Mustafa Kemal ve Kemalistlerin Sultan Vahideddin itirafları
Sabetaycı ve masonların Vahideddin Han hakkındaki kini, aradan bir asır geçmesine rağmen bitmedi, bitmeyecek de. Dün yâhut bugün kendi yaptıklarını meşru göstermek isteyenler, çoğu mason ve Sabetaycılardan oluşan İttihat ve Terakki’nin koca cihan imparatorluğunu sadece 6 yılda paramparça etmesine ses çıkarmak şöyle dursun, bütün faturayı son Sultan Vahideddin Han’a kesmektedir.
Bu faturanın kesilmesindeki murad vatan davası olmayıp, Osmanlı’ya kinlerini kusabilecekleri bir şahsiyet olarak seçmiş olmalarıdır. Talat ve Cemal gibi mason Sabetaycılara ses çıkarmayanlar, Türk ama ahmaklığı ile şöhret bulan haris bir beyinsiz olan Enver Paşa’yı da es geçiyorlar. Hain olmasa da Enver’in savunulacak hiçbir yanı yok. Çünkü Osmanlı’nın 1. Cihan Harbine girmesinin en büyük fâili bizatihi kendisi.
Bir mazlumu savunmak insan olan herkesin görevi. Bu hususta ne kadar delil ortaya koyarsanız koyun, vicdanını Kemalizm dinine kiraya vermiş veya kurban etmişleri ikna etmek güç. Ancak mütedeyyin çevrelerde bile Sultan Hazretleri hakkında, Kemalizm’in sık sık tekrarladığı ve mekteplerde zoraki öğrettiği yalanlar yüzünden kötü zanda bulunuluyor.
O halde gelin, biz fikrimizi söylemeden önce Vahideddin Han’ı düşmanlarından dinleyelim:
‘Dünyanın en namuslusu idi’
“Damarlarımı kesseniz Atatürk diye akar” sözüyle de tanınan Cemal Kutay diyor ki: “-Vahideddin- Elbette hain değildi. Dünyanın en namuslu adamlarından biriydi. Ölürken yastığının altından parasızlıktan alamadığı ilaçlarının reçeteleri çıktı. Bunu Tarık Mümtaz Göztepe anlatıyor. Ve cenazesini rehin ettiler San Remo'da. Akrabaları, arkadaşları cenazeyi kaçırdılar da gömüldü. Bunlar hakkında hüküm verebilmek için önce bilgili olmak lâzım. Bakın Hazine-i Hassa Reisi Refik Bey'i çağırıp, sayım yaptırdı gitmeden evvel. Oradan kaşıkçı elmasını alıp gidebilirdi. Hakkıydı, ailesinin çünkü. Kesinlikle bunlar namusu mücessem. Kafanız hiç karışmasın devrimlerin kaderi budur. Evet, Atatürk, Vahdettin'e 'vatan haini' dedi ama bence hata etti… İlk yapılacak şey, Nutuk'un bir tarih olmadığını açıkça ortaya koymak. Yani Nutuk'a isnat ederek bir hâdisenin tek başına Nutuk'un çerçevesi içinde izahı mümkün olmadığı kabul edilmelidir.
‘Vahideddin Han M. Kemal’e 40 bin altın verdi’
“Mustafa Kemal ne yazık ki, kendi nutkunda Millî Mücadele'nin kuruluşunu hakiki olarak anlatmamıştır” diyen Kutay, Sultan Vahideddin Han’ın M. Kemal’i Samsun'a gönderirken kendisine ne kadar para verdiğini ise şöyle ifşa ediyor:
"25 bin altın. O zaman bu parayla İstanbul'un onda biri satın alınırdı. Ben bunu Demokrat Parti milletvekili olan hukukçu Celal Fuat Türkgeldi'nin babası Mabeyn Başkatibi olan Ali Fuat Türkgeldi'den dinledim."
Kemalist tarihçi İsmet Bozdağ da M. Kemal'e 40 bin altın değerinde para verildiğini, Abdülhamit'in kızı Şadiye Sultan'dan dinlediğini belirtir. Üstelik bu 40 bin altını, Vahideddin'in çiftliğini ve atlarını satarak temin ettiğini söyler. İki Kemalist "para verildiğinde" birleşirler.
