Kuveyt’te ‘İsrail’ yerine ‘Siyonist Varlık’ kullanılıyor
Kuveyt, bölgede bir yönüyle daha istisna olma özelliği taşıyor. Ülkenin yerel basını, haberlerinde uzun yıllardır “İsrail” kelimesini hiçbir şekilde kullanmıyor. Bunun yerine “Siyonist Varlık” (Zionist Entity) tabiri tercih ediliyor. Bu konuda öyle büyük bir hassasiyet var ki 2021 yılında ciddi bir kriz dahi çıkmıştı. 1972’den beri yayın yapan Al-Qabas gazetesi koronavirüs aşısına ilişkin bir haberde yanlışlıkla "İsrail" kelimesine yer verdiği için gelen tepkiler sonrası özür dilemek zorunda kaldı.
Mart ayında yolum bir kez daha Körfez ülkesi Kuveyt’e düştü. Kuveyt, Katar veya Suudi Arabistan gibi diğer Körfez ülkelerine nazaran adından daha az söz ettiren ve manşetlerde daha az konu olan bir ülke. Ancak gerek onu “bölgede demokrasiye en yakın model” konumuna sokan güçlü bir meclise, gerekse “dünyanın en değerli para birimi”ne sahip olması Kuveyt’i diğerlerinden ayrıştıran faktörler. Gelin bu küçük, şirin, nispeten az bilinen ve turist çeken ülkeye son ziyaretim vesilesiyle yakından bakalım…
Vergi yok para değerli
Kuveyt’in en meşhur özelliklerinden biri aslında parası! Ülke, dünyanın en değerli para birimine sahip.
Körfez ülkesi Kuveyt’in yerel para birimi dinar (KWD) uzun yıllardır dünyanın en değerli ve güçlü parası olarak kabul ediliyor. Forbes’un her yıl güncellenen “en güçlü para birimleri” listesinde “1 KWD = 3.25 USD” döviz kuruyla geçen yıl da zirveye Kuveyt dinarı yerleşti.
Kuveyt’in petrol rezervleri ve vergisiz sisteminden kaynaklanan ekonomik istikrarı, para birimine olan yüksek talebe katkıda bulunuyor.
Kuveyt ekonomisinin petrole bağımlı olması ve petrol ihracatının para birimini güçlendirmesi nedeniyle KWD’ye olan talep oldukça yüksek.
Dinarın, Amerikan dolarının ağırlıkta olduğu karma bir döviz sepetine sabitlenmiş olması da değerine etki eden faktörler arasında.
Körfez ülkeleri arasında parasını yalnızca dolara çıpalamak ve belli bir kura sabitlemek yerine karışık bir döviz sepetine geçmeyi tercih eden tek ülke Kuveyt.
Aslında 1975-2002 yılları arasında karma bir sepete parasını sabitleyen Kuveyt, 2003’ten 2007’ye kadar tıpkı diğer Körfez ülkeleri gibi dolara sabitleme yoluna gitmişti. Ancak 2007 yılı Mayıs ayında alınan kararla bu rejimden vazgeçilerek tekrar karma bir döviz sepetine geçiş yapıldı.
Kuveyt Merkez Bankası’nın resmi web sitesinde bu karara ilişkin, “Uzun süre boyunca ABD dolarının önemli para birimleri karşısında yaşadığı değer kaybının olumsuz etkilerini gidermeye yönelik tüm çabalar tükendikten sonra 2003 öncesinde izlenen döviz kuru politikasına geri dönülmesi, ulusal para biriminin satın alma gücünün korunmasını ve yerel ekonomiyi etkileyen enflasyonist baskıların kontrol altına alınmasını amaçlamaktadır” ifadesi yer alıyor.
Kuveyt dışında Körfez ülkelerinin para birimleri, 1970’ler sonu ve 1980’ler başından bu yana ABD dolarına sabit durumda. Sabitleme, bölge ekonomilerinin enerji piyasalarındaki dalgalanmalardan korunmasına yardımcı olurken, merkez bankalarının bilhassa işler yolunda gittiği dönemlerde devasa rezervler biriktirmesine imkan sağladı.
Bahreyn, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Ekim 1978 ve Kasım 1980 arasında ulusal para birimlerini USD’ye sırasıyla 0.38, 3.64 ve 3.67 oranlarında sabitledi. Umman, Ocak 1986’da Umman riyalini devalüe ettikten sonra dolara sabit olan kurunu 0.38’e ayarladı. Suudi Arabistan ise Haziran 1981 ile Haziran 1986 arasında yaptığı yumuşak devalüasyonun hemen ardından 1 doları 3.75 riyal olarak çıpaladı.
