Irak’taki gösteriler ve değişim iradesi

Ekim ayında meydana gelen son gösteriler, aslında öncekilerin bir devamı.

Eski günleri bir yana son bir asırda büyük bâdireler atlatan Irak, 2003’deki ABD ve müttefiklerince işgali ve İran’ın kontrolüne girmesinden bu yana kan ve gözyaşının hiç dinmediği bir coğrafyaya dönüştü. Irak’ı güya Saddam zulmünden kurtarmaya gelenler, ülkenin kütüphanelerini, tarihi eserlerini, petrolünü yağmaladıkları yetmiyormuş gibi, huzurunu, kardeşliğini ve refahını da yok ettiler. Bunlar da yetmez olacak ki geleceğini de çaldılar. Şiî İran rejiminin pençesinde kıvranan Irak, huzur, kardeşlik ve barışa hasret. Irak’ın kurtuluşu, Osmanlı’nın kavim, din ve mezhep ayırımı yapmadan yürüttüğü düzenin benzerinin geri getirilmesi ve İran’ın tahakkümüne son vermeye bağlı. Kurtuluş, özellikle ve öncelikle İran’ın siyasî ve mezhep nüfuzu altına giren Şiî liderlerin tarihi hatırlaması ve sağduyulu bir çıkış yapmasına bağlı. Elbette sadece Şiîler değil, Irak’taki herkes benzerini yapmalı. İran’a ‘Irak’ın üzerinden elini çek’ diye çağrının bir mânâ ifade etmediğini bilerek diyoruz ki:

Ey Iraklı kardeşlerimiz! İster Arap, Kürt, Türkmen olun!

İster de Şiî veya Sünni olun!

Memleketinizi Iraklı olmayan hiç kimseye yem etmeyin!

ABDURRAHMAN ET-TÂÎ - ARAŞTIRMACI-YAZAR

Irak, Ekim ayının başlarından itibaren başkent Bağdat ve çok sayıda diğer vilayette binlerce gencin katıldığı gösteri dalgasına sahne oldu. Bu gösteriler tamamen barışçıl bir havada olmasına rağmen Irak yönetimi gösterileri bastırmak için göstericilere plastik ve gerçek merminin yanısıra göz yaşartıcı gaz ile müdahale etti. Ayrıca internet erişimini keserek muhalif seslerin duyulmasını engellemeyi seçti.

İnsan Hakları Komisyonu’nun açıkladığı rakamlara göre olaylar sırasında ölü sayısı 108 kişiye ulaştı. 4 bin 205 kişi de çeşitli şekillerde yaralandı. Bu rakamlar, güvenlik güçlerinin ve silahlı misillerin (Haşdi Şa’bi) orantısız şiddet kullandığının kanıtı oldu.

Irak’ta hayat şartlarının kötüleşmesi, hükümetin siyasi-iktisadi alanda ve güvenliği sağlamada başarısız oluşu ve vaat edilen reformların bir türlü gerçekleştirilmemesi, halkın en temel ihtiyaçlarının karşılanmasındaki yetersizliklerin oluşturduğu hayal kırıklığıyla birleşince yeni neslin hükümete karşı artan güvensizliği ve öfke, gösterilerde yeni bir döneme girilmesi sonucunu doğurdu.

BİRİKEN NEDENLER

Ekim ayında meydana gelen son gösteriler, aslında öncekilerin bir devamı. Buna dördüncü dalga gösteriler de denilebilir. Daha önce Nuri Maliki zamanında (2006-2014) Irak’ta Sünnilerin bir kenara itilerek ötekileştirilmesi, bütün devlet kademelerine mezhepçi yaklaşımla Şiilerin yerleştirilmesi, Sünnilerin yaşadığı bölgelerde rastgele tutuklanmaların, işkencelerin yaşanması, rüşvetin devletin bütün kademelerini ifsat etmesi sonucunda meydana gelen gösteriler meydana gelmişti. Nitekim 2013 yılında Havice’deki barışçıl gösterilerde yaşanan benzer şekilde tutuklamalar ve öldürme hadiselerini hatırlayalım.

Arkasından 2015 yılında Bağdat’taki Tahrir Meydanı’nında, Basra’da Zikar bölgesinde, Nasıriye’de Temmuz 2015’te kamu hizmetlerin iyileştirilmesi, bilhassa elektrik ve temiz su temini konusundaki halkın talepleri, buna ek olarak üst düzey bürokratların, bakanların ve milletvekillerinin çok yüksek olan maaşlarının düşürülmesi talebiyle gösteriler başlamıştı. Bu dönemdeki gösterilerde Sadr grubu başı çekmiş, Mukteda es-Sadr siyasi ıslahatların yapılması ve yolsuzluk mekanizmasının ortadan kaldırılması sloganıyla taraftarlarını sokağa çıkmaya çağırmıştı.

2016 ekiminde başlayan gösteriler ise en çok ses getiren gösteriler olmuş, ayrıca siyasi ve dini mercilerden bağımsız olarak başlamıştı. Bu gösterilerin odak noktasında hükümetin sunduğu tüm siyasi çözüm önerilerinin reddi, mevcut kabinenin istifası ve de özellikle İran’ın Irak’tan çıkarılması bulunuyordu. Öfkeli göstericiler attıkları sloganlarda ve açtıkları pankartlarda bu talepleri açık bir şekilde ortaya koymuşlardı.

Sistani’nin açıklamaları hükümetin göstericilere uyguladığı şiddettin büyüklüğüyle uyumlu açıklamalar değildi. Halk, meseleye daha esaslı bir yaklaşım istiyordu.

EKİM GÖSTERİLERİNİN SONUCU NE OLDU?

Bu gösteriler yıllarca kandırılan Irak halkının yeni bir bilinç düzeyine ulaştığını ortaya koydu. Sokağa dökülen Irak halkı, gelişigüzel tutuklanmaları, iktidar partisinin yolsuzluklarını, silahlı milis güçlerinin varlığını ve bilhassa İran’daki “Velayeti Fakih” grubunun aşırı tesiri altındaki Haşdi Şa’bi’yi sert bir tavırla eleştiriyordu.

Gösteriler “Irak Ayaklanıyor” sloganıyla başladı. “Defol İran defol, Irak özgür kalacak” şeklindeki sloganlar, Irak halkının İran’ın silahlı milisler vasıtasıyla ülke siyasetine yön vermesinden duyduğu hoşnutsuzluğu yansıtıyordu. Öfkeli Irak halkı, aynı zamanda din adamlarının oluşturduğu devasa bürokrasiye, ülkeyi yöneten hükümetin ihale peşinde koşan ticari şirkete dönüşmesine ve yargı sisteminin rüşvetle işleyen bir mekanizma oluşuna tepki veriyordu.

Halkta geniş bir karşılığı olan protesto gösterilerinin Irak Şiilerinin dini taklit mercii Sistani tarafından görmezden gelinmesi başka bir mesele olarak ortaya çıktı. Yıllardır dini otoriteyi destekleyen, açıklamalarına güvenen geniş halk kitleleri, taleplerinin dikkate alınmadığını, halkın hukukunun korunmadığını farketti.

Buna karşın dini otorite, halk tabanını kaybetmeme adına belirsiz bir üslupla protesto gösterilerini desteklediğini, meydana gelen hadiselerden siyasilerin ve parlamentonun sorumlu olduğunu belirten açıklamalarda bulundu.

Sistani, iki hafta devam eden olayların ardından mesele çığırından çıkmadan akıl ve mantık çerçevesinde çözüm üretilmesi, katillerinden hesap sorulması çağrısı yaptı. Ne var ki, Sistani’nin açıklamaları hükümetin göstericilere uyguladığı şiddettin büyüklüğüyle uyumlu açıklamalar değildi. Halk, meseleye daha esaslı bir yaklaşım istiyordu. Sistani’den beklenti, hükümete kendi halkına kurşun sıkmanın haram olduğunu ilan etmesi ve gösterilerin meşru olduğu yönünde fetva yayınlamasıydı.

Sistani’nin gündemi ise farklıydı. Gösteriler şahsına ilişene dek bir tür kendini koruma refleksi içindeydi. Fakat Irak’ta yaşanan gerçeklikten kaçılamazdı, bu mümkün değildi. Öfkeli halkın sesini duymazdan gelmek, ülkedeki yolsuzlukları görmezden gelmek hiçbir zaman çözüm olmayacaktı.

HALK HAREKETİNİN GELECEĞİ

Irak sokaklarında patlayan öfkenin sebepleri hala olduğu yerde duruyor. Hükümetin gücü sınırlı; ne hırsızlık ve yolsuzlukları, ne de İran’a bağlı silahlı grupların tasallutunu sona erdirebilir. Nuri Maliki gibi büyük yolsuzluklara bulaşmış siyasileri hesaba çekecek durumda değil. Göstericilere kurşun sıkan İran destekli milisleri adalete teslim edemedi, edecek gibi görünmüyor. Irak halkındaki öfke birikimi gelecekteki yeni patlamaların da habercisi.

Saddam Hüseyin’in devrilmesinin üzerinden 16 yıl geçti. Irak, gerek petrol gerekse uluslarası yardımlarla zengin bir ülke haline geldi. Irak’ın günümüzdeki petrol ihracatı günlük 4 milyon varil civarında. Buna rağmen kurulan hiçbir hükümet ülkede çöken altyapıyı yeniden tesis etmek, elektrik problemine çözüm bulmak veya içilebilir nitelikte su temini gibi son derece hayati konularda çözüme odaklanmış değil. Daha vahimi, bütün hükümetlerin yolsuzluk konusunda birbiriyle yarış halinde oluşu. Resim rakamlara göre 2003’ten günümüze kadar heba edillen para dehşet boyutta: Tam 500 milyar dolar. Halkın büyük öfkesini, ülkedeki protesto gösterilerini bu rakamdan okumak mümkün.

Amerika ile İran arasında bir satranç tahtasına dönüşen Irak’ta istikrar Kaf Dağı’nın ardında görünüyor. İstikrarın mevcut olmadığı şu puslu havada yolsuzluğa dayalı sistemin ortadan kalkması da hiç kolay mesele değil.

İş başına gelen hükümetler reform vaatlerini halka karşı uyuşturucu iğneleri gibi kullandığı sürece gösterilerin önünü almak, halkın hoşnutsuzluğunu gidermek bir yana hadiseleri daha da tırmandırabilir. Halkın baskısı artarak devam ederse geriye çare olarak hükümetin düşmesi kalıyor. Oysa gerçek çözüm yolsuzluk sisteminin son bulması. Hükümet bu konuda radikal çözümler üretmek için hızlı davranmak zorunda. Aksi takdirde Irak halkının değişim talep eden protestoları şiddetini artıracak, yeni şiddet dalgalarıysa zaten kaos içindeki ülkeyi çıkılmaz bir girdaba doğru sürüklemeye başlayacak.

Irak tarihine genel bir bakış

DR. ÖMER TELLIOĞLU

Irak, tarihi boyunca insanoğlunun medeni varlık âlemine çıkmasının meydana geldiği, dünyanın doğusu ile batısı arasında bir hat oluşturmaktadır. Bundan dolayı tarihi boyunca hem medeniyetlerin oluşmasına beşiklik etmiş, hem de doğu batı arasındaki çatışmaların merkezinde kalmıştır. Irak bulunduğu mevki itibarıyla sanki doğu ile batı sınırının tam ortasında yer almaktadır. Bugün için bilinen en eski yazıyı Irak’ta Sümerler kullanmıştır. Bundan dolayı tarih çoğuna göre Sümerlerle başlatır. Hatta batının, Roma’nın bütün tanrıları Sümer kaynaklıdır. Sadece isim değiştirmişlerdir. Nuh tufanının ilk kayda geçtiği kitabeler yine burada bulunduğuna göre (Gılgamış Destanı), Nuh Aleyhisselamın, daha Sümerler ortaya çıkmadan bu topraklarda yaşadığı da düşünülebilir.

Sümerler, Akkadlar, Asurlular, Perslerin milattan önce hâkim olduğu bu topraklar, Milattan sonra Sasani-Bizans çekişmesine sahne olur. İslam’ın zuhuru ve kısa zaman içinde Arap yarımadasının dışına çıkarak Atlas okyanusundan Çin sınırına kadar eski dünyanın tamamını kontrol altına almasıyla bölge yeni bir döneme girer. Irak Abbasilerle birlikte hem İslam hilafetinin başkenti, hem de o çağa kadar görülmemiş bir tarzda ilmin, felsefenin ve teknolojinin merkezi hâline gelir. Abbasilerin siyasi olarak zaafa uğraması sonucunda Irak Moğol istilasına kadar çeşitli emirlik ve beyliklerin hüküm sürdüğü bir dönem yaşadı. Bu tarihe kadar Abbasiler çeşitli taifelerin hükmü altında sembolik olarak İslam hilafetini temsil etmişlerdi.

