Lozan’dan günümüze Kıbrıs
AB’nin gündeme geldiği 2002-2004 yıllarında nerdeyse hiç gözükmeyen, varlığı da tartışılmayan Mesihçi bir siyonist örgütlenme olan CHABAD hareketi hiç dikkat çekmeden Kıbrıs’ın her iki yakasına yerleşti. CHABAD’ın henüz KKTC'ye temsilci atamadığı 27 Haziran 2007’de yazılan bir raporda, “Larnaka, Ayia Napa, Girne, Limasol, Lefkoşa ve Baf'ı kapsayan altı haftalık bir görev için yakında Kıbrıs'ın Larnaka şehrine varmayı dört gözle bekliyoruz.” Görevin ne olduğu ise CHABAD’ın web sitesindeki 14 Temmuz 2007 tarihli haber ile öğrenildi. Haberde: “Bringing Judaism to Cyprus” yazılıydı. Türkçesi, “Kıbrıs'a Yahudiliği Getirmek.”
israilin 7 Ekim 2023’te Gazze üzerinde başlattığı ve bölgede soykırıma dönen işgal planı, her ne kadar karada devam etmiş olsa da hedefte Kıbrıs vardı. Bugün Kıbrıs’ta neler olduğunu anlamak için adada olup bitenlerin tarihi geçmişine göz atmak gerekir.
Tarihinin hiçbir döneminde Yunan adası olmayan Kıbrıs; Asurlular, Mısırlılar, Persler, Romalılar, Araplar, Haçlılar ve son olarak da 1571'den 1878'e kadar Osmanlı yönetimi gördü. Kalıcı olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Osmanlı Devleti’nin on birinci Padişahı 2. Selim’in 1 Ağustos 1571 tarihinde Kıbrıs'ın fethi ile başlattığı süreci günümüzde de devam ettirmektedir.
Tarihçiler 2. Selim’in Kıbrıs fethinde, padişahların gözdesi, banker ve şarap ticareti yapan yahudi Joseph Nasi ile sıkı “dostluğu”nun önemli rol oynadığını da yazdılar. Nedeni ise Nasi’nin Kıbrıs kralı olma hevesinin savaşa sağladığı maddi katkı olarak gösterildi.
Aynı tarihlerde Osmanlı’nın kudretli kadın bankerlerinden Doña Gracia Nasi’nin yeğeni olarak da bilinen Josef Nasi’nin diğer hedefi ise Filistin’deki Tiberias/Taberiye şehrinde kiralama yolu ile bir yahudi yerleşimi yeri kurmaktı.
Nasi’nin Filistin’de kiralama yolu ile başlattığı süreç zamanla toprak satın almaya dönüşerek devam etti. siyonist işgalin başlangıcı olarak gördüğümüz Nasi hareketi,1948 yılına geldiğimizde, satın aldıkları topraklara işgal ettikleri yerleri de ekleyerek günümüzdeki İsrail Terör oluşumunu ortaya çıkarttı.
Diğer tarafta, yaklaşık 500 yıldır ayrılmadığımız ve kader birliğine dönüşen Kıbrıs, artık jeopolitik, stratejik konumu nedeni ile dünyanın en gözde yerlerinden birisi olurken Filistin ile aynı kaderi yaşaması veya yaşayacağı gündeme geldi. İngiltere’yi idare eden güçlerin 1869 yılında Süveyş kanalını açması da Kıbrıs’ın ehemmiyetini artırdı.
Batı Asya’nın değişmeyen anahtarı
Kıbrıs adasında bu süreci hızlandıran iki önemli etmen vardı: Birincisi İngiliz Başbakanı Kont Beaconsfield’in 5 Mayıs 1878'de Kraliçe Victoria'ya yazdığı bir mektupta ifade ettiği gibi “Kıbrıs, Batı Asya'nın anahtarıdır” ifadelerini doğrulayacak niteliktedir.
