Müslüman azınlıkların geleceğine dair

Müslüman azınlıkların geleceğine dair
Müslüman azınlıkların geleceğine dair

Hz. Peygamber’in (s.a.v) Veda hutbesinde omuzlarımıza yüklediği barış ve adâlet görevini, gerek şahsî gerekse cemiyet bazında başkalarıyla etkin bir iletişim kurmadan gerçekleştiremeyiz, bunun başka bir yolu ve imkânı yoktur. Bizi biz tanıtmalıyız. Başkalarının bizi tanımlamasına izin veremeyiz. Malcolm X olarak da bilinen Şehid Malik Şahbaz, medya hakkında şunları söylediğinde çok haklıydı: "Medya, dünyadaki en güçlü varlıktır. Masumları suçlu, suçluları masum yapma gücüne sahiptir ve bu gerçek bir güçtür. Çünkü medya kitlelerin zihinlerini kontrol eder.”

Dünyadaki tüm Müslümanların yaklaşık %30'u azınlık olarak yaşıyor. Bunun 6 milyonu ise ABD ve Kanada'da ikamet ediyor. Kuzey Amerika Müslümanları maddî olarak ilerleme kaydediyor. Son 20 yılda en az 3 bin cami inşa ettiler. Dünyanın en eğitimli ve en profesyonel Müslüman topluluklarından biri bu.

Buradaki Müslüman azınlık, Hindistan'daki Müslüman azınlığa kıyasla çok daha özgür, Fransa'dakilere kıyasla daha az İslamofobi ile karşı karşıya olsa da çoğu yabancı bir toplumda daha ziyade inançlarını ve kimliklerini korumaya odaklanmış kimseler. Oysa Peygamberlerin görevini örnek almaları beklenirdi.

“Andolsun, biz elçilerimizi açık mucizelerle gönderdik ve beraberlerinde kitabı ve mizanı (ölçüyü) indirdik ki, insanlar âdaleti yerine getirsinler.” Hadid 25.

Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in Veda Haccı’nda Arafat Dağı’ndaki hutbesi de Müslümanlara bu görevi yüklüyor. İhrama bürünmüş hacıların, Lebbeyk Allahumme Lebbeyk (Buyur, senin hizmetindeyim ey Allah’ım) sözleri de bu misyonun ifadesidir.

Bütün bunların ışığında, ADÂLET İÇİN MÜCADELE Müslüman azınlıklar için hayatın merkezi olmalı, toplumun geniş kesimiyle irtibata geçip insanlık için şahit olma fırsatını onlara sağlamalıdır.

Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v)’in bizzat kendisi de Mekke'de tıpkı bir azınlık hayatı yaşadı, hicret ederek hayatının çoğunu başka bir toplumda, Medine'de geçirdi. Allah'ın rehberliği ve bereketi şüphesiz onunla beraberdi ve sonunda başardı. Peki, bu başarıda hangi stratejileri izledi?

Hıristiyan misyonerlere ve Haçlı zihniyeti taşıyan İslamofobiklere kalırsa, onun temel stratejisi toprakları fethetmek ve insanların kafalarını kesmekten ibaretti. Nitekim DEAŞ zihniyeti de böyle düşünüyor. Ancak gerçek bu değil.

Gerçek şu ki, Hz. Peygamber (s.a.v) 23 bin günü aşan tüm hayatının yalnızca altı gününü savaş ile geçirdi. O da bir barış yurdu olan Medine’yi savunma noktasında Allah’ın emriyle oldu. Elbette bu durum, peygamberlik hayatının neredeyse tamamını kuşatan zorlu bir döneme nazaran hiç mesabesinde. Mesela Bedir Savaşı öğleden sonra sadece birkaç saat sürdü. Her iki tarafa savaşın maliyeti, Hamidullah’a göre yaklaşık 400 kişiydi. Mevdudi ise 1000 civarı bir rakamdan bahsediyor.