HAMDANİLER Şİİ CİLİK YAPMADI

Tahiriler, Büveyhiler, Hamdaniler gibi emirliklerin yönetiminde kalan Irak’ta genel olarak mezhep çatışmalarının yaşanmadığı görülmektedir. Özellikle Hamdaniler (905-1004), Bağdat’taki halifeler üzerinde etkinlik kurdukları ve Şii bir hanedan oldukları halde, Sünni topluma karşı asla mezhepçi bir tutum takınmamışlardır. Musul ve Halep’i yaklaşık yüz yıl yöneten bu hanedan, İslam topraklarını Bizans saldırılarına karşı muhafaza ettiği gibi, Bizans ülkesinin içlerine akınlar düzenlemekten geri kalmamışlardır.

IRAK’TA SAFEVİ KATLİAMI

Irak, 1518 yılında İran’da ortaya çıkan Safeviler tarafından işgal edilmiştir. Safeviler o tarihe kadar Şiilikte pek rastlanmayan bir takım yeni adetler türetmiş ve kendilerinden olmayanları ya zorla Şiileştirmiş, reddedenleri de katliama tabi tutmuştur. Bu yöntemle çoğunluğu Sünnilerin oluşturduğu İran neredeyse tamamıyla Safevi Şii akidesinin hâkim olduğu bir ülke haline gelmiştir.

SULTAN SELİM ZORBA ŞAHI YENDİ

Safevilerin Şii inancını bir ideoloji olarak kullanarak yayılma siyaseti gütmeleri, Osmanlı devletinin doğu vilayetlerini tehdit edince, tamamı Sünni olan Kürtlerin de desteğiyle Safeviler, Yavuz Sultan Selim’in Safeviliğin kurucusu Şah İsmail’i kesin bir mağlubiyete uğrattı ve Doğu Anadolu’dan çıkardı. Safeviler bir daha bu bölgelerde daileri vasıtasıyla da olsa nüfuz kuramadı.

İKİNCİ TOKAT KANUNİ’DEN

Rahat durmayan Safeviler 1508 yılında Bağdat ve çevresini işgal etti. Ancak Kanuni’nin düzenlediği sefer sonucunda Bağdat Osmanlı vilayeti hâline getirildi ve bir takım imar faaliyetleri gerçekleştirildi. Bunlardan en önemlisi Kanuni’nin Fırat nehrinden yaklaşık 40 km uzaktaki Kerbela’ya bir kanal açarak su getirmesi olmuştur. (günümüzde Hüseyniye nehri).

OSMANLI ASLA MEZHEPÇİLİK YAPMADI

Osmanlı idaresi bölgedeki Şii unsurlara karşı hiçbir zaman asla mezhepçi bir yaklaşım göstermemiştir. Şiilerce kutsal kabul edilen Kerbela’daki Hz. Hüseyin (R.A)’ın türbesi imar edilmiş, hizmeti için görevliler tayın edilmiştir. Şiilerin Bağdat, Kerbela, Necef gibi şehirlerindeki medreseleri ve Şii topluluğu asla ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmemiştir.

Bağdat bir medeniyet merkezi olduğu halde Irak halkının büyük çoğunluğu göçebe ve yarı göçebe topluluklardan oluşmaktaydı. Dolayısıyla o zamanki devlet mekanizması ile bölgede tam bir hâkimiyet kurmak asla mümkün olmamıştır. Mesela çölde yaşayan bedevi bir aşiret, bir yıl Fırat kenarında sazlardan yapılmış barınaklarda tarım yaparken, bir sonraki yıl Dicle nehrinin bir yerine göçebilmekte, arkasından yine çöle geri dönebilmekteydi.

DÜNE KADAR Şİİ ULEMA YAPICIYDI

Ayrıca Cahiliye döneminden beri Araplar arasında cari olan gazve, yani diğer aşiretlere saldırarak yağma geleneği, yüzyılın başlarında bile bölgede geçerliydi. Ayrıca 18. Yüzyıldan sonra Osmanlı devletinin çöküş sürecine girmesi ile birlikte Irak’ın değişik bölgelerinde çeşitli aşiret isyanları meydana geldi. Bu isyanlarda Necef ve Kerbela’daki Şii ulema daima yapıcı bir rol oynayarak aşiretlerle devletin arasını bulmaya çalıştı.

İNGİLİZLER SAFEVİ ŞİİLİĞİ VE VAHHABİLİĞİ YAYDI

1830’lardan itibaren Irak’ta, bilhassa güney kesimde yeni bir süreç başladı. Basra körfezini kontrolü altında tutan İngilizler bir taraftan Necid bölgesinde Vahhabiliğin yayılmasını desteklerken diğer yandan Bağdat, Samarra, Kerbela, Necef gibi bölgelerde İran’ın gönderdiği Ahondlar (mollalar) Sünni aşiretler arasında Safevi Şiiliğinin propagandasını yapmaya başladı. Osmanlı idaresi her ne kadar bu konuda tedbirler almaya başladıysa da İngilizlerin de arkasında olduğu bu faaliyetleri engellemek konusunda başarı gösteremedi.

Sadece ismen Sünni olan bu aşiretler, din hakkında yeterli bilgiye sahip olmadıkları için kolayca bu Ahondlar tarafından kandırıldı. Bu şekilde Irak’ın güney kesimindeki aşiretler Şiirleştirildi. Oysa geleneksel Necef ve Kerbela uleması asla böyle bir yola başvurmamış, Sünnilerle uyum içinde yaşamışlardı.

İSYANLAR İRAN KIŞKIRTMASIYDI

Safevi Şiası, yani İran’ın kışkırtmasıyla Irak’ta yaşanan ilk Şii isyan 1842 yılına Kerbela’da yaşanmıştır. Bu isyanda Yerel Şii ulemanın dahli olmadığı gibi, isyanın durdurulması için çaba göstermişlerdir. Bu tarihlerde doğu Anadolu’da, hatta Karadeniz’de (Tuzcuoğlu isyanı gibi) valilerin kötü idareleri, halkın ödeme gücünü aşan vergi tarhları nedeniyle çıkan isyanların benzeri çok sayıda isyan Iraktaki aşiretler tarafından çıkarıldı. Bu isyanlara hem İran, hem de başta bölgede nüfuz kurmak isteyen İngilizler müdahil oldular.

ŞİİLER OSMANLI SAFLARINDA İNGİLİZLE SAVAŞTI

Birinci dünya savaşı Sırasında İngilizlerin Basra’dan başlayıp Bağdat’a doğru ilerlemeleri sırasında, Osmanlı idaresi ile problemi olan, hatta isyan halinde olan birçok Şii aşiret Necef ve Kerbela ulemasının gayretleri sonucunda Osmanlı ordusunun saflarında savaşa katıldı.

Şii ulemanın bir kısmı bizzat cephede bu gruplara öncülük ederek fiili olarak Irak’ın müdafaasına katkıda bulundu. Kürtler ve diğer Sünni Arap unsurlar da İngiliz işgaline karşı Osmanlı ordusuna bütün güçleriyle destek çıktılar. Bu arada İngilizlerin safına geçen aşiretler de mevcuttu, ancak o günkü Necef ve Kerbela uleması blok halinde Osmanlı ordusunun arkasında durmuştu.

KÜRTLER HİLAFET’İN YANINDA DURDULAR

Günümüzde sanki Kürtler bölgede tarihleri boyunca ümmetin hainleri gibi gösterilmeye çalışılıyor. Oysa Birinci Dünya Savaşı sırasında ve Anadolu’nun işgal girişiminde Kürtler küçük istisnalar hariç Osmanlı hilafetinin yanında durmuştur.

Kut el-Amare savaşında İngiliz ordusunu esir alan Halil Paşa, daha sonra Bağdat’ın düşmesi üzerine geri çekilirken, ağır silahları bir Kürt aşiretine teslim etmiş ve aşiret bir süreliğine bu silahlarla İngilizlere karşı direnmeye devam etmiştir. Bunu bizzat Halil Paşa hatıratında yazmaktadır. “Şeyh Mahmud İsminde biri bölgenin hâkimi olabilirdi. Ona bir mektup yazdım. Kendisini oradaki bütün birliklerimize kumandan ve Kürdistan bölgesinine emir tayin ettiğimi bildirdim. Mülki ve Askeri idareyi eline almasını yazdım ve bu istiklalinin İstanbul’a da bildirileceğini, Padişahımızın fermanını da alacağımızı ilave ettim. Şu kadarını söyleyebilirim ki, bu Şeyh Mahmut vazifesini mükemmelen yapmış, oradaki asker ve memurlarımızı şefkatle himaye etmiş ve dağlık bölgeye İngilizleri harbin sonuna kadar sokmamıştı” Bitmeyen Savaşta Halil Paşa’nın Hatıratı: Kut’ül Amare, 2016, s. 195

2003’E KADAR ŞİİLERLE SÜNNİLER KARDEŞTİ

2003 yılında Irak’ın işgaline kadar Irak’ta Şiiler ile Sünniler arasında herhangi bir çekişme olmadığı gibi, bazı ailelerin yarısı Şii iken diğer yarısı Sünni’ydi. Yani iki grup aynı halktı, aynı aşiretti ve bir arada barış içinde yaşayabilmekteydi. Ancak işgalden sonra Amerika’nın Irak’ta kontrolü kaybetmesi üzerine İran’ı devreye sokmasıyla hükümet İran yanlısı hizipçi ve İran mollalarına tabi unsurlara devredildi.Bu unsurların ABD işgaline direnen Sünnilere karşı uyguladıkları katliamlar sonucunda Kuzey Irak bölgesini saymazsak ülke ortadan ikiye bölündü. İşgalin ilk günlerinde Şii-Sünni çatışması çıkarılması ihtimaline karşı iki taraf ulemasının ortaklaşa aldıkları kararlar, yayınladıkları bildiriler maalesef İran ve Amerika’nın entrikaları ile hükümsüz kaldı. Irak bugünkü çözümsüzlüğün içine sürüklenmiş oldu.

Irak kendi kimliğini arıyor

Kendisine alan açılan İran yönetimi verilen fırsatı çok kötü kullandı. Irak’ı tahakkümü altına almaya yeltendi. İran’ın yanlışları Irak Şiasını kendi köklerine sarılmaya itti. Bu kökler Fars geleneklerine dayanan İran Şiasından çok farklı Arap kimliği temelinde yükseliyor.

GERÇEK HAYAT

Dr. Ömer Abdussettar Iraklı bir politikacı olup 1958 yılında Irakta Diyala’da doğdu. 1980’de Bağdat Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun oldu. 2014’te ise uluslararası ilişkiler alanında Türkiye’de Yüksek Lisans yaptı.

2006 yılında Irak Uyum Cephesi’nden el-Anbar vilayeti milletvekili seçilerek meclise giren Dr Ömer Abdussettar, 2006-2010 arasında Irak Meclisi’nde Yolsuzlukla Mücadele Komitesi Başkan Yardımcılığı görevinde bulundu.

Dr. Ömer, Irak’ta Sünnilerin haklarını savunan bir isim olduğu için Nuri Maliki diktatörlüğü döneminde baskı ve zülüm gördü. Tahran’ın direktiflerine göre hareket eden Irak mahkemeleri tarafından Sünnileri tasfiye etme planının parçası olarak uydurma bir teröre destek suçlamasıyla ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Ardından Türkiye’ye sığındı.

Gerçek Hayat, Uluslararası İlişikler Uzmanı eski Parlamenter Dr. Ömer Abdussettar ile Irak’ın dünü ve bugününü konuştu. Ömer’in dile getirdiği en önemli konu, “Irak toplumunu oluşturan farklı grupların yeni bir sosyal sözleşme oluşturmaya, barış ve birliği sağlayacak yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğu” meselesi oldu. Bunun önündeki en büyük engel ise ülkeyi kendi haline bırakmayan İran başta olmak üzere dış güçler...

Irak sonu gelmeyen çatışma ve problemlerden niçin bir türlü kurtulamıyor?

Irak Ortadoğu’nun mikro kozmosudur. Irak istikrara kavuşursa Ortadoğu istikrara kavuşur. Aksi takdirde bölgeye asla istikrar gelmeyecektir. Irak, jeopolitik, jeostratejik, jeoekonomik çatışmaların merkezinde, yer üstü serveti bakımından fakir, ancak yeraltı servetleri bakımından çok zengin bir ülkedir.

Ortadoğu, dünyadaki en çeşitli azınlık kümelerinin bulunduğu bir bölgedir. 26’sı dini, 17’si etnik, 16’sı lisan olmak üzere 59 azınlık türünü barındıran bir coğrafyadan söz ediyoruz.

Irak, Osmanlı döneminde üç vilayete taksim edilmişti. Bunlar Musul, Erbil, Süleymaniye, Dohuk ve Kerkük’ü içine alan Şehrizor Vilayeti; Bağdat Vilayeti ve Basra Vilayetiydi. Bütün bu vilayetlerin kendine has özellikleri bulunmaktadır.

