İslam topraklarının şeytanı: Çift kimlikliler
Hain emellerine ulaşacak kilidi kırmak için İslam topraklarında vahşi cinayetler işleyen İsrail ve onun hâmisi, hedef ülkeleri karıştırmak için çift kimliklileri görevlendirdi. Kimdi bu çift kimlikliler? 90’lı yıllarda Mumcu, Üçok, Kışlalı suikastlarıyla mesaiye başlayan çift kimlikliler, 15 Temmuz darbe gecesi destansı bir direniş karşısında soluğu emir aldıkları karanlık odakların yanında aldılar. Türkiye bu çift kimliklilere karşı mücadelesini verdi ve veriyor ama ya hedefteki diğer ülkeler?
ABD’li general Matthew McFarlane, KDP Başkanı Neçirvan Barzani ile görüşerek KDP ve KYB’yi oluşturan Peşmerge güçlerinin birleştirilmesini istedi. Birleşen bir peşmerge ve peşmerge üniforması giydirilmiş PKK-YPG olacaktı. Yani Türkiye- Irak sınırında peşmerge üniforması giymiş PKK’lılar nöbet tutmaya başlayacaktı. ABD, Irak’ı aslında 1995 yılında kendi sınırlarına katmıştı ama kimsenin bundan haberi yoktu. Irak siyaseti, ordusu, yerel unsurları ABD’nin elindeydi.
5 bin peşmerge, Pasifik’in görkemli adası Guam’da eğitime gönderilmişti. Projenin arkasında Pentagon olsa da en mühim rol, Ortadoğu’nun modern Lawrence’ı olarak bilinen Cezayir doğumlu Siyonist-Yahudi Henry Levy’e aitti.
İran Cumhurbaşkanı Reisi’nin helikopterinin düşmesinin ardından helikopteri kullanan pilotlardan biri kasıtlı olarak intihar dalışı yapmıştı. Pilotun yeğeni hükümete karşı düzenlenen bir gösteride öldürülmüş, pilot ise bu işin sorumlusu olarak Reisi ve hükümetini görüyordu.
Türk SİHA’sının düşürülmesi emrini veren Iraklı general Hamudi kısa süre içerisinde gözaltına alınarak sorgulandı. Çünkü Irak yetkili makamlarının Türk Siha’sının düşürülmesiyle ilgili herhangi bir ateş emrinin olmadığı belirlendi. İran’a bağlı Şii Asaib Ehlül Hak gurubunda yetişmiş daha sonra açılan kontenjandan Irak ordusuna katılmıştı Hamudi. Türk Siha’sını gerçekte Irak değil, Irak ordusunun içerisine sokulmuş general kılığındaki bir İran ajanının talimatıyla düşürüldüğü ortaya çıkmıştı. Asıl hedef ise İran-Türkiye savaşı çıkarmaktı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Mehmetçiğin Kuzey Irak’ta düzenlediği operasyonlarda sona gelindiğini iki kelimelik “kilidi kapatacağız” cümlesi ile dünyaya duyurdu. Peki bu ne mânâya geliyordu? Kilidin kapatılması neyi ifade ediyordu? Bir de muhalefetteki çatlak seslerin “Sınır ötesinde ne işimiz var?” cümleleri gerçeği mi yansıtıyordu? Yoksa bunları dillendirenler Türkiye karşıtı oynanan oyunların bir parçası mıydı? O halde gelin cevapları birlikte arayalım…
Kuzey Irak’ta bulunan Metina, Zap, Avaşin ve Başyan bölgelerine düzenlenen operasyonlardan netice alınmış, terör kampları yerle bir edilmişti. Bununla da kalmayan Türk istihbaratı, bölücü terör örgütünün lider kadrosundan birçok teröristi yerli ve millî silahlar ile imha sürecine girmiş, bunda da başarılı olmuştu.
Şimdi hedef Kuzey Irak sınırında Teröristan oluşumunu engellemek için sınır boyuna askerî bir koridor oluşturmaktı. Otorite boşluğundan faydalanan terör örgütü bu bölgelerdeki kamplarında eylemler planlıyor, sarp dağlarla çevrili sınırdan kolaylıkla geçerek kanlı cinayetlerine her defasında bir yenisini ekliyordu.
