İmparatorluk, anavatan ve ötekiler
Osmanlıda Türklerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelerle Türk olmayan Müslim ve gayr-i Müslim ahalinin yoğun olarak yaşadıkları bölgeler arasında vatan bakımından sınırlayıcı ve ötekileştirici davranış yoktu. Onun için farklı uluslara mensup olanlar Türkiye’yi anavatan olarak benimsemişlerdir. Anadolu’nun isteyen herkese anavatan olmasını başka türlü izah edemeyiz. Bu bakışın yeni dönem için bir anlamı olacaktır.
Fakirliğe mahkûm ulusların küreselleşme ile ortaya çıkan zenginlikten faydalandığını iddia eden Batı merkezli düşüncelerin eleştirilmesi gerekir. Öncelikli olarak küreselleşmenin ifade ettiği mananın da muğlâklıktan kurtarılması gerekmektedir. Zira ortaya çıkan zenginlikten faydalanma ile kast edilen ticarî hareketliliğin önünde herhangi bir engelin bulunmamasıdır. Bireyci ve özgürlükçü fikirleri felsefî bir soruna dönüştürerek tartışmak eksik ve yanlış yorumlara kapı aralıyor. Hâlbuki bireyci ve özgürlükçü fikirlerin bağlamı kolonyalizm ve sömürgecilik dönemlerinde geliştirilmiş ilişkilerle oluşur.
Küreselleşmenin nimetlerinden Batı dışında kalan toplumların da faydalandığı yönündeki görüşlerin İngiltere, Fransa ve Amerika gibi ülkelerde sahiplenilmesine şaşırmamak gerekir. 19. yüz yılda özellikle İngiltere ve Fransa’da medenîleştirme misyonunun sömürgecilik ideolojisi hâline gelmesiyle bugün öne çıkan “küreselleşmenin nimetleri” iddialarını birbirinin takip eden fikirler olarak görmek gerekir. Cecil Rhodes, Güney Afrika’dan başlayarak Mısır’a kadar bütün Afrika’yı İngilizleştirmek istiyordu. Rhodes, dünyanın bu bölgelerinin de üstün İngilizler tarafından kolonileştirmesi gerektiğine inanıyordu çünkü ona göre “azamet Anglo-Saksonların kaderiydi.”
İngilizlerin Afrika’yı kolonileştirmesi sadece Afrikalıların değil, bütün insanlığın faydasına idi. Değersiz halklar Anglo-Sakson etkisiyle değişime uğrayacak, iş ve zenginlik ortaya çıkacak. Cecil Rhodes, kolonyalizm ve sömürgecilik tarihinin en önemli figürlerinden biridir. Güney Afrika’da ele geçirdiği ve inanılmaz bir servet biriktirdiği elmas yataklarını geçmişin sıradan hatıraları şeklinde değerlendiremeyiz. “Azametli Anglo-Saksonlar, değersiz halklar ve yerleşimciler sayesinde ortaya çıkan zenginlik” gibi ifadeleri, küreselleşmenin nimetlerinden bahseden görüşleri anlamak bakımından önemsemek gerekir.
Çünkü Cecil Rhodes, tam olarak Anglo-Saksonların merkezinde yer aldığı küreselleşmiş bir dünyanın temellerine işaret ediyordu.
Türkiye’de küreselleşmenin nimetlerden bahsetmeyi ideolojik bir bakış açısına dönüştürenlerin genel olarak liberal dünya görüşünü benimsemesi oldukça önemlidir. Fakat Avrupamerkezci ideolojilerin genel olarak küreselleştirici bir misyona sahip olmasını da özellikle vurgulamamız gerekir. Evrenselcilik nazariyesini de ortaya çıkan kozmopolitizm açısından ele aldığımızda farklı bir küreselleşme modeli olarak görebiliriz. Bu açıdan 1920’den 1990’a kadar geçen süre zarfındaki uygulamalarıyla Sovyetler dönemi açıklayıcı bir örnektir. Antiemperyalist bir görüşe sahip olmakla birlikte Sovyetlerin millî hareketleri baskı altına alması sahip olduğu Avrupa merkezci görüşün sonucudur. Onlar da Doğu halkları bakımından sorunluydu. Liberal dünya görüşünden hareket edenlerin Avrupa dışında kalan dünyayı kategorik olarak geriliğe mahkûm gördüklerini söyleyebiliriz. Daha açık ifade etmek gerekirse dünyaya Cecil Rhodes ile aynı yerden bakmaktadırlar.
Frantz Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri adlı eserinde kurtuluş mücadelesinde kırsal yerlerde yaşayanların önemine işaret eder. Fanon, bununla kozmopolitizmin dönüştürücü etkisini göstermiştir. Millî benlik, antiemperyalizm, kozmopolitizm ve küreselcilik gibi kavramları Fanon’un görüşlerini şekillendiren bağlamı dikkate almadan tartışmak doğru değildir. Cezayir Bağımsızlık Savaşı ile özdeşleşen Fanon, millî hareketlere antiemperyalist mücadele açısından kıymet verir.
Fakat Fanon’un düşüncelerini de kavramlara boğmak gibi bir tehlike ile yüz yüze olduğumuzu hatırdan çıkarmamak gerekir. Fanon, Fransız sömürgesi olan Martinik’ten gelmişti Cezayir’e. Fanon, Fransızların hem Martinik’te hem de Cezayir’de işlediği cinayetlere gözle şahitlik etmişti. Onu ve diğerlerini Marksist dünya görüşüne hapsetmemek gerekir.
İmparatorluk, coğrafî büyüklüğe ve bünyesine kattığı farklı ulusların çeşitliliğine işaret etmesi bakımından büyük devletler için kullanılan bir kavramdır. Özellikle sömürgeci Avrupa devletlerinin kurduğu imparatorlukları, sömürgecilik öncesinde kurulan büyük devletlerle karıştırmamak gerekir. Örneğin Fransa ve İngiltere’nin kurduğu imparatorlukta sömürgecilerle sömürülenler aynı çatı altında buluşmuş olsalar da Britanya hiçbir zaman bir Hindistanlı ya da Kenyalı için anavatan olmamıştır. Bir Senegalli veya Cezayirli, Tunuslu kendini Fransız görme hakkına sahip değildir. Fransa, Fransızların anavatanıdır. Aynı şekilde bir Kafkasyalı, Buharalı, Hiveli ve Hokandlı da Moskova’yı anavatanı olarak görmemişti. Onlar için emperyal merkezler bir erime noktası, medenîleşme yeridir. Modern sömürgeci imparatorluklar ortaya çıkardıkları kimlik sorunları, küreselleşme ve millîlik çatışması bağlamında yeniden ele alınmalıdır.
- Post-kolonyal dönemin sorunlarını anlamak ve salgın sonrasında ortaya çıkacak yeni çatışma alanlarını görebilmek açısından bu bir zorunluluktur.
Osmanlıda Türklerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelerle Türk olmayan Müslim ve gayr-i Müslim ahalinin yoğun olarak yaşadıkları bölgeler arasında vatan bakımından sınırlayıcı ve ötekileştirici davranış yoktu. Onun için farklı uluslara mensup olanlar Türkiye’yi anavatan olarak benimsemişlerdir. Anadolu’nun isteyen herkese anavatan olmasını başka türlü izah edemeyiz. Bu bakışın yeni dönem için bir anlamı olacaktır.