‘Kullanılmayan 9 kHz altı frekanslarla çok şey yapılabilir’
Tesadüfün böylesi ki 9-10 civarında Batılı ülkenin İstanbul konsoloslukları boşaltılmıştı. Aynı günlerde hiç beklenmeyen yerde, Kâğıthane’de etkisiz bir deprem yaşandı. Bütün bunlar olup bittiği sırada ABD’nin savaş gemisi Dolmabahçe dolaylarına demirlemiş, tüm teâmüllere aykırı olarak Türk bayrağının 5 katı büyüklüğünde bir ABD bayrağı asarak derin mesajlar vermişti. ‘İstanbul’da bir deprem…’ cümleleri, 1999 Gölcük depremi ve HAARP konuşulmaya başlandığı sırada Mısır’dan Gürcistan’a uzanan ancak merkez üssü Kahramanmaraş olan bir zelzele meydana geldi. Sosyal medya ve televizyonlarda bu depremin tabiî mi, yoksa bazı ülkelerin müdahaleleri neticesinde mi oluştuğu konuşuldu. Biz de konuyu teknolojik çalışmaları bulunan, özellikle de frekanslarla ilgili detaylı bilgilere sahip Tuncay Uludağ’a sorduk.
Ortada büyük bir âfet olduğu için daha temkinli bir dil kullanan Uludağ özetle şunları söyledi: “9 kHz altı frekanslar kullanılmayan frekanslar olarak geçer, hatta frekans ölçüm cihazlarının ölçüm aralığı bile 9 kHz’ den başlar. HAARP projesinin yıllar önce bile 2.5 HZ gibi yansıma kayıpları inanılmaz düşük frekansları kullanarak 3.6 GW gibi devasa bir enerjiyi atmosfere bastığını zâten biliyoruz. Düşük ve güçlü frekanslar, denizaltı ve kuyu gibi yeraltına önceden yerleştirilmiş sistemleri aktive etmek amaçlı kumanda olarak kullanılmış olabilir. Ayrıca yeraltı sularının ısınması ile oluşan pnömotik etkinin fay hatlarını sıkıştırıp, depreme neden olduğu hakkında bolca yazılmış makale mevcut. HAARP projesi ile yer altı sularını ısıtarak depreme sebep vermiş olmaları da çok mantıklı…”
Kâğıthane depremi ve İstanbul’a gelen bir ABD gemisi söz konusu. İstanbul’da bir deprem denediler ama fay hatları aktif olmadığı için başaramadılar iddiası var.
Delil olmadan net bir şeyler söylemek zor olsa da açıkçası bu depremlerin normal olmadığını düşünüyorum. Uzun yıllardan beri radyo dalgalarının atmosfer üzerindeki etkileri ve depremler üzerine araştırmalar yapmış HAARP tesislerinin bugüne kadar hangi teknolojileri geliştirdiğini bilemeyiz.
Depremler aynı zamanda Paris İklim Anlaşması için malzeme olarak kullanılıyor. Son zamanlarda ‘küresel ısınma depremleri tetikleyebilir’ diye birçok makale yazıldı. Belirli aralıklar ile CO2 ppm değerlerini ölçüyorlar, fosil yakıt kullanımını yasaklama ve hayvanları azaltmak için ppm değerlerinin yükselmesi işlerine geliyor. Daha önceki sosyal medya yazılarımda da CO2 ppm değerlerini yüksek göstermek için her şeyi yapacaklarını ve kömür tüketimini çeşitli yöntemler ile yükselteceklerini dile getirmiştim. Yazılardan kısa bir süre sonra ise Ukrayna meselesi patladı ve Avrupa kömür yakmaya başladı. Paris İklim Anlaşmasını kullanarak hedeflerini gerçekleştirmek istiyorlar, önümüzdeki günlerde depremlere sebep olarak CO2 salınımı gösterilir ise hiç şaşırmam.
Uluslararası bir enerji şirketinin yöneticisi İstanbul’daki bir kongrede “Ukrayna kriziyle enerji krizinin alâkası yok, bundan beş ay önce kasıtlı olarak başlatıldı” dedi.
