İşgalci kültüre teslimiyet

İşgalci kültüre teslimiyet.
İşgalci kültüre teslimiyet.

Rumelihisar’ın seçilmesi boşuna değildir. Ayrıca isim de rastgele seçilmemiştir. Rumelihisarı’ndaki paha biçilemez alanın Boğaziçi ismiyle değiştirilmesi de tesadüfen ortaya çıkmış bir hâdise de değildir. Zira bir asırlık tohum yeşermiş ve meyve vermiştir. Artık ABD misyonerliği yerine Türk görünümlü, Türkiye vatandaşı misyonerlerce işi götürmek daha gerçekçidir. Üstelik maddî ve talebe kaynağını da devlete sağlatarak yapmak akıllıca değil midir? Aradan geçen kırk yıl bunun da başarılı olduğunu göstermiştir.

“Bir memleketin eğitim ve öğretim seviyesini anlamak isteyen, muallimlerin ahlâkına ve mekteplerinin din ve kendi tarihiyle ilgili programlarına baksın.” Bu cümle Ali Emîri merhuma ait olup âdeta bir Türkiye özetidir.

Saint-Benoit.
Saint-Benoit.

Özelde Türkiye’nin genelde de İslam dünyasının birkaç asırdır girdabında kıvrandığı şey, işgalci kültüre teslimiyettir. Kültürel işgal sinsidir ve tedrici olarak ilerler. Osmanlı’da bu işgal, Fransız kralının isteğiyle açılan ‘Cizvit evi’ yani bugünkü adıyla Saint-Benoit (St Benoit) Lisesi’nin 1583’de açılmasıyla başlar. Bu topraklarda bu okuldan daha eski bir eğitim müessesesi de maalesef yoktur.

1629’da İstanbul’da Cizvitler tarafından Saint Georges Fransız Okulu ile St Louis Lisan Mektebi kurulur. Ayrıca Cizvit tarikatını 16 ve 17’nci asırlarda Avrupa’da daha sonra tüm dünyada şöhretli kılan şey, bu Cizvit Kolejleridir. Kendisi de bir Cizvit papazı olan ve 1998’de gizli kardinalliğe yükseltilen F. Gülen’de mensubu olduğu Cizvitlerin eğitim stratejisini uygulayarak büyümüştür.

Yabancı okulların İslam ve topluma etkisi

Bir yabancı başka bir ülkede okul kurmuş ise onun siyasî, iktisadî, sosyal, dinî veya başka bir amacı olmadan bunu yapması düşünülebilir mi? Bu okullarda genellikle temel amaç kendi inanç veya ideolojisini aşılamaktır. Bu sayede de o beldede kendine hizmet edecek kabiliyetli liderler üretirler.

Bu hususta Saint-Benoit Lisesi’nin internet sitesinde şunlar yazılıdır:

“Kolejin temeli 1583’de atılmıştır. 1607’de 4. Kral Henri, okulu geliştirmek için Fransız Cizvit rahiplerini gönderir. Bunlar Fransız Büyükelçisi Jean Gontran De Biron de Salignac Baronu himayesinde çalışmalarını sürdürürler. 1783’de Kral 14. Louis’in emri ile Cizvit rahipleri şimdiki okulu, Saint-Benoit kolejini açıp, Lazarist Rahiplerine devrederler. Aynı dönemde Dışişleri Bakanı M. Guizot’nun yardımlarıyla bir de basımevi kurarlar. 1880 yılında Galata’daki surların bir bölümü ile Fransız Elçiliği adı altında binalar yeniden inşa edilir ve elçilik bu binaların ilk resmi sahibi olur. Birinci Dünya Savaşı’nda eğitimine İstanbul Lisesi’nde devam eden okulumuz 1919 yılında Saint-Benoit Koleji olarak 594 öğrenci ile kapılarını tekrar eğitim ve öğretime açar. Saint-Benoit Lisesi kız ve erkek bölümleri 1987 yılında birleştirilir. Karaköy Kemeraltı caddesinde bulunan Özel Saint Benoit Fransız Lisesi, öğrenimini esas Fransızca ve yardımcı dil İngilizce olarak sürdürmektedir.”

Saint Jean-Baptiste de la Salle.
Saint Jean-Baptiste de la Salle.

Hanzade Doğan Boyner, Tufan Türenç, Melih Aşık, Umut Oran, Prof. Dr. Kenan Gürsoy, Pınar Altuğ, Rıfat Bali, Tarık Zafer Tunaya, Prof. Dr. Burhan Oğuz, Bülend Özveren, Hale Soygazi, Halit Akçatepe, Harun Kolçak, Bensiyon Pinto, Tilbe Saran, Serdar Devrim, Mansur Beyaztürk, Sarp Leventoğlu gibi isimler Saint Benoît lisesinin rahle-i tedrisinden geçmiş kimselerden bazılarıdır.