Hz. Peygamber’in (s.a.v) başarısı, toplumda adâleti, hakkâniyeti ve eşitliği tesis etme hedefine dönük bir strateji ile gerçekleşti. Bu stratejinin üç mühim sacayağı var:

- Sahabesini halka hizmet düsturuyla eğitip, buna dönük bir anlayışla donattı.

- Zamanında mevcut olan bütün iletişim araçlarını kullandı.

- Ortak bir hedef için network kurdu, koalisyon ve ittifaklar geliştirdi.

Halka hizmet

İnsanların adâlet, hakkâniyet ve eşitlik için ayağa kalkmalarına yardımcı olmayı yerine getirebilmek için daha iyi insanlar olmalıyız. Ve daha iyi insanlar olmamızın tek yolu zayıflara, düşkünlere, fakir ve yetimlere bakmak, onları gözetmektir. Kur’an-ı Kerim’i açtığımızda özellikle erken Mekkî surelerde bunun vurgulandığını görüyoruz.

Kur’an-ı Kerim Mâun suresinde inancı sağlam olmayan kişinin iki özelliğinden bahseder.

- İlki açları umursamaması ve yetimi geri çevirmesidir.

- İkincisi de ibadetinde samimi olmayıp, zoraki ve üşengeç bir tavra sahip olmasıdır.

Burada insanlara iyilik yapmak, Allah’a ibadet ile birlikte zikredilmiştir. Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle “Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz.” İnsan 9.

Böyle bir dindarlık, bu dünyada adâlet, hakkâniyet ve eşitlik konusundaki Peygamberlik misyonunun yerine gelmesi için bir gerekliliktir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v), inançlarına bakmaksızın tüm insanların dertleriyle/meseleleriyle ilgilendi. Ve bunu yalnızca Medine'de bir devlet kurduğu, güce eriştiği zaman değil, Mekke'de bizzat zulüm altında acı çekerken bile yaptı.

Bunun en açık misâli, İslam ve Müslüman düşmanı, meşhur işkenceci Ebu Cehil'in kendisine mal satan bir yabancı tâcirin parasını ödememesi hâdisesinde yaşandı.

Yabancı tâcir, adaleti ve iyiliğiyle meşhur Hz. Peygamber (s.a.v)’in yanına gelerek vaziyeti arzetti ve yardımını istedi. Oysa o dönem Müslümanların Mekke’deki genel vaziyeti, o tâcirin vaziyetinden daha iyi değildi. Efendimiz (s.a.v) Müslümanların da mağdur olduğunu söyleyerek o tâciri pekâla geri çevirebilirdi ama öyle yapmadı.

Ebu Cehil’in yanına giderek yabancı tâcire zulüm ettiğini ve parasını ödemesi gerektiğini ihtar etti.Ebu Cehil, Hz. Peygamber (s.a.v)’e ve Müslümanlara duyduğu nefrete rağmen bu ihtar karşısında yabancı tacirin parasını ödemek zorunda kaldı.

Hangi zor şartlar altında olursak olalım, başka insanlara iyilik yapmanın mazereti olmadığını ve bunun bizi daha iyi bir insan yaptığını öğreten Nebevî bir örnek var karşımızda. Kendi zor şartlarımızı bahane ederek insanlığımızdan ve bunun getirdiği mesuliyetlerden kendimizi sıyıramayız. Hedefimiz, içimizdeki insanlığı olabildiğince en yüksek seviyeye taşımak olmalı. Hz. Peygamber (s.a.v)’in bize öğrettiği işte budur.

Peygamberler en yüksek insânî karakterler olarak her zaman zayıfların ve ezilenlerin yanında durmayı tercih ettiler. Sadece inananlara değil, başka inançtaki insanlara da iyilik yapmaktan geri durmadılar. Bu yüzden komşu hakları söz konusu olduğunda muhatabınızın Hıristiyan, ateist, Hindu, Sih yahut Kadıyânî inancına sahip kimseler olmasının bir ehemmiyeti yoktur. Sadece insan olması bir Müslüman için yeterlidir. İnancı ne olursa olsun, komşuluk hakları yerine getirilir.