SIKINTI VATANDAŞLIK SİSTEMİYLE BAŞLADI

Konu Osmanlı’ya gelmişken Irak’ın bugün içinde kıvrandığı sıkıntılar ne zaman başladı, oradan ilerlesek…

Elbette. Irak’ta vatandaşlık kanunu 1924’te, 1925 yılında Anayasanın ilanından bir yıl önce çıkarıldı. Bu kanun birçok büyük sıkıntıların doğmasına sebep oldu.

Irak, kendi vatandaşlarını A ve B olarak iki gruba ayırdı. Önceden Osmanlı tabiiyetinde olanları A, İran tabiiyetinde olanları da B derecelendirmesine tabi tutuldu. Bu da Sünni ve Şii bölünmesinin ortaya çıkmasını sağladı. Bu kanun kapsamında Şiilere ikinci derece vatandaşlık statüsü verildi. Hâkim, yani yönetici zümre olmaktan mahrum bırakılarak, yönetilen zümre haline geldiler. Krallık yönetimi (Kral Faysal) ve Nuri Said dönemi Sünnilerin hâkim olduğu dönem olarak kabul edilir. Ülkede yönetimin sadece Sünni kesime ait olarak devam etmesi, Şii kesimde baskı ve dışlanma duygusunun yerleşmesi sonucunu doğurdu.

Irak toplumundaki bu çatlak ve ikilem, 1958 yılındaki darbeye kadar devam etti. Abdülkerim Kasım, krallığı kaldırarak cumhuriyete geçti. Bu dönemde de Şii kesim baskı ve tehcire muhatap oldu. Ancak esas kopuş Saddam Hüseyin’in iktidara gelmesiyle gerçekleşti. 1991 yılında Şiilerin ezilmesi, ülkede Şiilerle Sünniler arasındaki sürtüşmenin daha da büyümesine, Şiilerin Araplık düşüncesinden tamamen koparak sadece mezhebe sarılmalarına yol açtı. Bu durum İran için büyük bir fırsat doğurdu, onlar da bundan istifade yoluna gittiler.

ŞERRİN KAYNAĞI İNGİLİZLER

Buna ilaveten İngiliz manda yönetimi Şehrizor vilayetini diğer vilayetlerden farklı bir konumda ele aldı. Manda yönetim kanununa göre hareket eden Irak’taki İngiliz Yüksek Komiserliği, bu bölgede öteki beş vilayetten farklı bir idare tarzı uyguladı. Bu uygulama, Şiilerin “Işrîn devrimi” (İngilizlere karşı 1920 ayaklanması) gibi Kürtlerin de Şeyh Mahmud Hafid liderliğinde İngilizlere karşı ayaklanmalarına sebep oldu.

Sünniler ile Şiiler arasında ayrım yapan bir vatandaşlık yasası getiren, Şehrizor ile diğer vilayetleri birbirinden ayıran İngilizler, 2003 yılından sonra ortaya çıkan Irak fotoğrafını aslında bir asır öncesinde vermiş oldu. Şii-Sünni sorunuyla Bağdat ve Kürdistan ihtilafının köklerini burada aramak lazım. Bugün bu uygulamalar sonucunda Irak’ta 4 Kürt şehri, İran’ın desteğindeki Şiilerin hâkimiyetinde ise 15 Şii şehri bulunuyor.

Daha en baştan bu manzaraya mahkum edilen Irak devletinin tek bir merkezden yönetilebilmesi pek kolay değil. Bugün baskıya dayalı bir idareyi temsil eden merkezi sistemin kendi içinde bile çatışma söz konusu.

ŞİİLER BİLE 3’E BÖLÜNDÜ

Bir Şii-Şii çatışmasından mı söz ediyoruz?

Evet, günümüzde Irak’ta Şiiler bile kendi aralarında bölünmüş durumda. Bir yanda Ali Hamaney’e yani İran’a bağlı Şiiler mevcut. Diğer yanda ise Hamaney’e bağlı olmayan diğer Şii’ler. İran’a bağlı Şiilerin diğerlerini nasıl katlettiğine Bağdat’taki son gösteriler sırasında şahit olduk. Güpegündez, sokak ortasında diğer Şii göstericilerin başına kurşun sıkanlar oldu. Irak Şiası, İran Şiasına karşı isyan halinde. Son ayaklanma, Şiilerin İran’a karşı Araplık duygularına yeniden dönmeye başladıklarının bir emaresi.

IRAK BİR DEVLET DEĞİL, GRUPLAR TOPLULUĞU

2003 işgalinden sonra yönetime gelen hükümetlerin yanlış siyasetleri ve uygulamaları Irak halkını daha da böldü. Ayrılıklar derinleşti, çatışmalar artmaya başladı. Şu anda Irak bir devletten çok, gruplar topluluğu görünümünde. Irak toplumunu oluşturan çok farklı bileşenler sosyal, siyasi ve kültürel açıdan birlik hissiyatından çok uzaktalar. Merkezde bu durumu tasa yapmayan, kendi başına buyruk bir devlet söz konusu.

Son ayaklanma bir Şii-Şii iç çatışması olarak kayıtlara geçti. Bu Irak için, ülkenin geleceği için bir dönüm noktası olabilir. Irak halkını 2003 yılından beri sınır ötesinden gelen Şii milislere yağmalatan, Iraklı Şii vatandaşın fakirlikle boğuşmasına, kamu hizmetlerinden mahrum bir şekilde yaşamasına neden olan ‘Başkalarının Şiileri’nden ülkenin bir an önce kurtulması gerekiyor.

IRAK ŞİASI İRAN’IN VELAYET-İ FAKİH’İNE KARŞI

Irak Şiası, tıpkı 1920’de İngilizlere karşı başlattığı kıyam gibi İran’ın Velayet-i Fakih’ine karşı bugün bir kıyam başlattı. O dönemde İngilizlere karşı Osmanlı’nın yanında saf tutan Irak Şiası, bugün de İran’a karşı kendi köklerinin, kendi değerlerinin yanında saf tutuyor.

İngilizlere ve Saddam Hüseyin’e karşı isyan eden Irak Şiasının gücünü hafife almamak lazım. Nitekim İran’ın etekleri boşuna tutuşmuş değil. Irak Şiası silahlı bir güce sahip ve ülkede denklemi değiştirme potansiyeli mevcut.

1990’larda “Ali’den başka veli yok, Caferi lider istiyoruz” diye slogan atan Irak Şiasının bugünlerde İran’a karşı bayrak açması zamanın ruhunun nereye evrildiğini göstermesi açısından önemli. Kendisine alan açılan İran yönetimi verilen fırsatı çok kötü kullandı. Irak’ı tahakkümü altına almaya yeltendi. İran’ın yanlışları Irak Şiasını kendi köklerine sarılmaya itti. Bu kökler Fars geleneklerine dayanan İran Şiasından çok farklı Arap kimliği temelinde yükseliyor.

YENİ BİR SOSYAL SÖZLEŞME OLUŞTURMAK ŞART

Çok ilginç şeyler söylüyorsunuz, dışarıdan bakanlar bunlar pek göremiyor. Bu durumda istikrarlı yeni bir Irak nasıl kurulur diye sorsak…

2003 işgalinde devlet var olan bütün mekanizmalarıyla ortadan kaldırıldı. Ancak yerine ikame edilen sistem ülkede istikrarı sağlamayı başaramadığı gibi daha da kötüleştirdi. Belki de bu hedeflendi. Şimdi Irak toplumunu oluşturan farklı grupların (Şii-Sünni, Arap-Kürt-Türkmen) yeni bir sosyal sözleşme oluşturmaya, barış ve birliği sağlayacak yeni bir anayasa yapmaya ihtiyacı var.

Ancak bunun önünde çok sayıda engel var. Mezhepçi ve etnik çeteleri kastediyorum. Bağdat’taki merkezi yönetim, yeni bir Irak’ın oluşumu için gerekli zemini sağlayamadı. Meşruiyetini halktan almaya çabalamadı. Eski yönetim Baas Partisi’nden güç alarak Irak’a tahakküm ederken yeni rejim sırtını İran’a dayamayı tercih etti.

İran’ın Sünni Kürtleri Şiileştirme faaliyetleri

Kerkük’te biri Usuluddin, diğeri Caferi Sadık adıyla iki üniversite açıldı. Ayrıca Caferi Fıkhı adı altında ilkokul ve lise düzeyinde okullar açan İran, diğer Kürt bölgelerinden getirilen binlerce Kürt öğrenciye buralarda eğitim veriyor. Eğitim masraflarında kolaylıklar sağlanması ve öğrencilere tanınan kimi ayrıcalıklar Kürt öğrenciler nezdinde İran okullarını cazip konuma getiriyor.

MUHAMMED NECCAR

ABD’nin Irak’ı işgali sonrasında Kuzey Irak’ta siyasi bir alanın ortaya çıkması, İran’ı bu yeni bölgeyle ilgilenmeye, nüfuz etmeye teşvik etti. Bölgenin istikrarını milli güvenliği açısından önemli gören İran, aynı zamanda kendi ticari malları için iyi bir pazar hedefliyordu. Nitekim bazı siyasi partiler ve cemaatlerle anlaşma yoluna giderek bölgeye nüfuz etmeye çalıştı. Buna ek olarak Şiilik kartına oynadı, kendi milli mezhebini bölge vatandaşları arasında yaymaya çalıştı.

Süleymaniye ve Halepçe bölgelerini kontrol eden Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ile stratejik bir ittifaka giren İran, ayrıca 2001 yılında Cemaati İslamiye ile Ali Babîr’in önderliğinde güçlü bir müttefik daha elde etti. İlginçtir, Sünni bir cemaat olmasına rağmen İran’ın çıkarlarına ve ajandasına tabi oldular. İran yanlısı Kürdistan Yurtseverler Birliğinin politikalarını, Erbil’deki Mesut Barzani’nin partisine kaşı destekleme yoluna gittiler.

İran’ın Kuzey Irak’ta topluma nüfuz etme yolunda kullandığı yöntemler:

- Şİİ OKUL VE ETKİNLİKLER

İran, Kuzey Irak Bölge Yönetimi (KIBY) topraklarında “Hüseyniyeler” inşa etti. Süleymaniye Vilayeti’nde 1, Kelar Kazası’nda 1, Hanikin Kazası’nda 3, Celula Kazası’nda 5, Tuzhurmatu’da 6, Kerkük Vilayeti’nde ise birçok Hüseyniye açtı. Şiilerin özel günleri münasebetiyle etkinlikler düzenleyerek bölge halkını etki altına almaya çalıştı.

- BÖLGENİN DEMOGRAFİSİNİ DEĞİŞTİRME

İran’a yakın sınır bölgelerinde yaşayan Sünni Kürtlerin demografik yapısını, Şii vilayetleri olan orta Irak’taki Hanekin, Tuz-Sa’idiye, Celula-Mandeli gibi vilayetler üzerinden değiştirmek. Bu bölgelerdeki Şii nüfusu 2005 yılında yüzde 20’nin altındaydı. Ancak şu anda bu oran, Sünnilerin zorla tehcir edilmesi ve yerlerine Şiilerin iskân edilmesi ile yüzde 75 gibi büyük bir rakama çıkarıldı.

- GENÇLERİ BURS VE EĞİTİMLE DEVŞİRME

Kürtlere lisans, yüksek lisans ve doktora bursları vermek ve onların üniversitelere kolayca kabullerini sağlamak. Şu anda Tahran, Şiraz, Hemedan ve Sanandaj üniversitelerinde 3 binden fazla Kürt talebe eğitim görmekte.

- KONSOLOSLUK VE KÜLTÜR MERKEZLERİ

Konsolosluk ve kültür merkezleri açıldı. Erbil ve Süleymaniye’de birer İran konsolosluğu mevcut. Ayrıca Kerkük’te bir kültür merkezi bulunuyor.

- SÜNNİ MEZHEPLERİ KÖTÜLEYEN KİTAPLAR BASMA

Tebliğ müessesi adı altında Kum ve Tahran’da yayın merkezleri kurup (ki bu kurumlar Kürtçe yayın ve tercüme konusunda uzmanlaşmış kurumlardır) kitaplar tercüme edip basıyorlar. Bu kitaplar, Kuzey Irak’ta sembolik fiyatlarla satılıyor. Sünni mezhepler hakkında iftiralarla dolu bu kitapların sayısı inanılmaz düzeyde. Şimdiye dek İran kurumları tarafından 10 binden fazla Kürtçe kitap yayınlanmış durumda.

- SEMPOZYUM VE TANITIM ETKİNLİKLERİ

İran’da çok sayıda sempozyum vb. toplantılar düzenleniyor ve Ehli Sünnet ulemaya; imamlara, hatiplere, vaizlere davetler gönderilmek suretiyle bu toplantı ve sempozyumlara katılımları teşvik ediliyor. Ayrıca İran’a davet edilen Sünni âlimleri Şiilerin kutsal kabul ettikleri yerlere götürüp etkilemeye çalışıyorlar. Yıllık olarak mesela Senendac vilayetinde ‘İmam Şafii sempozyumu’, ‘Birlik Sempozyumu’, ‘İslâmî Tanıtım Sempozyumu’ gibi isimler altında Sünniliğe ait isimler kullanarak Sünnilerin bu faaliyetlere katılımını sağlıyorlar.