Saint Joseph ise tarihçelerini şöyle anlatıyor sitesinde: “Okulumuz, 1860 yılında Fransa'nın Reims şehrinde ‘Saint Jean-Baptiste de La Salle’ tarafından temelleri atılmış olan Fransız Rahipleri Cemiyeti'ne (Frères des Ecoles Chrétiennes) bağlı bir kurumdur. Saint Jean-Baptiste de la Salle tarafından kurulan Frerler Cemiyeti (Lasalle Enstitüsü) Türkiye'ye ilk olarak 1841'de gelmiş ve İzmir ve İstanbul'da birer okul açmıştır. Hâlen 7.225 mensubu bulunan cemiyetin 84 ülkede 1800 okulu, 60 bin eğitimcisi ve 785.127 öğrencisi bulunmaktadır. Okulumuzun temeli 1857 tarihinde Beyoğlu'nda, İmam Sokağında "Pensionnat Saint-Joseph" adıyla atılmıştır. 1864'te yer darlığından Moda'ya geçilmiş, binanın sahipleri tarafından satılması üzerine Beyoğlu'na dönülmüştür. 1900 yılında Saint-Joseph'te 300 yatılı öğrenci vardı.

Saint Joseph.
Saint Joseph.

Kuruluşundan bugüne kadar okulumuzda öğrenim gören öğrencilerin sayısını kesin olarak tespit etmek imkânsız. Okulumuzun gayesi Türkiye'ye “iyi vatandaş” ve üniversitelere iyi öğrenci yetiştirmektir. Mezunları arasında ünlü askerler, politikacılar, profesörler, büyükelçiler, iş adamları, sporcular, yazarlar, sanatçılar ve üst düzey yöneticiler vardır.”

Eser Karakaş, Tuncay Özilhan, Faik Öztırak, Gökberk Ergenekon, Murat Sökmenoğlu, Sönmez Köksal, Hiram Abas, Okay Gönensin, Osman Korutürk, Muharrem Kayhan, Deniz Sipahi, Baskın Oran, Murat Birsel, Soli Özel, Sedat Simavi, Ahmet Dalman, Cem Mengi, Bülent Berkarda, Ahmet San, Ahmet Vefik Alp, Ali Fuat Cebesoy, Ali Nesin, Enis Batur, Erdoğan Olcayto, Selçuk Yaşar, Bülent Akarcalı, Yücel Sayman gibi isimler ise Saint Joseph lisesinin rahle-i tedrisinden…

Saint Joseph Lisesi'nin bahçesinde yer alan Meryem Ana heykeli
Saint Joseph Lisesi'nin bahçesinde yer alan Meryem Ana heykeli

Gördüğünüz gibi bu misyonerlerin hepsinin yegâne gayesi, Türkiye’nin müreffeh bir memleket olması, gençlerinin “iyi” yetişmesi, zenginleşmemiz, ilmen ve fennen ilerlememiz imiş. Osmanlı’yı da bu gayeyle yıkmış, topraklarımızı da bu gayeyle işgal etmişlerdi. Demek ki bütün geleceğimizi bu çok “hayırsever” Batılı misyonerlere borçluymuşuz.

Bunlar o kadar hayırseverler ki, Amerika’yı bu gaye için işgal edip, yerlilerini öldürdüler. Afrikalıları bu gaye için köle yaptılar. Asya’yı, Afrika’yı bu maksatla sömürdüler. Dünyanın her yerindeki akan kan ve gözyaşını bu yüksek gaye için akıtıyorlar. Gençlerimizi bu yüzden okutuyorlar. Ne demezsin!

Saint Joseph: Okulumuzun gayesi Türkiye’ye “iyi vatandaş” ve üniversitelere iyi öğrenci yetiştirmektir. Mezunları arasında ünlü askerler, politikacılar, profesörler, büyükelçiler, iş adamları, sporcular, yazarlar, sanatçılar ve üst düzey yöneticiler vardır.

Robert Koleji'nden Boğaziçi Üniversitesi’ne

Gülbadi Alan’ın ‘Osmanlı İmparatorluğu’nda Amerikan Protestan Okulları’ adlı eseri.
Gülbadi Alan’ın ‘Osmanlı İmparatorluğu’nda Amerikan Protestan Okulları’ adlı eseri.

“Amerikan vatandaşı misyonerler de Osmanlı’da pek çok okul açmıştır. 3 Mart 1309 (1892) itibariyle Balkanlardan Afrika’ya uzanan Osmanlı’da ruhsatlı 392 Amerikan Protestan okulu tespit edilmiştir. İki yıl sonra yani 1893’de bu sayı 413’e yükselecektir. Buna mukabil 1820-1908 yılları arasında yabancılar 4.547, Osmanlı tebaası gayrimüslimler ise 4.950 okul açmıştır. Bunlar dışında 4049 da ruhsatsız gayrimüslim okulu tespit edilir. Bu okulların büyük bir kısmı da Amerikan misyonerlerine aittir. Sayı bakımından okulların büyük kısmını ‘Amerikan Board Örgütü’ açmıştır.” Gülbadi Alan’ın ‘Osmanlı İmparatorluğu’nda Amerikan Protestan Okulları’ adlı eserinde yer alan bu cümleler de ABD’nin kuruluşundan hemen sonra bu hususta iyi bir devşirme politikası yürüttüğünü gösterir.

