İngiltere’nin Ortadoğu serüveni
Irak 1932, Ürdün 1946, Kuveyt 1961 yılında bağımsız oldu. 1963’te başlayan silahlı isyan, İngiltere’yi 1967’de Yemen’i terk etmeye zorladı. Körfez emirliklerinin itirazlarına rağmen İngiltere 1971’de Körfez’den de çekildi. Bahreyn, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri bağımsız devletler oldular. Bu tarihten itibaren İngiltere’nin ekonomik ve kültürel ilişkiler haricinde askerî-siyasî anlamda Ortadoğu’da etkinliği sınırlı kaldı.
İngiltere, Amerikan Bağımsızlık Savaşı ile yeni kıtadaki en değerli kolonilerini kaybetti. İngiltere için artık en değerli sömürge Hindistan’dı. İngiliz tacının mücevheri Hindistan’ı korumak ve bunun için de on 18. yüzyılda tesis ettiği Hint okyanusundaki hâkimiyetini sürdürmek, İngiliz dış politikasının en birincil hedefi olacaktı.
Hindistan’a yönelik ilk tehdit Fransa’dan geldi. Fransa 1798 yılında Napoleon Bonaport’ın komutasında bir askerî güçle Osmanlı İmparatorluğu’nun hâkimiyeti altındaki Mısır’ı işgal etti. Fransa’nın Mısır’da hâkimiyetini tesis etmesi ve sürdürmesi, nihayetinde Hindistan için iki ayrı kanaldan tehditti. Fransa hâkimiyetini karadan Mezopotamya ve İran üzerinden Hindistan’a kadar yayabilirdi. Ne Osmanlı İmparatorluğu ne de İran’da yeni kurulan Kaçar Hanedanlığı’nın tek başlarına Fransa’yı engellemeye güçleri yeterli olurdu. Fransa ayrıca deniz yoluyla Kızıldeniz ve Hint okyanusu üzerinden de Hindistan’ı doğrudan tehdit edebilirdi. Bu ihtimalin farkında olan İngiltere, Fransa’nın Mısır’ı işgalini engellemeye çalıştı ancak başarılı olamadı. İngiltere, Fransa’yı Mısır’dan ancak Osmanlı İmparatorluğu ile birlikte yürüttükleri askerî bir operasyonla üç yıl sonra çıkarabildi.
Basra körfezine ilgi
İngiltere’nin Hint okyanusundaki hâkimiyetine ikinci bir tehdit kısa bir süre sonra Arap Yarımadasında belirdi. Basra Körfezi’nin güney sahillerini mesken tutan Arap kabileleri korsanlık yapmaya ve deniz ticareti için tehdit oluşturmaya başladı. Özellikle Kasimiler fazlasıyla güçlenmişti.
Körfez’in okyanusla buluştuğu Hürmüz boğazına çok yakın bir mevkiyi, Ras el-Hayme’yi merkez tutan Kasimiler okyanusa da açılıp daha büyük çaplı korsanlık yapabilirlerdi. 19. yüzyılın başında bu ihtimali daha vahim kılan başka bir gelişme daha oldu. Arap yarımadasının merkezinde doğan ve ‘püriten’ bir hareket olan Vahhabilik, hâkimiyetini Körfez sahillerine kadar yaymıştı. Kasimiler de Vahhabiliği kabul etti ve böylece önemli bir deniz gücü, önemli bir kara gücü ile birlik yapmış oldu. Artık Umman da tehdit altındaydı.
Vahhabi-Kasimi gücü Umman’dan gözünü daha ötelere dikip İngiltere’nin hâkimiyetini ciddi olarak tehdit edebilirlerdi. 1820 itibariyle bu tehdit ortadan kaldırıldı. Osmanlı İmparatorluğu’nun görevlendirmesiyle Mısır valiliği, Vahhabi devletini yıktı. İngiltere ise kapsamlı bir deniz operasyonuyla Kasimilerin deniz gücünü kırdı ve bugün BAE’yi oluşturan sahil emirliklerine bir anlaşma imzalattı. Anlaşma ile İngiltere Kasimilere ve diğer emirliklere denizde korsanlığı yasakladı. Korsanlık imkânı kalmayan bölge emirlikleri inci avcılığına yöneldi.
