İnsanın sonunu getirmek için her yolu mubah gören lanet Siyonizm...
Sermayelerine sahip olduğu emperyalist devletlerin destekleriyle kurulan İsrail, yeryüzünde kendilerinden başka herkesle düşman olmayı bozguncu karakterlerinin gereği görmektedir. Yayılmacı ve yok edici heveslerini Filistin topraklarından öteye taşımanın aracı olarak insanlığın en kadim uğraşı olan ziraatı seçmeleri de bu açıdan rastlantı değildir. Yaratanın kullarına bahşettiği tohumun genetiğini bozup, toprağı, suyu, havayı zehirlemeleri ve insanları gıdası üzerinden beşeri ilaç ve hastane bağımlısı yapmaları sadece bozguncu karakterlerinin bir başka tezahürüdür.
Siyonizm, nihai hedefine giden yolda başından beri çatışmacı, yayılmacı, bozan ve zorba bir hareket. Bu özellikler sebebiyle son yüzyılda yaşanan savaşların, hastalıkların ve özellikle ziraat ve gıdada tabii olanı bozma/ifsad girişimlerinin bütününde parmakları var. Öylesine sabit fikirli ve merhametsiz bir hareket ki sapkın ideolojisine mesafeli duran dindar Yahudilerle bile çatışabilecek kadar kötülükte sınırı yok. Çünkü din ile ilişkisi de danışıklı ve tümüyle yalana dayanıyor. Katı bir seküler olan kurucusu Teodor Herzl de zaten Yahudiliğin dini bir akım olarak tanımlanmasına karşıydı ve siyonizmin siyasi bir ideoloji olarak görülmesini istiyordu. Öyle bir ideoloji ki ortaya çıktığı günden beri lanetin her türünü mubah gördü.
1980 yılında Müslüman olduktan sonra siyonizm üzerine yoğunlaşan Fransız felsefeci Roger Garaudy, 1983 yılında yazdığı “İsrail Örneği: Siyasi Siyonizm Üzerine Bir Araştırma” kitabında özellikle siyasi Siyonizm'i, antisemitizmden beslenen ve hedefe ulaşmak için her türden kötülüğü yapabilecek tecritçi ve ayrımcı bir ideoloji olarak tarif eder. Holokost'u inkâr etmenin suç sayıldığı Fransız yasalarının varlığına rağmen “İsrail Siyasetinin Kurucu Mitleri” kitabında Holokost'tan "altı milyon Yahudi kurbanı efsanesi" diye söz etmesi de inkârcı ve yalancı bir kavmin siyasi ideolojisine kanmanın ahmaklık olacağını düşünmesindendi. Yaratana zulmedebilecek kadar zıvanadan çıkan bir toplumun günümüze ulaşan kolu olan siyonizm, tıpkı ataları gibi bağnaz ve şımarık olmasının yanında kendini dünyanın merkezine koyacak kadar hadsizdir de.
Siyonistlerin 20. yüzyılda türlü oyun ve tezgâhla başlayıp bugüne kadar gelen Filistin topraklarındaki varlıkları insanlığa her an Bakara süresinin 11. ayetinin yaşandığını hissettirdi. Gerçekten de İsrail’in kurulduktan sonra yaptığı her şey, Yaratan’ın (c.c.) “Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın!’ dediği insanlar olduğunu göstermektedir.
Onların bütün bozgunculuklarına rağmen hâlâ arsızca “Biz ancak ıslah edicileriz” diyebilmeleri ise ayetin devamında teyid edilmektedir. Her şey bu kadar açıkken maalesef siyonizm, dünyanın önemli bir kısmını söylediği bu yalana inandırabilmiştir. Oysa sadece son yedi ay içinde 15 bini çocuk 35 binden fazla Filistinliyi gözü dönmüşçesine katledip, on binlercesini sakat bırakmaları ve şehirleri atom bombası atmışçasına yerle bir etmeleri bile onların yeryüzünün en azgın bozguncularından olduğunu göstermeye yeter.
Hedefe daha kolay erişmek için
Herzl’in yeni yüzyılın parametreleri temelinde Yahudiliğin ayrımcılığa ve zulme uğradığına dair inanmaları siyonizm ile ilişkilendirmesinin tek sebebi, hedefe daha kolay erişileceğini keşfetmiş olmasındandır. Gerçekten de böylece dünyayı hem bir “Yahudi Ulusu” olduğuna hem de uydurdukları ulusun yurt edineceği toprakları çalmasıyla “devlet” olma hakkına sahip olduğuna ikna etmişlerdir.
Garaudy’nin siyonist İsrail üzerine yazılar kalem alırken sürekli antisemitik olmadığını, Yahudiliğe ve Yahudi kimliğine saygı duyduğunu ancak işgalci ve emperyalist amaçlar taşıyan siyasi siyonizme dair eleştirilerinin olduğunu söylemek zorunda kalması, insanlığın başının üzerinde sallandırılan antisemitizm kılıcı yüzündendi.
