İnsan yolunu bulur
Çocuklarımızın ve gençlerimizin Müslüman isimli ama gayrimüslim yaşantısına hasret besleyen birer Batı hayranı olmalarında bizim güya dine dayanan bu yanlış terbiye anlayışımızın hiç mi payı yok? Hatta çocuklarımızı hatadan muhafaza etmek maksadıyla hareket ediyoruz ama onların insaniyetini, yani tercih hürriyetini tahdît ediyoruz. Terbiyeden anladığımız bu. Hatta mümkünse onların hiçbir konuda bir tercihte bulunmamalarını bekliyoruz. Onlar adına, tecrübeli insanlar ve ebeveyn hüviyetiyle bizim doğru kararları vermemizi ve onların da buna itaat etmesini bekliyoruz.
İnsan yolunu bulur.
Bir yönüyle pek basit, üstelik herkesin kabûlleneceği, zaten çoluk-çocuğun bile bildiği ve istediği vakit dile getirebileceği kadar alelâde ama başka bir yönüyle de çetrefilli bir lâf. Öyle ya, en başta insanın bir yolu mu vardır ki onu arasın? Üstelik insan zaten yolda değil midir ki! Hem insan yolunu ne zaman aramaya başlar? Nice suâl ve nice mesele...
Herhâlde şu hususta müttefikizdir: Ne kadar bedahet görünümlü tespit varsa beheri tek tek eşelenesi, deşilesi ve kurcalanası. Dikkat buyurunuz ama ‘bedihi hakikat’ değil de öyle görünen.
Son bir asırdır insanımız bu sözü duyduğunda, -İçten içe ne kadar inkâr ederse etsin.- buradaki ‘yolunu bulmak’tan evvelâ köşeyi dönmek anladığı aşikâr. Hâlbuki bir yol zenginliğe, refaha, feraha, itibara yani hazzı temine çıkıyorsa o yol, yol mudur? Yol dediğin insanı yukarılara çıkarır, başarıya götürür; herkesin gıpta edeceği bir makama taşır. Elbette dünyevi bir makamdır bu. Zaten mutluluğun başka bir yolu mu olurmuş? Kazanmak şart!
İnsan yolunu bulur elbette. Bulmalı da. İnsan çünkü. Kâinattaki bütün imkânlar onun için seferber edilmedi mi? Mademki insan eşrefi mahlûkat, elbette yolunu bulacak, pek şerefli mevkileri kazanacak ve makamlara oturacak. Sürünmek insana yakışır mı ya! İnsan allem edip kallem edip yolunu bulmalı ki ona insan desinler. Bak adam olan herkese, hepsi de yolunu bulmuş.
Ayrı yolun yolcusu
İnsan yolunu bulur.
Hayvan da.
İyi ama madem hayvan da yolunu buluyor, insan da, ikisinin arasındaki fark ne? Hani hayvan değil de insan eşrefi mahlûkattı? Hayvan bile yolunu buluyorsa bunun neresi en şereflilik?
Biraz dikkat edersek, kabûllenmekte zorluk çeksek bile insan da, hayvan da yolunu bulabilen mahlûklardan. Hatta üzme ve üzülme pahasına ifade edelim, insana nispetle hayvan yolunu bulmak sahasında daha mahir. Denemesi basit: Evcil bir hayvanı, bir kediyi veya köpeği alıp üç günlük yola götürüp bırakın, o hayvancağızın bir şekilde evinin yolunu bulacağını görürsünüz. Yeter ki istenmediği intibaını edinmesin. Eric Knight imzalı meşhur Lassie romanını veya defalarca sinemaya yahut diziye uyarlanmış versiyonlarını hatırlamak kâfi. Hayvanların bu minvaldeki kabiliyetleri bizden üstün. Hele modern insanın bu nevi kabiliyetleri hayli körelmiş vaziyette.
Hayvan bile insandan daha isabetli yolunu bulur.
Ama bir hayvanla bir insanı birbirinden ayıran hususların mühimlerinden biri de bu değil mi? İkisi de yollarını aramakta ve nasiplerinde varsa bulmakta ama her ikisinin de yolu aynı mı? İnsan hayvanın yolunu seçerse artık ona ne demek lâzım gelir?
Yolunu bulmak kime mahsus?
Hakikatiyle yolunu bulmak insana mahsus.
İyi ama insan yolunu nasıl bulur?
İnsan yoluna nasıl karar verir?
Ne vakit karar verir?
Çocukken mi?
Hem yol bir tane midir yoksa insan kendi yolunu, birçok yolun arasından mı seçer?
Hem insanın yolunu bulması ne demektir?
Yol niçin bulunan bir şey olsun ki?
Zaten kendimizi bir şekilde bir yolda bulmuyor muyuz?
Yaşamak, ne olursa olsun yola devam etmek demek değil mi?
Üstelik insan yoldan niçin çıkar? Durup dururken mi? Kendisine yeni bir yol çizmek için mi yoksa eski yolunu beğenmediği için mi?
Takvim yaprağının arkasındaki hikmet kılıklı NLP üçkâğıtlarından mamûl lâfazanlıklara bakarsanız bu suâllerin hepsinin cevabını bulmak kolay. Üstelik her biri en fazla iki-üç cümle. Al, iç, yat, uyu; ohhh, ne rahat! Hakikatin pis bir huyu vardır hâlbuki; asla kolayla arkadaşlık etmez.
