Âlim ölür, âlem ölür: Onlar bir bir giderken eksilen biziz
Âlimler âlemin a’lemleridir ve kolay yetişmezler. Âlemin tüm âlimleri ulaştıkları mertebeye hep çileler çekerek gelmişlerdir. Ne yazık ki, artık hiç kimse çileli bir yolculuğa talip değil. Oysa insanı, çile pişirir. Çile meşakkattir ve zamane insanı maddî ve mânevî hemen her şeyi cehd etmeden, çile çekmeden zahmetsizce elde etmenin peşinde.
Âlim, herhangi bir meseleyi bilen kişi değildir. Gerçek âlim; evvelen Kur’an-ı Kerim ve Sünneti Seniyye bilgisine kâmilen sahip olan kimsedir. Diğer hususlar sonra gelir.
Müslüman olup da günümüz akademik dallarından birinde ilerleyen çoğu kimsenin bihaber olduğu mesele; İslam’ın ilgili ilim dalı hakkındaki hükümlerine ilgi duymamış, iltifat etmemiş, dolayısıyla da habersizce ilerlemiş olmasıdır.
Oysa bir ilim sahibinin öncelikle bilmesi gereken şey; mensup olduğu dinin/İslâm’ın ilgili dal/branş hususundaki vâzettiği, yani emrettiği ve nehyettikleridir. Kaldı ki, Kur’an ve Sünnete dair bilgi, ilim sahibi için farz-ı ayın iken, meslek edindiği dal farz-ı kifâyedir. Elbette ki farz-ı kifâye olan dallara da toplumun, devletlerin ve Müslümanların ihtiyacı vardır ve o sahalarda da ilim erbabına ihtiyaç vardır. Lâkin bu farz-ı kifâye olan dallar, İslam’ın o husustaki hükümleri ihmal edilerek elde edilemez. Aksi hâlde günümüz Türkiyesi ve İslam âleminin acı fotoğrafı ile karşı karşıya kalırız.
- Seküler çevreler ve hatta bazı muhafazakârlar, sık sık din ile siyasetin birbirinden ayrı şeyler olduğunu, birbirine karışmaması gerektiğini söylerler. Oysa dinin yani İslam’ın kendisi baştan sona siyasettir. “Bu siyasetten kasıt, gündelik politikalara müdahil olmamak ise bir nebze ‘eyvallah’ denilebilir” diyenler de çıkabilir. Ama o gündelik politikalar dediğiniz şey, toplum hayatının her alanına müdahale ederken, bir âlimin susmasını kimse beklememelidir. Bu durumda asıl kabahatli olan emri bi’l ma’ruf nehy-i ani’l-münker yapanlar değil, susup sinenlerdir.
İyiliğin emrine, kötülüğün nehyine gayret göstermesi İslam âliminin aslî vazifesidir. Devr-i cumhuriyetle birlikte bunun azalması, bu gayrete sarılanların sindirilmesi ile sahanın boşaltılmış olması, bu gerçeği değiştirmez. Devr-i cumhuriyette çoğunun rızık, terfi ve makam sevdası yüzünden susmuş olması kısmen anlaşılabilir. Bu durumda kişi ya âlim olduğu iddiasından vazgeçmeli yâhut da ihtiyârî olarak üstlendiği görevi layık-ı veçhiyle yerine getirmelidir. Nitekim tarihimiz bunun güzel örnekleri ile doludur.
Siyasetnâme okumadan olmaz
Günümüz siyasetçilerinin ve bazı ilim ehlinin de en temel eksikliği, ilk örneği Hz Ali (k.v.) tarafından devrin Mısır valisine mektuplar şeklinde gönderilen ve İslam tarihinin en mühim eserleri hâline gelen siyasetnameleri okumamış olmalarıdır.
En meşhuru Nizâmülmülk’e ait olan siyasetnameleri kâmilen okumak mümkün değilse, hiç olmazsa Yüksel Kanar hocanın ‘İktidar ve Adalet: İslam Siyaset Düşüncesinde Siyasetnameler’ adlı mufassal eserinin okunmasında fayda vardır.
İmam-ı Âzam (r.a.) ve İmam Ahmed b. Hanbel (r.a.) gibi büyük âlimlerin mâruz kaldıkları çilenin birazına bile razı olmayan zamane bilginlerinin ihmal ettiği en büyük şey, yaşadıkları çağı tanımamak olsa gerektir. Âlim sadece temel bilgilere vakıf olan kimse olamaz. Zîra küresel siyaset denilen zamane uygulamaları; insanı korumak şöyle dursun, onu ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır.
‘Aşılarla nüfus artışını azaltacağız’
Bakınız müfsitlerin sözcüsü durumundaki Bill Gates, CNN International televizyonu ile TED platformunda nasıl itiraflarda bulunuyor.
“Önümüzdeki 10 yılı aşı yılı yapmak için 10 milyar dolar harcayacağınızı söylüyorsunuz, bu tam olarak ne anlama geliyor” diye soran CNN programcısına Gates şu mânîdar cevabı veriyor: “Bu on yılda hem yeni aşılar icat ederek, hem de onları ihtiyacı olan tüm çocuklara ulaştırılmasını sağlayarak inanılmaz bir ilerleme kaydedeceğimize inanıyoruz. Bunu başarırsak her yıl ölen çocuk sayısını 9 milyondan yarı yarıya azaltabiliriz. Programın sağlayacağı fayda ise hastalıkları ve nüfus artışını azaltmak! Bunu yaptığımızda toplumun toparlanma şansı var...”