İşte bu anahtar, Doç. Dr. Hüseyin Çelik’inİngiltere Dışişleri Bakanlığı Belgelerini araştırarak yazdığı, “Ali Suavi ve Dönemi” adlı eserinde nasıl kullanıldığını yazıyor: İngiltere Büyükelçisi Layard 25 Mayıs 1878’de İngiltere Dışişleri Bakanı Salisbury’ye, Kıbrıs konulu bir telgraf yollar. Layard, “Sultanı gördüm. Onu son hâdisenin tesiriyle çok hasta ve gerilimli buldum. Kendisi Başvekil Sadık Paşa’ya tamamen benim tavsiyelerim doğrultusunda hareket etmesini emretti. Ümit ediyorum ki taslak yarın imzalanacaktır” müjdesini verir.İmzalanacak olan taslağın oluşumunda, 20 Mayıs 1878 tarihindeki Ali Suavi’nin Yıldız Sarayı baskınından dolayı üzgün olan, Rothschildler ile irtibatı bulunan 2. Abdülhamid’in pazarlık gücü olmadığı tespit edilmişti.
Etrafına güveni kalmayan Sultan, diplomatik yaklaşımın etkisi ile İngiltere’ye “güven” de duymaktadır. “Güven” daha sonra geri dönüşü olmayan bir pişmanlığa evrilmiş olsa da 2. Abdülhamit’in 4 Haziran 1878 tarihinde “Kıbrıs'ı Kırk Sekiz Saat” içinde İngiltere'ye kiralaması ile ardına kadar açmış oldu.
Kiralamanın 1. Maddesinde yer aldığı üzere “Kıbrıs Adası’nın İngiltere tarafından işgal edilmesi ve yönetilmesi de ayrıca kabul” edildi. Karşılığında ise İngiliz Hükümeti, Rusya'ya karşı Türk topraklarının bütünlüğünü korumak için resmi bir taahhütte bulundu. Sözleşmeye İngiltere adına yahudi asıllı ilk başbakan olan Beaconsfield Kontu Benjamin Disraeli ve Dışişleri Bakanı Kont Salisbury katıldı.
Diplomatik hipnoz
Her ne kadar "Kıbrıs Sözleşmesi" olarak bilinse de Kıbrıs’ın kiralanmasına, dolayısıyla 4 Haziran 1878 tarihli İngiliz-Türk savunma ittifakı projesine, İngiliz Kabinesi tarafından 16 Mayıs 1878'de onay verildi. Tüm plan aynı tarihli bir mektupta Bay Layard eliyle şöyle izah edildi:
“Bâbıali bize Kıbrıs'ın işgalini vermeli. Hem Küçük Asya'ya hem de Suriye'ye yakın olma gibi iki avantajı vardır. Bu, bize herhangi bir açık düşmanlık eylemi olmadan ve Avrupa'nın barışını bozmadan savaş malzemelerini biriktirme imkânı sağlayacaktır. Küçük Asya veya Suriye'deki operasyonlar için gerekli birlikleri, diğer güçlerin anakarada herhangi bir faaliyette hissedecekleri kıskançlığı ise uyandırmayacaktır.”
Bu açıklamanın sonunda savunma ittifakı olarak gözüken planın sona ereceği de belirtilmiştir. Fakat sözleşmede önerilen maddelerde Padişah yetkisinde olmayan, neredeyse %70’i vakıf malı olan topraklarının yani Osmanlı’da “Allah’ın malı” olarak kabul edilen toprakların, “ Kıbrıs'ta Osmanlı Tacı veya Devleti'ne ait olan toprakları satma veya kiralama yetkisine sahip olacaktır” ifadeleri de yer aldı.
Burada padişah kendi tasarrufunda olan bir vakıf malını satamayacağı gibi yine tasarrufunda olmayan vakıf malını kiralama yetkisi de yoktur. Vakıf malları ancak gelir elde etmek üzere vakıfta yazılı evlatlar tarafından kiraya verilir ve amaçları doğrultusunda kullanılır. Vakıf hukuku açısından bu durum maalesef dikkate alınmadı. Kıbrıs sözleşmesiyle birlikte 11 Temmuz 1887 tarihinde İngiliz filosunun Larnaka'ya gelmesinin ardından adanın yönetimi resmen İngilizler tarafından devralındı.
İngiltere, Sultan'a yıllık 95.000 sterlin tutarındaki haraç ödemesini de kendi cebinden yapmadı, Kıbrıs halkından toplayarak ödedi. Kıbrıs’taki kiralama ile karışık işgal gerçeği, 1914'te Türkiye’nin Almanya'nın yanında I. Dünya Savaşı'na girmesiyle ilhaka dönüştü. Buna da ne yazık ki “İngiliz oldubittisi” denildi.
Lozan’da kabul edilen Kıbrıs ilhâkı
Kıbrıs’ın kaderini belirleyen ikinci yanlış, İngiltere’nin 26 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması ile bu ilhâkı, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne kabul ettirmesi oldu.