‘M. Kemal tarihi doğru anlatmıyor’
“Mustafa Kemal tarihi doğru anlatmıyor, yani hepsini anlatmıyor, bir parçayı vermiş üst tarafı karanlık” diyen Kemalist İsmet Bozdağ, Cemal Kutay ile birlikte 13 Haziran 1995 tarihli Sabah gazetesinde "Vahdettin hain değildi" başlığı ile yayınlanan röportajlarında devamla şunları söyler: “O sırada M. Kemal, ‘Vahdettin'in yaveri idi. Erzurum Kongresi'ne "Hazret-i Şehriyari kordonlarıyla" gitti. Samsun'a doğru yola çıkmadan bir gün önce -Yıldız- Sarayında padişahla yemek yedi, ertesi sabah da içeriği net olarak söylenmeyen görevi kendisine verildi. Ayrıca M. Kemal'e ‘gizli’ görevinde tanınan yetkiler tarih içinde yalnızca Köprülü Mehmet Paşa'ya tanınmıştı. M. Kemal'in Samsun'a yolculuğunda sadece askerî değil sivil müesseseler de emrine verildi.”
Mustafa Kemal imzalı bildiri
25 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi’nde M. Kemal imzalı “düşman propagandalarına inanılmaması üzerine bir beyanname” adlı metin yayınlanır ve orada şöyle denilir:
“İngilizler tarafından satın alınan ve milleti birbirine düşürmek maksadını güden bazı hâinler, sizi aldatmak için her türlü yalanı söylüyorlar. Ankara’da toplanan Meclis, Padişah ve Halife’yi düşman baskısından kurtarmak ve vatanın parçalanmasına engel olmak ve İstanbul’u yeniden ele geçirmek için uğraşıyor. Biz vekilleriniz (Allah ve Peygamber adına yemin ederiz ki) Padişah’a ve Halife’ye isyan sözü yalandır. İstediğimiz tek şey, Hindistan ve Mısır’ın başına gelen halden vatanımızı kurtarmaktır. Onun için İngiliz casuslarının uydurduklarına inanmayın. Allah’ın laneti düşmana yardım eden hâinlerin üzerine olsun ve Rahmet de Tevfiki de Halife ve Padişahımızın, millet ve vatanımızı kurtarmak için çalışanların üzerinden eksik olmasın.”
TBMM’nin 23 Nisan 1920’deki açılışından sadece 5 gün sonra ise 27 Nisan 1920’de Sultan Vahideddin’e bir “Sadâkat yazısı” gönderilir. Mustafa Kemal Paşa imzalı yazıda şunlar yazılıdır:
“Büyük Padişahımız, Halife ve en mukaddes Hakanımız, Efendimiz, İstanbul’un işgali ve bunu izleyen facialar üzerine durumu incelemek, Saltanatımızın hukukunu ve Millî istiklâlimizi savunmak ve sağlamak maksadıyla bu defa Ankara’da Büyük Millet Meclisi halinde toplandık. Anadolu’nun düşman işgali altında olmayan her köşesinden gelen ve millet tarafından olağanüstü yetkilerle izinli kılınan milletvekilleri, oy birliği ile aldıkları karar sonunda bazı gerçekleri yüce kapınıza arz etmeyi, kendileri için bir sadâkat ve kulluk görevi bilirler. Padişahımız, kalbimiz size karşı sadâkat ve bağlılık duygusu ile dolu olarak, tahtınızın etrafında her zamankinden daha sıkı bir sadâkatle bağlanmış bulunuyoruz. Toplantısının ilk sözü padişahına bağlılık olan bu Meclis’in son sözünün de bundan ibaret olacağını yüce kapılarına en büyük ve alçak gönüllükle arz eder.”
Harbiye Naziri Fevzi paşa Ankara'da
Sultan Vahideddin’in “Paşa sen de Ankara’ya git. Zîra burada yapılacak bir iş kalmamıştır” dediğini söyleyen Harbiye Nazırı Fevzi Çakmak, İstanbul’dan gizlice çıkmış ve 27 Nisan 1920 günü Ankara’ya ulaşmıştır.
Kürsüde Mustafa Kemal Paşa var ve şöyle diyor: “Efendim bir şey arz etmek istiyorum. İstanbul’dan Harbiye Nazırı Fevzi Paşa (Çakmak) hazretleri, Ankara’ya girmek üzereler. Eğer tensip buyurursanız, meclisimizden bir heyet Fevzi Paşa hazretlerini karşılamak üzere yola çıksın. Bu sebeple meclisi tatil ediyorum.”