Bugün itibarıyla 1 Kuveyt dinarı 3.25 dolara, euro cinsinden ise 2.97’ye karşılık gelirken, bu rakam 104 Türk lirasına tekabül ediyor.
Kuveyt basını ‘İsrail’ adını anmıyor
Kuveyt, bölgede bir yönüyle daha istisna olma özelliği taşıyor. Ülkenin yerel basını, haberlerinde uzun yıllardır “İsrail” kelimesini hiçbir şekilde kullanmıyor. Bunun yerine “Siyonist Varlık” (Zionist Entity) tabiri tercih ediliyor.
İsrail’le diplomatik ilişkisi bulunmayan ve özellikle son yıllarda bölge ülkelerinin İsrail’le normalleşmesine her fırsatta karşı çıkan ülkede bu konuda öyle büyük bir hassasiyet var ki 2021 yılında ciddi bir kriz dahi çıkmıştı. 1972’den beri yayın yapan Al-Qabas gazetesi koronavirüs aşısına ilişkin bir haberde yanlışlıkla "İsrail" kelimesine yer verdiği için gelen tepkiler sonrası özür dilemek zorunda kaldı.
Kuveyt’in görece demokratik kurumları, Filistin'le olan tarihi bağları ve pan-Arap idealleri, hem hükümetinin hem de toplumunun normalleşmeyi radikal biçimde reddetmesine neden olan en temel faktörler arasında sayılabilir.
Kuveyt uzun yıllar boyunca bölgede en fazla Filistinliye ev sahipliği yapan ülke konumundaydı. 1940'larda başlayan göçle birlikte yüz binlerce Filistinli Kuveyt'e yerleşirken, Yaser Arafat'ın 1959'dan itibaren bu ülkede yaşarken Fetih'i kurması ilişkileri güçlendirdi. Arafat'ın 1990'da Irak'ın Kuveyt'i işgalini desteklemesi, bağları bir dönem koparsa da özellikle 2013 sonrası (Filistin Yönetimi'nin Kuveyt'te bir büyükelçilik açmasıyla) zaten sağlam temelleri bulunan ilişkiler yeniden kurulabildi.
- Yönetimde Kuveyt modeli
- Kuveyt’i diğer Körfez ülkelerinden farklı kılan hatta onu bölgede “demokrasiye en yakın model” yapan unsur, güçlü ve etkin bir Meclis’in varlığı ve Emir’in böyle bir Meclis’le çalışmak durumunda olması. Nitekim sık yaşanan hükümet krizlerinin en temel sebeplerinden biri de bu. Kuveyt’in, sahip olduğu devasa petrol servetine rağmen Katar, Dubai veya Abu Dabi gibi kapsamlı bir modernleşme dönüşümünden geçememesinin sebebi de aslında yine bu güçlü meclisin varlığı. Bu durumun belli tarihî sebepleri bulunuyor. Bu istisnailiğin sebebini daha iyi anlamak için Kuveyt’e biraz yakından bakalım…
- — Kuveyt’in çıkışı
- 17. yüzyılın sonları. Anayza kabilesinden bazı klanlar Necid’den Basra Körfezi’nin kıyılarına doğru göç eder. Bu göç boyunca Anayzalılara başka kabilelerden klanlar da katılır ve yeni bir kabile kurulur: Beni Utub veya Beni Utba. Nitekim Utub kelimesi kabilenin nasıl oluştuğunu yansıtır şekilde, ‘ATABA kök fiilinden türetilmiştir ve bu fiilin bir anlamı da bir yerden bir yere “gezen, gezinen, dolaşan”dır.
- Muhtelif sebepler bu göçü başlatmış olabilir. Aslında Necid tarihi bu tür göçlerin de tarihidir. Acımasız bir kıtlık, yıkıcı bir savaş, kıyıcı bir salgın… Göçe dair ise yaygın bir söylentiye göre Necid’i acımasız bir kıtlık vurur ve Anayzalıları göçe zorlar. İlk önce güneye gidilir, ancak orada şartlar daha zordur. Geri dönülür. İlk göç edenlere yenileri katılır. Bu sefer doğuya gidilir, Katar yarımadasının batısındaki Zubara’ya. Orada da şartlar iyi değildir. Bu sefer kuzeye göç edilir ve Şattül Arap deltasının güneyinde geleceğin Kuveyt şehri olacak mahalde karar kılınır ve yerleşilir.
