NATO'yu ABD yönetir ABD'yi Yahudiler
NATO, Sovyetlere karşı kurulmuş güvenlik teşkilâtıydı. Birine saldırı olduğunda diğerleri yardıma koşardı. 7 Ekim sonrasını görmemiş olsaydık bu palavralara inanmaya belki de hâlâ devam edecektik.
Dünyanın Yahudilerce yönetildiği teorisinin gerçeğin ta kendisi olduğunu 7 Ekim sonrasındaki süreçte görmemiş olsaydık, şüphesiz hâlen NATO'nun Sovyetlere karşı kurulmuş bir güvenlik teşkilâtı olduğunu sanmaya devam edebilirdik. Oysa Yahudiler, Soğuk Savaş şartlarını oluşturup dünyayı ikiye ayırmış ve NATO hinterlandı ile Sovyet etkisi dışında kalan tüm kadim coğrafyayı kendi hâkimiyeti için sahipsiz bırakmıştı.
2. Dünya Savaşı'nın bitimi ve İsrail'in kurulmasının ardından 1949'da hayata geçirilip hızla genişletilen Kuzey Atlantik İttifakı (NATO), 1952'de Türkiye'yi de içine alarak Ankara'yı içeriden ve dışarıdan kendine bağladı. Türkler NATO'ya girdiği vakit, yerli savunma sanayii birkaç yıldır gelmekte olan Marshall Yardımları sayesinde tahrip edilmiş, girişimciler küstürülmüş, millî silahları üretmek için inat edenler ise sabotajla yok edilmişti.
NATO güvenlik doktrinine harfiyen uymak zorunda kalan tüm devletler artık Amerikan silahına, yardımına ve politikasına mecbur oluyordu. Atlantik İttifakı'nı idare eden ABD ise Yahudiler tarafından idare ediliyor, Soğuk Savaş süresince sahneye konulmuş dehşet dengesi boyunca siyonistler, tarihlerindeki en rahat dönemlerini yaşıyordu.
Cumhuriyet devrimleri sayesinde yeterince İslâmsızlaştırılmış Türkiye'de ise iktidar, o dönemin şartlarında Batı kampında yer almaya gönüllü olduğu için Sovyetler Birliği'ndeki Ermeni gazetelerin "Kars'ı, Ardahan'ı alalım" tehdidini havada kapıp köpürtmüş, Amerikan kampının ne kadar da gerekli olduğu tezini millete anlatıp durmuştu.
Ve her şey Amerika'dan gelmeye başladı
Amerikan yardımlarının demokrasi ve çok partili hayatı dayatmasıyla tek parti CHP'si, Batı'ya meftun olmanın bedelini iktidarı kaybederek ödedi. Millî Mücadele'ye başlamadan evvel yazdığı mektuplarda açıkça Amerikan mandası isteyen İsmet İnönü, 27 Mayıs 1960 darbesine dek yine Amerikalılar tarafından kenarda bekletilecekti. Bu esnada bir NATO gücü olarak Türkiye, askerî ciplerden uçaklara, piyade tüfeğinden süt tozuna kadar hemen her şeyi ABD'den alır hâle gelmişti.
Nitekim NATO'da hep aynı silahlara sahip olmak bir savaş durumunda İttifak birliklerine kolaylık sağlayacaktı; gelgelelim silahları üretenler de sadece Amerikalılardı. 1952'den sonra Türkiye'de hem NATO hem de Amerikan üsleri ardı ardına hizmete girdi.
Türk ordusu artık Amerikan subaylarınca eğitiliyor, Türk istihbaratına maaşlar CIA'dan geliyordu. Devletin derinliklerine yerleşen ve ordu içerisindeki bir kliğe 27 Mayıs darbesini yaptıran Washington, başbakan astırıp iktidara taşıdığı adamlarını 1964'ten itibaren herkesin önünde azarlamaya bile başladı.