- TELEVİZYON VE İNTERNET YAYINLARI

Kuzey Irak bölgesinde İran yanlısı uydu yayınlarına ve radyo istasyonlarına müsamaha gösteriliyor. Bölgeye yönelik uydu yayını yapan televizyon kanalının bulunması (Kürt Sahar Kanalı) buna bir örnek. İran’ın bu yayın organlarına, web sitelerine ve sosyal ağlara yardım ve destek verdiğini görüyoruz. Kuzey Irak’ta İran makamlarına bağlı 20’den fazla gazete, dergi ve internet sitesi var. Yani bu devasa propaganda makinesi kullanılarak Kuzey Irak ahalisi İran’ın etkisi altına sokulmak isteniyor.

- Şİİ VAKIFLAR KURMA

İran eliyle Şehid Mehrab Vakfı, Fatımatuzzehra Vakfı, Şüheda Vakfı vb. isimler altında çok sayıda hayır kurumları açılıyor ve bu kurumlar üzerinden fakirlere, engellilere, öğrencilere, kadınlara ve Kürt toplumunun alt katmanındaki insanlara yardımlar dağıtılıyor.

- SAĞLIK MÜESSESELERİ

Bölgede İran eliyle ücretsiz hizmet veren çok sayıda hastane ve sağlık merkezi mevcut. Ayrıca tedavi için İran’a gidecek hastalara seyahat imkânları kolaylaştırılıyor.

- TİCARETİ ELE GEÇİRME

Bölge ekonomisi tam mânâsıyla İran tarafından hâkimiyet altına alınmış durumda. İki taraf arasındaki karşılıklı ticaret bariz şekilde İran’ın lehine. Süleymaniye ve Halepçe vilayetinde yüzde 80’lere çıkan İran ağırlığı Erbil’de yüzde 45 civarında. Ticarette İran’ın etkisinin en az olduğu yer ise Dohuk. Buradaki yüzde 25 oranının nedeni Türkiye’nin hemen yanı başında olması.

- ŞİİLEŞENLERE MALİ VE SİYASİ İMKAN

Kürt bölgesinde Şiiliğe geçenler İran tarafından mali ve siyasi destek görüyor; ticarette, eğitimde, bilhassa İran’da ticari temsilcilik açma ve ikamet konularında büyük kolaylıklar sağlanıyor. Bu kimselere bir yıllık ikamet vizesi veren İran yönetimi, tedavi konusunda da büyük imkanları seferber ediyor.

- Şİİ ÜNİVERSİTELERİ AÇMA

Kerkük’te biri Usuluddin, diğeri Caferi Sadık adıyla iki üniversite açıldı. Ayrıca Caferi Fıkhı adı altında ilkokul ve lise düzeyinde okullar açan İran, diğer Kürt bölgelerinden getirilen binlerce Kürt öğrenciye buralarda eğitim veriyor. Eğitim masraflarında kolaylıklar sağlanması ve öğrencilere tanınan kimi ayrıcalıklar Kürt öğrenciler nezdinde İran okullarını cazip konuma getiriyor.

- IRAK YÖNETİMİNİN MEZHEPÇİLİĞİNİ DESTEKLEME

İran her türlü imkanı kullanarak Irak’ta Sünniler arasında Şii mezhebini yaymaya devam ediyor, halkı kolayca kandırabiliyor. Merkezi yönetimin mezhepçi siyasetini desteklemek suretiyle sınırlarındaki Sünni tehdidini bertaraf etmeye çalışıyor. İran’ın bu siyaseti sayesinde yakın gelecekte Sünni Kuzey Irak ahalisi şimdiye kadar yaşamadığı mezhepçilik fitnesiyle başbaşa kalabilir.

- GENÇLER ARASINDA UYUŞTURUCUYU YAYGINLAŞTIRMA

İran, Kürtler arasındaki ihtilafları kurnazca izliyor ve bu durumu bölgeye nüfuz etmek için fırsat olarak görüyor. Bölgeye uyuşturucu maddelerinin sokulması da İran’ın kullandığı yöntemlerden biri. Gençler arasında uyuşturucuyu yaymak suretiyle toplumu kaosa sürüklemek ve sonrasında kurtarıcı bir kimlikle ortaya çıkmak İran’ın bölgeye dönük ikiyüzlü siyasetini ele veriyor.

- Şİİ MİLİS GÜÇLERİ OLUŞTURMA

Siyasi, ekonomik ve sosyoloji olarak Irak’a tam anlamıyla nüfuz etmiş olan İran yönetimi, Şiilik yoluyla bu nüfuzu genişletme çabasında. Kendine bağlı siyasi partileri ve din adamlarını desteklemek suretiyle mezhepçi milis kuvvetler oluşturma peşindedir. Gelecek nesilleri kendine bağlamak ve bilhassa Kuzey Irak sınır bölgelerinde tedrici bir değişim sağlamak amacıyla medyayı ve eğitim mekanizmasını son derece etkin bir şekilde kullanmaya devam ediyor.

- NE YAPMALI?

İran’ın bu plan ve entrikalarına karşı, bunları boşa çıkarmayı başaracak ve halkın inancını güvence altına alacak karşı projelerin geliştirilerek acilen uygulamaya konulması gerekiyor. Irak’ın diğer bölgelerinde olduğu gibi Kuzey Irak’ta da mezhep savaşlarının ortaya çıkmaması için aklı selim bir duruş ve harekete acilen ihtiyaç var.

Irak’ta ideolojik çatışmalar ve siyasi çözüm

ABD, 2003 yılında Irak’a girdinde kıyasıya bir mücadeleyle karşılaştı. Samarra bombardımanından önce Amerikan güçlerine karşı yapılan eylemlerin sayısı bir günde 102 rakamına ulaşmıştı. ABD çözümü Iraklılar arasında fitne oluşturmakta buldu. Bir Sünni bir Şii’yi tekfir ederek silahını doğrultmalı, Şii de aynı şekilde Sünni’ye kurşun sıkmalıydı. Bu plan 22 Şubat 2006 tarihinde Samarra Camisinin bombalanmasıyla yürürlüğe konmuş oldu.

ŞAHO EL KARADAĞI - SIYASET ARAŞTIRMACISI, YAZAR

Bilindiği üzere Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in Medine-i Münevvere’de kurduğu devletten günümüze dek tüm devletler siyasi hedefler zemini üzerinde kurulmaktadır. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) kurduğu devlet, toplumda âdaleti, merhamet ve şefkat duygularını yaymaya, çeşitli ırk ve toplumları bir arada tutacak karşılıklı güvene dayalı bir toplum zemini oluşturma idealine dayanıyordu. “Dinde zorlama yoktur” ayetine istinaden İslam dininin çok kültürlü, çok dinli bir toplum yapısına izin verdiğini görüyoruz. Müslümanlar o dönemden bu yana çok dinli, çok mezhepli toplumlarda yaşama pratiğini öğrenmişler, sosyal mutabakat konusunda en ileri numuneleri dünya toplumlarına sunmuşlardır.

Sahabeler bu esaslara riayet etmiş, daha sonra gelen liderler de bir arada yaşayabilmek adına İslam âleminde yaşayan bütün farklılıklara saygı göstermişlerdir. İslam devletinde bu ilkeler uzun dönem devam etmiştir. Hiçbir zaman toplum içindeki etnik ve ideolojik farklılıklara müdahale edilmemiştir. Bu farklılıkları korumak İslam dünyasının birliğini muhafaza ve İslam medeniyetini kurma hedefinin kuvveden fiile dönüşmesini sağlamıştır.

İslam dünyasının geçmişi tamamen bu şekildeydi ve çeşitlilik zenginlik olarak görülüyordu. Ancak ne yazık ki, günümüzde söz konusu çeşitlilik toplumlardaki zayıf nokta haline dönüştü, devletlerin endişe kaynağını oluşturmaya başladı. Bu dönüşüm nasıl gerçekleşti? Ortak tarih ve geleceğe sahip gruplar arasındaki mevcut sorunlar birileri tarafından büyüteç altına alınarak fitne ortamı oluşturuldu. Peşinden çatışmalar başladı.

IRAK’TAKİ İDEOLOJİK ÇATIŞMANIN SEBEPLERİ

Amerikan yazar Noam Chomsky Irak’taki Sünni ile Şii gruplar arasındaki çatışmalar hakkında şu cümleleri kuruyor:

“Irak’ta Amerikan savaşının sonuçlarından biri de etnik ve mezhebe dayalı grupların oluşmasıdır. Bu savaşta Irak’taki Amerikan güçlerinin lideri Paul Bremer’in görevi Sünniler ile Şiilerin arasını ayırmak olup aralarındaki diyalogu ve ortak değerlerini yıkmakla işe başlamıştır. Bunun en bariz örneğini Bağdat’ta görebilirsiniz. Mesela Bağdat’ın 2002 yılının haritasına göz attığınızda homojen bir şehir olduğunu göreceksiniz. Sünniler ile Şiiler aynı semtlerde yaşıyor, birbirleriyle evleniyor ve karşı tarafın hangi mezhepten olduğunu fark etmiyorlar bile. Arkadaşlar arasında kimin Sünni, kimin Şii olduğu önemsiz. Bazılarının bundan haberi bile yok. Elbette bazı anlaşmazlıklar var ancak çok da önemli boyutta değil. Toplum zaten bu tür ufak sorunları mesele etmiyor. Ancak 2006 yılındaki hunhar savaş sonucu bugün Şii ve Sünni gruplar arasında keskin mesafeler söz konusu, eski Bağdat’tan bugün eser yok.”

BİRİNCİ NEDEN: IRAK’A AMERİKAN MÜDAHALESİ

Irak’taki ideolojik çatışmaların temel nedeni Amerikan müdahalesine dayanmaktadır. ABD, 2003 yılında Irak’a girdiğinde kıyasıya bir mücadeleyle karşılaştı. Amerikan güçlerinin komutanı John Ebi Zeyd’in sunmuş olduğu bilgilere göre, o dönemde ABD güçleri çeşitli saldırılara maruz kalıyordu. Samarra bombardımanından önce Amerikan güçlerine karşı yapılan eylemlerin sayısı bir günde 102 rakamına ulaşmıştı. ABD çareyi Iraklılar arasında fitne oluşturmakta buldu. Bir Sünni bir Şii’yi tekfir ederek silahını doğrultmalı, Şii de aynı şekilde Sünni’ye kurşun sıkmalıydı. Bu plan 22 Şubat 2006 tarihinde Samarra Camisinin bombalanmasıyla yürürlüğe konmuş oldu. Böylece Sünniler ile Şii gruplar arasında etnik çatışmalar alevlendi. Samarra Camisinin bombalanmasından saatler sonra Sünni camiler bombalanmaya, mezhep milisleri tarafından kimliğe göre vatandaşlar öldürülmeye başlandı. Bu hâdiselerde binlerce mâsum sivil hayatını kaybetti, Irak toplumu içerisinde tamiri zor derin çatlaklar oluştu.

İKİNCİ NEDEN: EGEMEN IRAK YÖNETİMİ

Saddam rejiminin düşmesinin ardından, yeni Irak hükümetinin Irak vatandaşının onurunu koruyan, hak ve özgürlüklerine sahip çıkan demokratik bir ülke oluşturma aşamasına geçtiği söylendi. Oysa gerçekler tamamen ters yönde işledi. Irak hükümeti yeni bir zâlim rejim kurarak demokrasiyi diktatörlüğe dönüştürdü. Çok kültürlü sistemden karşı tarafı tasfiye eden bir sisteme geçiş yaptı. Irak hükümetinin sergilemiş olduğu bu tavırlar, hükümete karşı olan güvenin yıkılmasına neden oldu. Ortada her tarafa eşit mesafede duran bir hükümet olmayınca, taraflar kendi başına hareket kararı aldı ve varlığını koruma psikolojisine büründü.

Nuri El Maliki’nin 2006 yılında yönetime gelmesi başka bir musibet olarak kendini gösterdi.

- Şahsına ait yetkileri güçlendirerek parlamentoyu zayıflatmayı hedefleyen Maliki, devletin içindeki bağımsız kuruluşları tasfiye etti,

- Orduyu ve emniyet güçlerini kendi kontrolü altına almaya çalıştı.

- Diğer yandan yargıyı ele geçirme, siyasi nüfuzunu bütün taraflar üzerinde baskı unsuru olarak kullanma yolunu tuttu.

- Irak’ın bütünlüğünü destekleyen, Irak vatanseverliğini önceleyen çalışmalar yapmak yerine bizzat taraf olarak ideolojik çatışmaların önünü açtı. Bu dönemde özellikle mezhepçi milisler aktif haldeydi ve çok kan döküldü.