Körfez’de anlaşmalar dönemi
1830’ların ortalarında inci avcılığı bölgenin en temel ekonomik aktivitesi haline geldi. Ancak denizde emirlikler arasında süregiden çatışmalar bu aktiviteye zarar verdi. Emirlikler inci avcılığının yapıldığı yılın altı ayı boyunca denizde her türlü çatışmadan uzak durma anlaşması imzaladı. Bu anlaşma daha sonra her yıl tekrar imzalandı. 1843’te 10 yıllık bir anlaşma olarak imzalandı, 1853’te ise daimi bir anlaşma olarak. Anlaşmanın hakemi de, uygulayanı da İngiltere’ydi. 1861’de Bahreyn aynı anlaşmayı imzaladı ve İngiltere’nin ‘anlaşma sistemine’ dâhil oldu. Yüzyıl sonunda emirlikler, İngiltere ile yaptıkları anlaşmanın muhtevasını genişletti ve bütün dış ilişkilerini İngiltere’ye devrettiler. Aynı anlaşmayı 1899’da Kuveyt, 1916’da ise Katar imzaladı. Böylece bütün Körfez emirlikleri, İngiltere’nin ‘anlaşmalı emirlikleri’, Arapça adlarıyla “el-Emaarat el-Mutasaliha”, İngilizce adlarıyla ‘Trucial States’ oldu.
Kızıldeniz’in artan stratejik önemi
İngiltere Basra Körfezinde etki alanını sistematik bir şekilde yayarken, paralel olarak Arap yarımadasının diğer tarafındaki Kızıldeniz’i de boş bırakmadı. İlk önce Mısır’ın gittikçe güçlenen valisi Mehmet Ali Paşa’ya karşı Osmanlı İmparatorluğu’na askerî yardımda bulundu ve Mısır’ı 1840 yılında barış anlaşması imzalamaya zorladı. Bu anlaşma ile Mısır, ordusundaki asker sayısını sınırlı tutmayı kabul etti. Böylece Mısır’ın Kızıldeniz’de etkin bir deniz gücü olabilmesinin de önü kapanmış oldu.
Aynı yıllarda İngiltere, Yemen’in Hint okyanusuna bakan liman kenti Aden’i işgal etti. Kentin daha önceki yöneticisini İngiltere korumasına girmeye zorladı. Zamanla Aden civarında yaşayan Arap kabilelerle anlaşmalar imzaladı. Bu anlaşmalarla İngiltere, kabilelerin iç işlerine karışmama sözü verdi. Karşılığında ise kabileler, İngiltere hariç hiçbir yabancı güçle ilişkiye girmeyeceklerdi. Kızıldeniz’in İngiltere için stratejik önemi Süveyş kanalının 1869’da açılması ile daha da arttı. Kanalın açılmasının ardından Mısır’ın dış borçlarını ödeyememesini bahane eden İngiltere, kanal bölgesini 1882’de işgal etti. Mısır’ı resmen sömürge olarak ilhak etmese de takip eden on yıllarda Mısır iç politikasına yoğun bir şekilde müdâhil olacaktı. Mısır’ın işgali ile paralel olarak, İngiltere Afrika’nın boynuzundaki kabilelerle de anlaşmalar imzaladı ve o bölgeyi de kendi etki alanı içine dâhil etti.
Dünya savaşı öncesi durum
1. Dünya Savaşı başladığında, İngiltere’nin Basra Körfezi ve Kızıldeniz üzerindeki hâkimiyeti tamdı. İngiltere’nin bölgede doğrudan sömürgesi olan bir yer yoktu elbette. Ancak, Yemen’in güneyindeki ve Somali’nin kuzeyindeki kabileler ve Suudi Arabistan hariç bütün Körfez ülkelerinin yönetici aileleri, İngiltere ile anlaşmalıydı ve dış ilişkilerini tamamen İngiltere’ye bırakmışlardı. İngiltere’nin yoğun bir şekilde etkisinin hissedildiği tek ülke Mısır’dı. Süveyş bölgesinde askerî varlığını devam ettiren İngiltere, Mısır’ın iç işlerinde en etkin aktörlerden birisiydi.
Osmanlı’nın bölgeden çekilmesi
Dünya Savaşına İngiltere ve Osmanlı İmparatorluğu karşı taraflarda girdi ve savaş doğal olarak Ortadoğu bölgesinde de yürütüldü. Osmanlı orduları iki cephede; Mezopotamya ve Filistin’de büyük kahramanlıklar göstererek İngiltere’nin ilerlemesini savaşın sonuna kadar engelleyebildi. Ancak nihayetinde savaşı kaybetti. Savaş sonunda Osmanlı İmparatorluğu, Ortadoğu’dan tamamen çekildi. Yerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti ise takip eden on yıllar boyunca Ortadoğu’ya aktif bir ilgi göstermedi. Türkiye Cumhuriyeti’nin bölgeye özellikle Araplara bakışını uzun yıllar boyunca etkileyecek kritik olayın müsebbibi de İngiltere’ydi.
