İklim değişikliğini bahane eden küreselciler bizlere neleri yedirmeyi düşünüyor?
İklim değişikliği bahanesiyle tabaklarımıza insan eti koymayı düşünüyorlar. Stockholm Ekonomi Okulu Profesörü Magnus Söderlund, uluslararası bir seminerde can alıcı soruyu sormuştu: İnsan eti yemeyi hayal edebiliyor musunuz? Çekirge ve solucan gibi böceklerin yanı sıra kendi etimizin tadına alışarak yamyamlığın tabu olmaktan çıkabileceğini dillendirmişti. Gıda olarak insan etine yani yamyamlığa yönelmek yeni bir fikir değil. Evrimci Biyolog Richard Dawkins de insan hücrelerinden et yetiştirmenin mümkün olup olmayacağını merak etmişti.
Mevcut sürdürülemez tarım yöntemleri ve her geçen gün kötüleşen iklim değişikliği sebebiyle bugün yediğimiz gıdaların çoğu 2050 yılına gelindiğinde ya hâlihazırda olduğundan çok daha pahalı ya da erişilmez olacakmış. Kâinatta toz tanesi kadar yeri olmayan dünyanın sahibi olduklarına inananlar böyle diyor. Oysa bugün sürdürülemez tarım yöntemleri dediklerini dün “Açlığa çözüm” diye başımıza musallat eden, acımasızca uygulayıp, bizleri ve tabiatı hasta edenler kendileri. Şimdilerde küresel ısınma bahanesiyle türlü dertleri başımıza musallat etmek isteyenler de.
Nicedir “karbon ayak izi” diye uydurdukları nedenden dolayı önümüzdeki on yıllarda sofralarımızda göreceklerimizin kopyalarını veriyorlar. Uzman, bilim insanı diye ortalığa saldıkları, tezgâhlarında palazlanmış ekran yüzleri cahilce hâlâ “Daha sürdürülebilir tarıma ve kaynakların korunmasına” geçilmesinin gerekliliğini dillendiriyorlar. Ancak öyle olduğunda yerel, mevsimsel ve bitki bazlı tabii beslenmeye odaklanarak, artan nüfus için yeterli gıda sağlanabilirmiş.
Aynı yalanlar devam ediyor
Hep aynı yalan. Dünya bugünkü küreselcilerin ata babası sömürgecileri ve emperyalistleri tanıdığından beridir dinliyor bunu. Artan dünya nüfusunun sosyal baskılarından, küresel ısınmadan, gıdaya erişimdeki eşitsizlik ve sürdürülebilirlikten dem vuruyorlar. Isınan kürenin yediğimiz gıdaları büyük değişikliklere uğratacağını söylüyorlar. Sizin “iyi de bütün bunları insanlığın başına bela eden, Yaradan’ın sunduğu kaynakları kirleten, tüketen” kimdi?” ya da “bugün gıdanın güvencesizliğini insanlığın başına saran, iklim değişikliği bahanesiyle kendilerince belirlenen bir sayının üstündeki insanları fazlalık olarak görenler kim?” suallerinizi ısrarla kulak ardı ediyorlar.
Mono-kültür üretimle dünyayı mahkûm ettikleri üç-beş ürün ile bol kanserojen katkılı endüstriyel gıdalar üreterek, yılların lezzeti geleneksel yemeklerden nesilleri soğutanlar şimdi de önümüzdeki 20 ila 30 yıl içinde oldukça farklı şeyler yiyeceğimizi söylüyorlar. Mutfaklarımızın daha büyük değişikliklere uğrayacağından bahsediyorlar. Neymiş 2050 yılında dünya nüfusunun 10 milyar kişiye ulaşması böyle gerektiriyormuş. Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) ise herkesi beslemek için Dünya’da bugün üretilenden yüzde 56 daha fazla gıdaya ihtiyaç duyulacağını bildiriyor. Bu yalan silsilesinin neresini düzeltelim? İnsanları yedikleri üzerinden köleleştirmek için son yetmiş yıldır planlı bir gıda programı izleyenler sadece bugün israf edilenle değil 10 milyar, 15 milyar insanın beslenebileceği gerçeğini dahi görmemezlikten geliyorlar.
