Irkçılık ateşi hepimizi yakıyor
Burada ilk görev Türk hükümetine ve elbette Cumhurbaşkanına düşüyor. Bu görev, toplumun güvenliğini baltalamaya çalışanları demir yumrukla ezmektir. Çünkü “ırkçılık” tehlikeli bir hastalıktır. Toplumu cayır cayır yakan bir ateş topu gibidir. Tedbir alınmazsa her şeyi önüne katıp yakar, dünyayı ve dini perişan eder.
Son günlerde Türk toplumunda gördüğümüz ırkçı olaylar son derece tehlikeli bir boyuta girdi.
Devlet düzeyinde, toplum düzeyinde ve tüm bireyler düzeyinde vahim neticelerin ve büyük felaketlerin âdeta habercisi.
Şunu söylemek doğru olur: Türk toplumunda ırkçılık sadece Türkler ile diğerleri arasında değil bizzat Türklerin kendi aralarında bile görülebiliyor. Türkler ile Arapların arasında, Türkler ile Kürtlerin arasında ve Araplar ile Arapların arasında da mevcut. Yani kimsenin tekelinde değil. İşin doğrusu, ırkçılık birçok toplumda farklı şekillerde ve oranlarda tezahür etse de mevcudiyetini koruyor. İnsan ve toplumun tutucu yönü bir dereceye kadar tolere edilebilir. Fakat buna bir sınır belirlemek gerekiyor. O sınır aşılırsa sosyal çöküşe giden yol da açılmış oluyor.
Kayseri, Konya, Hatay, İzmir, Adana, İstanbul ve daha birçok yerde gördüklerimiz artık göz ardı edilemeyecek, sessiz kalınamayacak boyutlara ulaştı. Çünkü kan döktü, can aldı, kamu ve özel mülkiyete saldırdı. İşte bu noktada harekete geçilmesi gerekiyor.
Kur’an ve sünnete göre ırkçılık
İslam şeriatı, insanların dünya ve ahiret menfaatlerini gözetmiş, ırkçılığı reddetmiş, bunu yapanları aşağılamış, yapanlara ağır cezalar vermiş, adâleti ve eşitliği tesis etmiştir. Dünya ve ahirette bütün insanların üzerinde bir terazi ve cetvel vardır.
Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur: "Andolsun biz Ademoğullarını şereflendirdik. Onları karada ve denizde taşıdık, onlara temiz ve bereketli şeyler verdik." (İsra 70)
Allah’ın verdiği şeref, zengin-fakir, soylu-sıradan, yönetici-yönetilen, siyah-beyaz, âlim-câhil ayrımı olmaksızın bütün insanları kapsar. İnsanlara Allah katından böyle bir şeref bahşedilmesi ırkçılığa her yönüyle ters düşer.
Kur'an-ı Kerim Türk, Kürt, Arap, Fars, Amazig, Berberi, Amerikalı yahut Avrupalı olmayı değil, takva ve sâlih amel sahibi olmayı bir ölçü olarak önümüze koymuştur.
“Ey insanlar! Andolsun ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Birbirinizle tanışasınız diye sizi kavimler ve kabileler olarak ayırdık. Şüphesiz, Allah katında en şerefliniz, en takvalı olanınızdır. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır.” (Hucurat 13).
Cenâb-ı Hakk'ın huzuruna amellerimiz ve imanımızla geleceğiz. Allah'ın huzurunda adâlet ve eşitlik üzere duracağız. Milliyetimiz veya etnik kimliğimizle O'nun huzuruna çıkmayacağız.
“Ve kıyamet günü hepsi yalnız gelecektir." (Meryem 95)
“Herkesin yaptığı iyiliği de işlediği kötülüğü de önüne konmuş olarak bulacağı gün, insan ister ki kendisi ile kötülükleri arasında uzun bir mesafe bulunsun. Allah kendisi hakkında sizi uyarıyor. Allah kullarına çok şefkatlidir.” (Âl-i İmran 30)
“O gün herkes çağırana uyar, kaçıp kurtulma imkânı yoktur. Rahmânın heybetinden sesler kısılır, çok hafif sesler dışında bir şey işitemezsin.” (Taha 108)
Kur'an-ı Kerim'deki bu ayetler ve daha birçoğu ne milliyetten ne vatanseverlikten ne de sosyal sınıflardan bahsediyor. Kimsenin ne işini ne mevkiini dikkate alıyor. Sadece insandan, senden, benden, hepimizden söz ediyor. Çünkü birimizin diğerinden takva ve sâlih amel dışında hiçbir üstünlüğü bulunmuyor.