‘Arabistan’ın Lawrence’ı’
Savaş boyunca Thomas Edward Lawrence gibi casuslarıyla Arapları Osmanlılara karşı isyan etmeye kışkırtan İngiltere bunda başarıya ulaştı ve Orta Doğu’nun iki büyük halkı arasında derin şüphe ve nefret tohumları ekti. Savaş sonunda Araplara verdiği bağımsızlık sözünü tutmayan İngiltere, Osmanlı idaresi altındaki son Arap topraklarını Fransa ile bölüştü. Irak, Ürdün ve Filistin İngiltere’nin mandası oldu, Suriye ve Lübnan da Fransa’nın. Türkler açısından bu gelişmenin tek iyi tarafı; artık Arap milliyetçiliğinin Türk idaresine değil İngiltere emperyalizmine karşı güçlenecek olmasıydı…
İsrail sorunu
Yine aynı dönemde takip ettiği siyasetle İngiltere, Orta Doğu bölgesinin geleceğinde ölümcül bir iz bıraktı: Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulmasının yolunu açtı. Ortadoğu’nın artık kangren haline gelen İsrail meselesi, İngiltere’nin katkısı olmasaydı hiç doğmazdı.
Ve petrol...
Ortadoğu’nun İngiltere için stratejik önemi daha önce Hindistan yüzündendi. Savaş sonrası dönemde bölge farklı bir stratejik önem kazandı. Bu yeni stratejik önemi bölgeye elbette petrol kazandırdı. 1908’de İran’ın güneybatı bölgesinde, Basra Körfezi’nin kuzeyindeki Mescidi Süleyman’da petrol bulundu. Bölgenin potansiyel petrol yatakları, İngiltere’nin bölgeye bakışını değiştirdi. İngilizler bölgenin daha kuzey enlemlerinde petrol yataklarının olduğunu düşündü. Bu beklenti yanlış çıkmadı. Gerçekten Mescidi Süleyman’ın kuzey batısındaki Musul ve Kerkük’te de 1920’li yıllarda petrol keşfedildi. Ancak daha zengin petrol yatakları daha güney enlemlerindeydi. İngilizler buralarda petrol olabileceğini düşünmediği için Bahreyn’de ve Suudi Arabistan’da ilk petrol keşfini Amerikan firmaları yaptı. Hemen ardından İngiltere apar topar Kuveyt, Katar, BAE’yi oluşturacak emirlikler ve Umman’la petrol arama ve çıkarma anlaşması yaptı. Bu emirlikleri sadece denizden gelen saldırılara karşı koruma sözü veren İngiltere artık karadan da koruma sözü verdi.
İngiltere’nin sahneden çekilmesi
1930’lar İngiltere’nin Ortadoğu’daki gücünün zirvesiydi. 2. Dünya Savaşı ardından ABD ve Sovyetler Birliği’nin yükselişi ile İngiltere’nin bölgedeki etkinliği azalmaya başladı. İran’ın 1953’te petrol endüstrisini millileştirmesi adımını ancak Amerika ile birlikte hareket ederek engelleyebildi. Lâkin üç yıl sonra Süveyş kanalının millileştirilmesini, Amerika karşı çıktığı için engelleyemedi ve Mısır’dan bütün askerlerini çekmek zorunda kaldı.
- Filistin’den apar topar çıktığında ardında bir savaş ve bugün hâlen çözülemeyen büyük bir sorun bıraktı.
- Irak 1932, Ürdün 1946, Kuveyt 1961 yılında bağımsız oldu. Arap milliyetçiliği İngiltere’yi Yemen’de de rahat bırakmadı.
- 1963’te başlayan silahlı isyan, İngiltere’yi 1967’de Yemen’i terk etmeye zorladı. Aynı yıl İngiltere Aden’in doğusundaki bütün ülkelerden çekilme kararı aldı. Körfez emirliklerinin itirazlarına rağmen, İngiltere 1971’de Körfez’den çekildi. Bahreyn, Katar ve diğer yedi emirlik de Birleşik Arap Emirlikleri olarak bağımsız devletler oldular.
Bu tarihten itibaren İngiltere’nin ekonomik ve kültürel ilişkiler haricinde askerî-siyasî anlamda Ortadoğu’da etkinliği sınırlı kaldı. İstisnai durumları hatırlamak gerekirse; 1970’li yıllara sarkan Umman’daki Zufari isyanının bastırılmasında, 1991’de Irak’ın işgal ettiği Kuveyt’ten çıkarılmasında ve 2003’te ABD’nin Irak’ı işgalinde İngiltere askerî katkılarda bulundu.