Montaj değil alınteri
Onlarca yıl bu ülke insanının parasıyla zenginleşenler için ‘Türkiye markası’ hayali sadece bir fanteziden ibaretti demek ki. Millî otomobil çağrısı yapan ancak o dönem sanayicilerden hiçbir karşılık bulamayan Erdoğan, takip eden süreçte 3 önemli darbe atlattı: Haziran 2013 Gezi isyanı, 17-25 Aralık 2013 süreci ve 15 Temmuz 2016 işgâl girişimi. Âdetâ ‘kelle koltukta’ yürüttüğü mücadelede Erdoğan, 2017’de yerli araba markasına dair babayiğit çağrısını yineledi.
Bilinen hikâyedir.
Yıl 1961. dönemin azılı masonlarından İnönü’nün emri ile İnönü’nün kuklası kâtil Cemal Gürsel’in seçilmiş Başbakan Adnan Menderes ve iki bakanını İmralı’daki darağacında sallandırmasının üzerinden henüz 1,5 ay geçmiştir. Yapılmasını emrettiği yerli otomobil, imkânsız gibi görünen 4,5 aylık zaman dilimi içerisinde Erbakan hocanın da dâhil olduğu TCDD mühendislerince tasarlanıp üretilmiş, adına da 27 Mayıs’dan mülhem olarak rejimin sahiplerinde ‘Devrim’ denilmiştir.
Canını dişine takan ekibin 29 Ekim’e yetiştirmeyi başardığı ‘Devrim’, Cumhurbaşkanı Gürsel’in makam aracı olacaktır. Eskişehir’deki atölyeden Ankara’ya trenle getirilen araç, Gürsel’i TBMM önünden alıp Cumhuriyet Bayramı kutlamaları için tören alanına götürecektir. Gürsel gelir, arabaya biner. Ancak Devrim, hareket ettikten 100 metre sonra durur. Suratı asılan Gürsel’i ikna etmeye çalışırlar. “Efendim benzini bitmiş. Depoyu doldurup devam edelim” derler. Ama Gürsel, Türk mühendislerin Devrim’ini bitirmeye kararlıdır. Otomobildekilere şu veciz sözü söyler: “Batı kafasıyla otomobil yaptınız ama doğu kafasıyla benzin ikmalini unuttunuz!”
HERKES DALGA GEÇMİŞTİ
Motoru ‘istop’ eden siyah renkli Devrim’den inen Gürsel, yoluna biraz arkadaki beyaz renkli Devrim’le devam eder ama bu olay dönemin basınına gerekli malzemeyi vermiştir bile. Projenin çok pahalıya patladığı, devletin kıt kaynaklarının çarçur edildiği ve seri üretime girmesi hâlinde bile Devrim’i kimsenin satın alamayacağı iddiaları sayfalarda genişçe yer tutar. Devrim’i yapan ekip, “Avrupalılar otomobil geliştirmeye değil yüz bin, milyonlar harcıyorlar. Oysa biz sadece 900 bin lira bütçeyle 4 arabayı üretip değişik güçte 10 motoru da hazır ettik. Devrim, seri üretimle birlikte ucuz fiyata satışa sunulacaktır” demesine rağmen kimse bu sözlere itibar etmez. Mason İnönü nasıl ki, Demirağ ve Hürkuş’un uçak yapımını engellemişse, aynı İnönü, aldığı ve verdiği emirle engelletir.
Aynı günlerde millî otomobilin kaderini etkileyecek çok önemli bir hâdise daha yaşanır: İsmet İnönü, devrik Menderes-Bayar iktidarını savunmanın hatta konuşmanın bile tutuklanma sebebi sayıldığı o günlerde yeniden başbakan olur. CHP lideri olarak aldığı oy tek başına iktidar olmasına yetmez ama koalisyon için imdadına Demokrat Parti’nin devamı olarak görülen Adalet Partisi yetiş(tiril)ir.
ASILACAKSAN BİLE İNGİLİZ İPİYLE...
Çok değil, daha 15 yıl önce Nuri Demirağ’ı yerli uçak yaptı diye doğduğuna pişman eden, bölgenin en büyük uçak bombası üreticisi Şakir Zümre’yi Amerikalılara ezdirip kömür sobası ve kumbara üretimine zorlayan İnönü, Nuri Killigil’in Sütlüce’deki silah fabrikasının sabotajla havaya uçmasını da sadece seyretmiştir. ABD’nin ‘hibe’ adı altında verdiği ürünler hem yedek parça için Türkiye’yi dışarıya mecbur hale getirmekte hem de yerli sanayii bitirmektedir. Dillerde, “Asılacaksan bile İngiliz ipiyle asılacaksın” lafı dönmektedir.