2006 yılında başlayan Nuri El Maliki’nin döneminde yaşanan mezhep savaşı Irak toplumunu yıprattı. Maliki dönemi 2014 yılında DEAŞ terör örgütünün meydana çıkmasıyla son buldu. Söz konusu örgüt Sünni şehirleri yıktı. Binlerce Sünni ve Şii vatandaşı öldürdü. Maliki’nin Erbil’e ödenen maaşları kesmesi Kuzey Irak ile de sorunlar yaşanmasına neden oldu. Sünniler ve Kürtlerle sorun yaşayan Bağdat merkezi yönetiminin Maliki döneminde uluslararası kamuoyundan ve Amerika tarafından desteklenmesi dikkate değer bir durum teşkil etti.

ÜÇÜNCÜ NEDEN: IRAK’A İRAN MÜDAHALESİ

İran’ın Irak’ı tahrip etme niyeti iki ülke arasındaki savaştan yola çıkarak anlaşılabilir. İran, Irak toplumuna müdahale etmeyi her zaman kendine vazife olarak bildi, milli menfaatleri doğrultusunda zayıf bir Irak görmeyi hayal etti. 2003 yılındaki ABD müdahalesiyle İran’ın bu hayali gerçekleşti. Amerikan yönetimi Irak’ı İranlılara altın tepsi içinde sundu. Saddam yönetimini tasfiye bahanesiyle Sünnileri yeni yönetimden uzaklaştıran ABD, Irak’ı Tahran’a sadık olan parti ve çetelere teslim etti. Bu sürecin gereği olarak İran, milisler, partiler ve din adamları yoluyla Irak’ı tedricen kontrolü altına almaya başladı.

İRAN NİÇİN IRAK’I ELİNDE TUTMAK İSTER?

- Irak, İran’ın bölgedeki nüfuzuna karşı tabii bir engeldir. Farisilerin Arap coğrafyasının içine nüfuz etmesini, yayılmasını Irak’ın varlığı önlemiştir.

- Irak önemli bir petrol deposudur. Bu petrol deposu İran kaynaklarına dahil edildiği takdirde İranlıların elinde devasa bir servet oluşacaktır. Irak’ın elindeki ihtiyati petrol miktarı 112.5 milyar dolarlık bir meblağa ulaşmıştır. Irak’ın petrolünü ve gelirini İran’a bölgesel projelerinde önemli bir finans sağlayacaktır.

- Irak, İran için stratejik bir derinliktir. Aynı zamanda iç düzenini değiştirme ve müdahale girişimlerine karşı ön savunma hattıdır. Irak, tarihi yönden İran’a karşı girişilen askeri harekatların ana güzergahıdır.

- Bölge liginden dünya ligine terfi etmek isteyen İran için Irak bir tür ilave kart, elinde tuttuğu koz konumundadır. Nitekim nükleer konusunda büyük yatırımlar yapan İran, küresel güçlerle masaya oturma, pazarlık yapma imkanı yakalamıştır. Irak bu pazarlıkların anahtar ögesi olmaya devam edecektir.

İran, kendi kontrolündeki zayıf Irak projesini ikame için Irak toplumu içerisindeki etnik ve mezhebe dayalı bölünmeleri güçlendirmeye çalışmıştır. Bu doğrultuda Irak’ta istikrar ve huzuru dinamitleyen tüm siyasi partilere ve silahlı ideolojik çetelere destek vermiştir. İran’ın stratejik hedefi şu cümlede özetlenebilir. “Irak ne kadar zayıf olursa İran bir o kadar güçlü olacaktır.”

SİYASİ ÇÖZÜMÜN ESASLARI

Irak 2003 yılındaki ABD müdahalesinden itibaren Washington’un vizyonu doğrultusunda hareket eden siyasi kadrolar tarafından yönetilmekte, bu nedenle sayısız krizle boğuşmaktadır. Bu krizlerin aşılması için yapılması gerekenleri ivedilikle masaya taşımak zaruret hâlini almıştır.

IRAK MESELESİ NASIL ÇÖZÜLÜR?

Toplumun bireyleri arasında adaleti sağlayacak milli bir planın benimsenmesi. Adaletin tesisi, yolsuzluk ve fitnecilik mevzularında başrolde bulunan yetkililerin yargılanması ve cezalandırılmasını mecbur kılmaktadır. Ve elbette sicili temiz, dış güçlerle ilişkisi olmayan yeni yetkililerin göreve getirilmesini...

- Sadece ülkesini ve vatandaşı koruyan millî bir ordunun oluşturulması. Millî ordu belirli kesimlerin adına hareket edemez, dış güçlerin bayraktarlığını yapamaz. Kurulacak millî ordunun ilk hamlesi Irak topraklarında İran nâmına hareket eden ve sayıları 60’ı aşan mezhepçi çetelerle mücadele etmek olmalıdır.

- Dış müdahale ve her türlü hileli işlemden uzak, uluslararası denetime açık, nezih ve demokratik bir seçimin gerçekleştirilmesi. Iraklı vatandaş verdiği oyun buhar olduğunu görüyor, seçimlerin artık bir kurgu olduğuna inanıyor. Oy vermek yerine boykot etmeyi tercih ediyor. Halkın verdiği oy değerlidir. Zira halkın seçtiği lider iş başına gelecektir.

ABD-İran ittifakı Irak’ı paramparça etti

Görünürde İran ile kötü ilişkilere sahip ABD, Irak’ta İran ile müttefikliğe yeşil ışık yakmıştı. Daha net ifade etmek gerekirse, Amerika Irak’ı altın bir tepside İran’a hediye etmişti. İran da bu hediyeyi memnuniyetle devraldı. Bütün bunlar yaşanırken dünya kamuoyu önünde sözde düşmanlık görüntüsü vermeye devam ediyorlardı.

NEZIR EL KANDÛRÎ - GAZETECI YAZAR

ABD’nin 2003’teki Irak’ı işgali büyük bir yalana dayanıyordu ve bu durumun üst düzey Amerikan liderleri tarafından itiraf edilmesi, o sırada ABD yönetimi için büyük bir skandal olmuştu. Zira işgalin gerekçesi Irak’ın kitle imha silahlarına sahip olduğu şeklinde bir istihbarat kurgusuna dayanıyordu. Daha sonra bu yalanın/kurgunun bütün delilleriyle ortaya çıkmasına rağmen ABD ve İngiliz müttefikleri başka gizli hesaplar çerçevesinde Irak’ı işgal ettiler. Ancak bu iki ülke bütün çabalarına rağmen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden onay almayı başaramadılar. Irak işgalinin ana nedeni, ABD tarafından oluşturulan Büyük Ortadoğu Projesinin hayata geçirilmesiydi. Proje için başlangıç olarak ilk hedef ülke Irak seçilmişti. Arkasından bölgedeki diğer Arap rejimleri tek tek ortadan kaldırılacak ve bu ülkelere Irak örneğine benzer yeni sistemler getirilecekti. Amerikan’ın Irak için planladığı proje Batı anlayışına uygun, Amerikan tarzı bir demokrasi sisteminin kurulmasıydı. Küreselleşme kültürü yeni nesil arasında yaygınlaştırılacak, komşu ülkelere bu kültür sirayet ettirilerek, planlarına uygun olmayan dikta rejimlerinin de devrilmesi sağlanacaktı.

İŞGALCİLER IRAK’I TANIMIYORDU

Irak’ı askerî olarak işgal etmeyi başaran Amerika, işgalden sonra Irak’ın nasıl şekilleneceğine dair belirgin bir resim ortaya koyamadı. Ellerinde Irak’ın dinî ve etnik, siyasî ve mezhebî çeşitliliği hakkında ellerinde derinlemesine bilgi yoktu. Bundan dolayı işgalden sonra ülkede derin bir anarşi ve karmaşa hâkim oldu. İşgal valisi atanan Paul Bremer’in yönetimindeki Irak birleşik bir devlet olmaktan çıktı; siyasî, etnik ve mezhebi bir parçalanmışlığın içine düştü. Öyle ki, vatandaşlık mefhumu işgalcilerin gelmesiyle değişik gruplar nezdinde içi boş, anlamsız bir hâl aldı.

ÜLKEYİ İÇİNDEN ÇIKILMAZ BİR HÂLE SOKTULAR

Irak sahasında işgal kuvvetlerini tavır karmaşasına sürükleyen diğer bir etken ise işgalin hemen akabinde Sünni direnişin başlaması oldu. Bunun sonucu olarak işgalciler meselenin büyük bir askeri çıkmaza girdiğini farketti ve bunu çözmenin yollarını aramaya başladı. Zira her geçen gün işgalciler için gittikçe pahalıya mal oluyordu. Kaybedilen asker sayısının çokluğu, masrafların kat be kat artmasıyla birleşince savaş anlamsız gelmeye, başlangıçtaki Amerikan planı sonuç alınamaz bir muammaya dönüşmeye evrildi.

Bunun üzerine işgal projesinde meydana gelen aksaklıkları, yanlışları, tespit etmek için Cumhuriyetçiler ve Demokratlardan oluşan bir komite kuruldu. ABD’nin işgal projesinin geleceğini araştırmak için eski dışişleri bakanı James Baker’in (Cumhuriyetçi Parti’den) başkanlığında, Temsilciler Meclisi eski Uluslararası ilişkiler komisyonu Başkanı Demokrat Partili Lee Hamilton’un da içinde yer aldığı bu heyet incelemelerde bulundu.

Ancak Hamilton’un 2006’da bizzat hazırladığı rapor, sorunları düzeltmeye yetmedi, Amerika’nın Irak işgal planını kurtaramadı.

‘SÜNNİ DİRENİŞİN ÜSTESİNDEN GELİNMELİ’

Bu komitenin en önemli tavsiyelerinden biri, Irak’ta istikrarın sağlanması gerektiğiydi. Demokratik bir sistemin kurulmadığı takdirde ABD’nin büyük Ortadoğu projesi büyük bir darbe alacaktı. Demokratik sistemi öneren raporun en çelişkili yanıysa, Irak’taki Amerikan askerlerinin beş kat daha artırılması olacaktı. Buna göre Irak’ın her tarafında çok daha kanlı bir savaş taktiği uygulanacak ve Sünni direniş mutlaka bastırılacaktı.

Iraklı Sünnileri bastırmak için İran’a bağımlı Şii partilerin gücünün kullanılması da bir başka tavsiye olarak dikkat çekiyordu. Rapora göre, İran’a bağlı Şiiler müttefik bir güç olarak Sünni isyanı bastırmada yardımcı olacak ve Irak’ta işlerin kontrol altına alınması sağlanacaktı. Oysa asıl amaç başkaydı: Irak’ta mezhebi bölünmenin artması ve derinleşmesi isteniyordu.

IRAK’TA SAHNE İRAN’A BAĞLI ŞİİLERE BIRAKILDI

2007-2008 döneminde ABD-İran ittifakı netice almaya başladı. İran’a bağlı Şii milislerin desteklediği ABD kuvvetleri Irak işgaline karşı direnişi büyük çapta geriletmeyi başardı. Bu durumu, İran’a bağlı Şii partilerin Amerikan himayesinde siyasi arenada güçlendirilmesi ve Irak yönetimini ele geçirmeleri süreci izledi. Böylece Irak’ta devlet iradesi Amerika’nın büyük desteğiyle İran’a yakın Şii grupların eline geçmiş oldu.

ABD-İRAN İTTİFAKINA DİKKAT

Manzara şuydu: Görünürde İran ile kötü ilişkilere sahip ABD, Irak’ta İran ile müttefikliğe yeşil ışık yakmıştı. Daha net ifade etmek gerekirse, Amerika Irak’ı altın bir tepside İran’a hediye etmişti. İran da bu hediyeyi memnuniyetle devraldı. Bütün bunlar yaşanırken dünya kamuoyu önünde sözde düşmanlık görüntüsü vermeye devam ediyorlardı.

Böylece İran, Irak’ın yönetiminde ABD’nin siyasî ve askerî ortağı haline geldi. Bu durumun yol açtığı en büyük travma, DEAŞ’a karşı savaş bahanesiyle İran yanlısı Şii milislere geniş çaplı lojistik destek veren ABD’nin aslında sivil Sünni halka karşı işlenen cinayetlere göz yumması oldu. Sipariş edilen raporlarda süslü ‘istikrar’ kelimesini dilinden düşürmeyen ABD, gerek Irak gerekse Suriye’de Şii çeteler ve PYD/YPG/SDG gibi terör örgütleriyle açıktan iş tutan, istikrarsızlığa yatırım yapan bir işgal gücü hüviyetine büründü.

DEMOKRASİ OYUNUNDAN TEORATİK Şİİ DİKTATÖRLÜĞÜNE

Irak’tan başlayarak bölgenin kılcal damarlarına zerk edilen Amerikan rüyası, demokrasi oyunuyla start aldı ve nihayetinde Irak’ı Şii teokratik bir diktatörlüğe dönüştürdü. Amerika liderleri Irak projesini takdim ederken güya ülkeye Amerikan tarzı bir demokrasi getirmeyi, ülkeyi özgürleştirmeyi vaat etmişlerdi. Oysa bugün geldiğimiz noktada Irak’ta tam anlamıyla bir Şii tiranlığı ve zulüm düzeni hâkim.