Ukrayna savaşı dediğim gibi Paris İklim Anlaşmasının işine gelecek bir olay, fakat gözden kaçan bir Hindistan gerçeği var. Hindistan çok büyük bir bütçe ile yarı iletken üretimine gireceğini açıklayarak Çin ve ABD’ ye meydan okumuş, yarı iletken pazarında pastadan pay alma hedefleri olduğunu açıklamıştı. Hammadde alabileceği tek yer ise Ukrayna. O yüzden Ukrayna ile hammadde alım anlaşmaları yapmaya başlamıştı, fakat Ukrayna savaşı Hindistan’ın yarı iletken üretimine çok büyük darbe vurarak bu sektöre girişini engellemiş oldu.
Malûm, bir de HAARP meselesi var. 1999 Gölcük depremiyle gündeme gelmişti, her depremde yeniden gündeme geliyor. HAARP nedir ve hangi amaca hizmet eder?
HAARP tesislerini kendi tanımlarından yola çıkarak tanımlamak gerekirse, Alaska üzerinde kurulu 180 anten tarafından oluşan çok güçlü radyo frekanslarını atmosfere yansıtarak ve ısıtarak etkilerini inceleyen bir araştırma merkezi diyebiliriz.
HAARP ile dünyayı tehdit edemezler, önemsiz bir projedir diyebilir miyiz?
Tabi ki hayır. HAARP ile neler yapılabilir onlara bakmak lâzım. Resmî olarak sadece atmosfer katmanlarını ısıtarak ve yüksek enerji aktararak etkilerini incelediklerini biliyoruz. Fakat yıllar süren araştırmaları sonucunda ne tip bilgiler edindiler, bunları bilmiyoruz.
FCC dünyayı bilerek yanıltıyor
FCC’den kullanmak için yetki aldığı frekanslara bakıldığı zaman hatırladığım kadarı ile yaklaşık 2 Mhz ile 10 Mhz arası frekanslar görülüyor. Frekanslar atmosferde bir noktadan başka noktaya giderken büyük kayıplar yaşar. Fakat burada önemli bir nokta var. Frekanslar ne kadar düşük ise kayıp o kadar az olur. FCC bu aralığı gösterse bile bu, insanları yanıltma ve o frekanslara odaklandırma amaçlı olabilir. 9 kHz altı frekanslar kullanılmayan frekanslar olarak geçer, hatta frekans ölçüm cihazlarının ölçüm aralığı bile 9 kHz’den başlar. HAARP projesinin yıllar önce bile 2.5 Hz gibi yansıma kayıpları inanılmaz düşük frekansları kullanarak 3.6 GW gibi devasa bir enerjiyi atmosfere bastığını zâten biliyoruz. Nikola Tesla’nın böyle bir teknik geliştirdiği söyleniyor. Nikola Tesla’nın mekanik bir sistemi vardı. Oturduğu binayı da bu mekanik rezonans makinesi ile rezonansa sokarak yıktığı söylenir, doğru ya da yanlış. Şimdi internete bakarsanız, Nikola Tesla’nın deprem makinesinin, RF ve atmosfer ile ilişkisi anlatılıyor. Bu bilgiler doğru mudur bilemem.
Düşük ve güçlü frekanslar ile pnömotik etkilere dikkat
HAARP mekanik değil elektromanyetik bir proje. Dolayısıyla HAARP ile deprem yapılamaz. Bunu mu anlamalıyız?
Düşük ve güçlü frekanslar, denizaltı ve kuyu gibi yeraltına önceden yerleştirilmiş sistemleri aktive etmek amaçlı kumanda olarak kullanılmış olabilir. Ayrıca yeraltı sularının ısınması ile oluşan pnömotik etkinin fay hatlarını sıkıştırıp depreme neden olduğu hakkında bolca yazılmış makale mevcut. HAARP projesi ile yer altı sularını ısıtarak depreme sebep vermiş olmaları da çok mantıklı.