Kendi başına hiçbir işi yapmasına müsaade edilmeyen Türklerin yurdu ve işleri, Mason localarının ağır işgali altındadır. Böyle bir ortamda Devrim’in akıbeti de bellidir. Meclis’te bazı vekillerin “Bakanlar makam aracı olarak Devrim’i kullansın” teklifine rağmen proje rafa kaldırılır. Hazır durumdaki 4 Devrim arabasından 3’ü, yerli motorlarıyla birlikte hurdaya çıkarılır. Geriye kalan tek Devrim ise Eskişehir’deki Demir Yolları Fabrikası’nda kaderine terk edilir.
Oysa saatte 130 kilometreye ulaşabilen 60 beygir gücündeki Devrim, dönemin son model Opel’lerinden bile fiyakalıdır.
TÜRKİYE PAZARI YABANCILARIN
Amerikan, İtalyan ve Fransız araba fabrikaları çok geçmeden Türkiye pazarına akın eder. ABD’li Ford, Koç grubu ortaklığıyla bu topraklardaki ilk binek otomobil fabrikasını kurar. ‘Ford Otosan’ şirketi, Ford Cortina motoru ve şasesiyle imal edilmiş ‘Anadol’ aracını 1966 yılında piyasaya sürer.
Otomotivde Amerikalıların ardından İtalyanlar da Türk pazarına giriş biletini Koç vasıtasıyla alır. İtalyan Fiat, Türkiye’de Tofaş’ı kurar ve ‘Fiat 124’ler, ‘Murat 124’ ismiyle 1971 sonunda piyasaya çıkar. İtalyanları Fransızlar takip eder. Aynı yıl Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK) ile Renault ortaklığı sonucunda üretilen ünlü ‘Renault 12’ modeli peynir ekmek gibi satılmaya başlar.
Gazetelere verdiği reklamlarda bu firmalar manşet spotuna genellikle şu cümleyle başlar: “Tamamı Türk işçilerinden oluşan fabrikamızda…” Tasarımından motoruna, şasisinden şanzımanına, patenti tamamıyla dışarıda olan ürünlerin sadece montajını yapıyor olmanın süslü bir kılıfıdır bu ifadeler.
Gelişmeler ‘Devrim’in kimin emriyle idama gönderildiğinin de ispatı niteliğindedir.
YÜZLERCE MİLYARLIK KAYIP
Montaj sanayii eliyle yabancıların Türkiye pazarında elde ettiği ezici hakimiyet yarım asırdan fazla bir süredir devam ediyor. Millî ‘Devrim’ aracının ebedî istirahatgâhında unutulduğu on yıllar boyunca Türkiye, dünya otomobil devlerinin iki dudağı arasına bakmak zorunda kalır. Küresel şirketlerin sektördeki yıllık kârı 2018 itibariyle 4 trilyon dolara ulaşır. Pek çok yabancı markanın üretim üssü haline gelen Türkiye ise dünyaya satabileceği özgün araçları olmadığı için katmadeğeri düşük ihracat kalemleriyle yetinir.
Raporlara göre 2018 yılında dünyada 95 milyon araç (otomobil ve ticarî) üretilmiş.
Çin bu rakamın 23,5 milyonunu tek başına gerçekleştirirken, hemen ardından 8,5 milyon araçla Japonlar geliyor. Listenin 3. sırasında ise 5 milyonu aşkın üretimiyle Almanya var. Daha sonra gelen Hindistan (4 milyon), Güney Kore (3,6 milyon), ABD (3 milyon), Brezilya (3,3 milyon), İspanya (3,2 milyon) ve Fransa da (1,7 milyon) piyasayı kontrol eden ülkelerden. Eğer 1960’larda yerli Devrim’in önü tıkanmasaydı şimdi özgün-orijinal araçlarımızla bu alanda dünya devlerinden biri olabilir, sadece bu sektörde yüzlerce milyar doları insanımıza kazandırabilirdik.
BABAYİĞİTLER İNTİHAR DEMEDİ
Yabancı markalar için milyonlarca araç üreten Türkiye’de yerli markanın ne zaman ortaya çıkacağı sorusu 2000’lerle birlikte daha sık sorulur olmuştu. Kurulu düzenin savunucularına göre Türkler küresel otomotiv devlerine muhtaç ve mahkûmdu. Aksini düşünmek ‘intihar’ olurdu. Tayyip Erdoğan’ın 2011 yılında “Bir babayiğit arıyorum” sözleriyle yaptığı çağrı, ‘Devrim sonrası dönemin’ en önemli oyuncusu Koç Holding nezdinde pek karşılık bulmadı. Şirketin tepe ismi Mustafa Koç, “Yerli oto intihar olur” diyerek teklifi kestirip attı.
