden çıkarılıp ‘komşu’, ‘dost’, hatta ‘müttefik’ statüsüne geçiliyor. Onun yerine ise Türkiye ve İran düşman olarak görülmekte. Bu projenin geçmesi ve başarılı olması için engel olarak gördükleri Filistin meselesini artık bitirmek, tasfiye etmek gerekiyordu. Nitekim, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul etmek ile başlandı, Golan Tepeleri’nin, Batı Şeria ve Ürdün Vadisi’nin ilhak planları ile devam edildi ve şimdi işgal devleti ile bazı Arap rejimleri arasında barış anlaşmaları ve işbirliği safhasına gelindi.
- Tehlikesini ve daha sonra neler getirebileceğini bildiklerinden dolayı, Filistinliler topyekûn bu anlaşmaya karşı çıktılar. Zamanında İsrail ile müzakereler yürüten başkan Mahmud Abbas ve FKÖ dahi itirazlarını yüksek dille beyan etti. Bu anlaşmanın barış için yapıldığı, Filistinlilere yardımcı olacağı iddialarını açık şekilde yalanladılar. Şunu açık ve net şekilde söylüyorlar ki; işgal devleti ile yapılan her anlaşma, her normal ilişki ve başlatılan her işbirliği, Filistinlilerin yararına değil büyük zararına, hatta arkadan saplanmış bir hançer.
Dahlan'ın Rolü Planlamak Değil Kabul Etmek
Filistinliler şu anda, daha önce olmadıkları kadar yakın ve birleşmiş gibi görünüyorlar. Çok büyük ve tarihi bir sorumluluk ile karşı karşıya kaldıklarının bilincindeler. Tek istisna Abu Dabi veliahdi’nin danışmanı Muhammed Dahlan ve siyasi örgütüdür, ki duruşu daha ılımlı ve ‘anlayışlı’ gibi görünüyordu. Bu da sürpriz olmadı, çünkü Dahlan, BAE’nin etkin bir müttefiki ya da ortağı değil, sadece bazı kirli işlerini yürüten küçük bir danışmanıdır. Yani bu projedeki rolü planlamak veya yönetmek değil, sadece kabul etmektir.
Bu anlaşmanın bölgesel yönü de önemli bir tehlike. Bir taraftan BAE’den sonra başka ülkeler de benzer adım atabilir, diğer yandan ise bölgede huzursuzluk ve gerginlik artacak ve bazı mihraklar, bazı ülkeler (örneğin Türkiye ile Mısır) arasında savaş çıkarmak için ellerinden geleni yapacaklar.
Türkiye bu durumu dikkat ve ciddiyetle ele alması gerekir. Türkiye’ye bölgede en çok husumet ve düşmanlık besleyen iki rejim arasında yapılan bu anlaşmanın hedefinde Filistin meselesinden sonra ancak Türkiye vardır. Burada Filistin meselesi tasfiye planlarının, Türkiye gibi bölgesel gücü zayıflatma çabaları ile paralel gitmesi dikkatlerden kaçmıyor.
Bu tür anlaşmalar ve geleceğe yönelik planlar halklar nezdinde kabul görmüyor, zaten halkların fikri de sorulmuyor. Bu da rejimlerin halk gözündeki meşruluğunu daha fazla sorgulatıyor. Zaten rıza görmeyen, iyi olmayan birçok gelişme yaşayan bu bölge, yakın gelecekte yine bir hareketlenmeye açık gibi görünüyor. Sonrası ise apayrı bir bölgesel düzen ile sonuçlanabilir.”
Arap Siyonistler Filistin Davasını Boğuyor
Uluslararası hukuk açısından iki devletin birbiriyle ilişki kurmak istemesinin hukukî olarak herhangi bir sakınca doğurmadığını söyleyen Prof. Dr. Berdal Aral, siyasi açıdan bakıldığında ise bunun tam anlamıyla Arap dünyasının teslimiyetini ifade ettiğini vurguluyor:
“Bir devlet, daha önce tanımadığı bir devleti daha sonra tanımaya karar verebilir. Tanımaması için Güvenlik Konseyi’nin bir kararı olması lazım. Herhangi bir devlet, self determinasyon hakkının ihlali olarak kurulduğunda veya sistematik ırkçılık yaptığında, Güvenlik Konseyi söz konusu devletin tanınmayacağı kararını alır. Aslına bakarsanız İsrail böyle bir devlet zaten. Ama sıkıntı şurada ki, Güvenlik Konseyi’nin hiçbir zaman böyle bir kararı olmadı. Dolayısıyla İsrail’le herhangi bir devletin ilişki kurması uluslararası hukuk açısından yasadışılık içermiyor bu anlamda.