Fevzi Çakmak Konuşuyor: “…Efendiler! Gerek Padişahımız efendimiz hazretleri, gerek bendeniz, beş yüz senelik bakir payitahtımızın ilk defa düşman tarafından işgali faciasını görmek bedbahtlığına uğramış felâketzedelerdeniz… İngilizler, Harbiye Nezaretini işgal ederek benim makam odama kadar süngülü neferlerini soktular ve onlar tarafından belirlenen emirleri vermemi istediler…
Padişahımız efendimizle görüşmek üzere Cuma selamlığına gittim. Namazdan evvel Padişahımız bendenizi kabul ettiler. Fevkalâde üzgün bir hâlde bulunuyorlardı. Bana dediler ki; … Ben bugün böyle müthiş bir azap içinde camiye gelmek istemiyordum. Fakat halife olmam veçhiyle bu Cuma selamlığı bana bir dînî mükellefiyet. 50 yıllık bir yıkımın enkazı altında kalmak da bana çok ağır geliyor. Bu enkazın altında ezildik” diyerek üzüntüsünü dile getirdi.
Buyurdu ki, “Paşam aman Anadolu ile irtibatı temin ediniz.” Ben de dedim ki, ‘Efendim irtibat hazırdır. Fakat İngilizler sıkıntı çıkartıyor.’ Bu sözüm üzerine zât-ı şahane bana; “Olsun siz sakın Anadolu ile irtibatı kesmeyiniz” buyurdular.
Arkadaşlar! İngilizler bizden ve Padişahımız efendimizden Anadolu harekâtını ve Kuvayı Milliye’yi inkâr ve reddetmemizi istediler. Biz bunu kabul etmedik… Çünkü Kuvayı Milliye’yi reddetmek, doğrudan doğruya halkı reddetmek demektir. Biz bunun farkındaydık. Sonra dediler ki, ‘siz ve Padişahınız Kuvayı Milliye’yi reddetmezseniz bütün yolları keseceğiz. Anadolu’ya giden tüm buğdaylara el koyup yalnızca bize yakın olan Ermeni ve Rum halkına buğday veririz. Türk halkını açlığa terk ederiz.’ Hükümet olarak biz ve Padişahımız buna rağmen Anadolu Harekâtı ve Kuvayı Milliye aleyhinde en küçük bir söz söylemedik. Zinhar söyleyemezdik…”
‘Fetva süngü ile yazdırıldı’
Fevzi Çakmak konuşmaya devam ediyor: “O sıralarda hepinizin mâlumu olduğu üzere, İngilizler baskıyla tehditle o mahut fetvayı aldılar. Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi’nin imzaladığı Mustafa Kemal hakkındaki idam fermanı mâlumunuz olduğu üzere o fetva süngü zoruyla alınmış ve İslam sinesinin birbirine düşürülmesi hesaplanmıştı. O fetva acı bir vesikadır. Millet ve siz, sanırım bu fetvanın geçerli olmadığını ve hangi şartlarda zorla yazdırıldığını anlamışsınızdır. (Tüm meclisten şüphesiz sedası yükselir.) Konya Milletvekili Refik Bey, “Zâten o fetvanın bizce bir hükmü yoktur. Hangi baskılarla yaptırıldığı bizce de mâlumdur.”
‘Vahideddin Han kendini feda etti̇’
Tarih bilmez cahiller ile Sabetaycı, Pakraduni ve masonların garazkârlıklarına karşı tarihçi Reşat Ekrem Koçu, Sultan Hazretleri hakkında neler söylüyor: “Sultan Mehmed Vahideddin için ‘vatan hâini’ derler, ben küçük bir ilave yapayım: Vatana ihanet ile idama mahkûm, yaşının çok ilerlemiş olması, Fransa’ya eski hizmetlerinin hatırlanması ve Fransa’yı sevdiğinden şüphe edilmemesi dolayısıyla ölüm cezası müebbet kalebentliğine çevrilen Mareşal Peten gibi diyeceğim.
