Medya manipülasyonu ve toplum ‘cin’neti
Güç odakları, kendi çıkarlarını korumak ve hedeflerine ulaşmak için çeşitli aldatmacalara başvururlar. Bilgi manipülasyonu, propaganda, sahte haber-ler, dikkat dağıtma yöntemleri, Gaslighting (Bireylerin ve toplumların gerçek-lik algısını sarsma, şüphe oluşturma) en çok kullandıkları usûllerden. Bu güç-lerin aldatmaca stratejileri, demokratik süreçleri zayıflatma, toplum kutup-laşmasını artırma ve kişilerin hür iradelerini kısıtlama gibi ciddi neticeler de doğuruyor.
Aldatma veya aldatmaca (deception), insanlık tarihi kadar eski bir şey. Ancak modern çağda özellikle de dijital devrimin etkisiyle yeni boyutlar kazanmış, etki alanını muazzam ölçüde genişletmiş ve küresel ölçekte bilgi akışını ve toplumsal algıyı şekillendiren bir güç haline gelmiş durumda. Sahte haberler, manipüle edilmiş görüntüler, derin sahte (deepfake) videolar ve algoritma temelli bilgi filtreleme sistemleri, şahısların ve toplumların gerçeklik algısını şekillendirmekte ve çoğu zaman çarpıtmakta.
Şahıslar, doğru ve güvenilir bilgiye erişmekte zorlanırken, toplumlar kutuplaşmakta ve ortak bir gerçeklik zemini bulmakta güçlük çekmekte. Bu durum, sadece gündelik hayatı etkilemekle kalmayıp, seçimler, ekonomik kararlar ve uluslararası ilişkiler gibi kritik alanlarda da ciddi neticeler doğurmakta.
"Aldatmaca", dünyayı kontrol eden güçlerin aldatma stratejilerinden sahte gerçeklik inşasına; medyanın rolünden bireylerin ve toplumların psikolojik tepkilerine kadar geniş bir yelpazede derinlemesine incelenmesi gereken bir konu.
Küresel güçler ve aldatmaca
“Dünyayı kontrol eden güçler denildiğinde”, genellikle toplumların ve bireylerin hayatları üzerinde geniş çaplı etki sahibi olan kurumlar, organizasyonlar ve yapılar akla geliyor.
Bu güçler; hükümetleri, uluslararası organizasyonları (BM, NATO, AB gibi), siyasi partileri, çok uluslu şirketleri, finans kurumları, merkez bankalarını, ana akım medya kuruluşlarını, sosyal medya platformlarını, büyük teknoloji şirketlerini, dînî müesseseleri, eğitim sistemlerini, popüler kültür endüstrisini, orduları, istihbarat servislerini kontrol etmekte/etmeye çalışıyorlar.
Bu güç odakları, kendi çıkarlarını korumak ve hedeflerine ulaşmak için çeşitli aldatmacalara başvururlar. Bilgi manipülasyonu, propaganda, sahte haberler, dikkat dağıtma yöntemleri, Gaslighting (Bireylerin ve toplumların gerçeklik algısını sarsma, şüphe oluşturma) en çok kullandıkları usûllerden. Bu güçlerin aldatmaca stratejileri, demokratik süreçleri zayıflatma, toplum kutuplaşmasını artırma ve kişilerin hür iradelerini kısıtlama gibi ciddi neticeler de doğuruyor.
Sahte gerçeklik inşası
Bu süreç, kişilerin ve toplumların algıladığı "gerçekliği" sistemli bir şekilde manipüle etmeyi ve alternatif bir "gerçeklik" oluşturmayı ihtiva eder.
Gerçeklik algısının manipülasyonu şu şekillerde yapılır:
1. Seçici Bilgi Sunumu:
Belirli bilgileri ön plana çıkarırken, diğerlerini gizleme veya küçümseme.
2. Çerçeveleme:
Hâdiseleri belirli bir bakış açısıyla sunarak algıyı yönlendirme.
3. Tekrar ve Pekiştirme:
Belirli mesajları sürekli tekrar ederek normalleştirme ve içselleştirme.
4. Duygu Manipülasyonu:
Korku, öfke, gurur gibi güçlü duygulara hitap ederek rasyonel düşünceyi bastırma.