Lozan’da kabul edilen maddelerde;
Madde 20 -Türkiye, Britanya Hükümetince Kıbrıs’ın 5 Kasım I914’te açıklanan ilhâkını tanıdığını bildirir.
Madde 21 - 5 Kasım 1914 tarihinde Kıbrıs Adası’nda yerleşmiş olan Türk uyrukları, yerel yasanın belirlediği koşullara göre İngiltere uyruğuna geçecek ve böylece Türk uyruğunu yitireceklerdir. Bununla birlikte bu Türkler, isterlerse bu antlaşmanın yürürlüğe konulmasından itibaren iki yıllık bir süre içinde Türk uyruğunu seçebileceklerdir. Bu durumda, seçme haklarını kullandıkları günü izleyen on iki ay içinde Kıbrıs Adası’ndan ayrılmak zorunda kalacaklardır…
Böylelikle 2. Abdülhamit’in pişmanlığı ile İngiltere’ye kiralanan Kıbrıs, bu sefer yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin imzaladığı Lozan Anlaşması’yla resmen elimizden çıkmış oldu.
EOKA ortaya çıkıyor
Bunun üzerine Türklere karşı güçlendirilen Rumlar, adayı Helenleştirmek üzere EOKA’yı kurarak 1955 yılında Yunanistan’a ilhak etmek istedi. Artık EOKA’nın hedefinde başta İngiltere olmak üzere Helenleşmeye karşı çıkan herkes vardı.
Türkler bir kez daha şiddet ve soykırımla karşı karşıya kaldı. Bu süreç 1960 yılında sözde bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’ni ortaya çıkarttı. ABD’nin araya girmesi ile İngiliz üslerine bağımsızlık verilen yeni devlette demokratik haklar, Kıbrıslı Rumlar %70, Kıbrıslı Türklerin %30 temsil hakkı ile Rumların lehine oldu. Üstelik bir de alay edercesine Kıbrıs Ortodoks Kilisesi başpiskoposu, Enosis hareketinin kurucusu 3. Makarios da Cumhurbaşkanı seçildi. Aynı yıl (1960) Kıbrıs'ın güneyinde, Ağrotur ve Dikelya adı ile bilinen İngiltere'nin Deniz Aşırı üslerinde, “Tanrı Kralı Korusun” marşı çalınmaya başlandı.
Türkiye’nin de garantörlüğünde 1959 Zürih ve Londra Anlaşmaları sonucu kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı Makarios, 4 Eylül 1962'de Panayia'da yaptığı bir konuşmada:“Helenizmin korkunç düşmanı Türk ırkının bir parçası olan bu Türk toplumu kovuluncaya kadar, EOKA kahramanlarının görevi asla sona ermiş sayılmaz" dedi.
Böylelikle devlet olma ciddiyetinden mahrum, hukukun üstünlüğünün olmadığı Kıbrıs Cumhuriyeti, 1963 yılında Rumların adada yaşayan Türklere yönelik kanlı Noel katliamı ile dağıldı. Rumlar bu süreçte “270 cami, türbe ve diğer ibadet yerini tahrip” etti. Yüzlerce Türk köyü yakıldı ve yıkıldı. Kıbrıs Türk’ünün varlığını devam ettirmesi ancak 1974 yılında Türk askerinin adaya gelmesi ile garanti altına alındı. Türk askerinin adaya ayak basmasıyla ENOSİS hareketi de sona erdi. ENOSİS’i başlatan Makarios 12 Mart 1977’de “Kıbrıs, ENOSİS adına yok edildi" dedi.
Ve adada 15 Kasım 1983 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kuruldu. Böylelikle Kıbrıs’ta, Kıbrıs Rum Kesimi ile İngiliz askeri üslerinden (Ağrotur ve Dikelya) oluşan üç ayrı devletli bir yapı oluştu.
CIA penceresinde Kıbrıs!
İngiltere’nin Kıbrıs’ın Güneyinde yer alan Ağrotur ve Dikelya askeri üsleri, CIA’nın ülkeler listesinde ayrı ayrı yer alırken, Kıbrıs Adasının 450 yıldır vakıflar yoluyla çoğunluk sahibi ve tek mirasçısı olan Kıbrıs Türklerinin kurduğu KKTC Devleti yer almadı. Fakat 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nde Kıbrıs Türklerinin de onayı olduğuna göre bu egemen üslerin varoluş temelinde itiraz etmeyen Türkiye Cumhuriyet Devleti’nin dolayısı ile Kıbrıslı Türklerin de imzası vardı.