Mâzileri çok temiz olan ve memleketleri felâket girdabına düştükten sonra işbaşına geçen, ağır mesuliyetler yüklenen, yenik milletleri daha fazla çiğnetmemek için nefret edilen, galip düşmanlara dostane el uzatmak durumunda kalan, o kara bahtlı insanlar, milletlerin tarihlerinde sigorta lambalarına benzerler. Kendilerinin yanması büyük tesislerin kurtarılmasını temin eder. Sultan Vahideddin’in tuttuğu yol, başta Topkapı Sarayı hazinesi ile müzelerin ve milli kütüphanelerimizdeki kıymetlerine paha biçilmez, en küçük bir parçası yerine konulamaz hazinelerinizin kahhar düşmanlar tarafından yağmasını önledi.”
İşgal sırasında başta Topkapı Sarayı olmak üzere pek çok mekân kapatılmış, içeride gizli yürütülen hummalı çalışmalarla maddî veya mânevî bakımdan hazine mahiyetindeki büyük kıymete hâiz eşyalar saklanmış ve düşman eline geçmesine mâni olunmuştur. Allah’ın muhafazasıyla başta Mukaddes Emanetler ile İslam Eserleri Müzesindeki Hz. Peygamber (a.s.v.)’dan Osmanlı’ya dek yüzbinlerce İslam eserleri arşivi düşmanın aklına gelmemiş, gelse de erişememişlerdir.
- ‘Beni̇ seçip Anadolu'ya gönderen Sultan Vahideddin’dir’
- İzmir’in mason ve sabetaycı belediye başkanının sözde İzmir’in kurtuluşu etkinliğinde Nutuk’tan aldığı sözlerin sahibi M. Kemal, Uşağı Cemal Granda’nın da olduğu bir ortamda, gerçekleri Yazı İşleri Müdürü Mehmet Tevfik Bilge’ye şu cümlelerle itiraf eder: “Beni, Millî Mücadeleyi başlatmak üzere bunca paşa arasından seçip Anadolu’ya gönderen Sultan Vahideddin’dir!”
- Cemal Granda “Atatürk’ün Uşağı” adlı kitabının “Rifat Hocanın Bağışı” başlıklı bölümünde şunları yazar: “Vahideddin'in kendisine vermiş olduğu yollukların da sonu gelmişti…”
- “Kazım Karabekir sinirleniyor” başlıklı bölümde ise şunları yazıyor Granda:
- Atatürk, son Padişah Vahideddin tarafından Saraya çağırılmıştı. Kabul sırasında Vahideddin ilk olarak ona şu soruyu sormuştu:
- - Şu gördüğünüz düşman gemilerini buradan nasıl çıkarabilirsiniz?
- - O gördüğünüz zırhlılar karada yürümez.
- - Peki bu işi nasıl yapabilirsiniz?
- - Emredersiniz.
- - Ne yaparsanız yapın, fakat bunları buradan kovun...
- Ve kendisine şu görevi veriyor: “Yanınıza çalışabileceğiniz mâiyetinizi alınız. Samsun'a hareket ediniz. Yarın Bandırma vapuru hareketinize hazırdır. Şark vilâyetleri askerî müfettişi olarak yola çıkın. Allah yardımcınız olsun...”
- Padişah, Atatürk'ün elini sıkıyor. O da Saraydan ayrılıyor.
- M. Kemal Paşa, ülkeyi Kazım Karabekir ve Mustafa Kemal’in kurtardığı yönünde yazılanlara sinirlenip: “Eğer bu memleketi bir Karabekir'le bir Mustafa Kemal kurtardıysa çok yazık... Oturup ağlamak lâzım!”
Mustafa Kemal: En namuslu adam öldü
Vahideddin Han 16 Mayıs 1926 günü İtalya’nın San Remo şehrinde Hakk’a yürür. Türkiye’nin Roma Büyükelçisi Suat Bey gelişmeyi bir telgrafla o sırada Adana’da bulunan Kemal Paşa’ya “Sultan Vahideddin’in füc’eten (ansızın) vefat ettiği şimdi haber alınmıştır” ifadeleriyle iletir. Kemal Paşa o sıralarda Hamdullah Suphi Tanrıöver, Hasan Rıza Soyak gibi isimlerin de aralarında olan ekiple beraber sofradadır. Haber üzerine Paşa “Vah vah! Allah rahmet eylesin. Bir tarih kapandı. Kim isterdi ki böyle olmasını. Çok namuslu bir adam öldü... isteseydi Topkapı Sarayı’nın bütün hazinesini götürür ve öyle bir ordu kurup, geri dönerdi ki...” demiştir.Bu gecenin şahitlerinden Soyak, o gece Mustafa Kemal’in gözlerinden ince ince yaşlar süzüldüğünü ve kendisini Millî Mücadele için Sultan Vahideddin’in görevlendirdiğini söylediğini anlatmıştır.