- — Kuveyt kelimesinin kökeni
- İddiaya göre Beni Utub’un ilk yerleştiği mahalde 17. ve 18. yüzyıllarda bütün Doğu Arabistan yarımadası üzerinde hâkimiyet iddia eden Beni Halid kabilesinin inşa ettiği küçük bir kale vardır. Arapçada kale ‘kut’ demektir. Kuveyt kelimesi ‘kut’ kelimesinden ‘kalecik’ anlamına gelecek şekilde türetilir. Mahalin ilk dönemlerdeki isimlerinden biri de ‘tepecik’ anlamına gelen Kureyn’dir. Kureyn de Arapça tepe anlamına gelen ‘Karn’ kelimesinden türetilmiştir.
- — Deniz ve ticaret
- Takip eden on yıllar boyunca Kuveytliler, bulundukları coğrafyanın sunabileceği ekonomik fırsatları keşfe koyulurlar. Bu fırsat elbette denizdeydi. Necid’den gelen Kuveytliler için bu zordu ama imkânsız değildir. İlk önce denizciliği öğrenirler. Körfez, balıkçılık için son derece bereketli sulardı. Ancak daha önemlisi Körfez’in güney sahilleri inci avcılığının yoğun bir şekilde yapıldığı yerlerdi ve Kuveyt’ten deniz yoluyla o bölgeye uzanmak zor değildi.
- Kuveyt ayrıca ilk medeniyetlerden beridir süregelen en canlı bölgesel ve küresel ticaret yollarından birinin yanı başındaydı. Kuveyt’in bu ticarete eklemlenmesi için şartlar mükemmeldi. Irak iç karışıklık ve savaşlarla boğuşurken, Kuveyt güney ve güney-batıdan gelebilecek saldırılara karşı Beni Halid’in, kuzeyden Irak’tan gelebilecek saldırılara karşı ise çölün koruması altındaydı. Üstelik Körfez’in güney sahillerinde eşine rastlanmayan derin ve geniş bir doğal limana sahipti. Yapılması gereken, tüccarları gemilerle getirdikleri yüklerini Kuveyt’e indirmeye ve Kuveyt’ten de develerle yollarına devam etmeye ikna etmekti.
- Nitekim Kuveytliler de bunu başardı. 1758’de Kuveyt’e gelen ve bilindiği kadarıyla ilk Avrupalı seyyah olan Edward Ives, Kuveyt’ten 5 bin develik kervanların geçtiğinden bahseder. 1800’lü yılların başında Kuveyt’e gelen Avrupalı seyyah James Silk Buckingham ise Kuveytlileri “Körfez’de yürüyen ticaretin her dalında aktif tüccar insanlar” olarak tarif eder.
- — Toplumsal ve siyasi yapı
- Canlı ticari hayat, Körfez’in diğer bölgelerinden yeni kabileleri, klanları da Kuveyt’e çeker. Ancak bu sonradan gelenler Kuveyt’te keskinleşen toplum yapısının daha alt sınıf ve statü gruplarını oluşturur. İlk yerleşimciler, Beni Utub’a mensup aileler ise Kuveyt’in siyasi ve ticari elitleri olarak konumlanır.
- Elitler seviyesinde ise Kuveyt’i diğer Körfez ülkelerinden farklılaştıracak başka bir düzenlemeye daha gidilir. Sabah ailesi, Beni Utub aileleri arasında sivrilerek siyasi gücü elinde toplarken, diğer aileler kendilerini ticarete verdi. Böylece diğer Körfez ülkelerinde gözlemlenmeyecek siyasi bir düzenlemenin önü açıldı.
- Siyasi güç bir ailede toplanırken, ekonomik güç Beni Utub ailelerinin elinde toplandı. 18. yüzyıl itibarıyla bu yazılı olmayan aileler arası iş bölümü 20. yüzyılda Kuveyt’e has, Körfez ülkeleri arasında ise tamamen istisnai bir siyasi sisteme evrilecekti. O sistemin yapısına bakmadan önce Kuveyt’in siyasi tarihine de kısaca göz atalım.
- — Tehditler
- Kuveyt 19. yüzyılın başlarına kadar Beni Halid’in hâkimiyeti altında kaldı ve sağladığı güvenlik şemsiyesi altında canlı bir ticari merkeze dönüşebildi. Ancak 19. yüzyılın başı itibarıyla bu güvenlik şemsiyesi kalktı ve Kuveyt, Necid’den yükselen yeni bir güçle karşı karşıya kaldı: Vahhabi Suudi Devleti ile.