Alan, devamla diyor ki: “Amerikan Board’ın en temel amacı, Hıristiyan inancına göre mukaddes sayılan topraklarda misyonerlik (devşirme) faaliyeti yapmaktır. Bu maksatla Pliny Fisk ve Levy Parsons adlı iki misyoner Kudüs’e gider. Ocak 1820’de ise İzmir’e ulaşırlar. Bu maksatla Arapça öğrenirler. İlkokullarını ise 28 Temmuz 1824’de Beyrut’ta açarlar.

1835’de üç misyon bölgesi oluştururlar. Özellikle Ermeni, Rum ve Bulgarlar üzerinde çalışırlar. Avrupa Türkiye’si Misyonu içerisinde Amerikan Board’ın açtığı okulların en önemli özelliği, bu okullarda yetişen talebelerin ilerleyen yıllarda kendi milletlerinin Osmanlı Devleti bünyesinden ayrılarak bağımsızlıklarını kazanma yolunda verdikleri mücadelelerde önderlik etmiş olan kişilerin yetiştiği merkezler olmalarıdır. Bunun en önemli örneği Bulgar isyancılarına liderlik edenlerdir.

Amerikan Board okullarından sonra en etkili okul ise Robert Koleji’dir. Robert Kolejinin yöneticisi George Wasburn hatıratında şu ihanet itiraflarında bulunur: “Elimizden gelen ne varsa kolejdeki diğer milletler içinde yaptık. Onlar belki bir devlet kurarak başarı kazanamadılar ama diğer meslek dallarında başarı kazandırlar. Tek bir Türk öğrenci okutamamamızda Sultan’ın talebelerin kendi millî okullarından başka okullara gitmesinin yasaklamasının da etkisi vardı.”

Robert Koleji, İstanbul, 1950.
Robert Koleji, İstanbul, 1950.

Daha sonra Kadın Misyon Cemiyeti, Dâhili Kadın Cemiyeti ile Pasifik Kadın Cemiyetlerini kurarlar. 1910’da Sofya’dan Van’a, İstanbul’dan Adana’ya, Bursa’dan Manastır’a 20 kız okulu ile 4254 talebeye ulaşırlar. Erkeklerin hem okul hem de talebe sayısı ürkütücü boyutlara ulaşır. 20. asrın başında 28 Ruhban, 20 kız okulu, 7 lise, 451 ilkokul ile 13.951 talebeye erişirler. Dahası o güne kadar ki harcamaları 13 milyon 632 bin 350 dolara ulaşmıştır.