Ecevit ne diyordu?
- Bugün AK Parti gibi bir partide milletvekilliği yapan Bülent Arınç’ın oğlu Mücahit Arınç gibi tipler “Sultan Vahideddin karşı koyamamıştır. Millî Mücadele’yi başlatamamıştır, bu anlamda aciz kalmıştır…” gibi rezilâne sözler söyleye dursun, bakın sabetaycı ve mason Ecevit neler diyor: “Vahideddin hâin değildi. Israrlıyım hâin değildi. Vahideddin devleti soymadı. Biraz insaflı olmalıyız. Kurtuluş Savaşı’na belirgin şekilde destek oldu. Dileseydi devletin her şeyini götürür, refah içinde bir hayat sürerdi. Ders kitaplarında artık gerçekleri anlatmak gerekir…”
Sultan'ı öldürme planı
Ankara’da 3 Mayıs 1920 ile 29 Ekim 1923 arasında yani Cumhuriyetin îlânına dek ‘İcrâ Vekilleri Heyeti’ adıyla 5 kabine oluşturulmuştu ve bu kabinede 38 farklı isim görev almıştı. Bu 38 kişinin sadece 4’ü mason değildi. Bunların çoğu da Sabetaycı ve Pakraduni idi. Bu tercih bize, yeni düzenin sahipleri dolayısıyla da Osmanlı ve son Sultan Vahideddin Han’a yaklaşım konusunda hayli net bilgiler sunar.
Lozan heyetinde müşavir olan Yahya Kemal, Osmanlı’ya kin duyan bu Türk görünümlü ekibin, Sultan’ın şahsında Osmanlı’yı nasıl yargılayacakları ve Vahideddin Han’ı nasıl linç edeceklerini şöyle anlatıyor:
V’akıa, o sofrada hazır bulunan üç vekil (Bakan) ve bir çok mebus, bu linç (Ali Kemal’in linçi) vak’asını tasvip etmiyor, hatta içlerinden Nureddin Paşa’yı takbih ediyorlardır. İzmit, İstanbul’a hücum edecek ordunun merkeziydi. Yemek sırasında Nureddin Paşa (Sakallı Nurettin olarak bilinir, mason ve sabetaycıdır) bahse devam eder:
- ‘Yakında Vahideddin’i getirip cezasını vereceğim’ derken, ikinci murahhaz aza Rıza Nur Beyin sabrı tükendi, Nureddin Paşa’ya hitaben: “O’nu, İnebolu’dan yola çıkaracağız. Çünkü Ankara’ya gelip mahkeme karşısında hesap vermesi lazım” dedi.
İş bununla kalmamıştır. Diyarbakır Mebusu Ermeni Şükrü (Aydındağ) (masonluğa dahi kabul edilmemiş bir sefil) 30 Ekim 1922 tarihinde TBMM’ye verdiği takririnde şöyle demektedir: “Şeytandan daha şenî, alçak olan Vahideddin’in besmele ile taşlanmasını teklif ederim.”
Başkan Vekili Musa Kazım Efendi bu takriri “Padişah hakkında muameleyi kanuniye yapmayı kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın, kabul edilmiştir” diyerek oylamaya sunar ve ne yazık ki hani ‘çoğunluğu hoca’ diye övünülen o Meclis’te kabul edilir.
Hoca kılıklısı, Paşası, Sabetaycısı, Pakradunisi hepsi bir araya gelmiş, 6 asırlık Cihan Devletini son Sultan’ı üzerinden muhakeme ederek, cezalandırmak istemektedirler. Bunu yapmalarındaki sebep, içlerinde İslam’a ve O aziz dinin son temsilcisine duydukları kinden başka ne olabilir?
Sultan'ı infaz için sarayı yaktılar
Hem Sultan Mehmed Reşad Han hem de Sultan Vahideddin Han döneminin Mâbeyn Başkatibi olan Ali Fuat Türkgeldi devrin en mühim şahitlerinden biridir. Türk Tarih Kurumu “Görüp İşittiklerim” adıyla hatıratını sansürlü bir şekilde neşretmiştir. Tarih Kurumu’ndan bedelini ödeyerek sansürsüz halinin bir suretini talep etmemize rağmen sadece ilk 2 sayfasını vermiş, devamını vermeye yanaşmamıştır.