Türkiye sahaya inmiş “Pençe Kilit” operasyonu kapsamında belirli bölgeleri ele geçirmiş, şimdi sıra kilidi kapamaya gelmişti. Gara dağının bulunduğu bölgeye düzenlenecek bir harekât ile kilit kapatılacaktı ama öncesinde çok mühim bir gelişme yaşandı. Türkiye ile Irak hükümeti arasında imzalanan terör anlaşması ile birlikte büyük ehemmiyet arzeden bir adım atıldı.
Irak’ın PKK’yı ‘yasaklı bir örgüt’ olarak tanıması ve Türkiye ile ortak tedbirler konusunda uzlaşması, Ankara tarafından müsbet gelişmeler olarak kaydedildi. İki ülke, PKK konusundaki çalışmalarını, kurmaya karar verdikleri Ortak Daimi Komite aracılığıyla devam ettirme kararı aldı.
Çift kimlikliler mesaide
Yani, İslam Topraklarında oyun kurucu olduklarını zanneden ABD ve İsrail’in BOP planı suya düşmüş oldu. Türkiye, Kuzey Irak’ta kilidi kapatarak teröristan hayaline son verecek. BOP’u destekleyenler arasında İran içindeki FETÖvari paralel bir yapıyı da gözardı etmemek gerekiyor. Suriye ve Irak’ta da durum aynıydı.
Aslında Türkiye de FETÖ belasından kurtulmasaydı bazı bölgelerini Suriye’de olduğu gibi yeni kurulacak bir devlete teslim etmek zorunda bırakılacaktı. 15 Temmuz işgal girişimi bunun en mühim örneklerinden biriydi.
Devlet başka bir şey söylüyor ama başka şeyler oluyordu. Yani bürokrasi, asker, polis ve yargının içerisine girmiş FETÖ’cü teröristler, ABD ve İsrail’in sözünden dışarı çıkmıyordu. FETÖ belasından kurtulan Türkiye’yi tutmak mümkün değildi. Pentagon çuvallamış, kırmızı kaplı FETÖ dosyası raftaki yerini almıştı. Yeni taktikler, yeni oyunlar kurulması gerekiyordu. Aslında kirli bir oyun çökerse onun yerini alacak ikinci veya üçüncü şıklar mevcuttu ama değişen dünya düzeninde safını değiştirmekten çekinmeyen bir Türkiye vardı artık karşılarında.
Millî silahlarına kavuşan Türkiye’yi tutmak artık mümkün değildi. Yıllardır başına örülen terör belasından kurtuluyor, petrol kuyuları açıyor, doğalgaz buluyordu. Mavi Vatan Akdeniz’de bile dünyaya parmak ısırtacak gelişmelere, yeni çözümlere kapı aralıyordu. Ortadoğu’nun derebeyleri ABD ve İsrail ne yapacaktı? Çâre olarak Suriye, İran ve Irak’taki Fetövari yapılarını harekete geçirmek olduğunu biliyorlardı. Çünkü artık Türkiye içerisindeki çatlak sesleri de artık etkili değildi. Konuşuyorlardı ama Türk kamuoyu onları ciddiye almıyordu.
PKK-YPG’ye peşmerge üniforması
“Kalkınma yolu” projesi ile birlikte Türkiye, bölgenin gözbebeği haline geldi. Irak, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri ile imzalanan anlaşma ile hem demiryolu hem de karayolu ile Asya ve Körfez ülkeleri, Avrupa ile buluşacak. Basra körfezini kullanan uluslararası gemiler, Irak’ta yapımına başlanan FAV limanı aracılığıyla yüklerini Avrupa’ya daha kısa sürede daha güvenli olarak nakledecekti.
Dünya ticareti bundan memnun olsa da güçlenen bir Türkiye, ABD ve İsrail’i daha da rahatsız etmişti. Önce Irak, ardından İran kartını kullanacaklardı. Tıpkı Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı, Çetin Emeç suikastlarında olduğu gibi.
