‘İlmihal’den ‘meal’e!

Bir taraftan İslâmî ilimlerin ıstılahları geri plana düşmekte, batıdan ödünç alınan İslâm’ın kavramları ile ne kadar örtüştüğü tartışmalı bir terminoloji benimsenmektedir; öte yandan, Türkçenin yerleşik kelimeleri yerine piyasanın uydurma, anlam alanları belirsiz kelimeleri akademi camiasında hızla yayılmaktadır. Bütün bunlar muvacehesinde “yeni bir meal hazırlamanın zorlukları tahmin edilenlerin ötesindedir” diyoruz.
Bir taraftan İslâmî ilimlerin ıstılahları geri plana düşmekte, batıdan ödünç alınan İslâm’ın kavramları ile ne kadar örtüştüğü tartışmalı bir terminoloji benimsenmektedir; öte yandan, Türkçenin yerleşik kelimeleri yerine piyasanın uydurma, anlam alanları belirsiz kelimeleri akademi camiasında hızla yayılmaktadır. Bütün bunlar muvacehesinde “yeni bir meal hazırlamanın zorlukları tahmin edilenlerin ötesindedir” diyoruz.

Kur’an ve onun ilk muhatabı Peygamber’in vahyedileni hayata geçirmesi ve dini bilgilerin sistemleştirilmesi önemsiz sayıldı. İslâm’ın doğuşundan günümüze kadar gelen ilmî birikim reddedildi. Bu reddedilirken bu birikimin hep hasarlı/kusurlu tarafları öne çıkarıldı. Böylece mealcilik bir furya halini aldı. Bugün piyasada dört yüze yakın meal olduğu söyleniyor. Diyanet’in bu rakama üçüncü defa ilavede bulunması neyi değiştirecek?

Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu “Meal yazım stratejisi: İhtilaflı alanlar ve çözüm önerileri çalıştayı” düzenledi. Böylece mevzu resmî bir ihtisas kurumu tarafından ele alındı. Öyle anlaşılıyor ki, Diyanet yeni bir meal hazırlayacak!

Bin küsur yıllık din tarihimizde, satır arası tercümeler dışında Kur’an tercümesi yok; ta ki Cumhuriyet’e kadar.

Bugünkü bakışla şu sorulabilir: Kur’an’ı tercüme ederek anlamak neden bu kadar ihmal edilmiştir? Bunun bilerek yapılan bir seçim, şuurlu bir tercih olduğundan şüphe yok.

Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu “Meal yazım stratejisi: İhtilaflı alanlar ve çözüm önerileri çalıştayı” düzenledi. Böylece mevzu resmî bir ihtisas kurumu tarafından ele alındı.
Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu “Meal yazım stratejisi: İhtilaflı alanlar ve çözüm önerileri çalıştayı” düzenledi. Böylece mevzu resmî bir ihtisas kurumu tarafından ele alındı.

Selçuklu medrese sistemini kurdu, dinî ilimler Arapça olarak tedris edildi. Ulema bu medreselerde yetişti. Dinî bilgilerin halka neşri, Türkçe üzerinden yapıldı. Sözlü olarak camilerde, tekkelerde yapılan bu bilgilendirme, tebliğ; yazılı olarak ilmihallerle sürdürüldü.

Mızraklı ilmihal

Halkın ihtiyacı olan temel dinî bilgiler, ibadetle ilgili gerekli malûmat, ilmihal denilen “dinî bilgiler el kitabı” diyebileceğimiz eserlerle verildi. “Mızraklı İlmihal” bu tür kitapların en meşhuru ve yaygınıdır. Yüzyıllardan süzülmüş bir ifade tarzı ile halkın bilgilendirilmesi, yaygın bir müşterek dinî kültür zemini meydana getirdi. Bu küçük hacimli kitapların okunmakla kalınmayıp, ezberlendiği de tahmin edilebilir; dil ve üslûp buna müsaittir.

20. yüzyılda dinî bilgileri sistemleştirilmiş, halkın anlayacağı şekilde ifade edilmiş ilmihalden müphemliğe çok müsait tercüme veya meale geçiş yönünde bir gelişme yaşandı.

İlmihalden meale geçiş

İlmihalden meale geçişin sonuçları üzerinde hâlâ düşünülmüş değil. Geniş kitlelerin dinî bilgisi ve sahih din anlayışında ne gibi olumlu-olumsuz sonuçlar doğurdu, bunu merak etmeli değil miyiz?