Sarayın yakılması hâdisesinin bizatihi şahidi olan Ali Fuat Türkgeldi’den dinleyelim: “Sarayda bir facia zuhur etti. Ramazan ayı içinde bir sabah Nişantaşı’ndaki kâim ikametgahımda henüz yatakta iken uykudan uyandırıldım. Yıldız Sarayı’nın yanmakta olduğu haberini verdiler… Harem-i Humayun’da Sultan Reşad merhumun vefat ettiği ahşap dairede sabaha karşı yangın zuhur ederek, Hünkar’ın (Vahideddin Han’ın) beytûtet eylediği (gecelediği) alt kattaki daireye de sirayet ederek az zamanda yanıp kül olmuştu…
Küçük mabeynin aksakallı kalleş bir bekçisi vardı. Bekçi “hizmet ve fedakarlığının” derecesini göstermek maksadıyla hüngür hüngür ağlayarak câlî (sahte) teessürlerini ibraz eylemeye başlayınca, Hünkâr Vahideddin: “Benim milletimin ocağı yanıyor; ben onu düşünüyorum, kendi evim yanmış ne ehemmiyeti var” dedi.
- Vahideddin Han'dan İzmir mevlidi
- İzmir’in kurtuluş haberinİ alan Sultan Vahideddin Han, Ayasofya’da Mevlid-i Şerif okutup dua ettirir. Olup biteni Sinyor Piyetro Quaroni’den dinleyelim: “Türk ordusu, bir semti alevler içinde yanan İzmir’e girmiş, Yunan’la yapılan harb sona ermişti. Sultan Vahideddin’in Türk kuvvetlerinin zaferini kutlamak için teberrüken bir mevlid okutacağını duydum. Bu cidden düşündürücü bir haberdi. Zîra Ankara Hükümeti, Sultan hakkındaki fikrini, ona karşı neler düşündüğünü artık gizlememekte idi. Ve Sultan, kendisini devirecek olan kuvveti zafere ulaştırdığından ötürü Cenâb-ı Hakk’a hamd edilmesini istiyordu… Ayasofya Mü’minlerle dolup taşmakta idi. Büyük kapıdan girince hemen loş bir yer seçip, bir halı üstüne bağdaş kurdum… Hafızlar sıra ile Kur’an okuyordu. Sultanlar sultanı, krallara taç dağıtan Sultan… Vahideddin Han mihrabın yanı başında tek başına oturuyordu… Hutbe biter bitmez halk korkunç bir haykırışla “Kahrolsun gâvurlar” diyordu. İtiraf etmeliyim ki (bir gâvur olarak) ben de gırtlağım yırtıla yırtıla haykırdım: “Kahrolsun gâvurlar!”
- Jandarma, Sultan’a yol açıyordu. Sultan Ayasofya’dan ayrılıyordu. Başını biraz sağına eğmiş, gözleri hafifçe yummuş, duâ okur gibi bir hâli vardı. Dirsekleri hâlâ bükülmüş, avuçları kıbleye doğru açıktı. Yüzü sararmıştı. İstanbul hâlâ işgal altındaydı…”
- Bu yabancı gâvurda ki hissiyat ve samimiyetin zerresi ne eski yerli gâvurlarda ne de şimdikilerde olmadı ve olmayacak. Çünkü onların hepsi bu millet ve inancına öyle kindardırlar ki o gayz yani düşmanlıkları cehennem ateşiyle buluşuncaya dek dinmeyecek.
Karanlık soruların gerçek cevapları
Sultan neden İstanbul’u terk etti?
Sultan Hazretleri, saltanatın Ankara hükümetince 1 Kasım 1922’de ilgasından 19 gün sonra İstanbul’dan ayrıldı. Yukarıda görüldüğü üzere terk etmezse tutuklanıp ya yolda linç edilecek, yâhut da Ankara’ya götürülüp sözde bir yargılamayla idama mahkûm edilip alçakça taşlanacaktı.
İstanbul’u terk etmek tek seçenek miydi?