  • Bu topraklara yabancı bu kadar insan nasıl ortaya çıktı?
  • “Cumhuriyet kurulduğunda değerlerinden uzak ve bu topraklara yabancı bu kadar insan nasıl ortaya çıktı” sualinin cevaplarından sadece biri, bu cemiyet ve diğerlerinin faaliyetleridir. Ayrıca pek çoğunun da Batıya götürülüp oralarda devşirilip geri gönderildiğini düşündüğümüzde ortada yadırganacak bir durum kalmaz.
  • Bunlardan biri de Tevfik Fikret gibi İslam düşmanlarının da muallimlik yaptığı Amerika sınırları dışında kurulan ve ilk Amerikan okulu olan Robert Koleji’dir. Osmanlı’dan ayrılan devletçiklerin veya isyan hareketlerinin başlarındaki çoğu kişinin bu okullardan mezun olması herhalde tesadüf değildir.
  • Robert Koleji'nin kuruluş amacıyla ilgili Yeni İstiklâl Gazetesi'nin (1950’li yıllarda) 238’inci sayısında ‘Bulgaristan'ı Kimler Kurdu? Robert Koleji'nin İç Yüzü’ isimli bir makale yayınlanır. Bu makalede şöyle denilir: "...Dört Amerikalı papaz, 1860 tarihinde (sırf Türkiye'ye karşı bir Bulgar isyanı hazırlamak kastı ile) işe başlamışlar. Bu mektebin ilk talebelerinden P. M. Mateef diyor ki: Dr. S. Hamlin, Müslümanlık nereden İstanbul'a girmişse, Hıristiyanlığın da oradan İstanbul'a girmesi için Rumeli Hisarı'nın en yüksek kulesi üzerinde bir kolej kurmak istiyordu.
  • Dr. George Washburn.
  • Gazete devamla şöyle yazıyordu: Dr. George Washburn , "Türkiye'de Elli Sene" kitabında da gayele­rini saklamaya lüzum görmüyordu: “Bulgarlar, elli sene evvel, garbi Avrupa tarihlerinden kay­bolmuştu. Biz, onları meydana çıkardık, garb âlemine tanıttık. Bulgar milletinin rehberleri olsunlar diye, Bulgar gençlerini terbiye ettik. Bu mektebe “Bulgar Koleji” ismi verilmemişti.
  • Bu mektep gerek Osmanlı’da gerekse Bulgaristan’da Bulgarlığa ait bütün vak’aları idare etmiş, Bulgar milletinin menfaatlerine uygun olarak hareket etmekten çekinmemiştir. Bulgarlar, bizim saye­mizde İngilizleri, Amerikalıları elde etmeye muvaffak oldular ve Bulgaristan ortaya çıktı.” Papazlar, maksatlarına nail olduktan sonra mektebe bir isim aramaya başlamışlar.
  • Washburn diyor ki: "Türkleri kuşkulandırmamak için silik bir isim koymağa karar vermiştik. Bunun içindir ki, teşebbüsümüze yardım eden ve bize birçok para sağlayan misyoner Dr. Robert'in ismini verdik.
  • Rumelihisar’ın seçilmesi boşuna değildir. Ayrıca isim de rastgele seçilmemiştir. Rumelihisarı’ndaki paha biçilemez alanın Boğaziçi ismiyle değiştirilmesi de tesadüfen ortaya çıkmış bir hâdise de değildir. Zira bir asırlık tohum yeşermiş ve meyve vermiştir. Artık ABD misyonerliği yerine Türk görünümlü, Türkiye vatandaşı misyonerlerce işi götürmek daha gerçekçidir. Üstelik maddî ve talebe kaynağını da devlete sağlatarak yapmak akıllıca değil midir? Aradan geçen kırk yıl bunun da başarılı olduğunu göstermiştir.
  • Ahmet Vefik Paşa.
  • Bu şeytanî gayeleri bilen büyük Sultan Abdülhamid Han hazretleri, Rumeli Hisarı’nın üst tarafında kurulan Robert Koleji adlı misyoner yuvasının arsasının birinci kısmını 16 bin, ikinci kısmını ise 20 bin liraya Amerikalı Protestan misyonerlere satıp, vasiyet olarak da Eyüp Sultan’a gömülmek isteyen Ahmet Refik Paşa’nın Eyüp Sultan’a defnine izin vermemiş ve “Protestanlara arsa satan adam, kıyamete dek onların çan sesini dinlesin” diyerek, sattığı arsanın hemen önündeki Rumeli Hisarı Mezarlığına gömülmesini emretmiştir.
  • Tomas Fasulyeciyan gibi tiyatrocuları da himaye eden (Mehmed Zeki Pakalın, Sicil-i Osmanî Zeyli, c.6, s.56), pek çok taşın altından çıkan bu değersiz Paşa gibi Osmanlı’da baş belası pek çok kişi yetiş(tiril)miş ne yazık ki, devlet bunların ihanetleri yüzünden güçsüz düşmüştür.
  • ‘Kan kanı çeker’ derler. Laikleşmiş Müslümanlar, bazı büyük Hıristiyan hasletlerini miras olarak aldılar. Yazarı haklı çıkaran müşahhas pek çok vakıayı hepimiz biliyoruz. Bunu açtıkları okullarla yaptılar. Sadece bununla değil, buradan Paris’e Londra’ya New York’a Köln’e götürdükleri gençlerle yaptılar, halen de yapmaya devam ediyorlar. Kabul edelim ki çok da başarılılar. Bugün çocuğunu batıda okutmayı ‘şeref’ sayan aşağılık bir halde olanların sayısı azımsanmayacak boyutlarda.