Batılı ülkeler konsoloslarını çekiyor. ABD’nin bir askerî gemisi geliyor. Cumhurbaşkanlığı seçimine giderken 500 yıldır bu şiddette kırılmayan fay harekete geçiyor. Depremin zamanı da ilginç değil mi?
Tüm bu gelişmeler ve zamanları, HAARP projesi ile fay hatlarının tetiklendiğini ya da bilmediğimiz farklı bir yöntem ile depremin tetiklendiğini daha mantıklı hâle getiriyor. Gemi ne yapabilir? Ya kendisi bir işlem yapacak ya da bir şeyi aktive edecek. İlk akla gelen ne olurdu? Bir şeyi aktive edebileceği. Bir denizaltı veya kuyuya konulmuş bir sistemi aktive etmiş olabilir, belki de bir işaretleme için kullanıldı.
Kuyuya konulacak sisteme bilgi göndermek mümkün
Petrol kuyuları da gündeme geldi. Kuyular içerisine bir şey koyup uzaktan aktive etmek mümkün mü?
Haberleşmenin en zor olduğu iki yer, toprak altı ve denizin altıdır. Buralara konulacak sistemlere bir işaret göndermek, HAARP projesinde kullanıldığı gibi çok düşük ve çok güçlü RF sinyaller gerektirir. Buradan yola çıkarak, kuyuya konulacak sisteme bilgi göndermek mümkün.
Fay hatlarına ek baskı uygulayarak kırmış olabilir
Patlayıcı düzeneği gibi bir şey midir bu?
Kuyuya konulacak sistemin bir patlayıcı olması gerekmiyor. Nükleeri zaten kullanamazsınız, tespiti çok kolay ve etkisi belirgin. 6 km kuyu içinden mantıklı bir yöntem kurmak gerekirse, en mantıklı yöntem kuyunun sadece çukur olarak kullanılması. Bu ne demek oluyor? Atmosfer üzerinden yansıtılacak büyük bir enerjinin 6 km uzunluktaki bir toprak direncine karşı kalmadan, kuyuyu yerin daha derinlerine inen yol olarak kullanabilir, bu ise daha derinden, daha hızlı ve daha güçlü ısı aktarmak anlamına gelir. Isı etkisi ise basınç değişimi ve pinomatik etkiler ile fay hatlarına ek baskı uygulayarak kırmış olabilir.
ABD gemisi ile kuyu arasında nasıl bir ilişki kurulabilir?
Aslında basit bir örnek senaryo verebilirim. Sanayide kullanılan lazer kesim cihazları azot, argon-hidrojen ya da oksijen gibi gazları kullanarak kesim yapar. Basit anlatımla bir cam tüpün içini bu gaz ile doldurur ve içinden enerji geçirirseniz ortaya çıkan lazer çok kalın çelikleri bile keser. Bunu anlatmamın sebebi; ince uzun bir yapıda olan lazer tüpü ile ince uzun bir petrol kuyusu hemen hemen aynı görünümdedir. Bir petrol kuyusunun yanına tonlarca argon-hidrojen tüpünü koyarsanız, bu gazı kontrol eden basınç sistemlerini gerekli kontrol sistemleri ile birleştirdiğiniz zaman dünyanın en güçlü lazer silahlarından birini yapmış olursunuz. Bu lazer silahı ateşlemek için sadece içinden enerji geçirmeniz yeterli olacaktır.
Petrol kuyusu lazer silaha dönüştürülebilir mi?
Bir petrol kuyusu lazer silaha dönüştürülebilir mi yani?
Evet… Aslında bunları ABD gemisine bağlamak için anlatıyorum. Böyle bir sistemi çalıştırmak için gazı pompalayacak ve üst kapakları açacak, sistemi uzaktan devreye geçirecek bir kumanda gerekir. Bu kumandanın, ABD gemisinde olduğunu düşünebiliriz.
Peki, bu sistem nasıl deprem oluşturacak?