Peygamber (s.a.v.)’in sünnetine gelince, insanların eşit ve hepsinin topraktan yaratılmış olduğunu, nihayetinde tekrar toprağa geri döneceğini ifade eden hadislerle doludur. Bakınız Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kendi şerefli şahsiyetini, yanakları güneşten kavrulmuş bir cariye kadın ile nasıl da bir tutmuştur. Hadis Beyhaki rivayetidir.
"Ey Ebu Ümâme! Rabbine iman eden ve oğluna şefkatli davranan, yanakları ve bilekleri güneşte kavrulmuş bir cariye kadın ile ben şunun gibiyim - işaret parmağıyla orta parmağına işaret etti - Allah'a yemin olsun cahiliye kibrini ve atalar ile büyüklenmeyi ortadan kaldıracağım. Hepiniz Adem ve Havva'dansınız, aynı ölçeksiniz. Allah katında en hayırlınız en takvalı olanınızdır. Size gelen birinin dininden ve dürüstlüğünden memnun kalırsanız, onu evlendirin.” (Beyhaki - Şu'ab el-İman)
Irkçılığın sebepleri arasında yer alan haset ve nefretin dini yok ettiğini açıklayan Hz. Peygamber (sav) yine şöyle buyurmuştur:
“Sizden önceki ümmetlerin hastalığı size de bulaştı. Haset ve nefret. Bu, kökünden kazır. Dikkat edin saçı kökünden kazır demiyorum, dini kökünden kazır.” (Tirmizî ve Ahmed b. Hanbel)
Ebu Nadra hadisinde ise Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurur:
“Ey insanlar, Rabbiniz birdir, babanız da birdir. Arap'ın Arap olmayana üstünlüğü yoktur. Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü yoktur. Kırmızı siyaha, siyah da kırmızıya üstün değildir. Üstünlük ancak takva iledir.” (Tahric-i Şerh-i Tahavi ve az bir farkla Ahmed b. Hanbel )
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), kavmiyetçilik üzerine kavga ve münakaşaların ırkçılığa sürüklediğini ve bunun menfur bir cahiliye davası olduğunu söylemiştir. Zeyd b. Eslem’in rivayetine göre Müslümanların azılı düşmanı olan Yahudi Şas bin Kays, bir gün oturan ensar topluluğu görüp yanlarına geldi. Onlara Evs ve Hazrec kabileleri olarak birbirleriyle savaştıkları Buas gününe dair şiirler okuyup iki tarafı da galeyana getirdi. O savaşta Evs galip gelmişti. Bunun üzerine ensar topluluğu birbirlerine silah çekecek vaziyete geldi. Haber Peygamber Efendimize (s.a.v.) ulaşınca beraberindeki muhacirler ile ensarın yanına giderek şöyle dedi:
“Allah (c.c.) sizi İslam ile şereflendirip, cahiliye işlerini aranızdan kaldırdıktan sonra hele ben aranızdayken cahiliye dönemine çağrı mı yapıyorsunuz?”
Bunun üzerine insanlar yaşadıkları şeyin şeytanın bir dürtmesi ve düşmanlarının bir oyunu olduğunu anlayıp silahlarını bıraktılar. Ağlaşıp birbirlerine sarıldılar, sonra da Allah Resulü (s.a.v.) ile oradan ayrıldılar. Efendimiz (s.a.v.) "Yaşananlar itibariyle o günden daha kötü ve nihayeti itibariyle o günden daha güzel bir gün yoktur" buyurdu. (İmam Zeylai - Tahric-i Keşşaf)
Hatta Peygamber Efendimiz (s.a.v.), başka bir sahabiye "siyahi kadının oğlu" diyerek ırkçılık yapan sahabiyi şiddetli bir şekilde kınamıştı. Mevzu Buhari rivayetinde şöyle geçer: Sahabeden Ebu Zerr ile Bilal arasında bir konudan dolayı tartışma çıkmıştı. Ebu Zerr, annesi siyah bir kadın olduğu için Bilal’i ayıplamıştı. Bunun üzerine Bilal, Allah Resulü’nün (sav) yanına giderek hakarete uğradığını söyleyip Ebu Zerr’i şikâyet etti. Allah Resulü (sav) ondan, Ebû Zerr’i çağırmasını istedi. Ebu Zerr yanına gelince de ona sordu:
“Bilal'e hakaret edip annesinin siyahlığından dolayı onu ayıpladın mı?"