- Bu tehdit karşısında Kuveyt küçük ve önemsiz bir ticaret şehri olmanın avantajını kullandı. Zira Vahhabi Suudi Devleti, Kuveyt kapılarına kadar yayıldığında neredeyse bütün yarımadayı kontrolü altına almıştı ve ilk önce Osmanlı İmparatorluğu’nu, daha sonra ise İngiltere’yi harekete geçirmişti bile.
- Yine de Kuveytliler ilk kez kendi savunma kapasitelerine bu dönemde yatırım yaptılar. Mesela şehri tamamen çevreleyen kale duvarları inşa ettiler. Vahhabi-Suud devleti yüz yıl kadar daha Kuveyt için tehdit olmadı. 19. yüzyıl Kuveyt için iç siyasi istikrarın tamamen sağlandığı bir yüzyıl oldu.
- Bunun üç önemli sebebi vardı. İlk önce siyasi rakip olabilecek, el-Halife ve el-Celeyma gibi güçlü aileler Kuveyt’ten ayrıldı. İkinci olarak 19. yüzyılda Sabah şeyhleri nispeten uzun ömürlü oldu ve aile içi siyasi rekabet kontrol altında tutuldu. Son ve belki de en önemlisi, Kuveyt konumu sayesinde 19. yüzyıl boyunca Bahreyn, Katar ve Abu Dabi’yi içine alan çatışmaların parçası olmaktan kurtuldu, çok daha barışçıl ve güvenli bir ortamda ticârî faaliyetlerine devam etti. Her hâlükârda Kuveyt 1871’den itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun, 1899’da ise İngiltere’nin güvenlik şemsiyesi altına girdi.
- — Şeyh ailesi vs. tüccarlar
- 20. yüzyılın başları, Kuveyt’in Şeyh ailesi ile tüccar aileler arasındaki tarihi dengenin bozulması girişimine şahit oldu. İktidarını büyük oranda İngiltere ile yaptığı anlaşma ile sağlamlaştıran Şeyh Mübarek bin Sabah, tüccarların doğrudan menfaatlerine karşı olarak bir seri vergi koydu, hatta fiyat kontrolleri uygulaması başlatmak istedi. Tüccarlar sessiz kalmadı ve en zenginleri Kuveyt’i terk ederek Bahreyn’e yerleşti. Büyük bir gelirden olan Mübarek, geri adım atmak zorunda kaldı ve yeni koyduğu vergileri iptal etti.
- En son tüccar, ayrıldıktan tam iki yıl sonra dönecekti. Bu ilk çatışma sorunsuz atlatıldı belki ama tüccarlar siyasi güçlerinin farkına varmıştı bir kere. Şeyh Mübarek 1915 yılında öldü. Şeyhlik iki oğluna sırasıyla geçti: Cabir ve Salim. Cabir’in şeyhliği iki yıldan kısa sürdü, Salim’inki ise dört yıl.
- Salim’in ölümünün hemen ardından tüccarlar meclis kuruldu ve Şeyh ailesinden, artık ülkenin idaresi ve özellikle şeyhliğin kime intikal edeceği konusunda söz hakkı talep etti. Daha da özelde tüccarlar meclisi, şeyh ailesine üç isim sundu ve üçünden birisinin şeyh olarak seçilmesini istedi. Şeyh ailesi, tüccarların önerdiği üç isimden birini, Ahmed bin Cabir’i şeyh olarak seçti. Tüccarlar meclisi kısa bir süre sonra dağıldı ancak bu, tüccarların birlikte hareket edebileceğinin ve siyaseti etkileyebileceklerinin ilk önemli sınavı oldu.
- — Petrolün keşfi ve etkisi
- Bir sonraki sınav için tam 17 yıl beklenecekti. O süre içinde Kuveyt’te petrol keşfedildi. İngiliz petrol firması ile kapsamlı imtiyaz anlaşması 1934’te imzalandı ve dört yıl sonra petrol bulundu. Şeyh ailesi ile tüccarları bu sefer petrol gelirlerinin paylaşımı karşı karşıya getirdi.
- İlk adımda Şeyh Ahmed Şeyh, ailesinin ödeneklerini artırdı ve inci ticaretinin 1929’daki küresel ekonomik buhranla bitme noktasına gelmesiyle zaten zor günler geçiren tüccarların menfaatlerinin zıddına gümrük vergilerini artırdı. Bekleneceği üzere tüccarlar açıktan muhalefete başladı ve bir dizi reform talebinde bulundu. Taleplerinden birisi de seçimle oluşturulacak bir meclisin kurulmasıydı.