Koalisyon güçleri Irak ve Suriye komutanı ABD’li general Matthew McFarlane, KDP Başkanı Neçirvan Barzani ile görüşerek KDP ve KYB’yi oluşturan Peşmerge güçlerinin birleştirilmesini istedi. KYB lideri Bafel Talabani’nin PKK-YPG’ye verdiği destekten övgüyle bahseden Amerikalı general, DEAŞ’la mücadelede birleşmiş Peşmerge güçlerinin etkili olacağı yönünde görüşünü bildirdi. Ama burada dünya kamuoyundan saklanan bir gerçek vardı.
İddiaya göre birleşen bir peşmerge ve peşmerge üniforması giydirilmiş PKK-YPG. Yani Türkiye- Irak sınırında peşmerge üniforması giymiş PKK’lılar nöbet tutmaya başlayacaktı. ABD, Irak’ı aslında 1995 yılında kendi sınırlarına katmıştı ama kimsenin bundan haberi yoktu. Irak siyaseti, ordusu, yerel unsurları ABD’nin elindeydi.
Saddam’ı kim nasıl ikna etti?
Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı Mitterrand ile eşi Danielle Mitterrand, Saddam Hüseyin ile olan dostluklarını kullanarak 5 bin peşmergenin Pasifik’in görkemli adası Guam’da eğitime gönderilmesi için ikna eder. Projenin arkasında Pentagon olsa da en önemli rolü, Ortadoğu’nun modern Lawrence’ı olarak bilinen Cezayir doğumlu Siyonist-Yahudi Henry Levy üstlenir.
ABD’ye ait Anderson üssünde 8 yıl boyunca nizâmî ve gayri nizâmî harp, siyaset, istihbarat ve sabotaj eğitimlerinden geçirilen 5 bin peşmerge 2003 yılında Irak ordusuna katılır. Onlar artık Irak askeri değil, ABD ordusunun önemli birer neferidir. Yıllar geçer hepsi ülke içerisinde mühim kademelere gelir. Saddam Hüseyin ise hatasının bedelini canıyla öder.
Terörün finanse edilmesi ve silahlandırılması
Türkiye ise tüm bu gelişmelerin farkındadır. Özellikle Kalkınma Yolu’nun hedef alınacağının, yapım sırasında çeşitli sabotaj girişimlerinde bulunulacağının da… Bunu da PKK ve İran destekli örgütlerin gerçekleştireceği yönünde istihbarat bilgilerini değerlendirmeye alır.
Peşmergeye silah yardımında bulunan Amerika, PKK-YPG’ye de DEAŞ’la mücadele ettikleri iddiasıyla binlerce tır silah yardımı yapar ve yapıyor. Bununla da kalmıyor, son teknolojik malzemeler ve bunların kullanımıyla ilgili eğitim de sağlıyor. Hatta KYB lideri Bafel Talabani’nin terör örgütüne verdiği helikopterleri nasıl kullanacakları konusunda bile detaylı eğitimden geçiriyorlar.
Türk İstihbaratı bu gelişmeleri, Amerikalı meslektaşları ile delilleriyle birlikte paylaşmışlardı. Aradan kısa bir süre geçmiş, PKK/YPG'li teröristleri taşıyan iki helikopter 15 Mart gecesi Irak’ın kuzeyindeki Duhok şehri civarında düşmüştü. IKBY'nin (muhtemelen bildiği halde) kime ait olduğunu araştırdığı Fransız AS350 Cougar tipi helikopterleri önce sahiplenen olmadı.
Öte yandan Barzani Peşmergeleri, helikopterdeki 'şahısların' PKK'lı olduğunu açıkladı ve Pandoranın kutusu açıldı. KYB lideri Bafel Talabani, helikopterleri ABD fonuyla Fransız hükümetinden satın almıştı. ABD’nin Suriye’deki üssünden havalanan 3 helikopter için PKK’lı teröristler kendileri için özel olarak açılan hava koridorunu kullanıyordu.