Amerikan Müslümanları artık bu gerçeğin farkına varmaya başladı. Komşularıyla daha yakın ilişkiler kurmak suretiyle insanlık ortak paydasında buluşuyor, onların ihtiyaçlarına çözümler sunuyor, insan hakları mücadelesinde onlarla omuz omuza veriyor.

Bakınız bu mesele niçin bu kadar mühim? Illinois Eyalet Vali Yardımcısı Afro-Amerikali bir hanımefendi. Ve onun bir sohbetimizde bana “Üniversiteye gitmek için bursa ihtiyacım olduğunda sizin gibiler yoktu, o vakit neredeydiniz” diyerek bana sitem ettiğini bilirim.

İletişim

Hz. Peygamber (s.a.v)’in stratejisinin temellerinden biri de eldeki iletişim imkânlarını sonuna dek kullanmasıydı. Mesajını insanlara iletmek ve misyonunu sürdürmek için o dönem Arabistan'da mevcut olan her türlü iletişim aracından istifade etti. Dolayısıyla bu Nebevî bir stratejidir, Hz. Peygamber (s.a.v)’in örnek alınması gereken bir sünnetidir.

Nitekim Allah-ü Teâlâ Kerim olan kitabında şöyle buyuruyor: “Ey peygamber! Biz seni bir şahit, müjdeci, uyarıcı, izniyle Allah’a çağırıcı ve etrafını aydınlatan bir nur olarak gönderdik.”Ahzab 45-46

Başka bir ayette de: “Allah’a itaat edin, peygambere de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz, bilin ki elçimize düşen sadece apaçık bir tebliğdir” buyuruyor. Teğabün 12

Henüz çocukken Pakistan’da İslam öncesi Arap şiirinin en muhteşem örnekleri olan Muallakat-ı Seb’a okumanın şart koşulduğu bir medreseye gitmiştim. Daha sonra siyer kitaplarını okuduğumda Hz. Peygamber (s.a.v)’in mevcut tüm iletişim yöntemlerini kullandığını fark ettim. Mesela Safa tepesine çıkarak insanlara buradan hitap etmişti. Mekke’nin pazar ve panayırlarını dolaşıp insanlara mesajını iletmişti. Kâbe’nin kapısına mesaj bırakmış, insanları akşam yemeklerine davet etmişti. Ve bunun gibi daha birçok şeyi yapmıştı.

Hz. Peygamber’in (s.a.v) Veda hutbesinde omuzlarımıza yüklediği barış ve adâlet mükellefiyetini, gerek şahsî gerekse cemiyet bazında başkalarıyla etkin bir iletişim kurmadan gerçekleştiremeyiz, bunun başka bir yolu ve imkânı yoktur. Bizi biz tanıtmalıyız. Başkalarının bizi tanımlamasına izin veremeyiz. Malcolm X olarak da bilinen Şehid Malik Şahbaz, medya hakkında şunları söylediğinde çok haklıydı:

"Medya, dünyadaki en güçlü varlıktır. Masumları suçlu, suçluları masum yapma gücüne sahiptir ve bu gerçek bir güçtür. Çünkü medya kitlelerin zihinlerini kontrol eder.

Amerikan Müslümanları nispeten zengin ve profesyonel bir profile sahip olsalar da komşularını kendileri hakkında yeterince bilgilendiremedikleri, iletişim sanatı ve teknolojisinde ustalaşmayı başaramadıkları için ödedikleri vergilerin soykırımlara aktarılmasının hesabını bile soramıyorlar. Brown Üniversitesi’nin araştırmasına göre Körfez savaşı 4 milyon insanın ölümüne sebep oldu. Ve şimdi dünyanın gündeminde ABD tarafından finanse edilen Gazze soykırımı var.

Oysa Müslümanlar kendilerini ABD kamuoyuna anlatmak için biraz daha gayretli olabilir, iletişim dünyasının imkânlarını bu uğurda sonuna dek kullanabilirdi.

