Moody‘s ve modumuz
Sanayicinin, tüccarın ve esnafın modu düşükken Moody’s puanının ne olduğu kimsenin umurunda olmaz. Kredilendirme kuruluşları, dünyanın en zengin kişi ve kurumları olan kendi patronlarını daha zengin etmeye çalışırken, bizim kendi millî stratejimizi sanayinin mutlak gelişimi yönünde uygulama zorunluluğumuz var. Aksi takdirde bunun telafisi güç olur.
Moody’s kredi derecelendirme kurumu, son açıkladığı değerlendirme raporunda (sağolsunlar) ülke notumuzu hiç olmadığı kadar iki puan artırmış. 2013 yılında da notumuzu Baa3’e çıkararak artırmış ve o günkü Gümrük ve Ticaret bakanımız Hayati Yazıcı, Türkiye’nin artık eski Türkiye olmadığını ve ekonomik ve siyasi istikrarıyla yabancı yatırımcılar için fırsatlar ülkesi olduğunu ifade etmişti.
Üç yıl gibi kısa bir süre sonra FETÖ kalkışması sonrası 2016’nın Eylül ayında notumuzu düşürünce Maliye Bakanlığı açıklama yaparak “ Moody’s tarafından verilen not indirim kararı, Türkiye ekonomisinin temel göstergeleri ile bağdaşmıyor“ diyerek itiraz etmiş, dönemin Maliye bakanı Mehmet Şimşek “durmak yok reformlara devam“ diye twit atmıştı.
Bu not iyi mi yoksa kötü mü?
2001 Ocak ayındaki Anayasa krizi sonrası Moody’s bize B1 notu yani “çok spekülatif “ kümesinde not vermiş, gecelik faizler %5000’leri aşmıştı. 2024’te yeni açıklanan listede yine “çok spekülatif“ kümesinde yer alan B1 pozitif notuna dönmüş oluyoruz.
Bu notları okuyunca okuldaki talebe gibi hocanın verdiği notlar aklımıza geliyor. Tek farkı, ülkemiz notlanıyor ama kafalar bu sisteme dair iyice karışıyor. Ülke olarak modumuza geçmeden Moody’s ve abisi olan S&P’yi biraz değerlendirip ona göre yorum yapmakta fayda var.
Öncelikle bu iki büyük değerlendirme kuruluşunun merkezi ABD ve tabii ki New York. Kuruluş amaçları farklı olsa da gelişerek geldikleri nokta benzer, hepsi de araştırma ve değerlendirme kuruluşları.
Firmaları, ülkeleri, sektörleri araştırarak üyelerine ücret karşılığı “güvenilir” bilgi ve buna dayalı tahminler sunuyorlar. Bizi ilgilendiren ise ülke raporları.
Öncelikle bu raporlar için ülkelerden para almadıklarını ifade ediyorlar, parayı global pazarda yatırım yapacak fonlardan aldıklarını ileri sürmekteler.
1909 yılında kurulmuş olan Moody’s şirketinde 10 binin üzerinde çalışan var. 1860 yılında kurulmuş olan Standart & Poor’s (S&P ) da ise 40 binden fazla kişi çalışıyor. 2023 cirolarına gelince, Moody’s 5.5 milyar, S&P ise 12.5 Milyar dolar ciro yapmış.
Hikâyenin diğer yüzü
Bunlar hikâyenin görünen yüzü, esas soru şu: Bu kuruluşlar veri ile teknik analizler yapan kuruluşlar mı, yoksa belirli ülke ve yatırımcı grupları temsil eden siyasi içerikli kuruluşlar mı? Ve bunlar ne kadar güvenilir?
Öncelikle bunların ortaklık yapılarına bakılırsa ilgi çekici bilgilere sahip olmak mümkün.
NY borsasında halka açık olan bu iki dev, aslında özel kişi ve kuruluşları da bünyesinde ortak olarak barındırıyor.
Dünyaca ünlü yatırımcı Warren Buffet, Moody’s şirketinin %13.51 hissesine sahip ve hissesinin piyasa değeri 11 milyar dolar. Fakat bunun da ötesinde Buffet, 331 milyar dolarlık bir fon yöneticisi ve geçen yıl fonuna kazandırdığı para yıllık %13.96, yani ABD hazine bonosunun %4.24 getirisiyle kıyaslarsak 3 katından fazla kazanç sunmuş. Geçen yıl yatırımcılarına 46 milyar dolar para kazandırmış.
Dünyanın en büyük fonu olan Vanguard’ın yıllık geliri 28.2 milyar dolar ama 7.7 trilyon dolarlık bir varlığı yönettiği söyleniyor. Vanguard da Moody’s şirketinin en büyük ikinci ortağı.
- Bu fonları kim yönetiyor?
- Fonların bir ülkeye yatırım yapması için ülkelerin belirli puanlara sahip olması lazım. Kimse risk seviyesini bilmediği ülkeye veya kuruma yatırım yapmaz. Yüksek risk, yüksek kâr beklentisi getirir.