20. yüzyılda ilmihal hafife alındı, doğrudan Kur’an’dan bilgilenme, bunun için onu Türkçeye çevirme yönünde görüşler ortaya çıktı.
20. yüzyılda ilmihal hafife alındı, doğrudan Kur’an’dan bilgilenme, bunun için onu Türkçeye çevirme yönünde görüşler ortaya çıktı.

20. yüzyılda ilmihal hafife alındı, doğrudan Kur’an’dan bilgilenme, bunun için onu Türkçeye çevirme yönünde görüşler ortaya çıktı. Bu yeni-modern dindarların temayülü olduğu gibi, farklı sebeplerle de olsa, dine uzak, hatta “laik” olan yöneticilerin tercihi olarak da tezahür etti. İki kesimin maksadı farklı olmakla beraber yöntemde birleşildi. Büyük Millet Meclisi’nin kararı tercüme ile tefsiri bir kitap olarak yayınlamak şeklinde idi. Bilâhare tercümenin müstakil olarak ele alındığı görüldü. Bu resmî tercüme faaliyeti sürerken, piyasaya gayri resmî Kur’an tercümeleri çıktı. Diyanet İşleri ise bu tercümeler hakkında olumsuz tavır takındı.

Kur’an’ın hakkıyla tercüme edilemeyeceği görüşü

Bu tür yayınlar yapılırken, Cumhuriyet’in resmî Kur’an tercümesi işi akim kaldı. Tercüme işini ısrarlar üzerine üstlenen Mehmed Âkif’in tavrı bu sonuçta esaslı rol oynadı. Âkif’in esas olarak Kur’an’ın hakkıyla tercüme edilemeyeceği görüşünde olduğu bilinmektedir. Bunun için Kur’an tefsirini üstlenecek Elmalılı Hamdi, tercüme değil “meal” kelimesini ortaya attı. “Tercüme mümkün değildir, meal olur. Siz kabul etmezseniz, ben de kabul etmem!”1 Meal kelimesi Âkif’i yumuşattı. Âkif, nasıl birinci defa bir vazife olarak dergisi için bazı âyet tefsirleri, mealleri yapmışsa, ikincisinde de bir vazife ve mes’uliyet adamı olarak hareket etmiştir. Vazifelendirilen, vazifelendirenin amacının net şekilde farklılaştığını fark ettiğinde sorumluluğun üzerinden kalktığını düşünerek işi bırakmıştır.

Mehmed Âkif’in Diyanet İşlerine gönderdiği deneme mahiyetindeki ilk örnekler olduğu tahmin edilen metin geçen yıllarda yayınlandı.2 Bu metinde, Âkif’in bazı âyetler için birden fazla anlamlandırma yaptığı görülüyor. Sadece bu değil: Âkif, daha önceki yıllarda çeşitli vesilelerle aynı âyetlere farklı mânâlar da vermiş. Elbette bu farklı anlamlandırmalar esasta farklı değil, fakat daha net bir ifade arayışı olduğu anlaşılıyor.

Kişi aynı, anlamlandırma farklı, bu nasıl olur?

“Kişi aynı, anlamlandırma farklı, bu nasıl olur?” sorusunun cevabı müşkil. Metin aynı kalmakla birlikte anlamlandırmayı yapanın bilgisi, birikimi, yaklaşımı değişebiliyor. Günün aktüalitesi dikkatleri belli noktalara yoğunlaştırabiliyor. Aslı değişmese de meali değişebiliyor!

Kur’an’ı Türkçeleştirme, tercüme etme takıntısı daha sonraki yıllarda farklı sebeplerle artarak devam etti. 1960’lara kadar çok fazla meal yayınlanmadı. Diyanet İşleri Başkanlığı 1960 darbesinden sonra ilk mealini yayınladı. Mealin hazırlanması işi otuzlu yaşlardaki iki genç akademisyene verilmişti. Diyanet’in meali tanzim edici bir tesir uyandırmadı.

Mealcilik yahut mealizm!

Bu yıllarda “mealizm” diyebileceğimiz ideolojik bir akım ortaya çıktı. Kendilerine “mealci” denilen bu akıma mensup olanlar, Kur’an’ın aslından anlam çıkarmak bir ihtisas işi iken, bu yolda tefsir diye bir ilim ortaya çıkmışken, meallerinden anlam çıkarmayı sıradan bir iş halinde gördüler. Bu apaçık bir Kur’an’dı ve anlaşılmak için indirilmişti. Öyleyse herkes onun tercümesini İslâm’ı tamamıyla izah edecek şekilde anlayabilirdi, hatta ondan ahkâm çıkarabilirdi.