Dünyadaki okyanus ve denizlerin her köşesinde toprakları bulunan İngiltere’nin ada ülkelerine veya üslerinin coğrafi konumlarına baktığımızda tam bir sömürge mühendisliği görürüz.
İngiltere 1878 yılından itibaren dünyayı kontrol etmek için bir tarafta Osmanlı İmparatorluğunu parçalarken, diğer taraftan oluşturduğu bu üslerle dünyayı nasıl idare ettiğini de gösteriyordu.
CIA, Kıbrıs’ın tarihini “Eski bir İngiliz kolonisi” ile başlatırken, Dikelya, Ağrotur ve Cyprus-Kıbrıs ülkelerini tanımış, Kıbrıs Türklerini azınlık olarak görmüş ve KKTC Devleti'ni de yok saymıştır.
İngiltere’nin tam egemenlik ve yargı yetkisini elinde tuttuğu Akrotiri'de bir Kraliyet Hava Kuvvetleri Üssü (RAF-RoyalAir Force), Kıbrıs İngiliz Kuvvetleri Karargâhı ve Episkopi Destek Birimi bulunmaktadır.
CIA ilgili sayfasının sonunda Türkiye’nin Mart 2007'de Kıbrıs Hükümeti'nin, “Lübnan'la hidrokarbon blokları ve deniz sınırı oluşturmasını protesto ettiği” de yazılmaktadır. CIA sayfalarından da anlaşılacağı üzere yok sayılan Kıbrıs Türkü veya Kıbrıs’ı Türksüzleştirme hareketleri, Rumların bağımsızlık hareketine, oradan da Yunanistan’a ilhak fikrine ulaşınca, 1968'den bu yana sorun çözme kabiliyeti olmayan BM himayesinde, Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum halkları arasında 1968-1974, 1975-1979, 1980-1983, 1988-1992 ve 1999-2004 yılları arasında sonuçsuz kalan görüşmeler yapıldı.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan'ın Kıbrıs'taki tarafların uzlaşmasını sağlamak amacıyla 11 Kasım 2002'de Türk ve Rum tarafına sunduğu “Annan Planı” ise 24 Nisan 2004 tarihinde oylandı ve Rumlar tarafından kabul edilmedi. Fakat yine Rumlar ödüllendirildi. 16 Nisan 2003 tarihinde Atina’da imzalanan anlaşma sonucunda 1 Mayıs 2004’te ENOSİS’cilerin önderliğinde kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti nâm-ı diğer Rum Kesimi, Avrupa Birliği'ne üye oldu.
CAHABAD Kıbrıs’a yerleşiyor
Diğer yandan AB’nin gündeme geldiği 2002-2004 yıllarında nerdeyse hiç gözükmeyen, varlığı da tartışılmayan Mesihçi bir siyonist örgütlenme olan CHABAD hareketi hiç dikkat çekmeden Kıbrıs’ın her iki yakasına yerleşti.
CHABAD’ın henüz KKTC'ye temsilci atamadığı 27 Haziran 2007’de yazılan bir raporda, “Larnaka, Ayia Napa, Girne, Limasol, Lefkoşa ve Baf'ı kapsayan altı haftalık bir görev için yakında Kıbrıs'ın Larnaka şehrine varmayı dört gözle bekliyoruz.” Görevin ne olduğu ise CHABAD’ın web sitesindeki 14 Temmuz 2007 tarihli haber ile öğrenildi. Haberde: “Bringing Judaism to Cyprus” yazılıydı. Türkçesi “Kıbrıs'a Yahudiliği Getirmek.”
Kamuoyunun dikkatini çekmeyen bu işgalle ilgili 2012 yılında “İsrail Hükümeti'nin sağladığı finansmanla İsrailli iş adamları, KKTC'li avukatları kullanarak, Kuzey Kıbrıs topraklarını satın almak suretiyle yayılıyor” haberi de yapıldı ama nafile...
Nitekim 2008 yılında CHABAD, KKTC’ye Chaim Hille Azimov adında sözde bir haham gönderdi. Kısa sürede “Kuzey Kıbrıs Yahudi Merkezi, Büyüyen Cemaate (CHABAD) Hizmet Veriyor” diye övgüler dizilmeye başlandı.