BU ABD’NİN İLK BAŞARISIZLIĞI DEĞİL

Amerika’nın Irak’taki başarısızlığı Ortadoğu’daki ilk başarısızlığı değil. Öncesinde Afganistan’da da aynı durum cereyan etti. Irak’taki başarısızlıktan sonra terör örgütü PKK / PYD’ye Suriye’de devlet sözü vermesi ise başka bir çıkmaz olarak ortaya çıktı. ABD herkese söz verir; işine geleni tutar, işine gelmeyeni umursamaz ve çabucak unutur. Amerikan planlarına hizmet edenler kullanıldıktan sonra bir kenara atılmaya mahkumdur. Amerika’nın bölgedeki en büyük başarısızlığı Irak’tır, PKK / PYD gibi başarısızlıkları da peş peşe gelmeye devam edecektir.

İRAN ABD’Yİ ARATMADI

ABD’nin eski başkanı oğul Bush, bölgeyi demokrasi vahasına dönüştürmeyi vadetmişti. Oysa Amerikan işgalinden sonra Irak, benzeri görülmemiş bir terör arazisine dönüştü. Peşinden İran geldi ve Irak’ta geri kalan her şeyi tahrip etti. Irak’ı her yönüyle kendine bağlamanın derdine düştü. Ülkeyi aciz yönetimlere mahkum etti, toplumsal yapıyı gruplara bölerek parçaladı. ABD’nin Irak fiyaskosu, İran’a bölgede alan açarak diğer Arap devletlerine sızmasını sağladı. Bütün bunların sonucu olarak İran bölgede en önemli oyuncu hâline geldi.

IRAK’IN YOLSUZLUK VE TALAN FOTOĞRAFI

Son açıklanan yolsuzluk dosyalarının iki eski bakan ve müsteşarı kapsadığı; Babil, Kerkük, Ninova ve Salahaddin eski valilerinin de listede yer aldığı açıklandı. Ancak uzmanlar, bu kişilerin gereği gibi yargılanmayacağını söylüyorlar. Nitekim meclisteki Bütünlük Komitesi Başkanı, 22 Eylül’de istifasını verdi. Gerekçe malum: Yolsuzlukları dile getirdiği için siyasi baskılara maruz kalma...

RAED EL HAMED* IRAKLI ARAŞTIRMACI

Yolsuzluk, emniyet ve askeri kurumlar dâhil Irak’taki tüm devlet kurumlarını siyasî, mâlî ve idarî yollarla kemirmektedir. Rüşvet, vergi kaçakçılığı, kamu malları hırsızlığı, yüksek miktarlı komisyonlara karşı kalitesiz ve uçuk meblağlı ihalelerin alımı ve bunlara benzer neredeyse kurumsal bir işe dönüşen sadece kamuya ait alanlarda değil, özel sektörü ve toplumun genel yapısını etkileyen bir yolsuzluk söz konusu.

Yolsuzluk, denetim ve gözetim unsurunun eksikliği ve yasaların uygulanmasından sorumlu yargının zayıflığından dolayı, Irak’taki tüm kurumlara kök salmış durumda. Bu da yolsuzluğa neden olan sebepleri belirli alanlarla sınırlandırmayı güç hâle getirmiştir.

YOLSUZLUK VARDI FAKAT İYİCE AZDI

Ülke, 1958’de Cumhuriyet sistemine geçtikten sonra yolsuzluk bir şekilde ülke kurumlarının özelliği hâline gelmiş olabilir. Ancak yolsuzluğun yayılması ve bireysel vak’alardan toplumsal bir olguya dönüşmesi, Irak devleti ve toplumunun karşı karşıya kaldığı zorlukların başında yer almasına neden olmuştur. 2003 yılından sonra terörle mücadele ile eş zamanlı olarak yolsuzluk daha net bir şekilde kendini göstermiştir.

Irak’taki yolsuzluk meselesi, işgalden sonra kabul edilen siyasi sistemin köklerine dayanır. Irak devletini oluşturan kurumların ve siyasi partilerinin tutumları yolsuzluğun sirayet etmesine yol açmış, parlamento denetim ve gözetim rolünü gereği gibi yerine getirmemiştir.

Siyasi süreç genel itibariyle, etnik ve mezhebî bileşenleri temsil eden siyasi partilerin kaynak yönetimi ve mevzuatın yürürlüğe girmesinde kilit rol oynadığı makam bölüşümü temelinde organize edilmiştir.

Kabine kurulurken ana siyasi oluşumların süreçte yer almayı kabul etmek için ön şart olarak ileri sürdüğü kendilerinin ‘’memnuniyetine’’ dayanan uzlaşı formülleri, yolsuzluğun en bariz örneğini teşkil eder. Çünkü hiçbir başbakan bu siyasi oluşumlar olmadan kabineyi kuramaz.

Siyasi, ekonomik, hizmet veya diğer pozisyonlar için, siyasi partiler tarafından başbakanlara sunulan adaylarda herhangi bir liyakat, tecrübe, ilmî nitelik veya dürüstlük kriter olarak yer almamaktadır. Devlet mekanizmasını işletmekle yükümlü başbakanlar, siyasi oluşumların sunduğu isimleri kabul veya red seçeneği ile karşı karşıya kalmaktadır.

ADAM KAYIRMA VE YAĞMA DÜZENİ

Raporlarda belirtildiği üzere, Başbakan Âdil Abdul Mehdi’nin, 2018’de hükümet kurma müzakerelerindeki başarısı karşılığında, bakanlık ve bakan yardımcılığı, genel müdürlük, kurum başkanlığı ve elçilik pozisyonları ile benzer hassas konumlara siyasi oluşumlardan 800 kişiyi atamak üzere kabul ettiği görülmüştür.

Hükümet kurma ön müzakerelerinde iktidar paylaşımı düzenlemeleri yapılırken siyasi partiler üst düzey hükümet pozisyonları listesinde yer alan en az 800 pozisyon için yarışırlar. Bu partilerin başında, işgalden sonra Irak’ı en uzun süre yöneten Maliki’nin Dâvâ Partisi gelir.

Gerek bakanlar gerek daha alt düzeydeki mevki sahibi kişilere, hassas iş pozisyonlarını işgal ederken ilk kriter olması gereken yeterlilik ve uzmanlıkları sorulmaz. Mevcut sistem önemli mevkilerde görev almak üzere siyasi partilere yönetici ve kadro yerleştirme imkânı sunmuştur.

Uzman uluslararası kuruluşların raporları; Irak devlet kurumlarının, Irak ekonomisinde “feci” yansımaları görülen yaygın yolsuzluk ve adam kayırma hususlarından mustarip olduğunu ortaya koyuyor.

Uluslararası Şeffaflık Örgütü, 2013 yılında Irak devlet kurumlarındaki yolsuzluğu izlemek adına bir saha araştırması yaptı ve bir rapor hazırladı.

Rapora göre, ‘’kısmen yozlaşmış’’ ya da ‘’tamamen yozlaşmış’’ siyasi partiler yüzde 47 nispetinde yolsuzluğun baş müsebbipleri olarak görüldü.

Yolsuzluğun döndüğü bariz alanlar, emniyet birimleri dâhil olmak üzere devlet dairelerindeki istihdam alanları çıktı. Buradaki yolsuzluklar akrabalık ilişkileri ve parti mensubiyetine dayanan adam kayırma ve rüşvet yoluyla gerçekleşti.

IRAK’IN ‘UZAY ÇALIŞANI’ NE DEMEK?

Uluslararası kuruluşlarca tespit edilen yolsuzluk vâkıaları arasında yer alan sıra dışı olanı “uzay çalışanı” vâkıasıdır. Uzay çalışanı; yetkililerin hayali isimler listeleyerek oluşturduğu, statü verdiği ve maddi olarak maaşından yararlandığı hayali devlet memurudur.

Uluslararası Şeffaflık Örgütü, Irak’ı 2018 yılında en yozlaşmış ülkeler sıralamasında 12. olarak sınıflandırdı.

Irak, ‘’Uluslararası Şeffaflık Örgütü’’ tarafından yayınlanan ‘’2018 Yolsuzluk Algısı Endeksi’’ sıralamasında çarpıcı bir yerde duruyor. 180 ülkenin ele alındığı bu raporda, ülkede sıfır yolsuzluk mânâsına gelen 100 puan üzerinden 18 puan alarak 168. Sırada yer aldı. Dürüstlük sıralamasında 168, yolsuzluk sıralamasında ise 12. ülke.

Yolsuzluk oranı 2003 ile 2018 yılları arasında 162,19 seviyesinde gerçekleşti. Ülke en yüksek yolsuzluk seviyesini 2017 yılında, en düşük seviyeyi ise 2003 yılında gördü. Bunun yanı sıra, Dünya Bankası tarafından yayımlanan “iş icra etme kolaylığı” endeksinde Irak 2017 yılında 189 ülke arasından 168. oldu. 2019 yılında ise 190 ülke arasında 171. sırada yer aldı.

Bu gerileme; merkezi hükümetin, 2018’deki hükümet kurma müzakerelerinde Âdil Abdul Mehdi’nin açıkladığı hükümet programının en belirgin başlığı olan yolsuzlukla mücadeledeki başarısızlığının ciddi bir göstergesi. Bu da hizmetlerin sunulmasındaki düşüş ve genel ekonomik sektör ile ilgili her alanda yaşanan net gerilemeyi açıklıyor. Ve tabii yaşanan protesto gösterilerini de... Irak halkının yüzde 40’ını etkileyen ve fakirliğe neden olan yolsuzluk, 2015’ten bu yana işsiz gençler tarafından Bağdat ve diğer illerde dalga dalga protesto ediliyor.

SİLAHLI ÇETELER İHALE DAĞITIYOR

Siyasi parti ve silahlı grup liderleri yerli ve yabancı şirketlere verilen projelerin birçoğunda aracı olarak öne çıkıyor. İhaleyi kazanmak adına şirketler tarafından bu liderlere yasadışı yollarla komisyon veriliyor. Rüşvetle dağıtılan bu tür projelerin uygulaması da usulsüzlüklerle dolu. Proje şartnamelerinde yazılı yükümlülükler çoğu kez yerine getirilmiyor ve kamu büyük çapta zarara uğratılmış oluyor.

Irak’ta ihalelerin adresi genelde bellidir. İhaleleri üst düzey Iraklı politikacılar kendi aralarında paylaşır. Uygulamayı ya bu politikacılara ait şirketler yürütür ya da komisyon karşılığı menfaat zincirinde yer alan başka şirketlere verilir.

Peki, herhangi bir denetim mekanizması yok mudur? Aslında Dürüstlük ve Yolsuzlukla Mücadele Komisyonu gibi birçok bağımsız denetim kuruluşu mevcuttur. Ancak bu mevcudiyet kâğıt üzerindedir. İhale şartlarını ihlal eden şirketlere ilişkin yapılan şikayetler genellikle görmezden gelinir. Siyasi parti ve silahlı grup liderleri, kendi etrafındaki insanları kanunî sorgulama ve kovuşturmalardan korumada gayet başarılıdır.

Irak Devleti, dünya üzerinde var olan petrol rezervlerinin yüzde 10’unu, Orta Doğu’da tespit edilmiş petrol rezervlerinin yaklaşık beşte birini ve dünyanın en büyük dördüncü rezervini elinde tutmaktadır. Devlet gelirlerinin yüzde 90’ından fazlasını petrol ve doğal gaz sağlamaktadır.

Bütün bu zenginliğe rağmen yanlış yönetim ve yolsuzluk nedeniyle ülke maddi açıdan fakir ülkeler arasında yer alıyor. Üstelik küresel petrol piyasasında petrol fiyatları dalgalanınca kaçınılmaz olarak kamu bütçesinde mali gedikler daha da büyüyor.

Saddam Hüseyin’in rejiminin devrilmesinden bu yana 16 yıl geçmesine rağmen, yolsuzluk hâlâ Irak hükümetlerinin karşı karşıya kaldığı en önemli zorluklardan biri olmaya devam ediyor. Yolsuzluk, gündelik hayatı doğrudan etkilediği için Irak vatandaşının en önemli endişelerinden biri. Ülkenin sahip olduğu muazzam yeraltı kaynaklardan elde ettiği gelir, vatandaşı da tabii olarak beklentiye sokuyor, güven ve istikrar içinde, müreffeh bir ülkede yaşama arzusu baş gösteriyor.

RÜŞVET VERMEDEN ÇARK DÖNMÜYOR

Birleşmiş Milletler Ofisinin uyuşturucu ve suçlarla mücadele kapsamında 2011 yılında yayımladığı rapor yolsuzluğun toplumun daha çok hangi katmanlarında yer bulduğunu gözler önüne seriyor. Irak vatandaşlarının gündelik işlemlerini yerine getirmek için ödedikleri en büyük rüşvet payını yüzde 19 ile sağlık sektörü alıyor. Bunu yüzde 15 oranıyla kamu hizmeti veren memurlar ve yüzde 14 oranıyla emniyet mensupları takip ediyor.