Peygamber ve sünneti önemsiz sayıldı

Kur’an ve onun ilk muhatabı Peygamber’in vahyedileni hayata geçirmesi ve dini bilgilerin sistemleştirilmesi önemsiz sayıldı. İslâm’ın doğuşundan günümüze kadar gelen ilmî birikim reddedildi. Bu reddedilirken bu birikimin hep hasarlı/kusurlu tarafları öne çıkarıldı. Böylece mealcilik bir furya halini aldı.

Bugün piyasada dört yüze yakın meal olduğu söyleniyor. Diyanet’in bu rakama üçüncü defa ilavede bulunması neyi değiştirecek?

Konuyla ilgili birkaç yazı hazırladım ve sosyal medyada paylaştım. Gelen yorumlar arasında birisi dikkat çekici idi: “Bir meal okudum, her şeye tövbe ettirdi.”

  • İş “Kur’an’ı herkes anlar, hatta herkes tercüme edebilir”e dönüştü.

Kur’an elbette anlaşılmak için indirildi. Mevlâna’nın deyimiyle “okuyan aklı miktarınca anlar!” Bu aklın içinde “bilgisi, birikimi, kapasitesi…” de mündemiçtir. Elifbayı yeni sökmüş olanın anlamasıyla, yıllarını din ilimlerine vermişin anlaması bir olur mu?

Kur’an Arapça, tercüme ile bir kayba maruz kalmadığı halde onu Araplar ne ölçüde anlıyor? Kur’an-ı anlamak, dini anlamak, dinin uygulanmasını, ibadetlerin kaidelerini ondan çıkarmak. Kısacası Kur’an’dan ahkâm çıkarmak herkesin işi olabilir mi?

  • Bu soruya olumsuz cevap verebilirsiniz, fakat çok sayıda bu iddiada olanlara rastladım.

Bu meal bolluğunda, hatta enflasyonunda yeni bir meal hazırlamak “stratejik” bir mesele olabilir mi?

Bunca meal varken yeni bir meal gerekli mi?

Ben ondan çok, mevcut meallerin bir elemeden geçirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Meal yapmanın, hazırlamanın özendirilmek bir yana, zorlaştırılması lâzımdır.

Âkif yüksek Türkçe ifade kudretine sahip bir edebiyatçı idi. Arapçayı ve dini ilimleri küçük yaşlardan itibaren babasından ve babasının arkadaşı devrin ehil hocalarından öğrenmişti. Arapça bilgisi, dini ilimlerdeki seviyesi yüksekti. Bu sebeple zamanında yanına ikinci bir isim katılmadan bu işi yapabilecek bir şahsiyet olarak görülmüştür. Bugünün edebiyatçıları içinde Âkif’in temsil gücüne sahip bir kimse bulunamayabilir. Fakat meselenin dil yönü, Türkçe ifade yönü asla ihmal edilmemelidir. Kur’an meallerinin başarısızlıkları arasında Türkçe ifade imkânları kıt kişilerin bu işle uğraşması da dikkate alınmalıdır.

  • Bugün maalesef ilahiyat sahasında ciddi bir dil buhranı yaşanmaktadır. Bu toplantının başlığı dahi bu krize işaret ediyor! “Yazım” Dil Kurumu’na göre imlâ demek, bu başlıkta bu mânâda kullanılmadığı kesin! Öneri ile kastedilen, tavsiye mi, teklif mi? Böyle bir konunun strateji kelimesinin muhtevasına uygun olduğuna emin miyiz? “Çalıştay” gibi moda bir kelimenin kullanılması ne derecede doğru?

Bir taraftan İslâmî ilimlerin ıstılahları geri plana düşmekte, batıdan ödünç alınan İslâm’ın kavramları ile ne kadar örtüştüğü tartışmalı bir terminoloji benimsenmektedir; öte yandan, Türkçenin yerleşik kelimeleri yerine piyasanın uydurma, anlam alanları belirsiz kelimeleri akademi camiasında hızla yayılmaktadır. Bütün bunlar muvacehesinde “yeni bir meal hazırlamanın zorlukları tahmin edilenlerin ötesindedir” diyoruz.

Velhasıl, ilmihalimizi kaybettik, mealimiz de budur!

  • 1 Eşref Edib: Mehmed Âkif-Hayatı, eserleri ve yetmiş muarririn yazıları. (Hazırlayan Fahrettin Gün, İstanbul 2010, sf. 158)
  • 2 Kur’an Meali-Mehmed Âkif Ersoy (yayına haz: Recep Şentürk-Âsım Cüneyt Köksal). İstanbul 2012