Besin değerleri sıfırlanmış kısır hibrit tohumu ve olmazları kimyasal zehirler ve sentetik gübreleriyle Yeşil Devrim üretim anlayışı dünyanın dört-bir yanında toprağı, suyu, havayı zehirledi. Endüstriyel tarım, en vahşi şekilde uygulanırken asla kabul etmedikleri bu gerçek şimdi bizlere yapay ve mahzurlu yiyecekleri yedirmek istediklerinde akıllarına geldi. Ne diyorlar? “Bugün yediğimiz türden beslenmenin gelecekte daha büyük nüfuslara yetebilmesini sağlayacak kadar temiz tarım arazimiz kalmadı.” Ne oldu da kalmadı? Kim temiz toprak bırakmadı? Yıllardır endüstriyel tarım anlayışıyla gelinecek noktanın bu olacağını söylediğimizde akılları neredeydi? Onlarca yıldır inkâr ettikleri bir gerçeği şimdi kabul eder görünürlerken dahi dertleri sadece bugün yetiştirilen mahsullerin ve yenilen gıdaların önemli değişikliklere uğrayacağı fikrini akıllarımıza kazımak.
İnsanlığı böcek ve GDO’ya mahkûm edecekler
Bu yüzden gıda hakkındaki düşüncelerimizin kökten değişmesinin ve farklı yemeklerin icap edeceğinin propagandalarını yapıyorlar şimdiden. Nüfus artışı ve küresel ısınmanın etkilerinin gıdaya erişimde eşitsizliğe sebep olacağını söylerlerken de dertleri asla milyarların aç kalacak olması değil. Küresel ısınmanın "gıda bulunabilirliğini bozarak, gıdaya erişimi azaltacağı ve küresel, bölgesel ve yerel gıda güvenliğini olumsuz etkileyeceğini" dillendirmeleri, gıdasızlığı kaçınılmaz bir son olarak düşünmemizi sağlamak için.
Bize göre yapay ve maksatlı oluşturulan bu faktörlere dayanarak, önümüzdeki yıllarda insanlığın daha küçük karbon ayak izine sahip, yeterli miktarda yetiştirilebilecek, besin değeri yüksek alternatif mahsullere yöneltmek gerektiği fikri hızla kullanıma sokuluyor. Deniz yosunu, fasulye ve baklagiller, yabani tahıllar gibi bugün de yenilebilir ürünleri geleceğin gıdaları arasında saymalarına aldanmayın. Gıda diye dayatılacak olan asıl yiyecekler, laboratuvarda yetiştirilecek sentetik ürünler, türlü çeşit böcekler ve her türden GDO’lu mahsulat. Ha bir de insan eti. Evet, yanlış okumadınız, çürümeye terk etmektense önümüzdeki on yıllarda ölü insan bedenlerinin tabaklarımıza konulmasını ciddi ciddi önerenler var. İklim değişikliğiyle birlikte ortaya çıkacak olan zorluklarla mücadele edilirken bu tür ürünler sayesinde insanların aç kalmaktan kurtulacağını söylüyorlar.
İklim değişikliği bahanesiyle yemek kültürü değişecek
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığının yayınladığı "Türkiye Ulusal Risk Kalkanı Modeli Görüşler ve Öneriler" kitabında iklim değişikliğiyle birlikte yaşanacak zorluklar sıralanmış. Yaygın açlık, kitlesel göç, aşırı kuraklık, aşırı hava olayları, ürün verimsizliği, sık orman yangınları, fiziksel ve mental sağlık etkileri, altyapı yıkımı, sıcaklık kaynaklı ölümler, böcek salgını, deniz seviyesinden yükselme ve seller, temiz suya erişimde zorluk, tabii kaynaklar üzerinde artan çatışmalar… Maşallah, yok yok. E bu kadar felaketin ortasında milyarlarca insan, tabağına konulanı beğenmemek gibi bir münasebetsizlik yapabilir mi? Sonuçta yemek, beslenmenin yanı sıra duygusal ve sosyal ihtiyaçlarımızı da karşılayan bir eylem. Demek ki var olabilmemiz için toplumlarımızın ayrılmaz parçası olan yemek kültürlerimizi istesek de istemesek de değiştirerek işin ucundan tutmalıyız.