Şimdi buraya kadar anlattıklarımızın perspektifinden Türkiye'ye ve medyanın rolüne bakalım.
28 Şubat'ta medya manipülasyonu
Ülkemizde en büyük "Algı Mühendisliği" operasyonlarından biri 28 Şubat'ta yaşandı. "Postmodern Darbe" olarak Türkiye'nin siyasi tarihine geçen süreçte, medyanın toplumun algısını yönlendirmede aktif olarak kullanıldığı, sistematik bir manipülasyon kampanyasının yürütüldüğü bir dönem yaşadık.
- Provokatif ve abartılı başlıklar
- Seçilmiş hâdiselerin sürekli gündemde tutulması
- ‘İrtica tehdidi’ algısını pekiştiren haberler
- Montajlı veya çarpıtılmış görüntüler
- Kutuplaştırıcı ve ötekileştirici dil kullanımı
- Korku ve endişe uyandıran ifadelerle yazılan haberler toplum üzerinde büyük bir tahribat yaptı.
Netice olarak, 28 Şubat süreci medyanın toplum algısını nasıl şekillendirebileceğinin ve manipüle edebileceğinin çarpıcı bir örneği olarak kayıtlara geçti.
- Türkiye'ye opersyon
- Türkiye’nin hem tarihi hem de coğrafi ehemmiyeti onu her zaman global ve bölge güçlerinin ilgi odağı hâline getirdi. Dînî ve siyâsî hedeflerini gerçekleştirmek isteyen gizli örgütler, Türkiye'nin stratejik konumunu ve güçlü iç dinamiklerini zayıflatmaya yönelik planlar yapmış ve yapmaya devam ediyorlar.
- Darbelerle, FETÖ ve PKK terörüyle, Türkiye'nin önüne her daim set çekilmeye çalışıldı. Tüm bunlara rağmen ülkemiz ayakta kalmayı başardı, ancak en büyük darbe, toplumun ahlâk ve maneviyatının dejenere olmasıyla yaşandı. Bunda da en büyük pay "toplum algısını" yönlendiren medyada.
- Yukarıda anlattığımız şekilde haberler, kadın programları, dizi, film, yarışma gibi şovlarla toplum ahlâkının ve mânevî değerlerinin altına dinamitler yerleştirildi.
- Deha ve Kötü Kan dizileri
- Eski Yeşilçam filmlerinden bugünlere verilecek sayısız örnek var. Ama güncel olması bakımından iki örnek verelim.
- Birincisi, Cinerlere ait Show TV'de yayınlanan Deha isimli dizide uyuşturucu baronunun evinin girişinde "besmele" asılı ve bariz bir şekilde görülmesi için ışıklandırılmış! İşin ilginç yanı dizinin bu bölümünün tanıtım videosunda evin girişinde "besmele" yok!
- İkinci örnek olarak da, Yahudi Murdoch’a ait NOW kanalında yayınlanan Kötü Kan dizisinin ilk bölümünde bir gece kulübünün tuvaletinde lavaboların olduğu kısımda duvarda Felâk suresi var!
Satanizm
Diziler ve filmler, genellikle şiddet, cinsellik ve materyalizmi ön plana çıkaran muhtevalarla dolu. Geleneksel ahlâkî normları zayıflatan bu içerikler toplumun değer yargılarında ciddi tahribatlar oluşturuyor.
Özellikle dini değerlerin ya alay konusu yapılması ya da tamamen görmezden gelinmesi, izleyicilerin İslam'a karşı olumsuz bir tutum geliştirmesine ve zamanla uzaklaşmasına yol açmış durumda.
Popüler kültürde şahsî özgürlük ve seküler hayat tarzı aşırı derecede vurgulanırken, dini ritüeller ya da inançlar, eski moda ve gereksiz olarak sunulmakta. Bu da gençlerin dînî değerlere olan ilgisini azaltırken, rûhî ve mânevî açıdan boşluğa düşen gençler bu yöndeki ihtiyaçlarını karşılamak için satanizm gibi yollara başvurabilmekte.
Satanik bir ayin mi?