Yolsuzluğun yaygınlığı, BM’nin Irak’taki yeniden yapılanma çabalarına da yansıyor. Bir ABD raporuna göre, Uluslararası Şeffaflık Örgütü, 2003-2012 dönemi arasında ABD’nin yeniden yapılanma için verdiği 60 milyar dolarlık bağıştan 8 milyar doların kayıplara karıştığını bildirdi.

Yolsuzluk, elini taşın altına sokacak diğer ülkelerin ve kurumların alacakları kararları da olumsuz yönde etkiliyor. 2017 yılı sonunda DEAŞ’ın hezimeti sonrası ülkeye yatırımcı çekme konusunda verilen onca çabaya rağmen muhatapları ikna etmek mümkün olmadı. Sebebine gelince... Yabancı yatırımcılar, emniyet teşkilatı ve askeri kurumlar dâhil her yere sirayet eden “organize yolsuzluk grupları”nın şantaj ve tehditlerinden korkuyorlar.

Uluslararası raporlara göre, 2003 ile 2013 yılları arasındaki kamu zararı 100 milyar dolardan fazla ve bu zararın 20 milyar doları 2013 yılında gerçekleşmiş durumda. Bu dudak uçuklatan rakamlara kanmayın. İşin uzmanlarına göre bu rakamlar gerçeği yansıtmıyor. Gerçek rakamın 300 milyar doları bulduğu söyleniyor.

Temsilciler Meclisi komitelerinden birinin özel bir raporuna göre, 2003’ten bu yana Irak devletinin çeşitli sektörlerinde 6000 hayali projeye harcama yapılmış. Bu hayali projelerin Irak devletinin bütçesine zararıysa 178 milyar dolar olmuş.

YOLSUZLUK YAPANIN YANINA KÂR KALIYOR

2005 yılından bu yana yolsuzluk konusunda dişe dokunur pek az şey yapıldı. Zira yolsuzlukla suçlanan kişiler hem devlet kurumlarında hem de aşiret ağırlıklı toplum yapısında geniş nüfuza sahip kimselerdi. Yine de birkaç örnek sunmak mümkün. Mesela Irak

Hükümeti, silah, teçhizat ve mühimmat sözleşmelerinde yolsuzluk yapan ve 1 milyar dolardan fazla parayı zimmetine geçiren savunma bakanlığında görevli 27 yetkili hakkında adli kararlar verdi.

2012 yılında Dürüstlük Komisyonu, Savunma Bakanlığında görevli 24 yetkili hakkında 4,2 milyar dolarlık bir silah anlaşmasından yasadışı komisyon alma suçlamasıyla soruşturma başlattı.

Başkanlığı altında Yolsuzlukla Mücadele Yüksek Konseyi’ni oluşturan Âdil Abdul Mehdi, yozlaşmış çok sayıda düşük rütbeli memurun yargıya getirilmesi ve 1000’den fazla yozlaşmış çalışanın işten çıkarılmasını sağladı. Fakat siyasi parti ve silahlı grup liderinden oluşan çete başlarına bir türlü dokunamadı. Ayrıca yolsuzluk dosyalarına isimleri giren dini liderler mevcut. Millî Dürüstlük Komisyonu, 2017 yılında bazı bakanları da içeren 290 üst düzey hükümet yetkilisi hakkında yolsuzluk faaliyetlerine karışmaktan dolayı çok sayıda tutuklama emri çıkarıldığını duyurdu. Ve elbette bir netice alınamadı.

Yolsuzlukla Mücadele Yüksek Kurulu, 1 Ekim 2019’dan bu yana devam eden Irak’taki protestoları yatıştırmak için 11 Ekim günü dokuz üst düzey memurun Irak yargısına sevk edildiğini açıkladı. Yolsuzluk dosyalarının iki eski bakan ve müsteşarı kapsadığı; Babil, Kerkük, Ninova ve Salahaddin eski valilerinin de listede yer aldığı açıklandı.

Ancak uzmanlar, bu dosyaların işleme girmeyeceğini ve suçlara bulaşanların gerektiği gibi yargılanmayacağını söylüyorlar. Nitekim meclisteki Bütünlük Komitesi Başkanı, 22 Eylül’de istifasını verdi. Gerekçe mâlum: Yolsuzlukları dile getirdiği için siyasi baskılara maruz kalma...

  • *Irak’taki Silahlı örgütler ve Sünni toplumların dönüşmesinde uzman

İran’ın Irak’taki nüfuzu

İran siyasi hırslarını mezhep ambalajına sarmış Irak ve Arap coğrafyasındaki Şii kuşağı parmağında oynatmaktadır. Irak, İran ajandasına teslim olduğu sürece kendi ayakları üzerinde durmayı başaramayacaktır.

MÜCAHIT EL TAI - IRAKLI YAZAR, SIYASET ARAŞTIRMACISI

Irak, İran’ın bölge projesinde siyasî ekonomik, askerî, dinî, vb. çeşitli yönlerde önemli bir konuma sahiptir.

■ Irak, Tahran politikasına bağımlı kaldığı müddetçe müttefiktir.

■ Aynı zamanda Amerika’nın ekonomik yaptırımlarına karşı mücadelede hendek mahiyetindedir.

■ Irak, İran’ın servetini Tahran, Şam ve Beyrut şehirlerini Bağdat yoluyla Akdeniz’e ulaştıran ihracat köprüsüdür.

■ Bununla birlikte İran’ın Suriye, Lübnan ve Yemen’de bulunan militanlarını besleyen, nüfuzunu güçlendiren karayolu kaynağıdır.

■ Öte yandan İran’ın hırsla baktığı Körfez ülkelerine açılan önemli bir penceredir.

İran, coğrafyadaki nüfuzunu ilmek ilmek dokurken bütün ipler Irak’tan geçmek durumundadır. Irak’ın güneyinden itibaren kuzeye doğru uzanan hattın her kilometresi İran açısından stratejik bir öneme sahiptir. Bağdat’taki İran Büyükelçiliği yanında Basra’da 5 konsolosluk bulunmakta, Necef, Kerbelâ hatta Erbil ve Süleymaniye şehirlerinde bile İran etkisi rahatlıkla hissedilmektedir.

SİYASÎ NÜFUZ

İran genel anlamda Şii partileri desteklemekte, Şii partilerin siyasi platformda ortak operasyonlar yapmasını teşvik etmektedir. 2003 yılından bu yana siyasi kararların kendi menfaatleri doğrultusunda çıkmasını sağlamış, krizlerde kontrolü elde tutma adına gerekli çalışmaları yapmıştır. Tarih boyunca İran’a düşman bir ülke pozisyonunda bulunan Irak, bugün İran’ın kararları doğrultusunda yönetilen bir ülke haline gelmiştir. Amerika’nın liderliğinde hareket eden yerel rakipler İran’ın nüfuzuna paralel şekilde kendi nüfuz alanlarını oluşturamamış, İran nüfuzuna karşı savaş dahi açmayı becerememişlerdir.

Bugün Irak’ın güneyinden kuzeyine kadar Şii, Sünni ve Kürt siyasi gruplarla sıkı ilişkiler kuran ve bir anlamda onları denetim altında tutmaya çalışan bir İran söz konusudur. Her türlü ittifak ilişkisinden öte bir devletin başka bir devlet içerisinde bu derece nüfuz sahibi oluşu Irak örneği ele alındığında şaşırtıcı bir düzeydedir. İran, Irak hükümetinin teşekkülünde önemli rol oynamakta, siyasi uyuşmazlıkların çözümünü üstlenmekte, bilhassa Şii gruplar arasında hakem olarak görülmektedir. Irak’ın adeta ciğerine işlemiş bir İran’ı denklemden tamamıyla söküp atmak neredeyse imkansız hâle gelmiştir.

İran, Irak’ı silahlı militanlar, dinî ve siyasî yapılar eliyle kontrol etmektedir. Irak’ta kendisine yakın duran pekçok yapıyı siyasî alanda partileştiren, askerî alanda silahlandırıp ayrı ayrı elinde tutan İran, bu yeni gruplar sayesinde herhangi bir olumsuzluk karşısında alternatif bulma sıkıntısı yaşamayacaktır. Nitekim çoğu silahlı grup ve siyasi teşekkül İran’ın desteğine ihtiyaçları olduğunun pekala bilincindedir. Bunun yanında sosyal hayatın kılcal damarlarına dek yayılmış şebekeyi daha anmadık bile. Birçok aşiret reisi ticaret ve sanayi odalarında, meslek gruplarında; üniversite hocaları akademik mahfillerde; yerelde mahalle muhtarlarına değin İran’ın menfaatlerine hizmet eden devasa bir kitle söz konusu.

EKONOMİK NÜFUZ

İran’ın Irak’taki iktisadî nüfuzu sanıldığından çok daha önemlidir. Bilhassa Amerikan yönetiminin İran’ın nükleer projesiyle ilgili uyguladığı yaptırımlar, İran’da büyük sıkıntılara yol açmış, İran parası tarihindeki en büyük dalgalanmalardan birini yaşamıştır. Irak işte bu noktada devreye girmiş ve ambargo altında nefessiz kalan İran için âdeta bir akciğer vazifesi görmüştür. İran, Irak sayesinde Amerikan yaptırımlarını çeşitli yollarla delebilmektedir. Örneğin Irak aracılığıyla petrol kaçırma, para aklama, Irak bankaları veya ortak bankalar yoluyla sağlam para sızdırma gibi çeşitli konuları bu meyanda zikretmek mümkündür. Ayrıca İranlı işadamları ve yatırımcılar Irak’ta ayrıcalıklı bir durumdadır.

Ticari ve endüstriyel alanlarda olduğu gibi turizm sektörü dahil pekçok alanda İranlı yatırımcıları görmek mümkündür. İranlı yatırımcılara vize konusunda kolaylık sağlamıştır. Irak piyasası ucuz İran mallarıyla doludur. İran, Irak’ın ana ticari ortağı hâline gelmiş, Irak’taki İran yatırımları 12 milyar dolara ulaşmıştır. İran açısından hedeflenen miktar 20 milyar dolardır. Bunun için İran-Irak sınırında Amerikan denetiminden uzak serbest ticaret odaları kurulmaktadır.

GÜVENLİK VE ASKERİ NÜFUZ

Irak’ta güvenlik meselesi başlıbaşına bir çalışma konusudur. Mekanizma çok karışıktır ve büyük oranda İran’ın elindedir. İran - Irak sınırında İran Devrim Muhafızları bulunmaktadır. Sınırına yakın noktalarda doğrudan Irak askerleriyle birlikte operasyon yapmaktadır. İran, aynı zamanda Irak sınır şeridi boyunca Şii ziyaret mahallerini terör riskinden koruma gerekçesiyle hava harekatları düzenlemektedir.

İran yanlısı Şii milis çetelerinin bileşkesi olarak ortaya çıkan Haşdi Şa’bi İran kontrolündedir. DEAŞ ile mücadele amacıyla kurulduğu söylenen Haşdi Şabi’nin DEAŞ sonrası tasfiye edilmemesi ne maksatla ortaya sürüldüğünün en açık göstergesidir.

Amerikan işgali öncesinde Iraklı Şii gruplar İran tarafından desteklenip silahlandırılmıştır. Daha sonra bu gruplar silahlarını Irak silahlı güçlerine teslim etmedikleri halde çete hüviyetinde resmiyet kazanmışlardır.

Haşdi Şabi liderleri herhangi bir çekinme duymadan sınır dışına (İran) bağlı olduklarına dair açıklamalar yapmaktadır. Haşdi Şabi benzeri yapılanmalar Devrim muhafızları tarafından Washington’un müttefiklerini - Suudi Arabistan veya İsrail - tehdit edebilecek balistik silahlarla donatılmıştır. Bu silahlar geçtiğimiz haftalarda Suud petrol şirketine karşı kullanılmıştır.

MEZHEPÇİ NÜFUZ

İran mezhebe dayalı birlikteliği Irak’taki Şiileri elinde tutma konusunda gayet mâhir bir şekilde değerlendirmektedir. İran’ın “Vilayet-i Fakih”e inanan kesimle güçlü ilişkileri bulunmakta, bu kesimi her türlü amacı için kullanmaktadır. Bilhassa mâişet sıkıntısı çeken hırslı devrimci gençleri devşirip silahlandırma yolunu benimsemiştir. Bu gençleri kendi ajandasına hizmetçi kılarak silahlı militanlara dönüştürmüştür.

Irak’taki dini referanslar, özellikle Necef İran için büyük önem arz etmektedir. Necef’in nüfuzunu kullanan İran, dini olguları kendi siyasetine alet etmektedir. Ancak bu dini referanslar kimi zaman İran politikasına uymayınca “Kum” ulemasının müdahalesi gecikmemektedir. Şii ulemanın kalbi sayılan Kum şehri, fetvalarıyla sadece İran’ı değil, Arap coğrafyasındaki tüm Şii kuşağı etkisi altına almış durumdadır.

Görüldüğü üzere İran siyasi hırslarını mezhep ambalajına sarmış Irak ve Arap coğrafyasındaki Şii kuşağı parmağında oynatmaktadır. Irak, İran ajandasına teslim olduğu sürece kendi ayakları üzerinde durmayı başaramayacaktır.

