Küresel şirketlerin devletlerle mücadele aracı şehirler mi?
İzmirliler, herhangi bir meseleyi siyasete bağlamayı çok severler. Derin bir edebiyat sohbeti, herhangi bir felsefî tartışma ya da gündelik hayatımızla ilgili sıradan bir konu Ankara’nın “sorun çözmedeki beceriksizliği veya kötü niyeti” ile irtibatlandırılır. Bu sebeple çok daha yakınlarında bulunan Pasaport’taki yüzer iskelenin adıyla ilgilenmezler. Bu da herhâlde tarihimizle ilgili akla hayale sığmayacak hurafeleri bir din gibi benimsemiş olmanın sonucudur.
1990’lar, Türkiye’de liberal düşüncenin gerçek manada hâkimiyet kurduğu dönemdir. 1980 darbesini izleyen yıllarda uygulanan iktisadî liberalizm, bu dönemde hemen hemen her alana sirayet etmişti. Bundan edebiyat ve düşünce hayatımız da nasibini aldı. Gayr-i resmî tarih yaklaşımlarının revaçta olduğu bir düşünce dünyasında, liberal akımın tarih görüşleri üzerinde hatırı sayılır bir etkisi olacaktı. Nitekim “Kurtuluş Savaşı” gibi milletin hafızasında derin izler bırakan dönemler dahi liberal düşünceler çerçevesinde sorgulanmaya başlandı. İzmir’in yakılması hadisesi de bunlardandı.
- Yeni iddialar rahatsız edici olsa da hadiseleri bütün boyutları ile değerlendirmek kolay olmuyor. Fakat olaylar birbiri ardınca sıralandığı zaman bütünü yakalamak mümkün olabilir. Eğitim camiasında epeyce insanın Osmanlı dönemiyle ilgili akla hayale sığmayacak hurafeleri bir inanç gibi benimsediğini fark ettiğimde durumun vahametini daha iyi anlamaya başladım. Çok güçlü bir dalga, düşünce dünyamızı tahrip ediyordu. Bu, yeni bir istila dönemini yaşadığımız anlamına geliyordu. Louis Massignon’a atfen söylenen ‘artık hiçbir şey düşünemiyorlar’ sözünün yeni dönem muhataplarıydık.
Genel bir yabancılaşma hâli var
Son dönemde başka şehirlerde uzun uzadıya gözlem yapma imkânım olmadı. Fakat İzmir’de herhangi bir markette, pazarda, toplu taşıma aracında ya da benzer ortamlarda siyasî meselelerin oldukça kaba bir dille konuşulduğuna her an şahit olabilirsiniz. Çoğu zaman konu hemen siyasete gelir ve en kaba bir şekilde görüş beyan edenler adeta birbiri ile yarışır. Konuşanlar tarihe de el atabilir. Bu aşamada yukarıda bahsettiğim hurafelerin sıradan insanlar tarafından da bir inanç gibi benimsendiğini fark etmeniz işten bile değildir. Eğer bu durum huysuz, aksi, geçimsiz insanlarla ilgili bir sorun olsaydı üzerinde durmaya gerek olmazdı. Genel bir yabancılaşma hâlinden bahsediyoruz.
Bu, liberal değerlerle izah edilecek bir mesele değil
İzmir’in yeni belediye başkanının tepki çeken icraatlarını genel yabancılaşma hâlinin pekiştirilmesi bağlamında görmek gerekir. Başkan Tunç Soyer, Pasaport’ta yüzer iskeleye Agamemnon adını koydu. Bilindiği gibi Agamemnon Yunan mitolojisinde bir kraldır ve orduları
Truva Savaşı’na götürmüştür. Çanakkale Savaşı’nda aynı adı taşıyan bir İngiliz gemisi vardı.
Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Mondros Ateşkes Antlaşmasını bu gemide imzalamak zorunda kalmıştık. İngilizlerin, Osmanlı heyetini hususî olarak Agamemnon adını taşıyan bir gemiye davet ettiklerini bilmeyen yoktur. Fakat İzmir Belediyesi karikatür hadisesinde olduğu gibi yüzer iskeleye isim verirken de bilinçli bir tercihte bulunuyor. Tunç Soyer, Agamemnon isminden rahatsız olmanın nasıl bir ruh hâli olduğunu anlamadığını söylemiş. Bunu bir tercih meselesi olarak görüp üzerinde durmamak gerekir diyenler çıkabilir. Fakat bu, liberal değerlerle izah edilecek bir mesele değildir. Belediye başkanının da İngilizler gibi ismi bilerek seçtiği açıktır.
FETÖ’nün İzmir tahribatı çok büyük
İzmirliler, herhangi bir meseleyi siyasete bağlamayı çok severler. Derin bir edebiyat sohbeti, herhangi bir felsefî tartışma ya da gündelik hayatımızla ilgili sıradan bir konu Ankara’nın “sorun çözmedeki beceriksizliği veya kötü niyeti” ile irtibatlandırılır. Bu sebeple çok daha yakınlarında bulunan Pasaport’taki yüzer iskelenin adıyla ilgilenmezler. Bu da herhâlde tarihimizle ilgili akla hayale sığmayacak hurafeleri bir din gibi benimsemiş olmanın sonucudur. Bir İzmirlinin Agamemnon isminden rahatsız olması için birçok sebebi olmalı. Şehrin Türk ve Müslüman kimliğini gösteren tarihi, zaman içinde önemli ölçüde tahrip edilmiş. Birtakım gerekçelerle Helenistik ve Roma dönemlerine ait izler ise öne çıkarılmış. Aynı şekilde şehrin Levanten kültürüne de ilgi yoğundur. Fakat bunlar kadar önemli diğer bir husus ise sapkın dinî bir örgüt olan FETÖ’nün de bu şehrin kültürünü tahrip etmiş olmasıdır.
Sermaye, vatansız bir imparatorluk peşinde
Hz. Muhammed’e (sav) karikatür ile hakaret eden kişileri İzmir’e davet etmeyi maharet zanneden insan üzerine mi konuşuyoruz yoksa bilinçli bir tercihle şehrin kimliğini tahrip eden insanlarla mı muhatabız? Agamemnon adının tercih edilmesi, yok edilmek istenen bir tarihin yerine başka bir tarihin konulması anlamına mı gelir? Bir şehrin kimliği elbette tarihi ile doğrudan alakalıdır ve semboller çok önemlidir. Şehirlerin kimliği birkaç günde oluşmaz, devamlılıktan bahsetmek gerekir. Benzer şeylerin devamlılık arz etmesi ve tekrarlanması gerekir. Devamlılık ve tekrar ile kimlik inşa etmek de aşındırmak da mümkündür.
Liberal düşüncenin hâkimiyet kurduğu dönemlerden bahsettik. O zaman tek kutuplu bir dünya söylemi vardı, Amerikan hâkimiyetinden bahsediliyordu. Bugün yeni bir değişim rüzgârı bütün dünyayı sarsıyor. Bu defa da büyük şirketlerin küresel ağlarından bahsediyoruz. Bu rüzgâr devletleri tehdit ediyor. Sermaye, büyük şirketlerin küresel ağları ile vatansız bir imparatorluk peşindedir. Bu yeni imparatorluk, şehirlere nüfuz ederek devletleri tehdit edecek. Bu sebeple şehirlerin kimliği hiç olmadığı kadar önem kazanacak. Yaşadığımız şehrin kimliğinden herkesin sorumlu olması gerekir.
Yerlilik ve millîlik, sadece İzmir ve Türkiye açısından önemli değildir. Sömürgecilik sonrasında en çok tartışılan kavramlardan bahsediyoruz. Bu kavramların bir coğrafyaya, ülkeye, vatana işaret ettiğini görmek gerekir. Genel yabancılaşma hâli şehirlerimizin kimliği açısından sorunlu bir tavırdır.