Oluşturduğumuz petrol kuyusu artık dev bir lazer tüpü, hem de 6 km uzunluğunda, lazer çıkış yönü ise yerin altına bakıyor. Evet, kulağa bir komplo teorisi gibi geliyor fakat tamamen bilimsel. Deprem yapmak istediklerinde ise ABD gemisindeki kumanda devreye girerek, kuyuya gazın doldurulması ve üst kapakların açılma kontrolünü yapabilir, HAARP projesi ile gönderilecek enerjiye geçiş yolu açmış olur. Enerji kuyu içinden geçtiğinde 6 km’lik argon-hidrojen içinden geçer, ortaya çıkan inanılmaz sıcaklık yer altına ve sulara nüfuz eder. Zaten bir argon-lazer buna benzer yöntemler ile çalışır.
Argon ve hidrojen gazların ateşlenmesi sırasında ise doğal olarak bir mavi ışık ışıması ortaya çıkacaktır. Isınan suların pnömatik etkisi ve diğer oluşan fizîkî aktivitelerin zâten yeteri kadar enerji biriktirmiş fay hattına ek bir basınç oluşturması da fay hattının kırılmasını sağlayabilir.
Lazer tüpü nasıl yapılır?
Söyledikleriniz mantıklı görünüyor.
Aslında burada anormal bir şey yok. Youtube üzerinde lazer tüpü nasıl yapılır diye arama yapan bir kişi, derin bir petrol kuyusunun küçük versiyonu ile karşılaşacaktır.
Peki, bunları tetikleyen frekansları görmenin bir yolu yok mu?
Ülkelerin hemen hemen hepsinde RF frekansları dinleyen, kayıt altına alan kurumlar var. Bizde bu görevi BTK gerçekleştiriyor.
Deprem anında HAARP bir frekans oluşturduysa geçmişe dönük bu kayıtlar bulunamaz mı?
Genelde frekans izleme ve frekans kayıt işlemleri, TV, radyo, telsiz, mobil cihazlar, baz istasyonu gibi cihazların frekans aralığını kapsar. Zaten bu ölçümleri yapan spektrum analizör cihazları bile çoğunlukla 9 kHz sonrasını dinleyecek şekilde üretiliyor. Zaten 9 kHz altında fazla bir şey olmadığı ve farklı teknik zorlukları olduğu için bu tip ölçümler 9 kHz altında pek yapılmaz. HAARP ise deneylerinde hem 9 kHz altındaki frekansları hem de 2 ile 10 mHz arasındaki frekansları kullanıyor.
Kimin elinde hangi gizli teknolojiler var bilemeyiz
Bu durumda HAARP frekansları dinleniyor mu?
Dinleme ve kayıt derken, hangi frekansların hangi bölgede oluştuğu, ne kadar güç kullandığı gibi bilgilerin sürekli ölçülüp takip edildiğini anlatmak istedim. Sonuçta bu işlemler lisanslı bir frekansın yasal çerçeve altında kullanılıp kullanılmadığı meselesi. Mesela birisi evinden izinsiz olarak bir başkasına ait radyo frekansını kullanarak FM yayın yapabilir, oyuncak kumandasının kullandığı frekans başka bir kullanım için lisanslı olabilir. Fakat HAARP deyince bunları askerî olarak ele almak gerekir. Savunma sanayi ve diğer askerî birimlerde bu frekanslar dinleniyor mu, ya da hangi frekanslar dinleniyor, bunu bilemem.
Son tahlilde çeşitli yöntemler ile tabiî olmayan depremler yapılabilir mi?
Hangi ülkelerin elinde, hangi gizli teknolojiler var bilemeyiz, mesela sürekli HAARP tesisleri konuşuluyor, oysa Rusya’da çok daha güçlü vericileri olan tesisler mevcut. Özet olarak, gerekli imkânlar sağlanırsa ister yer altını ısıtarak ister rezonans ile ister patlayıcı ile yapay depremler yapılabilir. Bir de bilmediğimiz teknolojiler olduğunu düşündüğümüzde her konuda tedbirli olmak gerekiyor.
- Âfet yönetimi için teknoloji geliştiriyoruz
- Teknoloji üreten bir şirketiniz var. Âfet yönetimi üzerine çalışıyor musunuz?
