İsrail istihbaratının 'Kara Eylül'ü
Günümüzde İslam Dünyasını ve doğrudan İslam Dinini hedef almış olan küresel bir kıskaç ve çok yönlü küresel bir saldırının hedefindeyiz. Küresel Yahudi lobisi ve İsrail istihbaratı bu saldırıda da baş roldedir. Bu saldırıyı geri püskürtebilmenin tek yolu da İslam Dünyasının gerçek anlamda bir dayanışma kurabilmesidir. Muhterem Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın “DÜNYA BEŞTEN BÜYÜKTÜR” cümlesiyle kurguladığı çok zekice ve çok etkili dış politika, İslam Dünyasının bu dayanışmayı kurabilmesinin de bu kıskacı kırabilmesinin de tek yoludur.
1970 yılının Eylül ayı Arap tarihinde ‘Kara Eylül’ olarak adlandırılır. Filistinlilerin İsrail tarafından Ürdün’e sürülmesi ve Filistin Kurtuluş Örgütünün Ürdün’de etkinliğini arttırması, Ürdün’ün Haşimi Kralı Hüseyin’i rahatsız etti. Yaşanan hâdiseler ve Ürdün askerleri ile Filistinlilerin çatışması sonunda her iki taraftan sekiz bine (8000) yakın Müslüman öldü. Silahlı çatışmalar, FKÖ’nün ve Filistinlilerin 1971’de Lübnan’a sürülmesine kadar devam etti.
Tarih 4 Eylül 1997. İsrail Deniz Kuvvetlerinden Flotilla 13’e bağlı bir deniz komando birliği, kimseye gözükmeden Lübnan’ın sahil kasabası Ensari’ye yakınlarındaki sahile indi. On altı komando, aysız bir gecenin gizleyici örtüsü altında küçük ve güçlü Zaharon operasyon botlarından inerek, sahilden iç kesimlere doğru uzun ve sessiz bir yürüyüşe başladı. Bu seçkin deniz komandoları, özel bir adamı öldürmek için görevlendirilmişlerdi.
İtiraz edenler oldu
Bu, Levin ve Cohen’in Lübnan’daki orta düzey Hizbullah liderlerini öldürmek için protokol hazırlamalarından beri bu amaçla verilen yirmi yedinci görevdi. Bu görevlerden yirmisi başarılı olmuştu. Ancak bu defa Kuzey Komutanlığı’nın iki subayı bu görevin gereksiz olduğuna inanıyordu.
Hedef olarak belirlenen Haldun Haydar’ın hem alt düzey hem de önemsiz biri olduğunu, onu öldürmenin hiçbir stratejik kazanım sağlamayacağını düşünüyorlardı. Ancak öldürme görevini veren İsrailli yetkililer, Haydar’la ilgili yeterince eyleme geçirilebilir istihbarat toplamışlardı ve bizzat operasyonlar sisteminin kendisi, onu öldürmemek için herhangi bir sebep bulunmadığını daha önce defalarca ispatlamıştı. Ama yine de önemli sayıda Kuzey Komutanlığı subayı, görevin sorumluluğunun İsrail Genelkurmayı’na devredilmesine karşı çıkıyordu.
Plan, komandoların sahilden iç kısımlara doğru yaklaşık iki buçuk mil (yaklaşık 4 km) yürümesini ve Haydar’ın her gün kullandığı güzergâhtaki yol kenarlarına bombalar yerleştirilmesini gerektiriyordu.
Komandolar daha sonra botlarına binerek deniz yoluyla tekrar İsrail’e döneceklerdi. Havada dolaşan Dronların operatörleri, Haydar’ın geçtiğini gördükleri anda Dron kanalıyla iletilecek bir radyo sinyali patlamayı tetikleyecekti. Saldırıyı Lübnan’ın iç meselesi gibi göstermek için de bombaların içine Lübnan’lı teröristler tarafından yapılan patlayıcılarda kullanılan türden metal parçacıklar yerleştirilmişti.
Her şey planladığı gibiydi fakat...
Başlangıçta her şey planlandığı gibi gitti. Komandolar uygun hava şartlarında indi, kısa sürede Lübnan sahil yolunu geçti ve doğu yönünde geniş bir ağaçlık alanı çevreleyen bir duvara ulaştı. İki komando duvarın üzerinden atlayarak kapının menteşelerini söktü ve diğerlerinin de geçmesi için kapıyı açtı.
Sulama arkları ve kalın bitki örtüsü sebebiyle ilerlemenin zor olduğu bölgede yolun büyük kısmı da bayırdı. Operasyon birliği, haritada G7 olarak kodlanmış olan noktaya ulaşınca, diğer tarafında bir yol bulunan bir başka kapıyla daha karşılaştı. Haydar’ın kullandığı yola ulaşmadan önce bu yolu da geçip çeyrek mil daha ilerlemeleri gerekiyordu. Komandolar kapının üzerinden atladı, öncü müfreze yolu geçti ve düşman unsurların var olup olmadığını anlamak için bölgeyi tarayarak ilerlemeye başladı.
