Madrid zirvesi ve Balkanlar
Haziran ayının sonunda Madrid’de toplanan NATO zirvesi, dünya gündeminin en çok konuşulan konusu oldu. Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlattığı işgal harekâtına karşı batının tavır alma mânâsı taşıyan bu zirvede alınan kararlar ile global güvenlik politikalarında önemli değişiklikler bekleniyor.
30 NATO üyesinin onayı ile Rusya’nın bir numaralı tehdit olarak ilân edilmesi bu değişimlerin en önemlisidir. 2010 yılında Lizbon’da toplanan NATO zirvesinde, Rusya ile diyalog ve işbirliğinden bahsedildiğini hatırlarsak, Batı dünyasının güvenlik konseptinde nasıl kökten bir değişim olduğu söylenebilir. Bu değişim sadece Rusya ile sınırlı kalmamış, Çin de NATO’nun tehdit listesinde hedef ülkelerden biri olarak yer almıştır.
NATO’nun kuruluşundan günümüze kadar askerî tarafsızlık politikası güden Finlandiya ve İsveç’in, komşu Rusya’nın korkusu ile acilen NATO’ya girme başvurusu yapmaları başka bir değişime işaret eder. Ukrayna’dan sonra durmayacağı tahmin edilen Putin’in batıya doğru askerî harekâta devam endişesi ile panikleyen Avrupa, savaş korkusu sebebiyle ne yapacağını şaşırmış durumda. Moskova ile Washington arasında sıkışmış olan Almanya, Fransa ve komşuları, gelecek kış mevsiminde Rusya’dan doğal gaz gelmezse nasıl ısınacaklarını şimdiden kara kara düşünmeye başladılar.
Doğudan batıya giden enerji koridorlarının merkezindeki Türkiye’nin stratejik öneminin ne kadar arttığı böylece bir kere daha öne çıkmış oldu. 60 yıldır Türkiye’yi sözde tam üyelik vaadi ile oyalayan AB yetkililerinin nasıl ‘yanlış’ bir yolda oldukları ortaya çıkmış oldu. Soğuk savaş boyunca Sovyetlere karşı, kendini nükleer saldırı gibi çok ciddi risklere atan Türkiye, Batı dünyasının boş vaatlerini ve tepeden bakan tavırlarını bir kenara not etmiştir.
AB’yi isteyen Sırbistan NATO karşıtı
Madrid’de oybirliği ile onaylanan NATO stratejik güvenlik belgesinde yer alan önemli başlıklardan birisi de, Balkanlar ve Karadeniz’in durumu oldu. Türkiye ile birlikte Karadeniz’de kıyısı olan 2 ülke var. Bulgaristan ve Romanya. 2017’de üye olan Karadağ’dan sonra Makedonya, NATO’ya 30. Devlet olarak katılan son ülke oldu. Soğuk savaş boyunca Varşova paktının içinde yer almış Polonya, Çekya hatta Bulgaristan, AB üyeliğinden sonra hiç tereddüt etmeden NATO’ya girdiler.
Kosova ve Arnavutluk, NATO’ya girmeyi sabırsızlıkla bekliyor. Eski Yugoslavya’dan bağımsızlık kazanan birçok ülke de aynı şekilde AB’den sonra NATO’ya girerken, Sırbistan bu askerî ittifaka girmeme konusundaki ısrarlı duruşunu açıkça sürdürdü, hâlâ da sürdürüyor. Hatta bu inadını devlet politikası haline getirdi.
2013 yılında AB ile tam üyelik müzakereleri için aday ilan edilmesine rağmen Sırbistan’ın NATO ile yıldızı bir türlü barışmıyor. Bosna-Hersek içindeki Sırp yönetimi de Sırbistan’ın peşine takılmış, yıllardır NATO ya girmek için çabalayan Bosna’yı engellemeye devam ediyor. Doksanlı yıllardaki kanlı olayların tekrarlanmaması ve Bosna’nın toprak bütünlüğünün devamı için NATO üyeliğinin iyi bir güvence olduğuna işaret etmek isterim. Bosna-Hersek üçlü Cumhurbaşkanlığı konseyi Sırp üyesi Milorad Dodik, Moskova’nın bölgedeki en sadık adamı gibi davranıyor. Hatta Bosna Sırp yönetimine Putin’in Balkan topraklarında ‘yüzmeyen uçak gemisi’ tabiri yakıştırılıyor.