SÜNNILERI DIŞLAMAK KIME NE KAZANDIRDI?

SÜNNILERI DIŞLAYAN MEZHEPÇI ZIHNIYET ŞIILERE YARADI MI PEKI? YAŞANAN SON OLAYLAR BUNUN BÖYLE OLMADIĞINI GÖSTERIYOR. ÜLKELER GEMILERE BENZER. BATARSA; AMA ZENGIN AMA FAKIR, AMA ŞII AMA SÜNNI HERKES BIRLIKTE BATAR.

EKREM ZIYAD

Öncelikle bir hakikati teslim etmek gerekiyor. Irak’ta yaşayan Şiiler 1921 yılından Saddam Hüseyin idaresinin sonuna kadar büyük bir haksızlık ve zulümle karşı karşı kaldılar. Fakat bu işi başlatan kimdi? Elbette İngilizler. İngilizler, çıkardıkları vatandaşlık yasasıyla Şii-Sünni sosyolojik fay hattını harekete geçirip ülkeyi negatif enerji biriktiren, patlamaya hazır bir coğrafya haline getirdiler. İşin acı tarafıysa, bu politikanın 2003 yılına dek ‘mazlum’u konumundaki Şiilerin, Amerikan işgaliyle birlikte ‘zalim’ tarafa geçmekte bir an bile tereddüt etmeyişi oldu. Üstelik Sünnilerin tarih boyunca uygulamadığı, uygulamayı aklından bile geçirmediği yöntemleri kullanmayı kendilerine hak olarak görebildiler. 2003 sonrası Irak tarihi, modern dünya tarihinin en karanlık sayfalarından biri olarak kayıtlarda yerini çoktan aldı. Sistemli bir şiddet dalgası başkent Bağdat’tan başlamak suretiyle bütün ülkeyi adım adım etkisi altına alarak bütün meskun mahalleri kasıp kavurdu. Mezhep ayrımcılığına dayanan yönetim biçimi, ‘kendinden olmayan’a temel insani hakları hatta hayat hakkını bile çok gören bir şiddeti onayladı. Onaylamakla da kalmadı sırtını sıvazladı. Nitekim bugün baktığımızda halen devam eden sürecin ülkede millî bir düzen oluşturamadığı gayet açık. 2003 yılıyla birlikte başlayan kaos her geçen gün makası daha bir açıyor, ülke daha bir karanlığa gömülüyor.

Bir devleti ayakta tutan herşeyden önce hukuktur, adalettir. Irak’ta kırıntısı bile mevcut değil. 2003 öncesinde de ülkenin durumu iç açıcı değildi. Ancak Amerikan işgali sonrası Şii partilerin iktidarı döneminde yaşanan iktisadî, idarî, siyasî, ticarî ve ahlâkî yozlaşmanın tarihte eşi benzeri yok. Irak tartışmasız bir şekilde tarihinin en kötü dönemini yaşıyor.

MEZHEPÇİLİK ÇÖZÜMSÜZLÜĞE SÜRÜKLÜYOR

Ülke, İran destekli Şii hükümetler döneminde uygulanan yanlış politikalar sonucu çeşitli mali sıkıntıların yanında çok ciddi siyasi krizler yaşadı. İntikam duygusuyla Sünni varlığın dışlanması devlet tecrübesi ve aklına sahip insanların bertaraf edilmesi sonucunu doğurdu. Sosyolojik olarak ne kadar muktedir görünürse görünsün, devlet yönetme derinliği bulunmayan, henüz ehil olmayan bir mekanizmanın iktidara talip olmasıyla ülkeyi türbülansa götüren ciddi yönetim boşlukları oluşmaya başladı. Bu boşlukların arka plandaki İran gibi vesayet güçlerince doldurulmaya çalışılması ise türbülansı daha da ölümcül kıldı. Nitekim ortada bir devletten ziyade İran tarafından kumanda edilen çapulcu çetelerin varlığı görüldü. Amerikan işgalinin ikame ettiği mezhepçilik ülkeyi uçuruma doğru sürükledi.

SÜNNİLERİN YENİ IRAK’TA DIŞLANMA MERHALELERİ

Amerika Irak’ı işgal ettikten sonra Baas Partisi’nin yapısını parçalamak, liderlik etkinliğini kırmak için 16 Nisan 2003 tarihinde çıkarılan bir kanunla Paul Bremer’in başkanlık ettiği Ulusal Yüksek Konseyi tesis etti. Bu kapsamda Irak ordusu dağıtıldı ve Baas Partisi’ne üye oldukları bahanesiyle binlerce öğretmen ve memurun işine son verildi. Baas Partisi’ne üye olduğu iddia edilen hiç kimse bir daha kamuda görev alamadı.

Bu kararın amacı belliydi. Şii partilerin önderliğinde yeni demokratik devletin(!) kuruluş aşamasında Sünnilerin emniyet teşkilatından ve siyasi kurumlardan temizlenmesi gündeme gelmişti. Bu uygulama meyvesini vermekte gecikmedi. Ülke yıllarca sürecek olan iç savaşın, güvenlik zafiyetinin, istikrarsızlığın karanlık tüneline girdi. Zira sırf Sünni oldukları için görevlerine son verilen binlerce kişi için sosyal hayatta var olmak imkanı artık kalmamıştı. Çaresizlik ve öfke, bu insanlara silahlı direniş örgütlerine katılmaktan başka seçenek bırakmıyordu.

2006 yılında İran siyasetinin uzantısı olduğu bilinen Nuri Maliki’nin Başbakanlık koltuğuna oturmasıyla mezhepçi zihniyet tavan yapmış oldu. Nuri Maliki Irak’ı oluşturan değişik kesimlerin varlığını hesaba katmayı aklından bile geçirmedi. Adalet ve hukuku hâkim kılacak bir devlet yapısı için herhangi bir gayret göstermedi.

Şİİİİ İNFAZ TİMLERİ

Tam aksi zuhur etti. Maliki mezhepçi politikaları daha bir katmerleyerek ülkeyi mezhep savaşlarının tam ortasına sürükledi. Bunun planlı bir neticesi olarak sahneye Şii çeteler, silahlı infaz timleri çıktı. Bu çeteler Sünnilere karşı suikastlar düzenlediler, insanları kaçırdılar. Maliki yönetiminin yaptığı tek şey, İran tarafından desteklenen Şii çetelerin işlerini kolaylaştırmak oldu.

Ülkeye egemen Mezhepçi Şii zihniyetin ürettiği şiddet kendi karşıtını üretmekte gecikmedi. Ağır bir travma yaşayan Sünniler kendi meşru haklarını ve varlıklarını savunmak için silahı gruplar oluşturmaya başladılar.

SÜNNİLERİ DIŞLAMAK İÇİN HAŞİMİ’YE İDAM

Mezhepçi Şii zihniyet, sadece ülkenin değil aynı zamanda kendi kuyularını kazmakta olduklarını idrak edemedi. Sünnileri ve ülkenin diğer unsurlarını dışlamak, ülkenin geleceğini tehlikeye atmaktan başka bir netice getirmeyecekti. Şii siyasiler akıllanmak yerine Sünnilerin varlığına, Sünni siyasi önderliğe karşı baskı ve tacizlerini daha da artırmayı seçtiler. Bu politikanın devamı olarak 2011 yılında Irak Devlet Başkan Yardımcısı Tarık el-Haşimi hakkında ‘emniyet güçlerine karşı saldırıları finanse etmek’ suçlamasıyla tutuklama kararı verdiler. Maksat belliydi, Irak siyaset dünyasında tanınan Sünni liderliğe güçlü bir darbe indirmek... İran yanlısı Başbakan Nuri Maliki, Sünni liderleri terörle mücadele kabilinden uydurma gerekçelerle tasfiye ediyordu.

BARIŞÇIL DİRENİŞE SİLAHLI CEVAP

Şii siyasi partilerin Sünnilere yönelik dışlayıcı yaklaşımının sürmesi, Arap Baharı ile birlikte Sünni bölgeleri harekete geçirdi. Bu bölgelerdeki vatandaşlar, meşru, hukuki haklarını elde etmek, mezhepçi ayrımcılığa son vermek için gösteriler düzenlemeye başladı.

Kendilerine yönelik ayrımcılığa son verilmesi, keyfi olarak tutuklananların serbest bırakılması, kaçırılan ve haber alamadıkları gençlerin akıbetlerinin ortaya çıkarılması gibi taleplerle yapılan barışçıl gösteriler 2013 yılında Sünni şehirlerde büyük sivil bir direnişe dönüştü. Fakat Irak hükümeti Sünnilerin taleplerini dikkate almak yerine kurşun sıkarak karşılık verdi. Bu olaylar sırasında onlarca kişi öldü, yüzlerce kişi de yaralandı.

DEAŞ’I MEZHEPÇİ Şİİİİ ZİHNİYETİ VAR ETTİ

Mezhepçi şiddet Sünni bölgelerinde yeni bir istismarın doğmasına sebebiyet verdi. Şii çetelerin karşıt kardeşi DEAŞ terör örgütü, çok sayıda Sünni şehri ele geçirmeyi başardı. İlginçtir, barışçıl gösterilere kurşun sıkan Şii hükümet güçleri DEAŞ’ın ilerlemesine doğru düzgün direniş bile göstermedi, neredeyse tek kurşun sıkmadı. Evet, Nuri Maliki hükümeti DEAŞ’ın Sünni bölgeleri ele geçirmesini kolaylaştırma konusunda yardımcı oldu. Zira DEAŞ ile mücadele yapılıyor denildi, Sünni şehirler yerle bir edildi. DEAŞ’la mücadele bahanesiyle binlerce Sünni vatandaş Şii çeteler tarafından katledildi. Bütün bunlar olurken kimse Şiileri suçlamadı bile. Herkes DEAŞ’ı suçladı, işlenen suçlar Maliki’nin ve Şii çetelerin yanına kâr kaldı.

SÜNNİ ŞEHİRLER ŞİİİİILEŞTİRİLDİ

DEAŞ belasını Sünnilerin başına saran Mezhepçi Şii zihniyet, Sünni şehirlerde DEAŞ’çı diyerek öldürebildiği kadarını öldürdü, sağ kalanları da DEAŞ yanlısı diye tehcire tabi tutarak Şii nüfusu buralara taşımaya başladı. Kendi icatları DEAŞ tehdidinin 2017 yılında bittiğini ilan etmelerine rağmen Şii siyasetçiler geçmişten ders almış görünmüyorlar. Eski politikalar aynı şekilde devam ediyor. Şii çetelerin bileşkesi Haşdi Şa’bi, bugün Sünni şehirlerine egemen durumdadır. Asayiş onlardan sorulmakta, ticaret onlardan sorulmakta, şehirdeki en küçük sosyal faaliyet yine onlardan sorulmakta.

AKIBETLERİ BELLİ DEĞİL

Sünni şehirlerde her güce sahip Şii çeteler, tüccarlardan keyiflerine göre haraç almakla da kalmıyor, bildiğin eşkiya gibi adam kaçırıp fidye talep ediyor. Hele bir karşı gelmeye kalk, işte o zaman her türlü cezaya müstahak durumdasın. DEAŞ ile savaş sırasında Şii çeteler tarafından kaçırılan binlerce Sünni’den halen haber alınamıyor. Akıbetlerinin ne olduğu hakkında kimse bir şey bilmiyor.

SÜNNİ VAKIF VE MALLARINA EL KOYDULAR

Şii çeteler, hâkimiyetleri altındaki Sünni şehirlerde camilere ve Sünni Vakıflar Divanı’na ait gayrimenkullere el koymuş durumda. Sünni toplum dini kurumlar aracılığıyla Şiileştirme baskısına maruz bir hayat yaşıyor. Bu mezhepçi uygulamalar, Sünni bölgelerde gerilimi sürekli yükseltiyor ve yeni çatışmaların fitilin ateşliyor.Irak’ta çeşitli azınlıklar, gruplar ve farklı dini cemaatler bulunuyor. Ülkenin tek mezhebe dayalı, diğerine cebreden baskıcı bir zihniyetle yönetilmesi söz konusu olamaz. Bütün vatandaşlara hakkını hukukunu veren, herkese eşit mesafede, vatandaşları arasında ırk, din ve dil ayrımı yapmayan bir yönetim tarzı gerekiyor.İktidardaki Şii partiler böyle bir düzeni kurma konusunda başarı gösteremediler. Bundan dolayı krizler ve trajediler türlü şekillerde tekrarlanıp durdu. Irak sahip olduğu tabii ve beşeri zenginlikler bakımından bölgesinde ilerlemenin, refahın, bir arada yaşamanın modeli olmalıydı. Sünnileri dışlayan mezhepçi zihniyet Şiilere yaradı mı peki? Yaşanan son olaylar bunun böyle olmadığını gösteriyor. Ülkeler gemilere benzer. Batarsa, ama zengin ama fakir, ama Şii ama Sünni herkes birlikte batar.