O da: “Evet, ey Allah’ın Resulü” diyerek cevapladı.
Efendimizin ona karşılığı ise: "Senin kalbinde cahiliye kibri kalmadığını sanıyordum" şeklinde oldu.
Bunun üzerine Ebu Zerr kendini yere attı, yanağını toprağın üzerine koyup şöyle dedi: “Vallahi, Bilal yanağıma ayağını koyup basmadıkça kafamı yerden kaldırmayacağım.” Bunun üzerine Bilal gelip ayağıyla yanağına dokundu ve mesele kapanmış oldu.
Bunlar ırkçılığı kınayan, bunun bir cahiliye âdeti olduğunu, böyle yapanın da cahiliye bataklığına sürüklendiğini açıklayan Kur'an-ı Kerim’den ve Peygamber'in sünnetinden izlerdir. Cenâb-ı Hakk bizi İslam ile şereflendirip, İslam ahlâkı ile terbiye ederek cahiliye kirinden arındırmış, bütün insanların eşit olduğunu hepimize öğretmiştir. Allah’ın kulları ancak takva cihetiyle iyi birer insan ve Müslüman olmakla birbirlerine üstünlük kurabilirler.
İslam hukukunun gayesi ve ırkçılık
Peygamber'in (s.a.v.) sünnetinde kamu düzenini sağlamanın tezahürlerinden biri de fertler arasında haklar ve sorumluluklar bakımından eşitlik ilkesinin tesis edilmesi ve ayrımcılıkla mücadele edilmesidir.
Hz. Âişe (r.anha.)'nin rivayetine göre Kureyşliler, Mahzumi kabilesinden hırsızlık yapan asil bir kadın hakkında Hz. Peygamber (s.a.v.)’e kimin şefaatçi olacağını aralarında konuştular ve “O (s.a.v.)’nun yanında çok sevdiği Usame'den başka kim cesaret edebilir ki” diyerek meseleyi Usame’ye arz ettiler. Bunun üzerine Usame, konuyu Hz. Peygamber (s.a.v.) ile konuştu. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ona cevabı ise şöyle oldu: "Allah'ın belirlediği bir ceza hakkında şefaat mi ediyorsun?"
Sonra kalkıp insanlara hitap etti ve şöyle dedi:
"Ey insanlar, sizden öncekilerin helâk edilme sebebi şuydu. Şayet içlerinden asil ve güçlü biri hırsızlık yaparsa ona dokunmazlardı. Fakat fakir ve zayıf biri hırsızlık yaparsa ona ceza verirlerdi. Vallahi Muhammed'in kızı Fatıma hırsızlık yapsaydı onun da elini keserdim." (Sahih-i Buhari)
- Şimdi ne yapılmalı?
- Burada ilk görev Türk hükümetine ve elbette Cumhurbaşkanına düşüyor. Bu görev, toplumun güvenliğini baltalamaya çalışanları demir yumrukla ezmektir. Çünkü “ırkçılık” tehlikeli bir hastalıktır. Toplumu cayır cayır yakan bir ateş topu gibidir. Tedbir alınmazsa her şeyi önüne katıp yakar, dini ve dünyayı perişan eder.
- Saygıdeğer Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'a bir yıl önce Ankara'da akademisyenlerle yaptığımız toplantıda, nefret dolu ırkçılıkla yüzleşme, bunu suç sayacak ve uygulayanlara verilecek cezaları belirleyecek yasal mevzuatı geliştirme konusunda çağrıda bulunduk. Doğacak nice zararı önlemek ve toplumun emniyetini sağlamak için bunu bir an önce yapmak gerekiyor.
- Bu konuya dair farkındalığı yaygınlaştırma, dinimizin bu tehlikeli hastalığa karşı net tavrını anlatma, bunu yapanların dünyevî-uhrevî ne tür cezalar ile muhatap olacağını açıklama görevi ise toplumdaki kanaat önderlerine ve Diyanet İşleri Başkanlığı'na düşüyor.
- Toplumu bu duruma düşmekten sakındırmak gibi bir görev daha var. Irkçılık dünya çapında bir suçtur ve hukukta buna göre bir yeri vardır. Topluma neyin iyi, neyin de kötü ve zararlı olduğunu izah etmek lâzım.
- Allah (c.c.), İslam ülkeleri ve toplumları başta olmak üzere bütün dünyayı ırkçılık belâsından korusun. Irkçılık fitnesine düşenlere bir an önce hidayet nasip etsin. Buna karşı görevini yerine getirenlere de güç kuvvet versin.