İslam kadınının şahlanışı

Cesur kalemi, güçlü hitabeti kitleleri dalga dalga hareketlendirmiş uyanışa, dirilişe vesile olmuştur.
Cesur kalemi, güçlü hitabeti kitleleri dalga dalga hareketlendirmiş uyanışa, dirilişe vesile olmuştur.

Merhum Şule Yüksel Şenler güç zamanlarda zoru başarmış çok yönlü bir isimdi. Yazılarıyla, konferanslarıyla, kitaplarıyla, modelini kendisinin çizdiği ve tüm Türkiye’de şuurlu Müslüman kadın kimliğinin ilk adımı, baş örtme / giyinme biçimiyle pek çok ilke öncülük etmiştir. Yazıları, konferansları, kitapları tavizsiz dik duruşu, azim ve kararlılıkla ‘arkamda sağımda solumda benimle gelen kim var’ demeden yürüyüşü, kadını ile erkeği ile tüm ezilmiş, ötekileştirilmiş, susturulmuş kesime yeniden özgüven kazandırmış, cesaret vermiş, onların hislerine tercüman olmuş, sesleri nefesleri olmuştur.

Hemen her alanda aşağılanan, alay edilen, tahkir edilen, ötekileştirilen; dindar olmayı köylü, câhil, dinî yaşantıyı çağdışı gören bir kesime karşı; daha 27 yaşında gencecik bir kız olarak tek başına bir ordu gibi adeta cephe yara yara mücadele vermiş, duruş, tavır ortaya koymuştur. Dindarlığın tepeden inme bir şekilde katı bir ideolojik tavırla karşılandığı, baskı ve şiddet uyguladığı, dini görünüme tahammülün olmadığı bir dönemde sesini yükseltmiş bir cesur yürektir.

DESTANSI MÜCADELE

Dindarlığın siyaset, sanat, edebiyat her alanda aşağılandığı bir dönemde özelde Müslüman kadın kimliğinin, genelde kadınıyla erkeğiyle tüm dindar camianın âdeta varlık mücadelesini, Müslüman kimliğinin yeniden inşasını, öz güvenini sağlamak için ağır bedeller ödeyerek destansı bir mücadele ortaya koymuştur. Dindar kimliği çağdışı gören kesimin tam da içinde yetişmiş, onlar gibi düşünüp, onlar gibi inanan biriyken Allah’ın hayat veren çağrısına kulak verdikten sonra “Hayır! Din çağ dışı değil bilakis çağlar üstüdür” diyen bir gür ses olmuştur. Bu ses, eğer Anadolu’dan çıkmış olsa idi zaten din taşralılıktı ve taşradan ancak böyle bir ses çıkabilirdi ama Şule Yüksel Şenler tam da kendi içlerinden çıkarak içinde yaşadığı toplumsal sınıfın ezberlerini bozmuştur.

Birçok konuda bir ilktir. O güne kadar dindar kesimde konferans veren erkekler bile bir elin parmakları kadarken ve konferans veren bir tek kadın bile yokken bir genç kız olarak o çıkmış on parmağında on marifet tüm varlığını ortaya koymuştur. Bir yandan köşe yazılarını yazmış, bir yandan her bir konferansı sonrası hakkında açılan davalara karşı savunma vermiş, bir yandan binlerce okuyucu mektubunu cevaplamış, konferansları, köşe yazıları gibi toplumun büyük kesiminde dönüşüme vesile olan romanını yazmış, başörtüsü modelleri çizmiş, kalıplar vermiş, genç kızlar özensin, örnek alsın diye her konferansında giyeceği pardösülerini, başörtülerini oturmuş kendi dikmiş söylediği ne varsa uygulayarak, yaşayarak ortaya koymuştur. Gençlik, sağlık, bilgi, beceri, yetenek… Allah vergisi ne varsa Allah rızası için o uğurda harcamış, adanmış bir isimdi.

BEN NE YAPABİLİRİM SUÂLİNİN GEREĞİNİ YAPTI

Cesur kalemi, güçlü hitabeti kitleleri dalga dalga hareketlendirmiş uyanışa, dirilişe vesile olmuştur. O, bu, şu ne yapıyor değil, ben ne yapabilirim sorusunu sormuş, ayağa kalkmış ve kitleleri ayağa kaldırmış bir isimdir. Müslüman kadın kimliği konusunda yazılıp, çizilmemesi onu harekete geçirmiştir. Bu konu konuşulmuyor, yazılmıyor o halde yine kadınlar olarak biz kimliğimizin inşası için harekete geçmeliyiz diye düşünmüş ve eyleme geçmiştir. 1967 yılında Samsun’da verdiği “İslam’da Kadının Yeri ve Mükellefiyetleri” başlıklı ilk konferansına giriş yaparken bu konuda şunları söyler:

“…Hâlbuki bugün Türkiye’de kadın problemi öylesine çetrefilli bir mevzu hâline gelmiştir ki; bu mevzuu kendi cinsimizi ilgilendirmesi bakımından yine kendi tarafımızdan evvelemirde ele almak ve üzerinde kafa yorarak, Müslüman Türk kadınının mânevî ve ahlâkî meseleleri hakkında çözüm yolları aramak kaçınılması imkânsız bir zarûret hâline gelmiştir. Bu ise ancak kadınlık mevzuunda geniş kitlelere hitabı sağlayacak olan bu kâbil hanımlararası konferanslarla mümkündür. İnşâallah, bugün sevimli Samsun’umuzda âcizâne hitâbımızla başlangıç olarak attığımız tohum, Cenâb-ı Hakk’ın rahmeti ile bereketli mahsullere yol açar ve yeşeren filizler hâlinde Türkiye’mizin her bucağında hanımlararası konferanslar neşvünemâ bulur.”