Rusya'nın yeni cephesi balkanlar olabilir
Her sene defalarca devlet başkanı edasıyla Putin’le samimi pozlar veren Dodik, sıkıştığı her zaman mesela BM Güvenlik Konseyinde Moskova kartını kullanarak, Bosna’nın AB ve NATO üyesi olmasını engellemeye devam ediyor. Her fırsatta Putin’e düşmanlıklarını açığa vurmaktan çekinmeyen batılı ülkelerin, Putin- Dodik ikilisinin Bosna devletini yok sayma pahasına sürdürdükleri esrarengiz ilişkilerine şimdiye kadar niye ses çıkarmadıklarını, hatta bir kınama mesajı bile yayınlamadıklarını anlamak mümkün değildir.
Dodik’in bağımsız Bosna’yı yok sayan bu dış politikasında şimdiye kadar maalesef başarılı olduğunu söylemek zorundayız. Ancak 24 Şubatta Ukrayna’ya karşı başlayan Rus saldırısından sonra Sırbistan ve destekçilerinin NATO karşıtı bu politikaları nasıl ve ne zamana kadar sürdürebileceği bölgede cevabı beklenen en hayatî sorudur. Sırbistan’ın bu konuda alacağı tavır Balkanların yakın geleceği için belirleyici olacaktır. Putin’in Ukrayna’da kaybetmesi halinde yeni bir cephe için en uygun bölge Balkanlardır.
Cumhurbaşkanı Aleksander Vuçiç, Nisan ayında rekor bir oyla seçimi kazanmasının sevincini yaşayamadan, batıdan gittikçe artan baskılar sebebiyle bunalmış görünüyor. Batının yıllardır Kosova’yı tanıma konusundaki baskıları yetmiyormuş gibi şimdi de Rusya’ya ambargo talepleri, Belgrad için taşınması zor yeni bir yük olarak algılanıyor. Bu satırların yazıldığı ana kadar Belgrad’dan batıya ‘evet veya hayır’ anlamına gelecek hiçbir açıklama gelmedi. Moskova’ya yaptırımdan kaçmanın yollarını arayan Belgrad’ın bu suskun tavrının uzun süreceğini tahmin ediyorum.
Rusya-Ukrayna savaşı sonrası tüm dünyada olduğu gibi Balkanlarda da bir türlü çözüme kavuşamamış problemlerden kaynaklanan gerilim azalmadı, aksine artış gösteriyor. 2 Ekimde Bosna’da yapılacak seçimler öncesi belirsizlik yeni bir kriz getirme riski taşıyor. 2018’de seçim kaybeden ırkçı Hırvat partisi HDZ, Bosna-Hersek devletinin kurumlarını işlemez hâle getirmek için türlü engellere başvurdu. Dayton’da dayatılan anayasa ile Bosna’nın üç kurucu milletinden her biri devleti işlemez hâle getirebiliyor. Mevcut anayasa değişmezse, üniter yapıya dayalı bir anayasa gelmezse, bu sıkıntılar da bitmeyecek.
Hiçbir konuda bir araya gelemeyen, birbirleri ile kanlı bıçaklı ırkçı Sırp ve Hırvatlar, Bosna-Hersek’e zarar vermek ve Boşnakları ezmek söz konusu olduğu zaman inanılmaz bir şekilde ittifak yapıyorlar. Komşu iki devlet Sırbistan ve Hırvatistan da meşru Bosna devleti yerine, uzantıları gördükleri bu ırkçı- ayrılıkçı parti ve menfaat guruplarına destek vermeye devam ediyor. Hatta AB üyesi Hırvatistan, Bosna ve Boşnakları ezmek için Brüksel’de kulis yapıyor, Avrupa’nın ırkçı partilerinden destek bile görüyor. Sırbistan’ın sınırları dışındaki ayrılıkçı-yıkıcı hareketlere desteği, Bosna ile sınırlı değil. Gerek Kosova’da gerekse Karadağ’da kendine uydu yönetimler oluşturmak için çeşitli manevralara kesintisiz devam ediyor. Belgrad, bu politikayı iktidarda kim olursa olsun aynen sürdürüyor. Özetle Kosova, Bosna ve Karadağ devletlerini bölüp parçalama politikaları, Belgrad’ın devlet politikası haline geldi.