Çünkü bu konuda karar kendisine ait değildi ve emir sahiplerinin izni şarttı. Yanıldığını görmek için ömrü yetmedi.
Onlarca yıl bu ülke insanının parasıyla zenginleşenler için ‘Türkiye markası’ hayali sadece bir fanteziden ibaretti demek ki. Millî otomobil çağrısı yapan ancak o dönem sanayicilerden hiçbir karşılık bulamayan Erdoğan, takip eden süreçte 3 önemli darbe atlattı: Haziran 2013 Gezi isyanı, 17-25 Aralık 2013 süreci ve 15 Temmuz 2016 işgâl girişimi. Âdetâ ‘kelle koltukta’ yürüttüğü mücadelede Erdoğan, 2017’de yerli araba markasına dair babayiğit çağrısını yineledi.
Türkiye vesayet odaklarından kurtulup terörden arındıkça işadamları artık daha cesur davranıyordu; nitekim Erdoğan çağrısına bu kez cevap aldı. Aranan babayiğitler bulunmuştu. Bu ruhun geri dönüşüne işaretti. Ancak evvelkinde siyasî ruh tecelli etmişti, ahirinde ise İHA, SİHA, gemiler, füzeler, tanklar diyerek devam eden millî araçlar geliştirilmişti. Neticede en basiti olan otomobilin de milli olanı üretildi. Şimdi sıra onu ligin üst sıralarına taşımakta. Hayırlı olsun!
ÜLKEMİZE HAYIRLI OLSUN
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) koordinatörlüğünde biraraya gelen 5 babayiğit, yerli otomobil rüyasını gerçeğe dönüştürmek için düğmeye bastı. Anadolu Grubu, BMC, Kök Grubu, Turkcell ve Zorlu Holding 31 Mayıs 2018’de Türkiye’nin Otomobili Girişim Grubu Sanayi ve Ticaret A.Ş. (TOGG) ismiyle şirket kurarak projenin başına da otomotiv sektöründe dünyaca ünlü isimlerden Gürcan Karakaş’ı getirdi.
Bu zorlu işe baş koyan babayiğitlerden her biri yüzde 19’ar paya sahip olurken TOBB ise şirkette yüzde 5’lik payla yerini aldı.
Merkez karargâh olarak Gebze’deki Bilişim Vadisi’ni seçen TOGG, aradan geçen 1,5 yıllık sürede sıkı bir çalışmanın ardından yerli otomobilin prototiplerini 27 Aralık 2019’da muhteşem bir törenle dünyaya ilan etti.
Bilişim Vadisi’ndeki törende Cumhurbaşkanı Erdoğan, yerli otomobil üretecek fabrika için Bursa Gemlik’te TSK’ya ait askerî arazinin bir milyon metrekaresini tahsis ettiklerini duyurdu. Tören alanına getirilen 1961 tarihli Devrim arabası izleyen herkese duygu dolu anlar yaşatırken Erdoğan, şu ifadelerle birilerine mesaj veriyordu: “İlk Devrim’i engellemeyi başardılar ama ikinci Devrim’in önünü kesemeyecekler.”
İŞİ BAŞINDA BAŞARMIŞTIK
Törende duygu dolu anlar yaşayan TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun şu sözleri de on yıllar boyu milli teknolojinin gelişmesine engel olanlara yönelikti: “Otomobilimizle biz artık lisans almayacağız, lisans satacağız. Montaj yapmayacağız, montaj yaptıracağız.”
Doğuştan elektrikli teknoloji harikası bu araç, bir bakıma Necmeddin Erbakan’a saygı duruşudur. 1956 yılında Gümüş Motor şirketini kurarak bu toprakların ilk yerli motorunu üreten ve 1960 Sanayi Kongresi’nde ‘yerli otomobil’ fikrini ilk kez seslendirip bu yolda büyük mücadeleler veren rahmetli Erbakan hoca, montajcılar ve masonlardan çektiklerini şu sözlerle özetlemişti. Biz bir kez daha hatırlayalım: “Aslında tüm mesele, Türkiye’nin şeftali yerine motor üretmek istemesiydi.” Bu cümlede elbette bugünden bakınca eksiklik vardı. Hem şeftali, hem de motor üretmeliydi. Şimdi ikisini de üretiyoruz.