- Tüccarlar sadece talep etmekle kalmadı. Kuveyt’in ileri gelen 150 ailesinden bir seçmen listesi hazırladılar. O seçmenler de tamamı Necid kökenli Sünni tüccarlardan oluşan 14 kişilik Yasama Meclisi’ni kurdu. Tüccarların artan siyasi aktivizmi karşısında Şeyh Ahmed daha fazla direnemedi ve 6 Temmuz 1938 günü Meclis’e onayını verdi.
- Meclis’in ilk işi, anayasa hükmünde Kânun-u Esâsî hazırlamak oldu. Bu kanunun ilk maddesi ‘halkı’ siyasi gücün kaynağı olarak tanımladı ve bu kaynağa referansla Meclisin yasama yetkilerini olabildiğince genişletti. Büyük bir baskı altında kalan Şeyh Ahmed bu kanunu da onaylamak zorunda kaldı. Takip eden altı ay boyunca Meclis’in birçok alanda yetki gösterisini sineye çeken Şeyh Ahmed, Meclis’i, petrol gelirine de el koyma girişiminin ardından lağvetti.
- Nihayetinde isyana dönen tüccar muhalefeti, Şeyh Ahmed tarafından güç kullanılarak bastırıldı. Bazı tüccarlar Kuveyt’ten kaçarken bazıları hapse atıldı. Böylelikle Meclis Hareketi bastırıldı.
- — Anayasa ve ilk seçimler
- Tüccarlar siyasi bir aktör olarak o tarihten sonra bir daha varlık gösteremedi. Ancak bu belli bir oranda onların da tercihiydi. Zira özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesinin ardından petrol gelirleri ile Kuveyt’in daha zenginleşmesi ve Şeyh ailesinin Kuveytli tüccarların menfaatlerini koruyacak uygulamalar geliştirmesi, Kuveytli tüccar ailelerin de süreçte zenginliklerini korumalarını, hatta tarihte görülmemiş oranda artırmalarını sağladı.
- Hâliyle Şeyh ailesine karşı muhalefet etme sebepleri kalmadı. Ancak Meclis hareketi, Kuveytlilerin siyasi hafızasına silinemez bir şekilde kazındı, unutulmaz bir miras, siyasi sembol olarak kaldı. Nitekim kapatıldıktan tam 33 yıl sonra dönemin Kuveyt Şeyhi Abdullah bin Salim anayasa ilân edileceğini açıkladı. Abdullah’ın bu beklenmedik açıklama ile amacı aslında yeni bağımsızlığını kazanan Kuveyt üzerinde hâkimiyet iddia eden ve ciddi bir tehdit haline gelen Irak’a karşı Kuveyt halkının Şeyh ailesinin arkasında durmasını sağlamaktı.
- Kısa bir süre sonra bir anayasa yazmak üzere Kurucu Meclis oluşturuldu. Ve 1963 yılının ilk ayında Meclis seçimleri yapıldı.
- — Meclis’in yetkileri
- 1962’de Kuveyt, Anayasanın yürütme gücünü Emir ve onun atadığı hükümete, yasama gücünü de Meclis’e vermekte. İki kurum arasında güç dengesi açıkça yürütme lehine.
- - Emir hükümeti kurarken Meclis’ten güvenoyu almak zorunda değil.
- - Emir’in ayrıca tek taraflı olarak Meclis’i fesh etme yetkisi var.
- - Ancak Meclis de tamamen etkisiz bir kurum değil.
- - Hükümet üyelerini güvenoyu ile düşüremese de onları meclise çağırıp, soru sorma ve bakanlık uygulamaları ile alâkalı açıklama isteme yetkisi bulunuyor.
- - Ayrıca Emir, yürürlüğe sokmak istediği kanunlar için Meclis’ten onay almak zorunda.
- - Dolayısıyla Emir’in Mecliste kendi atadığı hükümete destek olacak bir çoğunluğu sağlaması gerekiyor.
- - Emirin bunu sağlayamadığı, dolayısıyla muhalefetin daha güçlü olduğu meclisler ise hükümet için her zaman baş ağrısı oluyor. Öyle ki taraflar arasındaki kilitlenme ancak Emir’in tek taraflı olarak meclisi fesh etmesi ile çözülebiliyor.
- - Nitekim 1960’lardan itibaren seçimler yoluyla oluşan meclislerin neredeyse yarısı Emir tarafından erken fesh edildi. 1976’daki fesihten sonra ise Emir anayasaya aykırı olarak seçimleri altı yıl boyunca yaptırmadı.