Gerekli işaretin verilmesinin ardından ikinci grubun öncü komandosu yolu geçmeye başladı. Tam yolu yarılamışken art arda iki devasa patlama oldu. Bu patlamalarda yaralanan komandoları kurtarma çabaları sürerken, Hizbullah militanlarının baskını başladı.
Bir düzine İsrail komandosu telef oldu
Çatışma bittiğinde, patlamalarda ve çatışmada ölen İsrailli komandoların sayısı 12 idi. Hâdiseye yönelik yapılan bir IDF (Israeli Defence Forces / İsrail Savunma Kuvvetleri) soruşturması sonunda bunun öngörülmesi de engellenmesi de mümkün olmayan tesadüfi bir Hizbullah pususu olduğu, Hizbullah militanlarının silahlarından çıkan mermilerin, İsrail’in Haydar’ı öldürmek için yerleştirdiği patlayıcıları infilak ettirdiği sonucuna varıldı.
IDF soruşturmasının sonucunda yapılan bu açıklama, ilgili bütün kişiler için en uygun açıklama olabilirdi ama bunun doğru olmadığı kısa sürede ortaya çıktı.
Dron görüntüleri ele geçirildi
Hizbullah, İsrail komandoları göreve başlamadan haftalar önce İsrail istihbaratındaki toplu zafiyetten yararlanıp operasyonu öğrenmiş ve pusuyu çok iyi planlayıp uygulamıştı. Bölge üzerinde keşif uçuşları yapan dronlardan iletilen video görüntüleri şifrelenmemişti, Hizbullah da bu görüntüleri ele geçirmeyi başarmıştı. Dahası, İsrail’in Güney Lübnan Ordusu içerisindeki istihbarat elemanları gerçekte çifte ajanlardı, IDF’deki ajan yöneticilerinin kimlerle ve nelerle ilgilendiklerini Hizbullah’a bildiriyorlardı.
IDF’nin keşif yaptığı bölgenin video görüntüleri ve IDF yöneticilerinin Haydar’ı hedef aldığını bildiren istihbarat sayesinde, pusunun nereye kurulacağını belirlemek Hizbullah için hiç zor olmamıştı. O zamanlar Flotilla 13 bünyesinde görev yapan haber kaynaklarına göre baskından saatler önce gerçekleştirilen bir Dron uçuşundan elde edilen video görüntüleri, üç kişinin G7 noktasında şüpheli bir şekilde dolaştığını gösteriyordu. Hiçbir zaman yayınlanmamış olan o video gerçek zamanlı olarak analiz edilmiş olsaydı görev ya ertelenir ya da iptal edilirdi.
Peş peşe fiyaskolar
İsrail’de bilinen ismiyle Shayetet (Flotilla) Faciası kamuoyunda derin bir etkiye neden oldu. Bunun sebebi, öldürülen komandoların IDF’nin en iyi iki biriminden birine mensup olmalarıydı. Bölgeden toplanan ceset parçalarının, özellikle de cesetlerden birinin başının dehşet verici fotoğraflarının Hizbullah’ın internet sitesine yüklenip teşhir edilmesi İsrail kamuoyundaki etkiyi daha da yoğunlaştırdı.
Ensârîye fiyaskosu, Kudüs’teki Ben Yehuda kaldırım pazarına düzenlenen intihar bombalamasından yalnızca bir gün sonra Mossad’ın faciaya dönüşen Halid Meşal’i Ürdün’de öldürme girişiminden de sadece haftalar önce ortaya çıkmıştı.
1997 Eylül’ü bu sebeplerle İsrail istihbarat tarihindeki en büyük başarısızlıkların/fiyaskoların sembolü olmuştu. İsrail’in üç ünlü istihbarat servisi bir dizi başarısızlıklara imza atmıştı. İsrail’in iç istihbarat ve güvenlik servisi Şin Bet, Başbakanı korumayı ya da bir intihar bombalaması dalgasını önlemeyi başaramamıştı. Mossad, Şii Hizbullah terör örgütlerinin İsrail dışındaki komuta merkezlerini vurmayı başaramamıştı. İsrail askeri istihbarat örgütü AMAN’da Hizbullah’a sızıp örgütü parçalamayı başaramamıştı.
Dahası, MOSSAD ve AMAN sonradan ortaya çıkacağı gibi İran, Suriye ve Libya’nın kitle imha silahları geliştirme projelerini de ıskalamıştı.
Ensârîye fiyaskosu, İsrail’in Lübnan’daki askeri varlığına yönelik İsrail kamuoyundaki tartışmaları da derinleştirmişti. Bazı eleştirenler, İsrail’in Lübnan’daki askeri varlığının, Vietnam’daki Amerikan müdahalesiyle kıyaslanabileceğini ve benzer bir sonuçla karşılaşılabileceğini ısrarla vurguluyorlardı.
Dört anne hareketi
Lübnan’dan çekilmeyi isteyen protestolara Dört Anne Hareketi öncülük ediyordu. Adını Yahudilerin muharref kitabındaki dört anneden alan bu hareketi, oğulları Lübnan’daki IDF’de görev yapan dört anne başlatmıştı. IDF içindeki bazı subaylar bu dört anneyi “dört pasaklı” diye nitelendiriyordu.