8 yaşındaki Narin Güran cinayetinin sır perdesi hâlen çözülebilmiş değil. Gün geçtikçe Narin'in de Münevver Karabulut gibi bir ayinde kurban edildiği düşüncesi zihinlerde daha fazla yer kaplamakta. Hatta bu iki cinayet medya ve sosyal medyada gündemdeyken, İstanbul'da 19 yaşındaki Semih Çelik'in yine 19 yaşındaki iki genç kızı öldürüp birinin kafasını kesip vücudunu parçalaması da ister istemez "Satanik bir ayin mi yapıldı?" sorusunu akıllara getiriyor.
Tarihlere de dikkat etmek gerek. 3 Ekim’de Cem Garipoğlu’nun mezarı açılıyor, ertesi gün de 2 genç kız, Münevver Karabulut gibi satanist cinayetlere kurban gidiyor. 3 Ekim aynı zamanda Yahudi yeni yıl başlangıcı. Satanistlerin dînî özel günlerde kanlı eylemler/ayinler yapmayı ibadetlerinin bir parçası saymalarını da dikkate alırsak, düşündürücü!
Çelik’in öldürdüğü genç kızlardan birinin bedeninin parçalarını, evinde bulunan karakalem resmine benzetmesi de şeytânî bir ayrıntı.
Satanist’lere göre Şeytan uğruna ölmek veya gerektiğinde ölümü göze almak en kutsal ölümlerden biri. Nasıl ki dinlerde Allah yolunda ve mukaddesler uğruna şehid olmak çok yüce bir ölüm sayılıyorsa, aynı şekilde satanistlere göre şeytan uğruna ölmek de o derece mühim. Aynı zamanda şeytan uğruna intihar etmek, ona olan bağlılık ve sadakatin de bir göstergesi. Dolayısıyla şeytan uğruna ölen genç, bu yoldaki samimiyetini göstermiş ve kendisini ispatlamış demek oluyor.
Bu bilgiler ışığında baktığımızda Semih Çelik’in bir satanist olduğu ve şeytan uğruna bu cinayetleri işleyip intihar ettiği söylenebilir.
19'un sırrı
Semih Çelik'in öldürdüğü genç kızların da 19 yaşında olmaları tesadüf mü değil mi? Bir ara Kur’an ayetleri içinde uydurulmaya çalışılan ama sonra çürütülen Gnostik, Kabalistik kökenli 19 sayısı derin mânâlara sahiptir. Gnostisizm, bilgi yoluyla kurtuluş öğretisine dayanır.
19 sayısı, Gnostik düşüncede bir bütünlük ve aydınlanma sembolüdür. Gnostikler için bu sayı, şahsın rûhî yolculuğunun sonunda elde ettiği Tanrısal bilginin bir simgesidir. Kâtil Semih Çelik de bu amaçla cinayet işleyip sonra da intihar etmiş olabilir.
Başta da dediğimiz gibi gerek medya gerek sosyal medya ile zihinlerin "aldatıldığı", manipüle edildiği bir dönemde yaşıyoruz. Ki günümüzde zihinlerimizin teknolojik ve psikolojik açıdan yoğun saldırı altında olduğu düşünülürse Semih Çelik'in de buna benzer bir durumda kalmış olma ihtimali de göz ardı edilmemeli.
Metafizik bakış ve şeytanın soyundan olanlar
İşin bir de metafizik yönüne bakmak gerek. İnsanlar gözüyle görmedikleri şeylere inanmama eğilimindeler. Ancak şeytan ve cinler, İlâhî metinlere dayanmakta. Hatta kelâm ulemâsı, cinlerin varlığını inkâr edenlerin küfrüne hükmetmiştir. Zira
onlara göre varlıkları tartışmaya mahal vermeyecek bir açıklıkla Kur’an-ı Kerim ile sabittir. Bizler de inanan insanlar olarak bu cinayetleri işleyenlerin şeytan, ifrit veya cin gibi insan gözüyle göremediğimiz varlıklar tarafından kontrol edilme ihtimallerini gözardı edemeyiz.
Kitabımız Kur'an-ı Kerim'in son suresinde de özellikle bu konu vurgulanmıştır. Nas Suresi'nde, De ki: “Cinlerden olsun insanlardan olsun, insanların kalplerine vesvese sokan sinsi şeytanın şerrinden insanların Rab’bine, insanların mâlik ve hâkimine, insanların mâbuduna sığınırım!” denilmektedir.