Meseleye siyasi açıdan bakarsak; BAE’nin böyle bir ırkçı, yayılmacı, saldırgan bir devletle ilişki kurmak istemesi, üstelik de söz konusu olan devlet Batı Şeria’nın büyük çoğunluğunu ilhak etmeyi planlıyorken, siyonist İsrail devleti karşısında körfez bölgesindeki Arap dünyasının, kelimenin tam anlamıyla çöküşünü ve teslimiyetini ifade ediyor. Bu ilişki normalleşme süreci aslında sadece BAE’nin yaptığı bir şey değil. Zaten Suudi Arabistan, Umman, Bahreyn gibi ülkelerin de İsrail’le kapalı kapılar ardında çok yoğun ilişkileri var. Son dönemde biraz daha aşikâr hale gelmeye başladı. Büyük bir ihtimalle bunun arkası gelecek gibi gözüküyor maalesef.
Bunun Filistin dâvâsına ihanet olduğunu söylemek lazım.
1979’daki Camp David anlaşmasına benziyor. Mısır 1979’da Arap dünyasının İsrail’e karşı mücadelesini terk etmişti. Ve Filistin adına konuşma hakkını kendisinde gördü. Filistinliler için bir özerklik anlaşması yaptı. Halbuki uluslararası hukuka aykırı bir şey bu. Çünkü Filistin halkı adına hiçbir başka halk, Filistinlilerin rızası olmadan karar veremez. Dolayısıyla BAE’nin, ‘Ben İsrail’le görüştüm, Filistin’le ilgili şu kararları aldık’ demesinin hiçbir dayanağı yok. Yasal bir yaklaşım tarzı değil. Siyasi olarak baktığımızda da İsrail’le BAE arasında Filistin meselesinin çözümü dedikleri şey, İsrail’in istediği şekilde yürüyor.
Filistinlilerle Dertleri Ne?
Kaldı ki şöyle bir gerçekle karşı karşıyayız; Suudi Arabistan, Bahreyn, BAE gibi ülkelerdeki Araplara, ‘Arap siyonistler’ denmeye başladı artık. Bu çok enteresan bir kavram. Yani artık siyonistlerin müttefiki haline gelmişler. Amaçları da Filistin davasını tamamen boğmak. Niye bunu istiyorlar? Dertleri ne Filistinlilerle? Bunun birkaç nedeni var:
- * Bunlardan bir tanesi Filistinlilerin özgürlük mücadelesi sebebiyle kendi halk baskısıyla karşı karşıyalar. Bu davanın çözümü konusunda fedakârlık yapmaları lazım, çaba göstermeleri lazım. Ama yapmıyorlar. Onlar da bu sorunun bir an önce artık İsrail’in istediği şekilde çözülüp, başka konularla ilgilenmek istiyorlar. Filistin davaları gibi bir davaları yok zaten.
- * İkinci olarak Filistin’in demokratik yapısından rahatsızlık duyuyorlar. Filistin halkının siyasi bilinci yüksek. Siyasi partiler, siyasi hareketler var, dolayısıyla eğitimli bir halktan bahsediyoruz. Körfez ülkelerinin hiçbirisi demokrasi istemiyor. Mısır’daki askeri darbeyi körfez ülkelerinin desteklememesinin bir nedeni de demokrasiyi istememeleri.
- * Hamas’ın İslâmî eğilimli oluşu da bunları çok rahatsız ediyor. Çünkü kendi ülkelerinde de en güçlü muhalefet İslami hareketler. Ve bunları hem demokrasi açısından hem de İslam’a aykırılık açısından otoriter yapı olarak suçluyorlar. Emperyalistlerle, siyonistlerle işbirliği yaptıklarını, Filistin davasını desteklemediklerini söylüyorlar. Kendi muhalif kitlelerinin suçlamalarına maruz kalmamak için Hamas’ın yok edilmesini istiyorlar.
- * Bir başka amaçları şu, artık bu ülkeler, bu rejimler, kendi çabalarıyla ayakta kalamayacaklarını biliyorlar. Halklar bunları istemiyor. Bu sebepten dolayı rejimlerini dışarıdan garanti altına almak için İsrail ve Amerika’yla çok sıkı ilişkiler geliştirmeleri gerektiğine inanıyorlar. Zaten Muhammed bin Selman Amerika’ya gittiğinde, Trump ‘Biz olmazsak iki hafta bile iktidarda kalamazsınız’ demişti. Bütün körfez ülkelerinin durumu bu. Arap halkları bundan dolayı korkunç acı çekiyor. Arap davalarını birer birer satıyor bu hainler grubu.
- * Bir başka nedeni de, İsrail dolayısıyla Amerika’da, körfez Arap rejimlerinin daha fazla meşruiyet sağlamak istemesi. Silah, istihbarat gibi talepleri olduğunda bunları elde edebilmek. Bu konuda siyonist lobinin desteğini almak istiyorlar.
