İran’ın israil düşmanlığı iddiası ve gerçekler
İran kendisi için savaşanları gerçekten koruyamıyor mu yoksa korumak mı istemiyor? Hangi ihtimal doğru olursa olsun mevcut gerçeği değiştirmiyor. O da şu: İran artık güvenilir bir yol arkadaşı değil. İran’ın bölgesel politikası her geçen gün hem kendisi hem beraber yürüdüğü örgütler için daha mâliyetli bir hale geliyor. Şekillenmeye başlayan yeni Ortadoğu’da İran’ın eski varlığı tahammül edilecek gibi görünmüyor. Batılı güçlerin İran ile müzakeresinin ana maddesi de bu.
Hamas’ın 7 Ekim harekâtını bahane ederek siyonistlerin başlattığı katliam insanlığın vicdanını sızlatıyor. Dünya kamuoyunda siyonist işgal oluşumuna duyulan nefret günden güne artıyor. Mazlum Filistin halkı tüm dünyanın gözü önünde büyük bir trajedi yaşarken Batı güdümlü medya olan bitene kör ve sağır. Medyanın bu tutumuna rağmen halklar nezdinde ciddi bir Filistin duyarlılığı oluşmuş durumda.
İran tam da bu duyarlılığı hedef almış olmalı ki, ilk defa kendi topraklarından doğrudan siyonist rejime füzeler yolladı. İran cihetinden siyonistlere atılan yüzlerce füze ve dron ciddi bir zarar vermedi ama Tahran yönetiminin İslâm âleminde yerle bir olmuş imajını ayağa kaldırma çabası olarak dikkat çekti.
Farkında mıyız bilmem, lakin dünya kamuoyunun Filistin’e odaklanmış nazarını da kendi üzerine çekti. İşgal oluşumunun Filistin topraklarındaki cinayet dizisi ikinci yılına girmişken gündemde Filistin yerine İran var. Haftalardır dünya gündemini tek başlık işgal etmiş durumda; “İran ve İsrail savaşı.” İran-İsrail hattında gerçekte neler yaşandığını ve İran’ın İsrail düşmanlığı sloganının tam olarak neye karşılık geldiğini gelin hep birlikte görelim.
İran’ın israil düşmanlığı iddiası niçin inandırıcı olamıyor?
İran rejimi kurulduğu andan itibaren israil düşmanlığını âdeta bir varoluş felsefesi olarak benimsedi. Mesele sadece dış politika çerçevesinde açıklanamayacak kadar geniş. Zira Tahran yönetimi yarım asırdır bu iddianın içini doldurmaya çalışıyor. Rejimin bekçileri yarım asırlık bütün başarısızlıklarını kamuoyuna israil düşmanlığı ile açıklamaya çalışıyor. “Bakın biz çok çalışıyoruz ama zor durumdayız, şerrin temsilcisi israile karşı olduğumuz için dünya bize düşman” sözleriyle bütün başarısızlıklarını israil düşmanlığı teziyle örtmeye çalışıyorlar.
Dünyanın en zengin petrol ve doğalgaz nimetleri içinde yüzmesi gerekirken varlık içinde yokluğa mahkûm edilen İran halkı ise bu propagandayı artık yutmuyor. Geçimini rejime alkış tutarak sağlayanlar ile rejime gönülden bağlı bir kesim ancak bu sözlere kanıyor. Tahran rejimi varlığını israil düşmanlığı üzerine inşa ettiği için rejim taraftarları içerisinde şöyle bir kanâat oluştu: “Biz her şeyden vazgeçtik ama bir gün israili yeryüzünden sileceğiz ve tüm bunlara değecek.”
İran’daki durum bundan ibaret. Ve mademki bundan ibarettir, İran’ın destekçileri israilin mahvedilmesi için yapılan yatırımın karşılığını görmek istiyorlar ve de soruyorlar: “O gün bugün değilse ne zaman?”
Gazze halkının tepesine her gün bomba yağarken, İran halkının ödediği bedel bir yana rejimin bizzat kendisi israil tehdidi yüzünden beka sorunu ile burun buruna gelmişken neden yarım asırdır vaat edilen şey gerçekleşmiyor? Neden israili yeryüzünden silmek için harekete geçilmiyor veya geçilemiyor?
İran rejiminin israile karşı düzenlediği operasyona “Sadık Vaat Harekâtı” adını vermesiyse tam bir ironi. Yüzlerce füze fırlatıyorsun ama israil olduğu yerde duruyor, ciddi bir zarar dahi görmüyor ve sen buna “bakın işte, söz verdiğim gibi israili yok ediyorum” demek suretiyle kendi kitleni aptal yerine koyuyorsun.
Dolayısıyla İran varoluş felsefesi olarak pazarladığı şeyi sahada ispatlama açısından ciddi anlamda mercek altındadır.