İsra Suresi 62. ayete baktığımızda da "(Yine İblis) dedi ki: "Şu benden üstün kıldığını gördün mü? Yemin ederim ki, eğer beni kıyamet gününe kadar ertelersen, pek azı hariç, onun zürriyetini kendi buyruğum altına alacağım." 64. ayette ise "Onlardan gücünün yettiğini yerinden oynat. Atlıların ve yayalarınla onların üzerine yaygarayı bas! Mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol! Ve onlara vaadlerde bulun. Fakat şeytan onlara aldatmadan başka bir şey vaad etmez" buyurulmaktadır.
Bu ayetler bizlere insan olarak gördüğümüz herkesin aslında insan olmadığını,özellikle "mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol!" ifadesiyle içlerinde şeytanın soyundan olanlar olduğunu bildirmektedir.
Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.), her insanın kendine ait bir cini (şeytanı) bulunduğunu bildirmiştir (Dârimî, “Rikak”, 25; Müsned, I, 385).
Başka bir hadiste de “Şeytan âdemoğlunun kan damarlarında dolaşır” buyurulur. (Buhârî, “Ahkâm”, 21).
İnsanları doğru yoldan saptıran diğer şeytan ise insan şeytanlarıdır. Bunlar, gerçeklik ve değer ölçülerini kaybetmiş, kendilerini nefsânî haz ve arzuların akıntısına kaptırmış, bu mânâda şeytanın esiri olmuş, temiz fıtratını kirletmiş, görünmeyen şeytanlar gibi kötülük ve sapkınlık davetçisi olmuş insanlardır.
Bu ayet ve hadisler göz önündeyken, toplum olarak yaşanan 'cin'net hallerinin ve 'cin'ayetlerin bu kapsamda değerlendirilmesi elzemdir. Ancak bu konuda, "toplum algısını" yönlendiren medyanın hiçbir çaba içine girmemesi, hâdiseleri psikolojik meselelere, alkole, madde kullanımına, ekonomik v.s. hususlara bağlayarak normalleştirmesini de en basit tanımıyla, gerçeği gizlemek, çarpıtmak olarak tanımlayabiliriz.
Bir örnek vermek gerekirse, OdaTV'nin "Türkiye genç kızların yasını tutarken troller konuyu saptırdı: Cinayete 'satanizm' kılıfı..." başlıklı haberine bakmak yeterli olur.
Ekim ayı kanlı geçiyor!
4 Ekim’deki cinayetlerin ardından, 9 Ekim'de Kocaeli'nde halk otobüsünde yapılan bıçaklı saldırıda 1 kişi öldü. 10 Ekim'de Başakşehir'de maskeli bir saldırgan, rastgele 3 kişiyi bıçakladı. 12 Ekim'de Beyoğlu’nda polise bıçaklı saldırı yapıldı.
Tarikat fobisi
Toplumumuzda İslâmî olan her şeye düşman hâle getirilmiş bir kesim var. Özellikle ‘tarikat’ denilince aklına sadece İslâmî cemaatler gelenlerin; satanizmin de, masonluğun da, siyonizmin de, evanjelizmin de, Sabetayistlerin de, Scientology'nin de birer seküler ‘tarikat’ olduğunu öğrenmesi gerekiyor.
‘Aldatmaca’ya karşı farkındalık
Hem şahıs hem de toplum olarak medya manipülasyonuna karşı mücadele etmeyi bilmeyi ve farkındalığımızı artırmayı öğrenmemiz gerekiyor. İlkokul seviyesinden başlayarak eleştirel düşünme ve sorgulama yeteneğimizi geliştirmeli, farklı görüşlere açık olmayı ve diyalog kurmayı öğrenmeli, teknolojinin imkânlarını bilinçli kullanmalı, toplum dayanışması ve işbirliğini güçlendirmeliyiz. Hepsinden mühimi de Yaradan ile olan bağımızı sağlamlaştırmalı, görünen ve görünmeyen varlıklara/düşmanlara karşı savunmamızı güçlendirmeliyiz.
Netice olarak, düşmanını tanımayan savaşı kaybeder. Ahir zamandayız ve insanın en büyük düşmanı şeytan hiç olmadığı kadar güçlü bir şekilde insanları etkisine almış durumda. Kur’an ve hadis ışığında şeytanı ve yöntemlerini tanıyıp önlem almak her müminin görevi olmalı.