Elbette kalıp Ankara ile savaşırdı. Galip ve mağlup olacağını elbette bugünden bakarak bilemeyiz. Ancak kalıp savaşsa idi, Müslüman Türk birbirini kırar ve her iki devlet de yok olabilirdi. O terk ederek kendini feda edip, devleti kurtarmıştır.
Çünkü İstanbul, Ankara’ya ait bir toprak değildi ve Sultan ilgayı tanımayıp Osmanlı’nın daha küçük bir alanda kalmasını sağlayabilirdi, hatta işgalciler de bundan büyük memnuniyet duyabilirdi. Veya işgalciler İstanbul’u hiçbir zaman terk etmeyebilir, burada Vatikan benzeri bir devlet bile kurabilirlerdi.
İstanbul ve diğer toprakların işgalinde kusurlu olan kim?
Çoğu mason ve sabetaycı olan İttihat ve Terakki (İT)cilerin Sultan Abdülhamid’e yaptığı askerî darbe sonrasında makamları işgal etmiş ancak devleti yönetememiş, aptalca ve hâinâne bir kararla Birinci Cihan Harbi’ne girilmiş, devlet 10 yıldan kısa bir sürede paramparça edilmiştir. Bir kusurlu aranacaksa o da CHP’nin de atası olan İT’tir. Son devirde bir mâsum kişi varsa o da Sultan Vahideddin Han’dır ki, işgal onun iktidarından sadece birkaç ay sonra gerçekleşmiştir ve bu işgalde tek kusursuz olan Sultan’dır.
Mustafa Kemal’in yıkılıştaki rolü nedir?
M. Kemal 31 Mart ayaklanmasına katılmış bir subaydır. Osmanlı’nın son döneminin en güçlü ordusu olan Yıldırım Ordularının komutanıdır ki, bu ordu yenik bir ordudur ve Mondros bu yenilgilerin bir neticesidir.
Sultan’ın hiç mi kabahati yok?
Sultan, işgal edilmiş İstanbul’da âdeta esirdir. Sultan’ın ailesi ile bile irtibatı sınırlandırılmıştır. Bankadaki parasına erişimi dahi yasaktır. Ankara ise hürdür. Buna rağmen Sultan bir yolunu bulup, Ankara’ya maddî ve mânevî destek ulaştırmıştır. Bu şartlarda bu mazlum Sultan’ı suçlu îlân etmek vicdansızlık ve nankörlüktür.
Vahideddin Han’a neden yükleniyorlar?
Vahideddin’e yüklenmelerini iki döneme ayırmak gerekiyor. İlki, Millî Mücadele dönemi ve İstanbul’da bulunduğu yıllar. İkincisi ise İstanbul’u terkinden günümüze uzanan zaman. Aslında her ikisinin temelinde;
- Saltanat ve Hilafetin ilgasını meşru göstermek,
- Yeni rejimi kabul ettirmek,
- Yapılan sözde devrimleri haklı çıkarmak,
- Osmanlı ve İslam’a düşmanlık,
- Vahideddin Han üzerinden Kemalizm dinini muhafaza,
- Müslümanlar ve Türkleri baskı altında tutarak sindirmek,
- Millî mücadeleyi Vahideddin Han’ın başlattığını milletimizden gizlemek…
Aslında olup biten kurt-kuzu hikayesi ki üstelik Mustafa Kemal ve Ecevit gibi şahsiyetlerin itiraflarına rağmen son 20 yılda, hassaten de 15 Temmuz sonrasında bile ders kitaplarında bu zulme son verilmemiştir ne yazık ki.
Sultan Damat Ferid’i neden istifa ettirdi?
Sultan Vahideddin tarihte eşi görülmemiş bir ferman vererek Mustafa Kemal’i Anadolu’ya göndermiş, Sivas kararlarını kabul etmeyen Damat Ferit Hükümetini istifa ettirmiştir.
Sultan İngilizlere sığındı mı?
Bu külliyen yalandır. İstanbul işgal altındadır ve İngilizlerin izni olmadan Sultan’ın şehri terki imkansızdır. Çıkış talebi İngilizlere bildirilmiştir o kadar. Sığınacak olsa Millî Mücadele’den önce sığınırdı.
Neden İngiliz gemisiyle çıktı?