Yahudi inancına göre İsrail ulusunu kuran kadınlar olarak kabul edilen söz konusu dört anne; Sarah, Rebecca, Rachel ve Leah’tır.
Ensârîye felaketi sebebiyle Lübnan’daki ‘’hedefli öldürmelere’’ son verildi. IDF sürekli olarak Hizbullah yetkililerini öldürmek için değişik yöntemler öne sürüyor, ama bunlar Genelkurmay ve Savunma Bakanı tarafından reddediliyordu. Hizbullah’ın oluşturduğu tehdit azalmış değildi, ama Hizbullah yetkililerini hedef almanın uluslararası siyasi sorumluluğu daha da artmıştı.
MOSSAD yine çuvalladı
Çok kısa süre önce Ürdün’le diplomatik ilişkileri kopma noktasına getiren MOSSAD, beş ay sonra da bir başka operasyonu eline/yüzüne bulaştırdı. Bu operasyonun hedefi, Hizbullah’ın lojistik ve mâlî şebekesinde kıdemli ve önemli bir kişi olan Abdallah Zein’di. Mossad’ın operasyon planı, Zein’in telefonunu dinlemek, onu takip altında tutmak ve uygun zamanda öldürmekti.
Görevlendirilen Mossad ajanları, Zein’in dairesinin bulunduğu apartmanın bodrumuna dinleme amacıyla böcek yerleştirirken, çok yakın bir yerde bulunan yaşlı bir kadını uyandıracak kadar gürültü yaptılar. Yaşlı kadın hemen polisi aradı, bundan habersiz olarak çalışmakta olan ajanlar, polis baskınından kaçamadılar. Baskın sonunda ajanlardan biri tutuklandı, diğerlerinin neden serbest bırakıldığını biz öğrenemedik.
Bu fiyaskonun ardından çok sayıda başka plan ve operasyon da fiyaskoyla sonuçlanınca, MOSSAD Başkanı Danny Yatom istifa etti.
Bu kadar şöhretli, bu kadar güçlü ve bu kadar iddialı bir istihbarat servisinin nasıl böyle bir duruma düştüğü, günümüzün istihbarat çevrelerinde de zaman zaman tartışılmaktadır.
Halevy dönemi başladı
Danny Yatom’un yerine MOSSAD başkanlığına Efraim Halevy getirildi. Efraim Halevy, Netanyahu ile birlikte daha önceki Halid Meşal olayını ele alma tarzıyla/stiliyle istihbarat camiasında çok olumlu puan toplamıştı. Halevy, başka fiyaskolar yaşanabileceği korkusuyla yüksek riskli hemen her operasyonu onaylamayı reddediyor, bu operasyonlardan sorumlu olan Kaserya birimini çürümeye terk ediyordu.
O dönemde İsrail iç istihbarat servisi Şin Bet’in başkan yardımcısı olan ve 2000 yılında da Şin Bet’in başkanlığına atanacak olan Avi Dichter şu karmaşık cümleyi kullanıyor ve “Savunma kuruluşunun İsrail halkına hak ettiği koruyucu kalkanı vermiyor oluşu dürüstçe ifade edilebilirdi” diyordu.
1990’lı yılların sonlarına doğru durum böyleydi ve Avi Dichter’e göre “İsrail’in düşmanları gün geçtikçe daha tehditkâr hâle geliyordu. İran’dan Libya’ya, Lübnan’daki Hizbullah’tan Gazze ve Amman’daki Hamas’a; Mossad’ın, AMAN’ın, Şin Bet’in daha önce boğuştuğu her şeyden çok daha kararlı ve yeni stratejiler, yeni taktikler kullanan bir düşman cephesi inşa edilmişti.’’
İsrail istihbaratının Kara Eylül’ü işte böyleydi. Ama İsrail istihbaratı bu bunalımlı süreci aşabilmiş ve yine çok etkili bir duruma gelebilmişti.
Küresel Yahudi lobisinin kıskacını kırmak
Küresel Yahudi Lobisi her zamanki gibi bu sürecin aşılmasında da başroldeydi. Küresel Yahudi Lobisinin asıl/derin gücü de yine Hıristiyan ve Müslüman görünümündeki Kripto Yahudiler ve masonlardı.
Günümüzde İslam Dünyasını ve doğrudan İslam Dinini hedef almış olan küresel bir kıskaç ve çok yönlü küresel bir saldırının hedefindeyiz. Küresel Yahudi lobisi ve İsrail istihbaratı bu saldırıda da baş roldedir. Bu saldırıyı geri püskürtebilmenin tek yolu da İslam Dünyasının gerçek anlamda bir dayanışma kurabilmesidir.
Muhterem Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın “DÜNYA BEŞTEN BÜYÜKTÜR” cümlesiyle kurguladığı çok zekice ve çok etkili dış politika, İslam Dünyasının bu dayanışmayı kurabilmesinin de bu kıskacı kırabilmesinin de tek yoludur.