Network kurma

İnsanlığa hizmet etmek ve kendisine sunulan tüm iletişim araçlarını kullanmanın yanı sıra koalisyonlar ve ittifaklar kurmak, Peygamber'in bir diğer başarı stratejisiydi.

Yazar Karen Armstrong bu konuda şunları söylüyor: “Peygamber, barışçıl bir kabile koalisyonu kurdu. Zekice ve ilham verici bir şekilde şiddete bulaşmayan kampanyasıyla zafere ulaştı.”

Hz. Muhammed (s.a.v) gerek Mekke'de gerekse Medine'de neredeyse tüm hayatı boyunca azınlık hayatı yaşadı. Mekke’de kendi toplumu içinde tecrit edildi, Medine’de ise başka bir toplumun içinde yaşamak zorunda kaldı. Bu yüzden din ve kabile sınırlarını aşan koalisyonlar ve ittifaklar kurmak başarısı için elzemdi. Bir yandan mücadelesi için Allah’ın yardımını talep ederken, diğer yandan adım adım bir network inşa etti, zulüm gören Müslümanları Habeş Hristiyanlarına gönderdi.

Bunun bir misali, ABD'deki Müslümanların “Barış için yahudi sesleri” grubuyla Filistin konusunda ortak hareket etmesidir. Filistinlilere yönelik İsrail soykırımına tavır alan ve derhal ateşkes çağrısı yapan grup, ABD'deki ana akım yahudiler tarafından nefretle anılıyor. Bu grubun Beyaz Saray, New York Büyük Merkez İstasyonu ve Özgürlük Heykeli gibi popüler mekânlarda büyük protestolar düzenlediğini duymuşsunuzdur.

Hz. Peygamber, koalisyon kurmaya, ittifaklara ve birlikte yaşamaya inanıyordu. Barış sığınağı olan Medine şehir devletindeki gayrimüslimlerin haklarını belirleyen anlaşmaları müzakere etmişti. Bu anlaşmalarda Müslümanların Müslüman olmayan komşularına hürriyet, adâlet ve karşılıklı saygı çerçevesinde davranışının ehemmiyeti vurgulanmıştı.

Hz. Peygamber (s.a.v) Taif’ten dönünce amcası Ebu Leheb tarafından Mekke’ye girişi yasaklanmıştı. Bu, günümüzdeki vatandaşlıktan çıkarma ile eşdeğer bir hareketti. Bunun üzerine bir müşrik olan Mut’im bin Adiyy tarafından kendisine emân verilmiş, onun koruması altında şehre girebilmişti. Mut’im öldüğünde Medine’ye hicret etmiş, orada yaşıyor olan Peygamber onu güzel sözlerle anmıştı. Peygamber’in şairi Hassan bin Sabit de Mut’im’i öven şiirler söylemişti.

Netice

Hristiyan misyonerler ile İslamofobik kimseler, İslam'ı bir kılıç dini olarak gösterip insana dair ortaya koyduğu bütün güzellikleri örtbas etmeye çalışıyorlar. DEAŞ vb. radikal akımlar da buna inanıyor.

O vakit sadece dua etmekle kalmamalı, Hz. Peygamber (s.a.v)’i örnek alarak harekete geçmeliyiz. Hareketlerimiz iyi düşünülmüş ve planlı olmalı. Efendimiz (s.a.v)’in gösterdiği ilkeleri esas almalıyız. Öyleyse her birimiz kendimize yarına hazır olup olmadığımızı soralım. Yarın derken sadece önümüzdeki 24 saati kastetmiyoruz elbette. Yaradan ile buluştuktan sonraki yarını da gözden kaçırmayalım.

"Ey iman edenler! Allah'a gönülden saygı besleyip O'na karşı gelmekten sakının ve herkes yarın için ne hazırladığına bir baksın. Allah'a gönülden saygı besleyip O'na karşı gelmekten sakının; çünkü Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” Haşr 18.