İran-Türkiye hattında medya politikası ve acı gerçekler
İran’ın Türkiye aleyhine propaganda savaşındaki avantajlar listesi uzatılabilir. Üstelik İran eriştiği imkanlardan pratikte sonuna kadar yararlanıyor. İran anayasası radyo ve televizyonu devlet tekeline veriyor, dolayısıyla rakibi bulunmayan bir tek seslilik hakim. Basının diğer dallarında da devlete rağmen hareket imkansızdır. Bu yüzden İran mahreçli haber ajanslarının Türkçe servislerinin de rejimin borazanları olduğuna şaşırmamak gerekiyor. Gerçi sıra İran mahreçli basına gelinceye dek Türkiye’de kökleri İran’a uzanan medya kuruluşlarına odaklanmak lazım…
Ekim ayının ortalarında TRT Genel Müdürü Zahid Sobacı Bursa Uludağ Üniversitesinin 2024-2025 açılış töreninde konuşması sırasında sarf ettiği şu cümleler için tartışmalara yol açtı; “Bu yılın sonunda TRT Farsça geliyor. İran’ı rahatsız etmek durumundayız. İran’ı rahatsız etmek zorundayız.”
Sobacı’nın TRT’nin dış yayınları ile ilgili konuşmasında TRT Farsça TV kanalının açılışını duyururken kurduğu cümlelerle doğrudan İran’ı hedef almasını bir devlet projesi olarak yorumlayanlar az olmadı. Tahran’dan daha erken davranıp konuya tepki gösterenlerin kalabalığı kadar çeşitliliği de dikkat çekiciydi.
Tepki gösterenlerin küçük bir azınlığı, genel müdürün komşu ülkeyi hedef alan sözlerini yeni bir medya planlamasına dair algılasa da çoğunluk İran konularında alışık olduğumuz perspektiften meseleye yanaştı. Avrasyacı güruh, İran’ı batı emperyalizmine karşı mücadele veren yegane silahşör olarak gördüğü için TRT Genel Müdürü’nün sözlerinden hareketle devletin medya politikalarının NATO gölgesinde kaldığını ileri sürüp Ankara’ya saldırdılar.
Diğer bir grup ise Tahran-Telaviv çatışmalarını İran’ın küfre karşı verdiği kutlu mücadele hikayesinden yorumladığı için yapılan açıklamayı siyonist cephenin bir tezahürü şeklinde değerlendirip propaganda fırtınası kopardı.
Zahid Sobacı daha sonra yayınladığı açıklamada tepki gösterenlerin siyasî hesaplar peşinde olduklarını beyan etse de bu kez İran konusundaki yayın politikasından geri adım attığı yorumlarına maruz kaldı. Nitekim İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un İran’ın medyadan sorumlu Kültür Bakanı’nı arayıp İran ile iyi ilişkilerin altını çizmesi de özür mahiyetinde atılan bir adım olarak değerlendirildi.
Yaşanan hadise İran ile Türkiye’nin birbirlerine karşı izledikleri medya ve propaganda politikalarının farklılıkları sorusunu bir daha gündeme getirdi. Mevzuyu üzerinde düşünmeye davet sadedinde birkaç husus ile özetlemeye çalışalım.
Soru: İran’ın propagandası Türkiye’de bu kadar basit ve geniş alıcıyı nasıl bulabiliyor?
• Hayrana etki etmek kolaydır!
Türkiye’de bilim adamı ünvanıyla yıllardır ekranlarda boy veren ekran İlber Ortaylı ile Celal Şengör’ün efsanevi İran medeniyetine dair kurdukları cümleler ancak ateşli bir Fars Milliyetçisinin tahayyul edebileceği nirvana ile yarışabilir. Basit bir Google taraması ile yanlışlığı çok rahat kanıtlanabilir iddialar, bu isimlerin oluşturduğu dokunulmazlık sayesinde öyle bir nüfuza sahip oluyor ki insaf ehli bir İranlı bile bizzat yaşadığı ülke ile bu anlatılanlar arasında bağ kurmakta zorlanıyor, kendi bilgilerini sorgular duruma geliyor. Amaç İran’ı övmek mi, yoksa bu bahane altında Türkiye’yi dövmek midir bilemeyeceğiz ama her ne ise anlatılan İran’ın gerçekler ile bir alakası olmadığı ortada. Fakat neticede bu ortam İran için müthiş avantajlar sağlıyor. Zira ekrandaki zırvalar yoluyla hayranınız yapılan bir kitleye tesir etmek çok daha kolay.
• Batı düşmanıysan hiç durma gel!
ABD başta olmak üzere Batı bloğunun Türkiye’de nasıl bir nefret odağı olduğunu anlatmaya hacet yok. ABD ile mücadele efsanesini dünya kamuoyuna iyi satan İran için bu ortam eşsiz bir alan açıyor. İran’ın bölgesel politikalarına toz kondurmayıp Ankara’nın her yaptığına kusur arayan bu güruh, normalde Türkiye’yi ilgilendiren en basit konularda bile uzlaşamasa da mesele İran olunca hemen kol kola girmeye pek meraklı kesimlerden oluşuyor. Bunları İran propagandasının gönüllü erleri olarak değerlendirmek lazım.