Türk Siha’sı düşürüldü
Tarihler 29 Ağustos 2024’ü gösterdiğinde Kerkük’ten önemli bir haber ajansların gündemine düştü. Habere göre Türk Siha’sı Aksungur yerden havaya atılan bir füze ile düşürülmüştü. Füzenin ateşlendiği yer ise Irak askeri makamlarının üs olarak kullandığı bir havaalanı idi. İki ülke arasında vakit kaybedilmeden diplomatik temaslar başlatılmıştı ki ilginç bir açıklama, Irak Hava Savunma Komutan yardımcısı Abdüsselam Hamudi’den geldi.
Hamudi yaptığı açıklamada, Türk Siha’sının Irak ordusu tarafından düşürüldüğünü bizzat teyid ediyordu. Bu iki ülke arasında şimdiye kadar hiç yaşanmamış bir hâdiseydi. PKK’yı 40 yıl aradan sonra terör örgütü olarak tanıyan ve “Ortak Operasyon Odası” adı altında karakollar kuran Irak hükümeti, büyük anlaşmalar imzaladığı komşu ülkenin Siha’sını düşürmüştü.
Türk İHA’sını düşüren sözde general şii militan çıktı
Bunda bir anormallik ve âdeta oyun içinde oyun vardı. Gerçek kısa sürede ortaya çıktı. Iraklı general Hamudi kısa süre içerisinde gözaltına alınarak sorgulandı. Çünkü Irak yetkili makamlarının Türk Siha’sının düşürülmesiyle ilgili herhangi bir ateş emrinin olmadığı belirlendi. General kendi başına inisiyatif kullanarak ateş emri vermişti. Gerçekler tüm boyutlarıyla tek tek ortaya çıkıyordu.
General Abdüsselam Hamudi, Irak Harp Akademisi’nden yetişmiş bir asker değildi. İran’a bağlı Şii Asaib Ehlül Hak gurubunda yetişmiş, daha sonra açılan kontenjandan Irak ordusuna katılmıştı.
Açılımı “Doğruların Birliği" anlamına gelen paramiliter bir örgüt olarak da biliniyor. Irak isyanı ve Suriye İç Savaşı'nda aktif rol oynayan gurubu incelediğiniz zaman liderlerinin kimlerle ilişki içerisinde olduğu, gerçekleri bir kez daha gözler önüne seriyor.
Güvenilmez komşu İran’ın çift kimliklisi
İddialar yön değiştirmişti. General’in bilinçli olarak kurguladığı açıklamanın ardından biraz araştırılınca İran zan altında kalmıştı. Yani Türk Siha’sını gerçekte Irak değil, Irak ordusunun içerisine sokulmuş general kılığındaki bir İran ajanının talimatıyla düşürüldüğü ortaya çıkmıştı. İran bu saldırı ile Türkiye’ye sözde gözdağı vermiş, Irak ile Türkiye’nin arasında soğuk rüzgarlar estirerek en önemlisi Kalkınma yolu projesini sekteye uğratmak istemişti.
Tüm taraflara gösterilmek istenen tiyatro oyunu buydu ama kukla aynı olsa da kuklacı farklıydı. Hani size daha önce anlattığım gibi Irak Ordusu’nda zannettiğiniz asker, nasıl ABD’nin Guam adasında yetiştirdiği devşirilmiş bir güvenlik görevlisi çıkıyorsa burada da İran yetkili makamlarındaki devşirilmiş siyasetçi, bürokrat veya güvenlik güçlerine bakmak gerekliliği ehemmiyet arzediyor.
Hedef Türkiye-İran gerilimi
Söylendiği gibi İran’ın aslında Irak-Türkiye ilişkilerini baltalamak amacıyla bu saldırıyı gerçekleştirmediği, muhtemel bir Türkiye-İran savaşı çıkartmak için karanlık güçlerin düğmeye bastığı gerçeği karşınıza çıkıyor.
Kafalar biraz karıştı ve ‘neler oluyor böyle’ diyorsunuz ama gizli servisler çalışmaya başladı mı öyle senaryolar üretiliyor ki anlamakta zorluk çekilmesi normaldir. Çünkü bir gizli servisin düşmanı başka bir gizli servis tarafından devşirilen komutanlar, aralara sokulan çift kimlikli ajanlar, sonu gelmeyen istihbarat savaşları... Daha iyi anlamanız için konuyu başka örneklerle açmaya çalışacağım.