  • Türkiye'nin 9. üniversitesi olan Boğaziçi, 108 yıl sonra Türk Hükümetine devredilen Robert Kolej'de faaliyete başlamıştı. Kolej mütevelli heyeti başkanı Mr. Lawrence, elinde Robert Kolej binalarının büyük boy fotoğrafı olduğu halde kürsüye gelir. Resmi Milli Eğitim Bakanı Şinasi Orel'e verdikten sonra şöyle konuşur: Geleneklere uyarak, size bir anahtar devretmem gerekirdi. Ama ben bir anahtar vermekten özellikle kaçındım. Çünkü anahtar bir açılmayı veya kapanmayı ifade eder. Hâlbuki Robert Kolej Yüksek Okulu kapanmadı, üniversite oldu. Bu yeni şartlar içinde, daha da gelişecek ve ilerleyecektir.”
  • Boğaziçi Üniversitesi'nin başına ise rektör olarak eski bir Robert Kolejli olan Prof. Dr. Abdullah Kuran getirilir. Sonrası malumdur. Ağustos 2017’de bir toplantıda Robert Koleji’nde görev yapan bir öğretmenle karşılaştık. Kendisine ‘Robert Koleji’nin diğer okullardan farkı nedir’ şeklinde masum bir sual yönelttim.
  • Boğaziçi Üniversitesi.
  • Milli Eğitim denetiminde hiç bir farkı olmayan bir okul olduğunu söyledi. Bu bayağı cevap sonrasında suallerimizi artırdık. ‘Amerikalılar burada hayır faaliyeti mi yapıyor’ dediğimizde pişkince ‘evet, başka ne olabilir ki’ dedi. Ardından her söylenen için ‘şehir efsaneleri’ demeye başladı. Kim bu kişi diye yaptığımız araştırmada çok enteresan bir kişilik çıktı karşımıza. Meğer bu kişi, bir haftasını havrada, bir haftasını kilisede, bir haftasını Müslüman muhitlerde geçiren, bir Hıristiyan kadınla evli, İslâmî çevrelerde ise “İslamcı” olarak tanınan biri çıktı.
  • Kasım Gülek. Bülent Ecevit, Talât Halman, Şirin Devrim, Engin Cezzar, Genco Erkal, Haldun Dormen, Nevra Şirvan, Tunç Yalman, Nüvit Düzdoğru, Meral Taygun, Refik Erduran, Sermet Çağan, Hüsnü Özyeğin, Nihat Berker, İbrahim Betil, Nuri Çolakoğlu, Emre Eczacıbaşı, Şenes Erzik, Cem Kozlu, Ayşe Kulin, Ömer Madra, Nursuna Memecan, İpek Ongun, Soli Özel, Osman Ulagay, Neriman Ülsever, Cüneyt Ülsever, Gündüz Vassaf, Serdar Bilgili, Cem Boyner, Halide Edib Adıvar, Agop Dilaçar, Zeki Alasya, Algan Hacaloğlu, Altemur Kılıç, Aslı Aydıntaşbaş, Betül Mardin, Behice Boran, Büşra Ersanlı, Celâl Şengör, İsmail Cem, Abidin Dino, Emre Gönensay, Ercan Arıklı, Ercüment Karacan, Erkut Yücaoğlu, Etyen Mahçupyan, Feyyaz Berker, Gülriz Sururi, Halikarnas Balıkçısı, Halil Berktay, Roni Margulies, Mehmet Emin Karamehmet, Mihri Belli, Mina Urgan, Orhan Pamuk, Nafiz Can Paker, Perihan Mağden, Pınar Kür, Rahmi Koç, Rahşan Ecevit, Halit Refiğ, Rüşdü Saracoğlu, Nedim Saban, Sevan Nişanyan, Suna Kıraç, Yıldırım Türker, Tansu Çiller, Ömer Koç, Ömer Madra, Özer Uçuran Çiller gibi isimler Robert Koleji’nden mezundur.
  • Herkesi Kasım Gülek yapmak istediler
  • Prof. Dr. Sabahattin Zaim merhum ‘Bir Ömrün Hikâyesi’ adlı hatıratında diyor ki: “Batıda oldukça ilginç bir eğitim sistemi var. Mesela ABD’de üniversiteler iki gruptan oluşur. Harvard, Columbia, Yale, Princeton, Cornell, Stanford, Berkeley devleti yönetecek kadroları yetiştirir.”
  • Sadece kendi devletlerini değil, diğer ülkelerden seçip burs verdikleri özel kişileri de burada şekillendirirler. Merhum devamla: “İngiltere’de ise Oxford, Cambridge, Eton kolej, Exeter üniversiteleridir. Fransa’daki Sorbon, Almanya’daki Heilderberg en önemli örneklerdendir. Bizde ise Boğaziçi, ODTÜ, Bilkent… İkinci tür üniversiteler ise daha alt alanlarda ihtiyaç duyulan elemanları yetiştirmek içindir. ABD için eyalet yöneticileri vs. gibi.”
  • Obama (Colombia ve Harvard), Trump, (Fordham ve Pensilvanya Wharton Institute), Hilary Clinton (Yale), Bill Clinton (Oxford-Yale), George W. Bush (Yale), George Bush (Yale), John F. Kennedy (Princeton, Stanford, Harvard), Dwight David Eisenhower (Colombia), John Kerry (Yale), Condoleezza Rrice (Stanford, Denver, Notre Dame), Madeleine Albright (Colombia), Abdullah Gül (Exeter), Deniz Baykal (Rockfeller bursu ile Columbia ve Berkeley), Bülent Ecevit (Rockfeller bursu ile Harvard), Kasım Gülek (Rockfeller bursu ile Colombia ve Cabbiridge), Süleyman Demirel (Eisenhower Bursu ile Colombia), Erdal İnönü (Princeton, California), İsmail Cem (Lozan), Tansu Çiller (Yale), Ekmelettin İhsanoğlu (Exeter), Mesut Yılmaz (Köln), Margaret Thatcher (Oxford), David Cameron (Oxford), Theresa May (Oxford), Tony Blair (Oxford), James Callaghan (Oxford), Indira Gandhi (Oxford), Tayyibe Gülek Domaç (Harvard, London School), Ali Babacan (Fulbright bursu ile Northwestern ve Kellogg School of Management), Mehmet Şimşek (University of Exeter) gibi örneklerde olduğu gibi neredeyse son yarım asırdır dünyayı yöneten kimseler hep söz konusu batılı okullarda eğitim görmüşlerdir.