İlk kaide şu: Başta pedagoji olmak kaydıyla modern zamanlarda üretilen ne kadar terbiye usûlü varsa evvelâ hepsi bir güzel öğrenilmeli, sonra çöpe atılmalı. Doğru yolu tayin için eğri yolu bilmek şart değil mi zaten?
Yol çocukken bulunur
Her insan yolunu bulur. Hem de küçücük bir çocukken. Ama insanın yolunu bulması için asla insaniyetine müdahale edilmemeli. Bizim vazifemiz, çocuğumuzun yoluna çıkmamak, ona mani olmamak. Ve mümkünse onun yolundaki bazı ufak-tefek manialara işaret etmek; o kadar. Dikkat buyurunuz, onları bizzat kaldırmak değil, sadece işaret etmek. Çocuğumuz bizim ikazlarımızı dinliyorsa ne âlâ. Dinlemiyorsa yapacağımız şey, onlar için canı gönülden dua etmek. O kadar. Asla unutmamalıyız, onun bir Rabbi var. Ve O Rabb biz değiliz. Kanaatimce terbiye esnasında zamane Müslümanlarının en fazla ihmal ettiği husus.
Hâlbuki akıl baliğ olan, yani A...h’ın kendisine muhatap kıldığı kadar tekâmül etmiş bir ferdi biz, kendi hevayı hevesimiz için bir maskara maymuna çeviriyoruz. Netice: Etrafımızdaki gençler. 30’una merdiven dayamışlar ama ruhen çocuktan bile acizler. Öte yandan pek de ‘özgür’ler hani. Yani bizim ‘mahrum bırakıldığımız’ ne kadar edepsizlik varsa hepsini lâyığınca ve bir şövalye zırhı gibi kuşanmışlar: Küstahlık onlarda, bencillik onlarda, gurur ve kibir onlarda; hâsılı ne kadar fena haslet varsa hepsinin içinde yüzüyorlar. Bizim onları dinî terbiyeye(!) boğmamıza rağmen üstelik.
Buradaki kusur dinde veya dini terbiyede aranmayacağına göre nerede aranmalı?
Elbette terbiye anlayışımızda. Ve onun tatbikatında.
Yolunu bulmak maksadıyla terbiye
Kanaatimce en iyi terbiye, çocuğa bir iradesi olduğunu sezinletmek ve o iradesini geliştirecek tarzda ona muamele etmek. Hatasız, kusursuz ve günahsız kılmak değil. Hatta bu iddialar, hem insan fıtratına aykırı, hem de Sünnetu...h’a. Öyle ya A...h bizden tıpkı melekler gibi hatasızlık, kusursuzluk ve günahsızlık bekleseydi bizi öyle yaratmaz mıydı? Bunun zıddına bir zan, A...h’ın hem hilkatine, hem de kudretine aykırı düşmez mi?
Demek ki insanoğlunun en temel hususiyeti; kusuru, eksiği, günahı başa almak, onu böylece kabûllenmek mecburiyetindeyiz. Maksat kusursuzluk değil, daha az kusur, daha az eksik ve daha az günah olmalı. Ve elbette tövbe. Ama bizim güya dindar yetiştirdiğimiz gençliğimize bakınız lütfen, hangisi günah çıkarıyormuşçasına dua etmiyor ki?
Çocuklarımızın ve gençlerimizin Müslüman isimli ama gayrimüslim yaşantısına hasret besleyen birer Batı hayranı olmalarında bizim güya dine dayanan bu yanlış terbiye anlayışımızın hiç mi payı yok? Hatta ekseri, bir ebeveyn olarak bizim geçmişte ne kadar hatamız varsa, neyi ne kadar yanlış yapmışsak, nerede hangi hatayı işlemiş, kiminle nasıl bir günaha girmişsek güya çocuklarımızı bunlardan muhafaza etmek maksadıyla hareket ediyoruz ama onların insaniyetini, yani tercih hürriyetini tahdit ediyoruz. Terbiyeden anladığımız bu. Hatta mümkünse onların hiçbir konuda bir tercihte bulunmamalarını bekliyoruz. Onlar adına, tecrübeli insanlar ve ebeveyn hüviyetiyle bizim doğru kararları vermemizi ve onların da buna itaat etmesini bekliyoruz.
Terbiye değil, düpedüz zalimlik bu.
Bir düşünelim, çocuklarımızın üzerindeki terbiye kılıklı bu tahdit, en basitinden neye benziyor? Ha cesaret! Evet, çocuklarımızın üzerinde adeta ilâhlık taslıyoruz, değil mi? Buna hakkımız var diye düşünüyoruz. Daha ötesi, dindarsak dinimizin de böyle emrettiğini söyleyerek bu büyük hatamıza inancımızı da dahil ediyoruz. Hâlbuki yaptığımız, çocuklarımızı terbiye etmek, onları dini bütün yetiştirmek kisvesi altında bize kul-köle kılmak. Bu uğurda zaman zaman o kadar ileri gidiyoruz ki dini de işin içine dahil etmekte bir beis görmüyoruz.
Hâlbuki çocuğa verilmesi gereken üç şey var: Sevgi ve şefkat, helâl rızık ile serbestlik temelli, müdahalesiz bir terbiye. Ama biz çocuklarımıza kendi yolumuzu dayatıyoruz; hayalimizde yücelttiğimiz ve kusursuzlaştırdığımız, hâlbuki yanlış ve zaten kusurlu yolumuzu. Onları belirlemeye kalkacağımıza kendi yollarını belirleyecek bir tarzda yetiştirsek, hakikaten kendi yollarını bulacakları kesin.
İnsan yolunu bulur çünkü.