- TED platformundaki konuşmasında ise “Önce nüfus meselesi var. Dünya bugün 6,8 milyar ve 9 milyara doğru yolu var. Eğer aşılar konusunda doğru ilerlersek; sağlık bakımı ve üreme ile ilgili sağlık hizmetlerinde bunu belki yüzde 10-15 kadar düşürebiliriz.”
Görülüyor ki, aşılarla hedeflenen şey; kısırlaştırma yöntemiyle dünya nüfusunu azaltmak. Hem de dünya nüfusunu yüzde 15 azaltmak… Bu 1 ila 1,5 milyar insanın şu yâhut bu yolla öldürülmesi demektir.
Onlar açıkça amaçlarını itiraf ederken aşılar hakkında konuşmak âdeta suç sayılıyor. İster İslâmî, isterse de seküler mânâda âlim / bilgin olanlar bu ve benzer hususlarda, bunların rahle-i tedrisinden geçmiş olanların vereceği yalanlarla fetva üretiyorlar.
Her yöne çekilebilecek yuvarlak fetvalar
Âlim olmak, sahih kaynaklarda bulunan ve herkesin erişip elde edeceği bilgileri hıfzedip tekrarlamak olmasa gerektir. Zîra teknoloji bugün bunu daha başarılı bir şekilde yapabiliyor. Âlim olmak, yeni meselelerde fıtrata yani insan ve kâinatın tevhidine aykırı olmayan, onları muhafaza eden fetvalar, çâreler üretmek değilse, bunca çaba nedendir?
Üç günlük dünyada rahat yaşamak için mi?
Şayet böyle ise bu bilgiyi yüklenmek nasıl bir vebaldir?
İster Bill Gates’in sözleri, isterse başka bilgi kaynaklarının ifşa ettiği gerçekler, insanlık düşmanlarının hedeflerinin çok net olduğunu ve bunun için on milyarlarca doları harcamaktan imtina etmediklerini ortaya koyuyorsa; suskunluk veya her yöne çekilebilecek yuvarlak fetvalara ne demeli?
- Kâmil mânâda âlim kişi; yöneticilere, bürokrasiye, hâkimlere velhâsıl herkese Allah’ın hükümlerine karşı durumunu ve tutumunu hatırlatan, bu yönde cehdeden kimsedir. Kâmil âlimin, başta yöneticiler olmak üzere herkesi yanlışlara karşı uyarmak gibi bir mesuliyeti vardır. Yüklendiği vazife bunu iktiza eder çünkü.
İslam âlimi, hevâ ve heveslerine uyan, nefsini düşünen kimse değildir. Gerçek bir âlim, -günümüzde sıkça gördüğü üzere- birilerine dünyalık için maşalık eden ve dinin hükümlerini tahrife yeltenen kimse değildir.
Mü’minler, hayra çağıran her hususta ulemanın nasihatine uyar. Aksi durumdaki çağrılarını ise reddeder. İyi bir Müslüman olmak bunun gerektirir.
Bir bir gidiyorlar
Son devrin en mühim âlimlerinden Muhammed es-Sâbûnî’yi geçtiğimiz günlerde rahmet-i Rahman’a yolcu ettik. Halepli büyük âlim, Türkiyeli Müslümanlarca da tanınan ve sevilen bir zâttı. On binlerce Yeni Şafak okuyucusunun evinde Saffetü’t Tefâsîr adlı 7 ciltlik tefsiri mevcut. İki ciltlik Ahkâm Tefsiri yine Türkiye’deki en meşhur eserlerinden biri.
Bu âlimin Fatih Camii Şerifinde kılınan cenaze namazı ve Merkezefendi Haziresine defnedilen şerefli naaşı, Suriyeliler ve Çarşamba cemaati mensubu Müslümanlar olmasa garip kalacaktı. Zîra siyasetçilerin katılmadığı bu gibi Peygamber varislerinin cenazeleri, korkarız ki yakın gelecekte ortada kalacak. Keşke böyle mübarek zatların tabutları on binler veya yüzbinlerin omuzlarında yükselse! Dünya meşgalesi mi desek, ne desek bilemiyoruz.
İslam ile âlâkası olmayan kıytırık sanatçılara veya bilmem kimlere sayfalarını çarşaf çarşaf açan medyamız, rahmetli Muhammed es-Sâbûnî için pek yer bulamadı.
Vadeler yetiyor, alimlerimiz bir bir çekilip gidiyor aramızdan. Osmanlı iktisat tarihçisi Mehmet Genç hocayı da Sâbûnî merhumdan bir gün önce yolcu ettik. Mehmet Emin Saraç hocayı da kısa bir süre önce...
İlim deryaları bir bir ahırete doğru kıvrılıp akıyor.
Onların giderken asıl eksilen biziz.
Sahi, geriye ne kadar azı kaldı, farkında mıyız?
Ne acı, ne hüzünlü bir hâl, öyle değil mi?