Gelecek on yıllarda tabağımızda görmek zorunda kalacağımız en önemli sözde gıda, laboratuvarda yetiştirilen veya kültüre alınan etler olacağını biliyoruz. Fabrika çiftlikleri için gerekli alan veya kaynaklara ihtiyaç duymadan et üretmek amacıyla hayvan hücrelerinden proteinlerin laboratuvarda yetiştirilmesi gibi bir aldatmayla çoktandır insanların gönüllerini fethediyorlar. Hayvan hücrelerini elde etmenin pahalı olması yapay etin şimdilik yaygınlaşmasını önlüyor. Fakat ucuz metotlarla birlikte geleneksel etlerin yapay et alternatifiyle değiştirileceğinden eminler. Et ile birlikte yumurta, süt, peynir, yoğurt, yağ da sentetik olarak sofralarımızda yerlerini alacak.
Birçok böceğin hâlihazırda dünyanın farklı yerlerinde insanlar tarafından tüketilmesinden hareketle envaı çeşit haşaratın önemli bir protein kaynağı haline geleceği de epeydir gündemde. Hayvanlardan ve hatta birçok bitkiden çok daha az kaynak ve alan gerektirmeleri nedeniyle önemli oranda gıdanın böceklerden elde edilmesi planlanıyor. Şimdiden paketlenmiş böcek ürünleri raflara düşmeye, unlarının gıdalara karışımına başlandı bile.
Genetiği değiştirilmiş organizmaların önemli oranda insan hayatına gireceğini söylemek ise çoğunluğu nicedir pek endişelendirmiyor bile. GDO’lar tüm yasaklara rağmen hızla masumlaştırılmaya çalışılıyor. Zaten gelinen noktada yasakların pek kaale alınmadığını görüyoruz. GDO; mısır, pirinç, kanola, patates, peynir, domates, somon ve domuz eti gibi ürünlerde epeydir yaygın olarak kullanımda. Sözde bilim adamları çoktandır insan vücudunun GDO'lu ve GDO'suz gıdalar arasındaki farkı anlayamadığını ve olumsuz sonuçlara ilişkin herhangi bir ispat bulunmadığını telaffuz ediyorlar. Artan nüfusu beslemek için GDO’lu ürünlerle hastalıklara ve zararlılara karşı dayanıklı, besleyici ve lezzetli ürünlerin tasarlandığını müjdeliyorlar.
Yamyamlığa doğru bir gidiş
İklim değişikliği bahanesiyle tabaklarımızda göreceğimiz sözde gıdalar bunlarla kalsa iyi dedirtecek en kepaze olanı ise insan eti. Stockholm Ekonomi Okulu Profesörü ve Araştırmacı Magnus Söderlund, uluslararası bir seminerde can alıcı soruyu sormuştu: İnsan eti yemeyi hayal edebiliyor musunuz? Stockholm'deki Gastro Zirvesi'nde yaptığı konuşmada, küresel sıcaklıklar artmaya devam ettikçe ziraatın sonuçlarının gıdanın daha kıt hâle gelmesine neden olabileceğini ve bunun da insanları alternatif beslenme biçimlerini düşünmeye zorlayacağını söylüyordu. Çekirge veya solucan gibi böcekler kadar yavaş yavaş kendi etimizin tadına alışarak insanların yamyamlığı daha az tabu olarak görmeye başlayabileceğini dillendirmişti konuşmasında. İnsanların ihtiyacı olan yiyecek tedarikini artırmak için yamyamlığı kullanma fikri yeni değil. Daha önce de Evrimci Biyolog Richard Dawkins, laboratuvarda toplanan insan hücrelerinden et yetiştirmenin mümkün olup olmayacağını merak etmişti. Bugün teknik olarak yapay et üretimi için insan veya hayvan kök hücrelerinin kullanılmasında bir engel olmadığı biliniyor.
İklim değişikliğine yamyamlığın bile çözüm olabileceğini söyleyecek kadar insanlıktan çıkmışların dünyasında insan olanı gerçekten zor zamanlar bekliyor. En başta da lokmalarımızı haram edecekler bizlere.