Garaudy, sömürgeci ve işgalci olarak gördüğü siyasi siyonizmin, Avrupa ve ABD’nin desteğiyle kendisine yapılan küçük bir eleştiriyi dahi antisemitizm silahıyla etkisizleştirdiğini yaşayarak deneyledi. Siyonizm’in şekillendirdiği İsrail, Graudy’e yaşattığı oto-kontrolü onlarca yıl boyunca dünyanın her yanında onu eleştirenlere de yaşattı.
İsrail bu konuda o kadar arsız ki bugün çoğunluğu çocuk ve kadın on binlerce insanı birkaç ay içinde katledip, Gazze’yi yerle bir etmişken bile hâlâ soykırımcı saldırganlığına karşı çıkanları antisemitist olmakla suçlayabilmektedir.
ABD üniversitelerinde İsrail’in soykırımını protesto eden öğrenci eylemlerini, Netanyahu utanmadan Hitler öncesi Almanya’daki antisemitik üniversite eylemlerine benzetmiştir. Fakat bu hilekâr silahları sonunda tekledi. 7 Ekim’de başlattıkları kıyım sonrası, ırkçı ve sömürgeci oldukları kadar ayrımcı, ötekileştirici ve kendi dışındaki herkesi yok sayan faşist bir hareket olduklarını da bütün dünyaya çok net bir şekilde gösterdiler.
Bir göz boyama taktiği
Öte yandan İsrail’in “Bölgedeki tek demokratik ve seküler devlet” olarak öne çıkarılması da göz boyamadan öte bir şey değildir. Gerçekte seküler, siyasi siyonist İsrail, bol bol her yaptığını Yahudiliğin mitlerine dayandırır ve dini kullanır. Bu, kirli amaçlarının hayata geçirilmesi açısından sürdürdükleri bir taktiktir. Vaat edilmiş topraklar, Kudüs, Süleyman Mabedi, kızıl inekler gibi kaynağını dinden alan kavramları sık sık dile getirmelerinin nedeni, ideolojik hedeflerine daha çabuk ulaşacaklarına inanmalarıdır. Filistinlileri Tevrat'ta yok edilmesi emredilen "Amelek"e benzetmeleri, yine Filistinlileri Talmud'taki bazı din adamlarının "goy"u tarif bağlamında kullandıkları "insan görünümlü hayvanlar" şeklinde tanımlamaları, Yehoşua'nın Eriha ve Ay kentlerine yaptığına benzer şekilde Gazze’nin" tamamen yerle bir edilmesi" de Siyonizm’i dini mitlerle ilişkili göstermenin çabasıdır.
“Filistin’de Yahudi devleti kurmak tanrısal bir haktır” iddiaları da gerçekte seküler görünen İsrail için dini argümanlara verdiği önemi göstermektedir. İsrail'in Filistin'e yönelik saldırılarında "uluslararası hukuka" uymayan eylemleri anımsatıldığında İsrail Cumhurbaşkanı Herzog'un, sivil öldürmeleri teşvik eder mahiyette açıklama yapması da Yahudilikte savaş düşkünlüğüne yapılan din referanslı bir atıftan başka bir şey değildir. Bütün bunlar seküler olduklarını söylerlerken, dine ait her argümanı işlerinin gerektirdiği gibi kullanabilecek kadar fırsatçı olduklarının delilleridir.
Holokost kimin eseri?
İcap ettiğinde dindar Yahudileri gözlerini kırpmadan Holokost’a gönderebilecek kadar merhametsiz olabileceğini gösteren Siyonizm, dini referanslardan bolca yararlanırken, bugün bile yaptıkları kötülükleri eleştiren dindar Yahudilere karşı acımasız olmaktan geri kalmamaktadır. Bu noktada Garaudy’nin, “İsrail Sorunu” adlı eserinde siyasi Siyonizm’in dini olanla karıştırılmamasının gerekliliğine olan vurgusu, bugünlerde bozguncu Siyonizm’in önünü kesmek adına biraz farkla öne çıkarılabilir.
Çünkü İsrail’in masumiyet, mahrumiyet, hak, hukuk, demokrasi vurgulu bütün söylemlerinin beslendiği kaynak burasıdır. Bir suiistimal üzerine kurgulanmış siyasi Siyonizm’in bu hilekâr tarafgirliğini ifşa etmek, Dünya’nın İsrail’in ne mal olduğunu anlamasında etkili olabilir. İsrail’in yaptıklarından memnun olmayan ve Filistin halkıyla dayanışma içinde olan ılımlı dindar Yahudileri, siyasi Siyonistlerden ayırmak Siyonizm cephesinde daha büyük gedik açmayı da sağlayabilir. Aynı şekilde Siyonizm’i dini argüman ve söylemleri kullanmaktan mahrum etmek, Filistinliler ve dünyanın geri kalanı üzerinde pervasız politikalar geliştiren bir sapkınlığın hesabının boşa çıkarılmasına imkân da verebilir.