Engellenen PKK operasyonları
Yarım asırdır terör belasını yaşıyoruz bu ülkede. Gelişmemizi, söz sahibi olmamızı istemeyen global dünyanın karanlık lordları çeşitli projeler ile Türkiye’nin nefes almaması için ellerinden geleni yaptılar. Yurtdışından fonladıkları gazeteler ve gazeteciler, STK’lar ve sözde aydın geçinen kiralık kimliklerle bazen istediklerine ulaşamayınca siyaset ve güvenlik açığını kullanarak yarattıkları FETÖ iltisaklı teröristlerle hem istihbarat hem de askerî alanda ülkeyi ele geçirmeyi başardılar.
15 Temmuz işgal girişiminin ardından bu gerçeği daha çok net görmeye başladık. Meslek hayatımız boyunca Türk güvenlik güçlerine mensup asker, polis, istihbaratçı olsun her kimlikte insanın katıldığı birçok operasyon izledik. O isimsiz kahramanlarla saatler süren sohbetler ettik. Samimi olduğum arkadaşlarım, dostlarım oldu. Hepsinin bir hikâyesi, unutamadıkları anıları vardı. Bunun yanı sıra kafalarını kurcalayan, soru işaretleri de yok değildi. Anlayamadıkları, çözemedikleri, görüp de bilemedikleri sırlarla dolu bir meslek hayatı.
Sınır ötesi düzenlenen operasyonlar, teröristlerden arındırılmış dağlara atılan tonlarca bombalar, telsiz emriyle iptal edilen operasyonlar… “Yakalamamız an meselesiydi. Ankara’dan dur dediler” şeklinde kurulan cümleler.
Evet, birileri yani gizli bir el içimizdeki çift kimlikli hainleri kullanarak terör örgütünü koruyor, operasyon adı altında dağı taşı bombalatıyorlardı. FETÖ operasyonları ile birlikte bu hainlerin kim olduklarını bir kez daha yakından görme şansımız oldu.
Örgütün kılcal damarlara nasıl girdiğini anlamak için âlim olmak gerekmiyor. Hatta kripto FETÖ’cülerin hüküm sürdüğü bazı mühim kararların altına imza attıkları saklanamayan gerçekler arasında yer alıyor. İşler yolunda gitmedi, Türkiye’de açığa çıktılar ama İran’da, Irak’ta veya Suriye’de halen gizli görevlerini sürdürmeye devam ediyorlar
- Mumcu, Kışlalı, Üçok suikastları
- Türkiye’nin en karanlık yıllarıydı. Birbiri ardına gerçekleştirilen suikastlar, “Ülke elden gidiyor, Şeriat geliyor” naralarının atıldığı zamanlar. Uğur Mumcu koruması olmayan, Uzakdoğu sporları ile ilgilenmeyen, hafif kilolu bir gazeteci. Bu özelliklerini şunun için anlatıyorum amacım asla küçümsemek değil…
- Mumcu, Bahriye Üçok ve akademisyen kimliğiyle tanınan Ahmet Taner Kışlalı neden bombalı saldırılar sonucu öldürüldü? Uğur Mumcu’yu hedef alan suikastçılar gecenin zifiri karanlığında aracının altına bomba koyarak niçin böyle riskli bir eylemi göze almışlardı. Üstelik ilk girişimlerinde araçtaki bomba patlamamış, Mumcu Ankara sokaklarında altında kilolarca C4 plastik patlayıcı ile dolaşmıştı. 71 yaşındaki Bahriye Üçok’u evinde öldürmek için kargo paketinin içerisine bir kitap, kitabın içerisine de bomba düzeneği yerleştirerek öldürmek neyin işaretiydi? Aslında bir tetikçi hiç zahmet çekmeden tüm bu cinayetleri gerçekleştirip bir gecede kayıplara karışabilirdi. O zaman istenilen olmazdı. Suikastların işleniş şekli, işaret ettiği ülke kadar önemliydi.