- “Deprem sonrası neler yapılabilir” konusunda güzel çalışmalar yaptık, şu an bitirdiğimiz bir ürünü birkaç ilgili kuruma proje olarak gönderdik. Proje hedefimiz, âfet sonrası olay yerlerinden çok hızlı bilgi toplayan ürünlerimizin tüm yapılara uygulanması. Bu sistem bir deprem olduğu anda kaç bina yıkıldı ve binalarda kaç kişi vardı gibi birçok bilgiye anında ulaşılmasını sağlıyor.
- Nasıl ölçüyor bunu?
- Bu sistemler binaların en üst katlarına takılıyor, içlerinde deprem hareketlerini anlayan sensörler ve bu sensörlerden aldığı bilgiler ile deprem sonrası binanın yıkıldığını, hatta kaç kat aşağıya çöktüğünü anlayan yazılımlarımız var. Sistem aynı zamanda bina girişine taktığımız kişi sayım sensörleri kullanıyor. Tüm bu sistemler, deprem sonrası web servise bağlanan kurumların hangi konumda kaç binanın yıkıldığını ve enkaz altında olası kaç kişi olduğunu harita üzerinde görmesini sağlıyor.
- Bir mühendis Maraş depremi ile ilgili bir grafik gönderdi. Normalde meskenler yapılırken şu siyah eğriye göre yapılırmış. Ancak deprem bu eğrinin 4-5 katı büyük yani tüm hesapları altüst etmiş…
- Depremlerin gücü, ortaya çıkarttığı enerjinin desibel olarak gösterilmesi ile ifade ediliyor. Örnek vermek gerekirse 3 şiddetinde bir deprem yaklaşık 2 GJ enerjiyi temsil ederken, 6 şiddeti bir deprem 2 katı değil yaklaşık 60 bin GJ enerjiyi temsil eder.Deprem grafiklerine gelince, bu grafikler önemli bilgiler sağlıyor olsa da örnekleme noktaları çok az olduğu için çok detaylı bilgileri elde edemezsiniz.
- Bizim sunduğumuz proje ise her yapı üzerinde olacağı için on binlerce noktadan bilgi toplar. Bununla hassas zaman, tüm eksen hareketleri ve ivmeleri anlık tespit ettiğimiz için çok detaylı, nokta bazlı hareketlerin okunmasını, hareketlerin nereden başladığı, nasıl bir yolu nasıl bir hareket ile hangi yöne doğru ne kadar hızla ilerlediği gibi önemli bilgilerin elde edilmesini sağlar. Proje, deprem öncesi de aktif olarak sürekli çalışmaya devam ederek; sıcaklık, nem, basınç ve hava kalitesi gibi önemli bilgileri toplayarak, belirlenen bulut sistemler üzerinde depolanmasını sağlar.
- Bir depremde enkaz altında canlı insanlar kaldı diyelim. Bu cihaz bunu da gösteriyor mu?
- Enkaz altındakileri tespit etmek için insan ısısına, titreşim ve sese duyarlı sistemler kullanılıyor.
- O dediklerinizin yanında anlık olarak bunu gösteren bir teknoloji mümkün mü?
- İnsan beyni delta, teta, alfa, beta ve gama olarak adlandırdığımız 40 Hz altında çok düşük frekansları, çok küçük güçler ile yayar. Bu kadar düşük frekansların dalga boyları inanılmaz uzun olduğu için bunları uzaktan okuyacak antenlerin normal yöntemler ile inanılmaz uzunluklarda olması gerekir.
- Patent çalışmasını yaptığımız, dalga boyundan bağımsız uzunluğa sahip, çok düşük frekansları alabilen kimya bazlı bir anten çalışmamız var. Birçok başarılı sonuç almış olsak bile gelişimi ve seri üretiminin yapılması üzerine AR-GE çalışmalarımız devam ediyor. İstediğimiz son noktaya geldiğinde birçok kullanım alanı olacak, bu antenler belki bu alanda da kullanılabilir, beyin dalgaları farklı bir alan olduğu için çok daha fazla AR-GE gerektirecektir. Fakat neden olmasın diyebilirim.