Bütün bunlar ülkelerin askeri güçlerini olduğundan daha fazla gösterme hususuna bağlanabilir, belki bir caydırıcılık taktiği olarak okunabilir. ‘Psikolojik savaş’ diye bir şey var, bunu kimse inkâr etmiyor zaten. Fakat İran’ın “israil düşmanlığı” iddiasındaki söz-fiil uyumsuzluğunun artık kapanması zor bir uçuruma dönüştüğünü de görmek zorundayız. İşte bu yüzden İran-israil savaşı denilen şey çoktan komplo teorilerine açık hale geldi, yaşananlar yüzünden gerçekçi bir tahlil yapmak zorlaştı.
Direniş ekseninin düşmanı kim, cephe neresi?
Hasan Nasrallah ile birlikte Hizbullah’ın tüm yönetim kadrosunun günler içinde ortadan kaldırılmasının en net mesajı şuydu: Hiçbir direniş ekseni üyesi, israil kurşunundan âzâde değildir. Beşşar Esed hatırına Suriye halkına ateş yağdırmakta tereddüt etmeyen Hizbullah’ın Gazze katliamına en başından seyirci kalıp mafyavârî efelenmeler ile yetinmesi ancak bir yere kadar sürebilirdi, nitekim öyle oldu. İsrail ile bugüne dek hep kontrollü bir şekilde çatışan Hizbullah, Hamas’tan sonra sıranın kendisine geleceğini biliyor muydu da israile tüm gücü ile saldırmıyordu, yoksa İran’a mı güveniyordu bilinmez. Fakat Nasrallah vurulduktan sonra Lübnan başta olmak üzere tüm bölgede İran için çalışan irili ufaklı örgütlerin bünyesinde homurdanmaların başladığı duyuluyordu.
İran kendisi için savaşanları gerçekten koruyamıyor mu yoksa korumak mı istemiyor? Hangi ihtimal doğru olursa olsun mevcut gerçeği değiştirmiyor. O da şu: İran artık güvenilir bir yol arkadaşı değil. İran’ın bölgesel politikası her geçen gün hem kendisi hem beraber yürüdüğü örgütler için daha maliyetli bir hale geliyor. Şekillenmeye başlayan yeni Ortadoğu’da İran’ın eski varlığı tahammül edilecek gibi görünmüyor. Batılı güçlerin İran ile müzakeresinin ana maddesi de bu.
Şii silahlı örgütleri Sünnilere karşı destekleyerek coğrafyada kendi networkunu kuran İran, bu stratejiyle kendisine onlarca maşa edindi. Fakat İran maşası olarak hareket etmek bu örgütlere felaketten başka bir netice getirmedi. Irak, Lübnan, Yemen ve Suriye’nin vaziyeti ortada. İran maşalarının at oynattığı hiçbir coğrafyada huzur yok, refah yok, istikrar yok. Hizbullah-Nasrallah örneğinde görüldüğü gibi İran adına bölgeye huzur vermeyenler bugün kendileri de gün yüzü görmüyorlar. Şer ekseni israile düşmanlık propagandası satanlar, kendi büyüttükleri örgütleri israilin hışmına terk etmiş görünüyorlar. Hâl böyle olunca “İran, Hizbullah’ı sattı mı?” sorusu da sıkça sorulur hâle geliyor. Ve soru soruyu doğuruyor: “Direniş ekseninin düşmanı kim, cephe neresi?”
Büyük savaş öncesi yoklama mı yapılıyor?
İran-israil savaşı bir türlü tam teşekküllü bir savaş olarak hayata geçmese de hatta israilin gerçekleştirdiği saldırı Tahran tarafından küçümsense de ortada bir gerçek var. İran’da hava savunma namına bir şey yok ve tam bir açık hedef halinde. Tel Aviv’in Tahran’a cevabının yaklaşık bir ay gecikmesi ve operasyonun boyutu arka plandaki ABD’nin rolüne işaret ediyor.
Tel Aviv sınırlı ama son derece rahat bir cevap verdi. Savaşı büyütmek isteyen taraf olarak gözükmedi ve İran’ın açıklarını pratikte görüp tartmış oldu. Uluslararası desteğin yanı sıra teknolojik ve istihbârî üstünlük Tel Aviv karşısında Tahran rejiminin ne kadar zayıf kaldığını bir kez daha gösterdi.
Ancak gözden kaçmaması gereken başka bir durum daha var. İran iddia ettiği gibi israili haritadan silecek gibi görünmese de bölgedeki ABD askeri üslerini bahane edip komşu Arap rejimlerinin petrol tesislerine saldırabilir. Bu da bölgede serseri bir şekilde gezinip duran el bombasının pimini çekmiş olur. İşte o zaman büyük bir savaşın işaret fişeği ateşlenir. Böyle bir ortamda gözler ister istemez askeri güce, füzeye, uçağa, tanka ve topa yönelir. Tahran rejiminin kaderini böyle bir savaşın belirleyeceğini sananlar yanılıyorlar. İlk yıllarındaki İran-Irak savaşından bu yana çatışma ve gerilimden beslenen bir rejimi böyle bir savaş düşürmez, tam aksine tahkim eder.
İran’daki rejimin kaderini günden güne memnuniyetsizliği artmakta olan halkın iradesi belirleyecek. Beklenen köklü değişim ancak halkın iradesiyle İran sokaklarında şekillenebilir.