• İnanç sarraflarının mabedi İran
Türkiye’deki “İran eşittir Şii’dir ve dolayısıyla eşittir Alevi’dir” algısı da inanç çatısı altında İran propagandası için sürülmüş bir tarla misali. Tahran rejiminin her hareketini klişe kalıplara ve dar bir çerçeveye sokarak tahlil etme çabasının sonucu ortaya çıkan bu algının uzman sıfatlı basiretsizleri, İran fitne tezgahının her zaman bedavaya çalışan elemanları oldular. Bu basiretsizliğe bir örnek olarak, “İran anlatılan modelde bir mezhepçi devletse niçin çoğunluğu Şii olan Azerbaycan’a karşı Ermenistan’ı destekliyor” sorusunu daha önce de sorduk, şimdi de rahatlıkla sorabiliriz. Fakat karşımızdaki muhataplardan ikna edici bir cevabı dün de alamadık, bugün de alamayacağız. İran’ın bu noktada nasıl bir ikiyüzlülük yapıp Türkiye sosyolojisine uygun hareket ettiğini ve kendi topraklarında yaşayan Alevilere nasıl bir cehennemi yaşattığını tabii ki Türkiye’de kimse bilmiyor. İran’ın kendi topraklarındaki Alevi azınlığına yaşattığı cehennemin bırakın çeyreğini, kırkta birini bile Türkiye’deki hiçbir Sünni cenah Alevilere yaşatmıyor. Buna rağmen Tahran’ın Şii şeriatıyla yönetilen devleti, bazı cahil Alevilerce laiklik esasına göre yönetilen Türkiye Cumhuriyeti devletinden daha ılımlı gösteriliyor. Neticede İran tek başına bu imajın mimarı olmasa da Türkiye aleyhine propaganda için bu cahil kesimden maksimum istifade ediyor.
• Türksüz İran imajı tutmuş görünüyor
“İran’ın kadim tarihi” sözleriyle başlayan her cümleye şüphe ile bakılmalıdır. Zira bu tarih anlatımı marjinal Fars milliyetçiliğinin ürünüdür. Şu efsanevi mazi ve müthiş medeniyet iddası öyle geniş ve derin bir şekilde işlenmiş ve hakikatin güneşi Fars faşizmiyle öyle bir sıvanmıştır ki aksini söylemek çok zor ve maliyetli hale gelmiştir. Mevcut hikayenin büyüsü tarafsız herhangi bir uzmanın değerlendirmesiyle çok rahat bozulabilir ama bu elbette işlerine gelmiyor. Netice olarak sanki Türkler yüzyıllarca o coğrafyaya hakim olmamışlar gibi bir anlatım alıcı bulabiliyor. İran arzu ettiği propagandayı İran Türklüğünden habersiz ve ilgisiz bir Türkiye’de çok daha kolay yürütebilir. Bu yüzden sansür ve fantezi hikayelerden arındırılmış gerçekçi bir İran Türklüğü anlatımı İran propagandasıyla mücadelenin gerekli ön şartı olarak ele alınmalıdır. Zira İran bu boşluktan azami ölçüde istifade etmektedir.
Kökü İran’a uzayan medya kuruluşları
İran’ın Türkiye aleyhine propaganda savaşındaki avantajlar listesi uzatılabilir. Üstelik İran eriştiği imkanlardan pratikte sonuna kadar yararlanıyor. İran anayasası radyo ve televizyonu devlet tekeline veriyor, dolayısıyla rakibi bulunmayan bir tek seslilik hakim. Basının diğer dallarında da devlete rağmen hareket imkansızdır. Bu yüzden İran mahreçli haber ajanslarının Türkçe servislerinin de rejimin borazanları olduğuna şaşırmamak gerekiyor. Gerçi sıra İran mahreçli basına gelinceye dek Türkiye’de kökleri İran’a uzanan medya kuruluşlarına odaklanmak lazım…
İran’ın propaganda sahasındaki üstünlüğünü öne sürüp Türkiye açısından karamsar bir tablo çizmeye de gerek yok. Türkiye bu sahadaki fırsatları heba etse de çağ dışı rejimin esiri olmuş İran halkları için her zaman tabii bir cazibe merkezi olma bir imtiyazına sahiptir. Ayrıca İran Türklüğü de bu noktada eşsiz bir fırsattır.
Mevcut performansı ölçmek lazım
Türkiye’nin yapabilecekleri ile ilgili söylenecek çok şey var ama TRT Genel Müdürü’nün İran ile ilgili söyledikleri ve sonrasında yaşananları iyi tahlil etmek gerek. Bu mânâda yeni atılımlar şart ama önce mevcut performansı ile ilgilenmek daha iyi olacak. Bunun için Sobacı’nın “41 dil ve lehcede yaptığımız Web ve Radyo yayınlarını, dış yayınlar bağlamında daha kaliteli bir noktaya getirmek durumundayız” ifadesini mühim görüyoruz. Vurgulanan kalitenin ölçülebilir olması ve bir ölçüme tabi tutulması önceliklidir. Bu ölçümün başlama noktası ise dil yeterliliği kriterinin sağlanması olacaktır.