Zihinlerde bir ışık yanıyor
Kıbrıs Türklerinin Rum çeteleri tarafından katledilmesine tepki gösteren İnönü, dönemin ABD Başkanı Lyndon Johnson tarafından mektupla sert bir şekilde uyarıldı. Türk halkına atılmış bir tokat niteliğindeki o mektubun ardından, karanlık kalmaya alışkın zihinlerde sönük de olsa bir ışık yandı. Sonraki yıllarda yaşananlar aslında Amerikan mandacılarıyla millî unsurların henüz sonlanmamış savaşından ibarettir.
Ada'yı Türklerden tamamen temizleme amacındaki CIA güdümlü EOKA'nın katliamları 1974'e dek sürdü. Bu sırada Anadolu topraklarında çiftçinin ektiği tohumlara bile karışan ABD yönetimi, Türk ordusunun Kıbrıs Barış Harekâtı'na kalkışmasıyla Ankara'ya silah ambargosunu devreye soktu.
Mehmetçiğin Kıbrıs'a ayak basmasına Yahudiler çok öfkeliydi. Ambargoya cevap olarak Türk hükümeti, Amerikalıların kullandığı 21 adet üs ve tesisin kapısına kilit vurdu. Beyaz Saray ise bu hamleye Ermenilerle karşılık verdi. ASALA terör örgütü, yurtdışındaki Türk temsilciliklerinde diplomatları aileleriyle birlikte katletmeye girişti.
Fakat zihinlerde yanan direniş ışığı her geçen yıl daha da kuvvetleniyordu. ABD'nin ambargosuyla birlikte ortaya çıkan silah-mühimmat sıkıntısı, Türk milletine onlarca yıl boyu kandırılmış olduğunu acı biçimde anlatmıştı. Bu yüzden milyonlar, ilk millî savunma sanayii firmalarının Ankara'da kurulmasını ayakta alkışladı.
Önce Atatürk ilke ve inkılapları, sonra NATO
Ne var ki bu millet uzun süre sevinmeye hiç vakit bulamadı. Kıbrıs davasını Türklere pahalıya ödetmek isteyenler, NATO eliyle iç savaş başlattı. İttifak'ın 1 numaralı gücü böyle istiyordu. Sıkılmış yumrukların kavga etmeye zaten hazır olduğu kırılgan bir ortamda sağ-sol, Alevi-Sünni kışkırtmasının fitilini ateşlemek zor olmadı. Sokakta yangın çıkarıp sonra itfaiyeci rolünde kurtarıcı olarak belirenler, 12 Eylül darbesine imza atarak iç savaşı sona erdirdi.
Amerikan mandasına dirençli damar bir kez daha kaybetmişti. Darbeyi tertipleyenler, Atatürk ilke ve inkılaplarına, aynı zamanda Batı'ya ve NATO'ya bağlılık yemini ediyordu. NATO'ya bağlılık demek, ABD'ye bağımlılık demekti; bu da İsrail için yeterli bir güvenceydi.
ASALA örgütü 1983'te sadece Türklerin değil Avrupalıların da ölümüne yol açınca tedavülden kaldırıldı. Ortadoğu'da küçük, sahte devletçikler yaratmak için yeni bir aparatın tam vaktiydi. PKK bu esnada ortaya çıktı. NATO'nun 1 numarası, 80 ve 90'lar boyunca eğitip donattığı PKK'yı, bölgeyi istikrarsızlaştırıp parçalamak için kullanacaktı. Bu esnada Türk ordusu bünyesinde periyodik biçimde kendisine bağlı cuntalar oluşturan NATO, darbelerle millete korku salan Gladio-A'ya alternatif Gladio-B'yi sessiz sedasız palazlandırdı.
Savaş teklifi kabul edilmeyince...
Türkistan coğrafyasını önce Rusya'ya sonra da Çin’e karşı örgütleyip kullanmak, bunu yaparken de Müslümanları Nizam-ı âlem iddiasından mahrum bırakacak ucube bir 'new age' inanışın hizmetkârları haline getirmek üzere tasarlanmış Fetullahçı Terör Örgütü, Gladio-B'nin ana omurgası oldu.
