Mideyi de İslam’a teslim etmeli
Peygamber (a.s.v.) Efendimiz, Sahabesinin iyice acıkmadan yemediğini, doymadan sofradan kalktığını söylediğinde, Sahabe-i Kiramın bu davranışı yüzünden işsiz kalan tabip, “işte tıbbın esası budur” demek zorunda kalır. Ama bunu söylemek artık suç sayılacak.
Mâlum son günlerde TBMM’de ekim ayına kadar beklemeye alınan, pek çok kanunda değişiklik yapan ve özelde de gıda ve beslenme konusunda herkesi susturmaya yönelik kanun teklifi konuşuluyor. Teklif yasalaşırsa muhtemelen bu sayfada artık yazamayacağız. Zira sansürün bedeli olarak, görünüşte Tarım Bakanlığının, özelde ise gıda şirketlerinin işine gelmeyen her yazı için 50 bin lira ceza ödeyeceğiz. Emektar biri olarak sittin sene çalışsak bu ağır cezayı ödeyecek gücümüz yok.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın sağduyusuna güvenerek, anayasaya da aykırı bu teklifin yasalaşmayacağına inanıyoruz. Ne olur ne olmaz biz yine de tümüyle Batıyı örnek aldığımız beslenme meselesinde İslam’ın bakışını özetlemeye gayret edelim.
- Evvelen belirtelim ki, her işin bir kâidesi vardır. Yani usulsüz vusul olmaz. Aynı durum beslenme için de geçerli. Hele ki, muhatabımız insan olduğunda; konu can, akıl, din, mal ve nesil emniyeti gibi temel emanetlere gider. Çünkü yanlış ve kötü beslenme bu beş emaneti elimizden alır. Bu yüzden de vebali çok büyüktür.
Peygamber (a.s.v.) Efendimiz, Sahabesinin iyice acıkmadan yemediğini, doymadan sofradan kalktığını söylediğinde, Sahabe-i Kiramın bu davranışı yüzünden işsiz kalan tabip, “işte tıbbın esası budur” demek zorunda kalır. Ama bunu söylemek artık suç sayılacak.
Bu yüzden yemek yemenin adabı, ölçüsü ve vakti son derece mühimdir. İslam dünyasında Müslümanlar Tanzimat’a kadar üç değil iki öğün ve yere oturarak yemişlerdir. Batılılaşma hastalığına yakalanılması sonrası sofra masaya, öğün ise üçe beşe çıkmıştır.
Gıdaların sentetikleşmesi, katkı maddeleri, tohumun bozulması, gıdanın gördüğü işlemler, pestisitler, petrol ürünü ambalajlar ve gıdanın uzun seyahati gıdaların yanı sıra insanların da sıhhatini bozmuş, can emniyetini ortadan kaldırmıştır. Can emniyetinin olmadığı yerde akıl, din, mal ve nesil emniyetinden zaten söz edilemez.
Bu yüzden beslenme konusu Müslümanların imandan sonraki birinci meselesidir.
Midesi fesada uğramış bir topluluğun geleceği yoktur. Ülkemizde 30-40 yıl evveline kadar gıda ciddi bir tehdit değilken, artık Kissinger’in de dediği gibi kelimenin tam mânâsıyla silaha dönüşmüştür.
Bu silah, insanın insana doğrulttuğu, ancak insanlığın büyük çoğunluğunun silah olduğunun farkında olmadığı bir durumken, son yıllarda işin rengi değişmeye başlamıştır. Bazı kişiler ve internet sayesinde insanlar hakikatle yüzleşmeye başlamış, artan kalp-damar, diyabet, kanser, kısırlık ve diğer salgınların en önemli nedeninin günümüz gıdaları olduğunu görmüştür.
- İşte bu farkediş, bazılarını tedirgin ederek yeni bir kanunî düzenlemeye sevk etmiş bulunmaktadır. Bu düzenleme yasalaşırsa sadece bazı insanlar susturulmuş olmayacak, aksine hakikat susturulacak. Akabinde ise salgına dönüşen modern zamanların ölümcül hastalıkları geri kalanımızı da saracaktır. İşte asıl korku burasıdır. Kimi makam mevki için ihanet edebilir, ama bu acı fatura onu da, onun çocuklarını da bulur. Fakat insan az bir dünyalık için her şeyini satabilmek potansiyelini de içinde barındıran bir varlık.
Nihayetinde şunu belirtelim ki, İslam bizim hayatımızın her alanını düzenler.
Dolayısıyla yiyip içeceklerimizin hem mahiyetini, hem zamanını, hem de miktarını belirler. Zira yiyecek de bir imtihan vesiledir ki, insanın ilk kaybettiği imtihan da budur.
İslam, tayyib gıdalardan bedeni yaşatacak kadar yenilmesini ister. Bunun yanı sıra, haramlığı kesin olanlarla şüpheli olanlardan da uzak durulmasını emreder. Kim bunlara riayet ederse, dünyası da ahireti de mâmur olacaktır. Kim de riayet etmezse, dünyada başına bin bir hastalık ve dahi ölüm gelecektir. Ahiret hesabı da cabası!