- * Bir de İran meselesi var. Körfez ülkelerinin gözünde en büyük tehdit İsrail veya ABD değil, İran ve ülke içindeki Şii hareketler. Dolayısıyla İran’a karşı da İsrail’le Amerika’yı doğal müttefik olarak görüyorlar. İsrail’le yaptıkları bir sürü askeri veya istihbari gizli anlaşmalar var. Böyle girift, son derece kirli bir İsrail müttefikliği ile karşı karşıyayız.
Bu anlamda BAE öncelikli olarak kendisini ortaya koydu, ama muhtemelen bunun arkası gelecek gibi görünüyor. İslam dünyası adına, Arap dünyası adına üzülmemiz gereken bir dönemdeyiz. Bu tek kelimeyle utanç verici bir teslimiyettir. Ama ben inanıyorum ki, dünya halkları, büyük çoğunluğu Müslüman halklar buna şiddetle karşı çıkacaktır. Arap halkları da buna şiddetle karşı çıkacaktır. Filistinliler zaten mücadelelerine devam edecektir. Sonuçta BAE’nin bu ihanet hamlesi Filistin meselesini ortadan kaldıracak değil. Umulur ki bu gelişmeler uzun vadede İslam dünyasının gözünü açar ve artık oturup ciddi ciddi İslam İşbirliği Teşkilatı bünyesinde İsrail’e karşı Filistin davası adına çok güçlü, etkili kararlar alınır.”
Tek Kazanan İsrail
Birleşik Arap Emirlikleri’yle İsrail arasında yapılan normalleşme anlaşmasının Filistinlilerde öfke uyandırdığını söyleyen Yeni Şafak yazarı Taha Kılınç, bu kaotik tablonun tek kazananının İsrail olduğunu vurguluyor.
“BAE ile İsrail arasında varılan ‘normalleşme’ mutabakatı, aslında ‘mâlumun ilâmı’ndan başka bir anlam taşımıyor. Zira en az 10 yıldan beri iki ülke arasında çok çeşitli alanlarda işbirliği ve yardımlaşmanın yürütülmekte olduğu biliniyordu. BAE yönetimi, perde arkasından devam eden sıcak ilişkileri resmîleştirmeyi ve formel hale getirmeyi seçti. Arap ve İslâm dünyasının herhangi bir fayda elde edemeyeceği mezkur anlaşmanın BAE ve İsrail’in ortak menfaatlerine yarayacağı, ancak özellikle İsrail’in elini rahatlatacağı söylenebilir. BAE her ne kadar ‘İsrail’in Batı Şeria’yı ilhak etme planını durdurduk’ mesajını öne çıkarsa da, İsrail cephesinden gelen açıklamalar tam tersi istikamette. Kaldı ki, Filistinliler de, BAE’nin kendilerini bir kenara iterek İsrail’le anlaşma imzalamasına çok öfkeli. Filistinlileri öfkelendiren şey, BAE’nin Arapların kaybetmesini umursamayan bir siyaset izlemesi.
Körfezdeki Derin Ayrışma
Son yıllarda, Ortadoğu’da açıkça Türkiye düşmanlığına oynayan bir cephe meydana geldi: BAE, Mısır, Suudi Arabistan ve onların kuyruğuna takılan Bahreyn’den oluşan bu cephe, Ortadoğu’nun her noktasında Türkiyenin ilerlemesini durdurmaya kilitlenmiş vaziyette. BAE’nin İsrail’le anlaşmasını da bu çerçevede atılmış bir adım olarak değerlendiriyorum. Filistin meselesinde Türkiye’den ‘rol çalmak’, BAE açısından anlaşmanın önceliklerinden birini oluşturuyor. Türkiye’ye uygulanan bu defans, bölgenin bütün ülkelerini de zincirleme olarak tesiri altına alacaktır. Bunun somut işaretleri şimdiden görülmeye başladı bile.
Tarafların basına yansıyan açıklamalarına göre, birçok Müslüman ülke de BAE’nin adımlarını takip etmeye hazırlanıyor.
Sudan ve Suudi Arabistan’ı belki de Umman izleyecek. Suudiler de -tıpkı BAE gibi- uzun zamandır kapalı kapılar ardında İsrail’le münasebetleri zaten devam ettiriyordu. Ortadoğu’nun geldiği aşamada, Suudilerin de açıktan İsrail’le barışması kimseyi şaşırtmaz. Böylece, Körfez’deki derin ayrışma da somut biçimde şekillenmiş olur. Kuveyt ve Katar’ın, diğer komşularıyla ayrı kamplara düştüğü bir ayrışma bu. Yakın dönemde, söz konusu ihtilafların kolay bir çözümü ufukta görünmüyor. Bu kaotik tablonun tek kazananının İsrail olacağını söylemek için ise, falcı olmaya hacet yok.”