Şeytânî proje: Geleneksel toplumun geçip gidişi

Üniversiteler Amerikan İmparatorluğu.
Üniversiteler Amerikan İmparatorluğu.

Politika, ekonomi, ordu, istihbarat ve akademi alanlarında itaatkâr bir öncü tabaka yetiştirmek istenir. Bunun için de özellikle Türkiye, olağanüstü bir kampanyaya tabi tutulur. Christopher Simpson’ın Üniversiteler Amerikan İmparatorluğu adla eserde belirttiğine göre 1949’da New York’daki Colombia Üniversitesinin Uygulamalı Sosyal Bilim Araştırmaları Bürosu (BASR)’ın başına Charles Glock getirilir. Glock'un ilk işlerinden biri, Ortadoğu'nun ve özellikle de Türkiye'nin yoğun olarak incelenmesini öngören bir çalışma başlatmasıdır.

Resmiyette Glock'un müşterisi, dinleyicilerin yayınlara tepkisine ilgi duyan Amerika'nın Sesi rad­yosudur. Gerçekte ise Glock'un devletle yaptığı anlaşmalar, bir dizi istihba­rat ve propaganda çalışmasını içeriyordu.

Bunlar arasında Türkiye'deki kit­le iletişim araçlarının profili, nükleer savaş için "bilimsel" planlama ve şe­hirlere yönelik kimyasal silah saldırıları/siviller ve mahkûmlar arasında psi­koza neden olmadaki yararları bakımından LSD ve benzer ilaçların sınanması gibi konular yer alır. Milyonlarca dolara mâl olan bu proje, BASR'ın uluslararası bir şöhrete kavuşmasına da yol açacaktır. Proje ile Türkiye ve diğer Ortadoğu ülkelerine uygulanan biçimiyle ekonomik ve politik “kalkınma teorisi”nin temeli oluşturulur. Türk toplumundaki gruplar için bir tipoloji geliştirirler. Türkiye’den öğrenci ve akademisyenler götürülür, özel eğitimden geçirilir. "Geleneksel toplumun geçip gidişi" denilen proje ile Tür­kiye'nin karmaşık nüfus yapısı bir blok hale getirilir. Dini değerleri tahrif edilir. Kapitalizmin esiri haline getirilir.

Galatasaray Lisesi.
Galatasaray Lisesi.

İnsanlığın beşiğinde yer alan kadim kültürler, yenidünya düzencilerinin gözünde "azgelişmiş" idiler. Türklerin çoğu, Araplar, İranlılar ve Ortadoğulu diğer halklar “yenidünyaya” pek uygun olmadıkları için "normal"leştirilmeleri gerekiyordu. Ya dönüştürülmeleri gerekirdi, ya da dönüştürülmeleri. Kimsenin kaybetmeye tahammülü yoktu. Bu nedenle bu numuneler ayıklanmalı ve eğer eşitliği başaracaklarsa temelden yeniden inşa edilme­liydiler.

Türkiye’deki akademisyenler yenidünyaya uygun hale getirildiler. Askerler önemli ölçüde halledilmişti. Bu sayede din adamları, siyasetçileri, bürokratları, iş dünyası da yeniden şekillendirilmiş oluyordu. Tarlamız sürüldü, tohumlar ekildi, suları verildi ve Batılı gibi düşünen insanlar türetildi.

Colombia Üniversitesi.
Colombia Üniversitesi.

Gerçi bu 19’uncu asırda Fransa’ya taşınan çoğu gayrimüslim kökenli Osmanlı vatandaşlarında denenmiş çok ciddi bir verim alınmıştı. Bu sayede Osmanlı üç beş dönmenin elinde tarumar edilmişti. Birinci cihan harbi ve Kurtuluş savaşında münevverleri budanmış, geri kalanını da Yeni Türkiye yöneticileri halletmişti. Lisanları, alfabeleri, tarihleri ve dolayısıyla şuur altları ve inançları yenilenmişti.

Ama bu Türklere belli olmazdı. Ne yazık ki başardılar. Şimdi köklere yönelme başlamış gibi gözükse de usul ve de esasa dair hiçbir gayret yok. Şekilci ve kemmiyetçilik hastalığı yüzünden sağlam ile çürükler aynı sepete konuluyor. Dev bedeni yere yıkan minnacık bir mikrop gibi sepet içindekilerin hepsi çürütülmeye devam ediliyor.

‘Osmanlı mülkünün ted­ricen fethedilmesi’

Fransızlar ta kapitülasyonlardan sonra İstanbul’da okul açmaları sayesinde kendi kültürlerini yaymaya başlamış ve başarılı da olmuşlardı. Devlet ricali buna karşı tavır almadığı gibi "Çocuklarımız, ecnebi dil öğrenecekler; Rum-Ermeni tercümanların sultasından kurtulacağız” gibi suya tirit düşüncelerle buna taraftar oldular ve 1868’de "Mekteb-i Sultânî" adıyla bugünkü Gala­tasaray Lisesi kurulmuş oldu.

Tabiatıyla bunu diğerleri takip edecek, İngi­liz, Alman, Avusturya, İtalya bu hususta birbir­leriyle yarışa girişeceklerdi. Bunlardan İngiliz ve Amerikalıların müessir olduğu Robert Koleji'nin Bul­gar isyan ve ihtilâllerinde ne meş'um bir rol oyna­dığı, ihtilâlin ilk elebaşlarının bu mektep mezun­larından bulunduğu hatırlanırsa, Fransızlara bu hususta gösterilen müsamahanın memleketin geleceği bakımından nasıl tehlikeli bir çığır açılma­sına sebep olduğu anlaşılır.