Nitekim Gazze soykırımıyla birlikte dünyanın İsrail’in yayılmacı ve soykırımcı niteliğine görülmemiş şekilde tepki vermesinde bu ayrımın etkisini görmek mümkündür. Bu noktanın öneminin bugüne dek yeterince anlaşılmaması veya bilinçli/bilinçsiz es geçilmesi, Filistin toprakları üzerinde hak iddia eden siyasi Siyonistlerin emellerini temellendirdikleri “ilahi hak” gibi tamamıyla asılsız bir kavrama dahi taraftar bulabilmelerini sağlayabilmiştir.
Kendi yalanına inananlar
Şüphesiz seküler bir ideolojinin dini bilgileri kullanmasının yegâne amacı, işgalci ve emperyalist yayılmacılığına dayanak yapmak içindir. Bu, Herzl’in “Yahudi Devleti” isimli çalışmasındaki gibi siyasi Siyonizm’in işgal ettikleri yerlerde binlerce yıldır var olan Filistin halkını yok saymasından da anlaşılmaktadır. Filistin topraklarında yapılan bütün katliam ve soykırım girişimleri bu sapkın fikre dayandırılmış, binlerce Filistinli öldürülmüş ve topraklarından sürülmüştür. İsrailli siyasetçi Golda Meir’in daha 5 Haziran 1969’da Sunday Times gazetesine verdiği mülakattaki “Filistinliler yoktur. Filistin’de kendisini Filistin halkı olarak gören bir halk varmış da biz onları kapı dışarı edip ülkelerine el koymuşuz gibi bir durum söz konusu değildir” sözleri, Siyonistlerin uydurdukları bir yalanı ne ölçüde içselleştirdiklerini göstermektedir.
Thomas Kierman “Siyasi Siyonistler Avrupalıdır, eski İbrani kabileler ile aralarında kesinlikle biyolojik veya antropolojik bir bağ yoktur” derken aslında oynanan oyuna işaret etmektedir. Bu açıdan siyasi Siyonistler, Müslümanların yaşadığı coğrafyaya sokulmuş bir Truva atıdır. Avrupa’daki Yahudilerin gördükleri zulüm problemine tamamıyla sömürgeci ve işgalci bir plan çerçevesinde yaklaşmaları da oyunun bir parçasıdır. Böylece İkinci Dünya Savaşı sırasında Avrupa’da estirilen Yahudi düşmanlığının, hedefe ulaşmak için kurgulanmış olabileceği daha netleşmektedir. Tabiatıyla sonuçta Yahudilerin yaşam hakkı söylemiyle, Batılı bir devletin garantisi altında Siyonizm’in devlete dönüşümü sağlanmıştır.
Garaudy’un dediği gibi Herzl‘in başını çektiği Siyonistler İsrail devletini meşrulaştırmak ve Filistinlilerden çaldıkları toprakları bir hak olarak göstermek için Holokost'u kullanmış hatta yaşanmasını istemişlerdir. Siyasi Siyonizm, bu sayede öncelikle kendilerini sapkınlıkla suçlayan ve amaçlarına ulaşmada ayak bağı olacağına inanılan, Yaratan’ın “gece saatlerinde secdeye kapanarak Allah'ın ayetlerini okuyanlar” olarak tarif ettiği İslam öncesi Yahudilere benzeyenleri Holokost cehennemine gönderebilmiş ya da gönderilmelerine sessiz kalmışlardır.
Ziraati boşuna seçmediler
İkincil olarak İsrail Devleti için belirlenen topraklara yerleşmenin adeta zorunlu olduğu fikri bu sayede insanların kafalarına sokulabilmiştir. İsrail devlet olarak kurulduktan sonra ise Holokost, Siyonist sermayenin egemen olduğu siyaset, sinema, müzik, edebiyat hatta sağlık, ziraat ve gıda alanlarındaki sözde cezbedici çalışmalarla dünya halklarının gözünde İsrail’in (Siyonistlerin) ayrıcalıklı bir konum edinmelerinin ve bozgunculuklarının gözden kaçırılmasının aracı olmuştur.
Sermayelerine sahip olduğu emperyalist devletlerin destekleriyle kurulan İsrail, yeryüzünde kendilerinden başka herkesle düşman olmayı bozguncu karakterlerinin gereği görmektedir. Yayılmacı ve yok edici heveslerini Filistin topraklarından öteye taşımanın aracı olarak insanlığın en kadim uğraşı olan ziraatı seçmeleri de bu açıdan rastlantı değildir. Yaratanın kullarına bahşettiği tohumun genetiğini bozup, toprağı, suyu, havayı zehirlemeleri ve insanları gıdası üzerinden beşeri ilaç ve hastane bağımlısı yapmaları sadece bozguncu karakterlerinin bir başka tezahürüdür.