KKTC’yi Yahudi merkezi yapmak üzere yola çıkan CHABAD’ın tapulu işgaldeki rolünün açığa çıkması, yatırımcı kılığına girmiş olan işgalcilerin gerçek niyetini de gösteriyor.
İşgalciyi tutuklamak günahmış!
Ersin Tatar’ın BM nezdindeki 3’lü gayrı resmî yemekte soykırımcı, çocuk katili CHABAD örgütü iltisaklı ve KKTC’de tapulu işgalin bir numaralı figüranı olan Simon Aykut için Rum Cumhurbaşkanından af istediği ortaya çıktı.
Tatar, toplantıyı izleyen “VOA Türkçe”de yayınlan özel açıklamasında şöyle demiş:
“Akşam yemekte ‘Simon Aykut’un tutuklanması yanlış. Gayriinsani bu, kabul edilemez. 74 yaşındaki adamı tutuyorsunuz, bundan daha büyük günah olamaz’ dedim. Hristodulidis ise ‘Yargıya karışamam’ dedi. Buna karşılık ‘20 sene oldu, bu işlerle uğraşıyordu adam. Siyaseten tutuklama yapamazsınız’ dedim. Bunun üzerine Guterres de rahatsızlığını ifade etti. Ve ‘Af çıkar’ dedim. Hristodulidis dondu kaldı, hiç cevap vermedi. Yalnız israil Cumhurbaşkanı da beni bu konuda aradı bir şey yapamam dedi.”
KKTC’den Türk askeri çekilecek mi?
Kıbrıs Haber Ajansı da Cumhurbaşkanı Niko Hristodulidis’un, “Kıbrıs Rum tarafının söyledikleri temelinde bir görüşme olabileceğine inandığını… Crans-Montana'da garantilerin sürdürülmeyeceğini ve askeri ittifaklara ilişkin görüşmelerde ilerleme kaydedildiğini” belirten açıklamalarını haber yaptı. Haber, Türkiye ve KKTC’de “haber” olarak görülmedi.
New York’ta diplomatik hipnozla yapılan 3’lü yemek öncesi (14 Ekim 2024) yine ABD hükümeti tarafından finanse edilen VOA Türkçe’nin yayınladığı haberde, Simon Aykut’un 10 Haziran’da Rum kesiminde tutuklanmasına karşı çıkanların, “Lefkoşa’daki Metehan Sınır Kapısı’nda protesto gösterisi” yaptığı yazıldı.
Simon Aykut’a özgürlük
CHABAD destekli Simon Aykut lehine, çoğu KKTC’deki inşaatlarında çalışan yabancı işçilerin katıldığı başkent Lefkoşa’daki sınır kapısında yaptığı eyleme, Kıbrıs Türk Ticaret Odası, Kıbrıs Türk Sanayi Odası, Kıbrıs Türk İnşaat Müteahhitleri Birliği, Kıbrıs Türk Otelciler Birliği, Kıbrıs Türk Barolar Birliği ile Kıbrıs Türk Emlakçılar Birliği gibi sivil toplum kuruluşları da iştirak edip ortak bir açıklama yaptı.
Ve Simon Aykut’un affedilmesini isteyen dilekçe, BM görevlisine verildi.
Kıbrıs Türk Barolar Birliği (KTBB) Başkanı tarafından verilen dilekçede, “Simon Aykut adındaki 74 yaşındaki bir iş siyonistinin haksız yere tutuklandığı ve zor şartlar dâhilinde gözaltında tutulması ve akabinde Ewa Künzel, IlonaLesko ve Melinda Ladanyi isimli iş siyonistlerinin tutuklanması, yalnızca temel insan haklarını ihlal etmekle kalmayıp aynı zamanda Kıbrıslı Türk -gözüken- iş siyonistlerinin ekonomik durumlarını ve Kıbrıs Türk ekonomisinde önemli bir aktör olarak varlıklarını olumsuz etkilemektedir” ifadesi kullanıldı.
Kıbrıs siyonistlere mi kalacak?
Özet olarak:
Bunca şeyden sonra şimdi de hedefte israil ile bağlarını kopartan Türkiye’nin garantörlüğünde kurulan KKTC devleti var. Tarihte yaşanan benzer planlarla KKTC, Türkiye’den kopartılmak isteniyor. Geçmişte başrolde İngiltere gözükürken bu kez başrolde doğrudan israil ve siyonist örgütlenme CHABAD var.