Kocanız sizden 15 milyon dolar tazminat isteyebilir
Dünya siyaseti ve kirli işlerle olan irtibatları söz konusu olmadığı müddetçe Hollywood aktörleri pek ilgi alanıma girmez ve çoğunun ismini dahi bilmem. Çünkü onların oyun, eğlence, ifsad edici fiilleri ve başkaca şeylerine ayıracak zerre zamanım yok. Geçtiğimiz ay, bir kadının eski kocasına 15 milyon dolar tazminat ödemeye mahkûm edildiğini tüm dünya ile birlikte canlı yayınlarda öğrendiğimizde, Johnny Depp ve eski karısı Amber Heard isimleri kısa süreliğine de olsa gündemimize girdi. Meselenin üzerinde asıl durulması gereken yönü ise davanın konusu ve karardı. Çünkü benzer bir dava, Müslüman bir memleket olan Türkiye’de olsa ne olurdu? Konunun bizi ilgilendiren veçhesi sadece bundan ibaretti.
Kapitalist sömürü düzeninin en çok para eden metaı olan kadınlar için ‘8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ diye özel bir günü var. Bu ve diğer özel günlerin, adı verilen hususun haklarını muhafaza veya geliştirmek için değil, tüketime konu edilmesi için olduğunu her aklıselim bilir.
Müslüman Türkiye’de, 8 Mart 2012 tarihinde ‘6284 sayılı Âilenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’ TBMM’de kabul edilmiş.
Kamuoyunda “kadının beyanı esastır” şeklinde bilinen hüküm, 6284 sayılı kanunun 8/3 maddesinde şu şekilde geçiyor: “Koruyucu tedbir kararı verilebilmesi için, şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aranmaz…”
Şu bir gerçek ki bu hüküm, adâletin tecellisi için konmuş olamaz. Çünkü adâleti taşıyan yapı, delilsiz hüküm veremez. Birini korumak için başkasına zulmedemez. Âdil olmak, her ne vasfa sahip olursa olsun müddeinin iddiasını ispat etmesini gerektirir.
Bırakınız günümüzü, bu hüküm adâletin en iyi tesis edildiği zamanlarda bile adâletin boynuna vurulmuş kılıçtan başka bir şey değil.
‘Tutuklansın sonrasına bakarız…’
Kadın, ‘Ben iftiramı yapayım, o tutuklansın’, kanun koyucu, ‘Batı (AB) ve onların ağa babaları böyle istiyorsa vardır bir bildiği’, mahkemeler, ‘Zâten işim başımdan aşkın, bir şey olur da başım belaya girer, tutukla gitsin’ diyorsa, durum başka ve aslında durum bundan başka da bir şey değil.
‘Tutuklansın sonrasına bakarız,’ ‘bir hata varsa salıveririz’ diye düşünen bir sistemde adâletin tesisini konuşmak bile abes.
İster izzet ve şeref sahibi bir kimse, isterse de daha önce pek çok suçtan sabıkalı bir suç makinesi olsun, işleyip işlemediği belli olmayan bir suçtan dolayı tutuklanmasını sağlayan kânun ve onu tutuklayan mahkemeden kimse âdalet beklemez. Zîra orada asıl suçu mahkemeler işler hâle gelir ki, işte o zaman insanlığın başına gökten taş yağsa yeğdir.
‘Mazlumun bedduasını almaktan kork…’
Rasülullah (sav) Hz. Muaz (ra)’ı Yemen’e gönderirken bazı nasihatlerde bulunur. Onlardan biri şudur: “Ey Muaz! Mazlumun bedduasını almaktan kork. Zîra Allah ile bu beddua arasında perde yoktur.”
Sadece kadının beyanını yeterli gören bir düzen ve onun sahiplerinin bunu bilmemesi söz konusu olamaz. Bilmiyorlarsa da kabahatliler, bildikleri hâlde bunu yapıyorlarsa da. Zira iftiraya mâruz kalarak içeri düşmüş, izzet ve şerefi lekelenmiş, buhrana sürüklenmiş bir kişinin bedduası eninde sonunda gelir, sadece o düzen ve sahiplerini değil, o düzen veya düzensizlik çatısı altında yaşayan herkesi bulur.
Öte yandan zâlim Amerika rejiminde, kadının beyanını esas kabul eden bir hukuk düzeni yokmuş ki, eski karısı Amber Heard’ın iftirası nedeniyle Johnny Depp hapse atılmamış. Ayrıca bu iftira cezasız da kalmayıp, söyledikleri yalan çıkan kadın, eski kocasına 15 milyon dolar gibi Türkiye için akıllara zarar bir cezaya mahkûm edilmiş.
Azgınlık artık azınlık değil
Ülkemizde ‘azgın azınlık’ olarak tarif edilen bir grup var ve ağzınızla kuş tutsanız, memleketi cennete çevirseniz bunları memnun edemezsiniz. Ne yazık ki, artık bu azgınlar azınlık da değiller. Çünkü biz, onları kendimize benzetmek şöyle dursun onlara benzedik.