- Fitilin ateşlendiği yerin Şeriatla yönetilen bir ülke olması gerekliliği önem taşıyordu. İran bu yüzden seçilmişti. Görev, içerideki derin yapıya verilmişti.
- Amaç, Türkiye’deki seküler yapıyı harekete geçirip kutuplaştırma yaratarak laikler ile muhafazakârlar ve de dindarlar arasında uçurumu daha da derinleştirmekti. Bunun için İranlı diplomat Muhsin Karger Azad bile kullanılmıştı.
- Failler yakalanmış, emniyet müdürlüğündeki basın açıklamasında İran gizli servisi Savama tarafından hazırlanmış sahte kimlikler bile sergilenmişti. Köşeye sıkışan İran, gelişmeleri doğrulayıp “Sizdeki Susurluk yapısı eski meslek artıklarının gerçekleştirdiği bir dizi eylem” sözcüklerini kullanarak acizliğini gösteriyordu.
- Aynı acizliği şüpheli bir helikopter kazasında ölen Cumhurbaşkanı Reisi ve Hamas’ın lideri Haniyye suikastında da göstermekten çekinmedi. Haniyye, İran’da devlet konukevinde suikasta uğradı. Füzelerin nereden ateşlendiği dahi net olarak açıklanamadı. Hem Reisi’nin hem de Haniyye’nin güvenliğinden sorumlu generalin gözaltına alınarak sorgulandığı basına sızdı ancak bu olayla ilgili yeterli açıklama yapılmadı.
- Neticede o dönem Türk istihbarat ağını elinde tutan bir çok üst düzey FETÖ’cünün soruşturmalar sonucu tutuklanarak cezaevine konulduğu, bazılarının ise çareyi yurtdışına kaçmakta bulduğu ortaya çıktı.
- Gerçeklere TİKTOK bile dayanamadı
- İran Cumhurbaşkanı Reisi’nin helikopterinin düşmesinin ardından kaynaklarımla yaptığım bir dizi görüşmede, helikopteri kullanan pilotlardan birinin kasıtlı olarak intihar dalışı yaptığı bilgisine ulaşmıştım. İddiaya göre pilotun yeğeni hükümete karşı düzenlenen bir gösteride öldürülmüş, pilot ise bu işin sorumlusu olarak Reisi ve hükümetini görüyordu.
- Tik Tok’taki canlı yayınım sırasında bunları anlatmaya başladım ve bir anda “Yayınınız kısıtlandı” uyarısı verildi. 1500 kişinin olduğu canlı yayın bir anda 30 veya 40’lara kadar gerilemişti. Bu küçük detayı, oyun kurucuların ne kadar güçlü ve etkili olduklarını anlatabilmek için kaleme aldım. İran’daki helikopter kazası ile ilgili binlerce video dolaşımdayken, onların gündeme getirmediği, üstünü örttüğü gerçeğin sesini kısmak mânîdârdı.
- Şeytana oyun kuran kuklacılar
- Aslında aktarılacak o kadar çok örnek var ki… Ama 33 yıllık meslek hayatımda görüp anladığım tek şey hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığıdır. TKEP’in kurucularından 68 kuşağının en önemli isimlerinden ve Türkiye’nin en yaşlı teröristi unvanını elinde bulunduran Teslim Töre ile yaptığım son röportajında “Bizler konsomatris kadınlara benzeriz ama aramızda tek bir fark var. Onlar kimin kucağına oturduklarını bilir ama biz bilmeyiz” diyerek gizli servislerin oynadığı oyunları o yıllarda en iyi anlatan cümleyi kurmuştu.
- Yeni yüzyılda işler biraz değişmiş, terörist gurupların bir tık ilerisine gidilerek devletlerin içerisinde yerleştirilen çift kimlikli kişilere itibar kazandırılarak yeni oyunların planları yapılmış. Ukrayna- Rusya savaşı bunun en açık örneklerinden birisi.
Abone olmak için: www.birlikte.com.tr/gercek-hay...