Celal Nuri Beyin ‘Osmanlı mülkünün ted­ricen fethedilmesi’ adıyla yazdığı bir makalede, Batılıların, açtıkları bu mektepler vasıtasıyla bizi nasıl bir kültür emperyalizmine maruz bıraktıklarını şöyle anlatmaktadır: "Gerçi Katolik papazları ile Protestan pastörler iddia ediyorlar ki, bu mektepler şimdiye kadar yal­nız evlâd-ı vatana hizmet etti ve hiçbir Müslümanı Hıristiyan yapmadı. Evet doğrudur! Robert Koleji talebesinden hiçbir Müslüman talebe Hıristiyan ol­madı. Fakat gerek bu mektepten, gerekse lâyuad ve lâyuhsâ (sayısız ve hesapsız) Amerikan ve Katolik müessesâtından çıkan talebe, birtakım sütü bozuk olmayanlar müstesna, milliyetten, Türklükten çıktı­lar.

Darüşşafaka Lisesi öğrencileri.
Darüşşafaka Lisesi öğrencileri.

‘Bizim maarifimizin hiçliği beni me'yus ediyor’

Bunlarda ruh kalmadı. Bunlar, zahirî bir Ame­rikalı, cismânî birer Frenk oldular. Fakat zavallıla­rın ruhu öldü. Bunlar birer gaye sahibi olacaklardı. Bunlardan milletçe, cemiyetçe de istifade olunacaktı. Şu ecnebi mektepleri memleket için en büyük belâ­dır. Bunların adedi, fesada verdikleri kız ve erkek çocukların miktarı, ona mukabil bizim maarifimizin hiçliği beni me'yus ediyor. Rumelihisarı'nın hizasın­dan günde iki defa geçtikçe, Robert Koleji'nin mehib (korkutucu) saraylarını, Osmanlı ruhuna istilâ etmiş bir Amerika işgal ordusunun çadırları zannediyorum. Bu yenidünya müesseseleri, hem ele geçen gayr-ı Müslim unsurları, hususiyle Bulgarları, bize faik bir seviye­ye ilâya uğraşıyor ve bunu bir gaye biliyor, hem de kazara avladığı evlâdımızı maneviyatından ayırıyor. Tonilatolarca Amerikan, İngiliz, Katolik ve Protestan fikir ve hissi, tonilatolarca Türk ve Müslüman ihtilafçılığı Anadolu ve Arabistan vilâyetlerine her dakika yayılmaktadır. Suriye kangren olmuştur. Bunlar bir müddet sonra bizi kendi yurdumuzda paryalar derekesine indirecektir.” (Ziya Nur Aksın, Osmanlı Tarihi, C.4, s.35)

Sultan Abdülaziz merhum, bu gelişmeyi her­kesten önce görmüş ve buna karşı bir tedbire başvurmuştur ki, o da Daruşşafaka Lisesi’nin teessü­südür. Başlangıçta babasız çocuklar için düşünü­len bu lise, Galatasaray Lisesi'yle saçılacak olan ze­hre karşı bir panzehir olarak ortaya konulmuştur. İlk teberruu Sultan Abdülaziz merhum yapmış ve arkasından devlet ricali gelmiştir. (Kadir Mısıroğlu, Sultan Abdülaziz, s.302-306, Sebil Neşriyat)

İslam âlemindeki ajanları yetiştiren üniversite

Gazeteci Arda Uskan'a konuşan Aytunç Altındal, tarihteki casuslarla ilgili üniversite meselesi ile ilgili mühim açıklamalarda bulunur.

Altındal diyor ki: İngiltere’de Sussex adlı bir üniversite var. İslam âlemindeki pek çok İngiliz ajanı bu üniversiteden mezundur. Osmanlı'daki ilk kadın casus olan Hester, ‘İslâmî Araştırmalar Merkezi’ adlı bir merkez kurmuştur ve şimdilerde bu üniversitenin bünyesindedir. (Takvim Gazetesi, 11.02.2011)

12 Mart 1776’de doğan ve tam adı Lady Hester Lucy Stanhope olan bu ajanın amcası İngiltere'de uzun süre başbakanlık yapmış William Pitt. O da zamanın çoğunu amcası ile geçirir. Babası Earl Stanhope, dedesi ise 1778’de İngiltere’nin savaş bakanı William Pitt.

Yattığı erkekleri öldüren ajan

Hester 1810 yılının tam 10 Kasım günü İstanbul'a gelir. Güzelliği ve ikna kabiliyeti ile de tanınan Hester, sosyalist, arkeolog, maceraperest ve gezgin. Elinde sır olan hemen her erkekle yatar, öğreneceğini öğrendikten sonra o erkeği öldürmekle de ünlüdür. Daha da ilginci İbn Suud, yani Suudi Arabistan’ı yöneten ailenin dedeleri ona evlilik bile teklif etmiştir. Bedevi olarak giyinir ve bagajını 22 deve götürürmüş. Filistin’deki ilk arkeolojik kazıları o yapar. Altın bir kadın heykeli bulur ve İngilize çalıştığının ortaya çıkmaması için altını Osmanlı Devleti’ne verir.