Ehlinin malumudur ki, Ebu Hureyre (r.a.)’den gelen bir nakilde Rasülullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle buyururlar: “Sizler, kendinizden önce gelenlerin (Yahudi ve Hıristiyanlar ve diğerlerinin yani ehli küfrün) yolunu ölçü edinecek ve muhakkak tıpa tıp uyacaksınız. Hatta onlar, daracık bir keler deliğine girseler, oraya siz de gireceksiniz.”
Şimdi kadının veya erkeğin, güçlünün veya zayıfın, şunun yâhut bunun beyanını esas alan bir hukuk meşru olabilir ama asla âdil değildir. Âdil değilseniz kim olursanız olun beddua alırsınız. Beddua alırsanız da iflah ol(a)mazsınız.
Efendilerini doğuran kadınlar zamanı
Meşhur ‘Cibril Hadisi’nde ‘Bana kıyametin ne zaman kopacağı hakkında bilgi ver’ denildiğinde Rasülullah (sav) “Kadınların efendilerini doğurmaları, yalın ayak, üstü çıplak, davar çobanlarının yüksek binalar yapmada yarıştıklarını görmendir” diye cevaplamıştı. İşte bu haberinin ilk cümlesi üzerinde büyük bir tefekkür zarureti var.
Köleleri hâline geldikleri çocuklarını doğurma zamanının bir yansıması olsa gerektir ve çocuklar âilelerin efendisi olmuşlardır. İşte o çocukların kurduğu âilenin veya o yapının getirdiği hâlin bir neticesi olarak adâlet de ortadan kalkmaktadır.
‘Kızım ayaklarının üstünde durmalı…’
‘Kızım ayaklarının üstünde durmalı, ekmeğini kendi kazanmalı, kocasına el açmamalı, geçinemezse boşanır, erkeğe muhtaç olmasın’ türünden cümleleri ne yazık ki sadece seküler çevreler ve zenginleşmiş Müslüman kadınlardan değil, hemen herkesten duyar hâle geldik. Ve bu cümleler ve inancın âile düzenine ve geleceğimize küresel feminist hareketten daha fazla zarar verdiğini ne zaman göreceğiz acaba?
Amerika’daki davaya dönecek olursak, bu tür davalar örneklikleri bakımından mühimdirler. Zîra bu davada jüri, kadının erkeğe yalan beyanda bulunduğunu, iftira attığını ve itibarını lekelediği kanaatine varmış ve mahkeme de bu cezaya hükmetmiştir.
Eşitlik numarasıyla düzeni bozmak
Mesele şu ki, kadın da haklı olabilir, erkek de. Fakir de, zengin de haklı veya haksız olabilir. Ancak kanunlar ve mahkemeler taraf tutamazlar. Peşinen bir tarafı haklı göremez ve doğru söylediğine hükmedemez. Heyhat ki ediyor!
‘Erkek mutlaka yapmış’ diyerek, erkeğe zulmetmek musibet çağrısıdır. Âile düzeninin sonudur. Hukuk ve adâletin çiğnenmesidir.
Mevcut düzenler, kadını erkekle yarıştırabilir. Kadın ile erkek arasında ‘eşitlik’ tesis etmek numarasıyla düzeni bozmak isteyebilir. Kadını kışkırtıp, âileyi dinamitlemeyi arzu edebilir. Ancak basiretli kimselerin yapacağı şey, bu tuzağa düşmemektir.
Kadını kadınlığından dolayı hor görmeyen, erkeği erkekliğinden dolayı yüceltmeyen, hakları sınıflara ayırarak etkisizleştirmeyen, eşitliği değil adâleti emreden, erkekleri kadınlar hakkında dikkatli davranmaya sevk eden bir dinin mensuplarının, Batı’dan öğrenecek hiç bir şeyi yoktur. ‘Var’ diyen, bize ait bir kafa olamaz.
Bu düzen böyle devam edemez
Türkiye’de 18 yaşından önce evlendikleri gerekçesiyle pek çok baba hapislerde ömür geçirirken, çocukları babasız büyütülmekte! Feministleşme, İslam dışı huy biçimleri nedeniyle âileler parçalanmakta! ‘Nafaka’ adı altında eski kocanın alın terine çökülmekte! Diğer yandan ister bekar yaşasın, isterse de gayri resmi evlenmiş olsun yüzbinlerce kadın, rıza olmaksızın harama sevk edilmekte!
Çocuğunu terbiye etme suçu
Bu yazıyı yazdığım sırada, yeni yazarımız hukukçu akademisyen Zeynep Ülkü Akpınar hanımefendi telefonda, gece yarısı sarhoş halde eve gelen 16 yaşındaki kızına bir tokat atan babaya mahkemenin 6 ay evden uzaklaştırma verdiğini aktardı.
Durum gerçekten ürkütücü bir hâl almıştı ve artık bir babanın çocuğunu terbiye etme hakkı bile elinden alınıyordu. Bu hâl hayra alâmet olmayıp, birinin buna ‘dur’ demesi şart.
İktidarın ve diğer mesul kimselerin ivedilikle yaşananlardan ders çıkarmak zorunluluğu vardır. Birilerinin cazgırlığından çekinerek veya başka nedenlerle ötelemenin, faydadan çok zarar getirdiğini görmenin vakti geçmektedir.
Müslüman, Allah (c.c.) ile mazlum arasında perdenin yokluğunu akıldan çıkarmamalı!
Vesselam!