Osmanlı’nın tüm gemileri müsadere edilmiş, askerleri silahsızlandırılmıştır. İngiliz’in gemisi veya diğer işgalcilerin gemileri olmaksızın terk mümkün değildir. Ayrıca Ankara hükümeti, Sultan’ı yakalayıp infaz etmek istemektedir ve bu bilgilerin hepsi Sultan ve İngilizlerce bilinmektedir. Sultan bu yolla kendi hakkında bir şaibeyi göze almış, ancak Osmanlı’nın izzet ve şerefinin düzmece bir mahkeme veya linçle lekelenmesini engellemiştir.
Mustafa Kemal’i kim görevlendirdi?
Millî Mücadeleyi başlatması için Mustafa Kemal Paşa’yı bizatihi Sultan Vahideddin Han görevlendirmiştir. Ona ve faaliyetlerine muhalifmiş gibi yaparak hem İngilizlere karşı zaman kazanmış hem de Ankara’nın elini güçlendirmiştir. Bu aslında İngilizlere karşı oynanmış bir oyundur ve İngiliz bunu fark ettiğinde tabiri caizse Sultan’ın ipini çekerek, Ankara’yı destekleme kararı almıştır. Bunun farkında olan Sultan, Lozan’da Tevfik Paşa ile Ankara hükümetine destek sağlamıştır.
İzmir neyle takas edildi?
Yunan, Osmanlı topraklarını işgal edebilecek bir güç değildir. İtilaf devletlerinin ortak kararı ile Yunan’ın İzmir’e çıkışı sağlanmıştır. İngiliz bu sayede birden çok kuş avlamıştır. İlki, Anadolu bununla meşgul edilerek, Musul Kerkük gibi petrol havzaları ele geçirilmiş, İzmir ile hilafet takas edilmiştir. Batı Trakya ve Selanik bölgesi, Lozan’da Yunan’a işgalin ödülü olarak verilmiştir. Edirne ise sigorta olarak tutulmuş, Türk askeri 19 Ağustos 1938’e kadar Edirne’de bulunamamıştır.
Millî Mücadele’yi kim başlattı?
Millî Mücadele’yi bizatihi Sultan Vahideddin planlamış, şahsi mallarını satıp, büyük serveti Mustafa Kemal’e sunmuş, mahiyetine 50’ye yakın kişi ve araç vermiş, sonuna dek desteklemiş, “mecelle-i musibet” diye adlandırdığı Sevr’i imzalamayarak Anadolu’ya zaman kazandırmış, Rauf Orbay gibi isimleri daha sonra destek için Ankara’ya görevlendirmiş, saltanatını ilga ve kendisini öldürmeye çalışmalarına rağmen onlar hakkında hiçbir kem söz söylememiştir. Mustafa Kemal’i görevlendirirken İngiliz’e de tuzak kurup, Mustafa Kemal’in gidiş amacını gizlemiştir.
Mustafa Kemal gökten zembille mi indi?
M. Kemal’in kendisinin bile “Eğer bu memleketi bir Karabekir'le bir Mustafa Kemal kurtardıysa çok yazık... Oturup ağlamak lâzım” demesine rağmen, memleketi sadece bir kişinin kurtardığına inanan Kemalistler, Paşa’ya bir insan değil ilâh muamelesi çekmektedirler. Bu şirkten başka bir şey değildir. M. Kemal ilk olarak Şimon Zvi’nin mektebinde okusa da sonrasını Sultan Abdülhamid’in Osmanlı harbiyesinde sürdürmüş, Osmanlı ordusunda görev almış bir paşadır. O’nu yüceltmek için Osmanlı’ya sövenler; ya Kemalizm’in cahil bıraktığı kişiler ya Cumhuriyet okullarında yalanlarla büyütülmüş kimseler yâhut da gerçeği çok iyi bildikleri halde bu milletin tarih ve inancına hakaret etme sığınağı olarak gören zavallılardır. Biz hepsinden berîyiz. Osmanlı, Türk’ün şeref sayfalarının en büyüğüdür. Cumhuriyet’in kurucu unsurlarının çoğu Sabetaycı ve Pakraduni olsalar da asıl kurucu unsur bu aziz milletin ta kendisidir.
Öte yandan memleketin ahvalinden mesul olmayan tek bir kişi varsa o da Sultan Vahideddin idi. Bunca şeye rağmen cennet mekân Sultan Vahideddin Han’a “vatan hâini” demek sadece bir iftira değil aynı zamanda emperyalizmin suç ortaklığı ve de Müslüman Türk’e düşmanlıktır!