- Warren Buffet ve Vanguard gibi dev fonlar da risk rakamına göre yatırım yapar, yani yatırım yapmak için gereken puanı bekler. Yüksek riskli ülkelere büyük kar imkânı varsa önce “akbaba fonları” girer, maalesef biz bu ülkeler sınıfındayız. Anlaşılması gereken önemli konu ise şu: Bu fonlar mı derecelendirme kurumunu yönlendiriyor, yoksa derecelendirme kurumu mu bu fonları yönetiyor?
- S&P gibi bir kuruluşun da en büyük ortağı Vanguard ise aslında fonların bu kuruluşları etkin bir şekilde yönlendirdikleri kanaati güçleniyor. Vanguard adı da çok ilgi çekici. Bu kelime öncü kuvvet, elebaşı gibi anlamlı bir isme sahip. “Böyle bir isim seçen grup acaba neyin öncülüğünü yapıyor” sorusu da ister istemez akla geliyor.
- Hiç güvenilir değiller
- Bu kurumların güvenirliliği ise sorunlu. ENRON skandalı gibi en güvenilir notu verdikleri enerji firmasının batması, Arthur Andersen gibi bir değerlendirme devinin dağılmasına yol açtı. 1997 Uzakdoğu krizi, 1998 Rusya krizi, 2008 ABD büyük finans krizi öncesi verdikleri bilgiler yanlış, öngörüleri ise hatalı çıktı. Yatırımcıları yanlış yönlendirerek büyük zarara soktular, global finans krizlerine yol açtılar. Bunun neticesi olarak da şu eleştirilere muhatap oldular.
- 1. Krizleri öngörememe
- 2. Tarafsızlık
- 3. Politik etkiler
- 4. Teknik Yöntem eleştirileri
- Alınan tedbirler yeterli mi?
- Bunların çözümü için de;
- 1. Şeffaflaşma
- 2. ABD’de Dodd-Frank Wall Street reformu ve tüketici koruma yasası ile denetim sistemi getirildi.
- 3. Yeni modellerle güçlendirilmiş risk metodları geliştirdiler. Kredi derecelendirme kuruluşları ABD’de SEC, Avrupa’da ESMA tarafından denetlenmekte, bazı ülkeler de kendi millî denetim sistemlerini kurdular.
- Bütün bu gelişmelerin ışığında Türkiye’deki sanayicimiz ve esnafımız farklı bir modda (haleti ruhiyede). Yatırım, işletim ve birçok maliyetin arttığı, öngörülebilirliğin küresel çapta azaldığı bir ortamda, insan vücudundaki kan mesâbesindeki finansman gibi en önemli ihtiyacına, zamanında, ucuz ve zor şartlar içeren mecburi garantileri vermeden ulaşamıyor.
- Öncelikle garanti konusu büyük sorun. Zîra garantileri tespit edecek kurumsal yapılar ve hesap yöntemleri sorunlu. Finansmanın maliyeti geçen seneye göre %300 artmış ve uygulamalardaki sık değişiklik ve belirsizlikler zamanında finansmana erişimi zor hatta imkânsız hâle getirmiştir. Yüzde 100 garanti isteyen bir kredilendirme sistemi gelişmekte olan ülkelerde kalkınmanın önündeki en büyük engeldir.
- Düşünün, komünist Çin sanayi hamlesini bu şekilde bir garanti sistemine bağlasaydı 25 yıl süren yıllık %10’luk gelişme trendini yakalayabilir miydi? Elbette hayır. Gelişmiş ekonomilerin olgunlaşmış finans sistemlerini uygulamak, gelişmekte olan çocuğa yetişkin pantolonu giydirmeye benzer. Millî iktisat politikası bu açıdan önemlidir.
- Finansmana erişim sıkıntısı bitmeli
- Yatırım, üretim ve satış yani özetle sanayicilik içine teknolojik gelişim de eklenirse başlangıç satışına erişmek 5-10 yıllık bir serüvendir. Bu uzun soluklu yarışta ancak sanayileşmeye özel imkânları sürekli kılan devlet ve sistemler ile bunu ısrarla uygulayanlar başarılı olabilir. Her yıl ve hatta yıl içinde sürekli radikal değişiklikler, belirsizlikler yaşanırsa bu sanayii baltalar, gelişimini yavaşlatır veya durdurur. Sanayici ihtiyaç duyduğu finansmana zamanında erişemezse (kredilendirme sisteminden de kaynaklanan sebeplerle) geri dönüşümü olmayan süreçlere girebilir. Nitekim günümüzde bu sıkıntıyı yaşayan firmalar çoğalmaktadır.
- Sanayicinin, tüccarın ve esnafın modu düşükken Moody’s puanının ne olduğu kimsenin umurunda olmaz. Kredilendirme kuruluşları, dünyanın en zengin kişi ve kurumları olan kendi patronlarını daha zengin etmeye çalışırken, bizim kendi millî stratejimizi sanayinin mutlak gelişimi yönünde uygulama zorunluluğumuz var. Aksi takdirde bunun telafisi güç olur.
- Ezcümle, Moody’s notuna bakalım ama asıl önemli olanın iç modumuzu yüksek tutmak olduğunu da bilelim.
Abone olmak için: www.birlikte.com.tr/gercek-hay...