Sussex Üniversitesi.
Sussex Üniversitesi.

Osmanlı'yı birbirine katıyor

Altındal devamla diyor ki: Hester önce İstanbul'a geliyor, Tophane'de, Tarabya'da kalıyor ve Pera'ya yerleşiyor. Sonra... Osmanlı'yı birbirine katıyor... İlk büyük istihbarat servisini kurmak için gönderilmiş İngiltere'den. Osmanlı erkeği gibi giyiniyor. Arapça ve Farsçayı çok iyi konuşuyor. Müslüman din adamlarıyla tanışıyor. 1811'de Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa ile karşılaşıyor. Paşa ona bir meleğin adını takıyor, mücevherler filan hediye ediyor. Sevgililerinden en az 7 tanesi geçirdikleri gecenin sabahında ölü bulunuyorlar. İstediği bilgileri aldıktan sonra ayak bağı olmasın diye öldürtüyor. En az 200 adamı olduğu söylenir. Bedevi şeyhi Dayr el Fadıl bir mektupta, ona "Sen emir ver, ben sayısız savaşçımı ve servetimi senin emrine sunayım" diye yazmış.

Sonra 1. Dünya Savaşı öncesinde İngiltere adına ajanlık yapmak için bir başka kadın geliyor; Gertrude Bell. Arkeolog ve yazar ama aslında casus... Bu kadın da Irak'ın kurucusu! Gertrud Bell, Churchill'in emriyle Irak'ın haritasını çiziyor. O meşhur Lawrence da kadının emrinde... Gertrude, Irak'ın Osmanlı'dan kopmasını ve kraliyet olarak kurulmasını sağlayan kişi. Çizdiği harita bugünkü harita... Faysal ailesini kral yaptırıyor.

‘Osmanlı'nın bölünmesini kolaylaştıracaktır’

Lady Hester Lucy Stanhope.
Lady Hester Lucy Stanhope.

Bugün de İstanbul'dan Mardin'e, Diyarbakır'a kadar Türkiye'de kim bilir kaç Hester, Gertrude yaşıyor! Daha çok öğretmen, eğitmen, sivil toplum örgütü üyesi gibi çalışıyorlar. Diyarbakır'da elini sallasan yabancı kadın öğretmene değer. Mesela bir Sam Aciman var... Ünlü reklamcı Eli Aciman onun amcası.

İsrail'in kurulması konusunda... İsrail'in Filistin topraklarında kurulmasına ilk karar verenler Ruslar! Rusya'daki Yahudileri göndermek ve Osmanlı'yı bölmek için tabii. Bu kararı 1824'de Rus Mason locası Astrea veriyor. Bu masonlar, Rusya'daki çarlığı devirmek için gizli bir anayasa hazırlıyor.

14. maddesinde de, "Yahudilerin Filistin topraklarına yerleştirilmesi, onlara hep hoşgörü ile yaklaşmış Osmanlı'nın bölünmesini kolaylaştıracaktır!" yazıyor. Rusların Decemberist dediği ihtilali yaptılar. Ama başarılı olamadılar. Çar 2. Nicolai, kendisi de mason olmasına rağmen 121 kişiyi idam etti...

Burada enteresan bir olay var. Bu idam edilenlerden birinin adı General Gorbaçov. Yani SSCB’nin son devlet başkanı Gorbaçov’un büyük dedesi. 1826'da ziyaretine gelen meçhul bir kişi kendisine Sussex dükünün bir mesajını iletiyor. İskoçya masonları adına casusluk yapması için '20 bin İngiliz altını verilecek' yazıyor. Hester de kabul ediyor.

İskoçya masonluk için en önemli bölge. Arkeolojik eserler, kutsal metinler orada. Tapınak Şövalyeleri dediğin, İskoç masonları işte. Adamlar Lady Hester'den, o bölge ile ilgili tüm askeri hareket bilgisini istiyor. Daha sonra İngiltere bütün Mısır'ı böyle alıyor.”

Gertrud Bell ve Lawrence.
Gertrud Bell ve Lawrence.

Görüldüğü üzere okullar, talebeler, ajanlar, devletler ve gelecek tasarımı iç içe meseleler. Planlarda sanıldığı gibi birkaç yıl sonrası için değil, belki de onlarca, yüzlerce asır sonrası hesap edilerek yapılıyor. Biz ise batıda okumayı marifet sanıyoruz. Yaptığımız şey kuzuyu kurda emanet etmek. Fakat ne emanet eden, ne de emanet edilen bunun farkında değil. Varsa yoksa kuzunun şahsi geleceği. Kuzunun eti, sütü, yünü mundar olmuş, şuur altı kirletilmiş, kul köle edilmiş, kimsenin ya da büyük çoğunluğun umurunda bile değil. Sonra da ‘niye bu haldeyiz’ diye aptalca sorular soruluyor.

25 yılda bir arpa boyu yol alınamayan Türk eğitim sistemine bir de bu gözle mi baksak?

Not: Bu makaledeki bilgilerin çoğu ‘Gülen Şeytanlar Tarihi’ kitabımızdan özetlenmiştir.