Ne garip ki, Ankara'nın NATO zinciriyle göbekten bağlı kaldığı Amerika Yahudilerce yönetiliyor; Atlantik İttifakı'nın tüm hücrelerinde ise küresel Sion teşkilatının Mason locaları bulunuyordu. Yahudilerin altın çağında İsrail'in onay vermediği hiçbir proje gerçekleşmiyordu fakat ortada İsrail'den eser yoktu.
Irak ile Suriye, işgal ve iç savaşla parçalandı. Böylelikle Tel Aviv'e tehdit olma ihtimalleri ortadan kalktı. Türkiye, bölgede siyonistlerce önü açılan Şii İran'la savaş teklifini kabul etmeyince laboratuvarda imâl edilmiş IŞİD/DEAŞ sahneye sürüldü. ABD-İsrail adına İran'la savaş tuzağından kaçınan Ankara, Musul'da konsolosluk binasının bombalanmasını, kadim İslâm kentlerinin yıkılmasını, Sünnî nüfusun etnik temizliğe uğramasını izlemek zorunda kaldı.
Bütün üyeler tek bir ülkeye saldırır
Bu bir güç mücadelesiydi ve Türkler, Batı Terör Örgütü ile NATO'nun en anlamlı denemesini de sokakta kanıyla-canıyla bertaraf etmek zorundaydı.
Gladio-B, 15 Temmuz'da Türkiye'yi ABD-İsrail adına işgal etmeye kalkıştı. O gece tüm hikâyeyi çıplak biçimde ve yüksek çözünürlükte gören Türk milleti, NATO denilen organizasyonun bu toprakları kontrol altında tutmak için tasarlandığını anladı. İttifak, FETÖ'cü generalleri tüm kritik merkezlerde darbeye özenle hazırlamıştı. NATO etkisi, kalkışmanın her aşamasında hissediliyordu. 15 Temmuz'da emperyalizme geçit vermeyen Türk milleti, arı kovanına sert bir cisim soktuğunu çok geçmeden fark edecekti. NATO ülkelerinin kontrolündeki PKK/YPG, FETÖ, DHKP/C, MLKP ve diğer silahlı gruplar aynı çatı altında terör eylemlerine hız verdi.
NATO'nun o meşhur 5. maddesi Türkler sözkonusu olduğunda değişiyor ve 'diğer bütün ülkeler aynı anda bir üyeye' saldırıyordu. Batı'nın, aparatları eliyle yoğun taarruzu, askerî harekât konusunda korku duvarının aşılmasını sağladı. Suriye ve Irak'a operasyonlar böyle bir dönemde başladı.
Bir mecburiyet: Türkiye NATO'nun merkezidir
Mehmetçiğin 'vaat edilmiş topraklar'daki her adımı, birilerini kudurtuyordu. Operasyonları engellemek için hem ABD hem de Rusya devreye girdi. Rus subayların komuta ettiği S-300/S-400'lere şalter kapattırıp istediği zaman Şam ve Halep'i bombalayan İsrail, TSK ilerleyişinin önüne geçmek için hem Washington'u hem de Moskova'yı kullanıyordu.
Bu esnada Türk ekonomisi de tarihinin en büyük finans saldırılarıyla karşılaştı. Neredeyse tüm NATO üyeleri Türkiye'nin karşısına geçti; gizli ya da açık ambargo uyguladı.
Dünyanın ortasında derin yalnızlığını ve Batılıların gerçek niyetini bir kez daha açık biçimde gören Ankara, işgal örgütüne dönüşmüş NATO'yu kameralar önünde sorgulamaktan vazgeçti. İstilâcıların topyekûn saldırısını önlemek için İttifak içerisinde kalma seçeneği artık daha mâkul görünüyordu. NATO'nun topyekûn saldırısından korunmak için bir süre daha NATO'da kalınacaktı.
"Türkiye, NATO'nun merkez ülkesidir" söylemi böylelikle 2019 yılından beri siyasetin güvenlik mottosu oldu. İttifak'ın 75. yılında durumumuz, Howard Hawks'ın Rio Bravo filmi afişi gibidir. Aynı hedefi takip ediyor gibi görünen 3 kişi, aslında gölgeleriyle birbirlerine silah çekmektedir.