İLK KONFERANS

Bir kadın tarafından, kadınlar için ve kadınlara yönelik diye düşündüğü bu ilk konferansın caddeler sokaklar dolusu kadın erkek kitlelerce dinlenmesi ve ardından gelen yoğun talepler Tüm Türkiye’de kadını ile erkeği ile yeniden öze dönmenin, öz güvenin, dirilişin adımı olmuştur. Samsun’da bu başlangıçla verdiği ilk konferansında yaptığı “Cenâb-ı Hakk’ın rahmeti ile bereketli mahsullere yol açar ve yeşeren filizler hâlinde Türkiye’mizin her bucağında hanımlararası konferanslar neşv ü nemâ bulur.” Duâsı kabul olmuş ve duâsında dile getirdiği gibi “attığı tohum” Cenâb-ı Hakk’ın rahmeti ile bereketli mahsullere dönüşmüştür. Samsun’da atılan bu ilk tohum yurdun dört bir yanında filizlenmiş yeşermiş, boy atmıştır. Kadın kitlesine mahsus olarak düşündüğü konferansını sokakları, caddeleri dolduran binlerce erkeğin de dinleyeceğini metni kaleme alırken henüz bilmiyor olsa da erkekler de en az kadınlar kadar susamış bir hâlde o güne kadar unutturulmuş, üzeri örtülmüş, hor görülmüş İslâm hakikatlerinin çağıl çağıl dile geldiği bu çağlayana koşmaktan kendilerini alamamışlardır.

O zamanın Bugün Gazetesi, Necdet Şensoy imzalı haberle iletiyordu okuyucusuna Samsun konferansını: “Şûle Yüksel Şenler’in konferansı çok heyecanlı geçti. Gazetemizin fıkra yazarlarından Şûle Yüksel Şenler önceki gün Belediye Nikâh Salonu’nda Müslüman bayanlara bir konferans vermiştir. Ayrıca dışarıya hoparlör takılarak binlerce erkek Müslümanın da dinlemesi mümkün olmuştur. ‘İslâm’da Kadının Yeri ve Mükellefiyetleri’ mevzulu konferansta Şûle Yüksel Şenler, kadın ve erkek olarak eşlerin aile hayatlarında birbirlerine, anne-babalarına, çocuklarına ve diğer aile fertlerine karşı davranışlarını izah etmiştir” diyerek vermiş, Şule Yüksel Şenler köşe yazısında o günkü manzarayı “İslam Kadınının Şahlanışı” başlığıyla kaleme almıştır.

Yıllar sonra “Gençliğin Izdırabı” isimli kitabının önsözünde o yıllardaki ruh dünyasını şöyle tarif eder:

“… Âşıktım üstelik hem ölesiye. Öyle bir dâvânın göz kamaştıran nurlu ufuklarına açmıştım ki gözlerimi, bu ebedî mânâ güzelliğine meftun olmamak mümkün değildi. Sevdalıydım, sevdalı. Uğruna can verilecek gerçek sevgiliyi ve O Sevgili’nin ebedî saadetle noktalanan nurlu yolunu bulmuştum…”

Şule Yüksel Şenler’in tasarladığı giyim tarzı o dönemde âdeta bir çarşaf gibi görülmüş, yadırganmış,basın yoluyla Şûle Yüksel’e sataşanlar “Çarşafçı Şûle Yüksel, kara çarşaflı yazar” diyerek söz etmişlerdir ondan. Tahkir etmek için çarşaflı karikatürleri çizilmiştir. Sürekli bir medya linci, konferanslarına bomba tehdidi, evinin kundaklanıp yakılması, hakkında açılan sayısız dava, hapse atmak ve sayısız sağlık sorunu hiçbiri onun durması için mazeret teşkil etmemiştir. Bir yandan öğrenmiş, bir yandan tatbik etmiş ve her şeyden de önemlisi durup dinlenmeksizin, hiçbir engel tanımaksızın davet etmiştir. Onu o günkü hemcinslerinden ayıran tam da budur. Güçlü kalemi, güçlü hitabeti, kabiliyeti, çeşitli yetenekleriyle tüm bir toplumu uyandırmak için kan ter içinde bir emekle harekete geçmiştir.

Evet, o gün de Türkiye’de kimi yarım, kimi tam olarak başını örtmüş az da olsa meslek sahibi, ev kadınları ve genç kızlar vardır ama toplumun geneline yansıyan, bir kimlik, bir duruşa işaret eden bir hareketlilik içinde değildir hiçbiri. Şule Yüksel Şenler kendisi başörtülü dindar kadın kimliği yanı sıra bu uğurda gençliğini, sağlığını, ömrünü ortaya koymuş şehrin uzak yerinden koşarak gelip, elçiye uymaya çağıran davetçidir. O Rabbinden razıydı Rabbimiz de ondan razı olsun. Yeri doldurulamaz, çıtası çok yüksek bir örneklik, bir de inşâallah sayfaları ebediyete kadar açık kalacak çok kalın bir amel defteri bıraktı geride. “De ki: Şüphesiz benim namazım ve ibadetlerim, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi olan Allah içindir” ilahi buyruğunca adanmış bir ömürdür Şule Yüksel Şenler. Mekânı Cennet, makamı âli olsun. Âmin!