İklim değişikliği bahane: Sıfır karbonun derdi insanı sıfırlamak
Karbona ya da diğer gazlara düşmanlığın asıl nedeninin iklim değişikliği tehlikesi olmadığı ortada. Dürüst araştırmalar, pratik uygulamalar karbonun, karbondioksitin mevcut seviyelerinin ve gelecekteki öngörülebilir artışlarının zararlı olmadığı gibi bitkiler ve insanlar için faydalarının olduğunu gösteriyor çünkü. Fosil yakıtları fahiş derecede pahalı hâle getirerek küresel ısınmayı sözde sınırlamaya yönelik Don Kişotvari politikalar, insanlığın sağlığı ve refahını artırmayı değil daha kötü koşullara mahkûm olmasını amaçlıyor.
“Felaket” boyutlarında bir iklim değişikliği olduğu yalanı, iktidar, muhalefet ayırmaksızın siyasetçilerden, iş dünyasından, akademiden ve medyadan itibar gördükçe algının inandırıcılığını da artırıyor. Öyle ki karbon üzerinden insanın aldığı nefese dahi kota getirecek bir iklim kanunu yapmak da ilk bize düşecek gibi.
Karbon yoksa hayat da yok
Karbon, CO2 veya metana dâir edilen sözler kabul edilmesi mümkün olmayacak kadar yanlış ve abartılarla dolu. Hınzır planlarından ötürü türlü hilaf ve dalavereyle hedefe koydukları karbona dair gerçekleri bile bile reddediyorlar. Kafaları almıyor değil, suçlu ilân ettiklerinin bildiğimiz şekliyle hayatın en temel unsurlarından biri olduğunu biliyorlar. Karbonun, diğer elementlerle kararlı bağlar oluşturma yeteneğine sahip element olarak organik bileşiklerin merkezi olduğunu da. Yeryüzündeki her bir organizmanın yaşaması, büyümesi ve çoğalması için olmazsa olmaz bir nimetin sıfırlanması durumunda insanın da sıfırlanacağından adları kadar eminler.
Yaradan’ın karbonu yaratmamış olması durumunda bildiğimiz şekliyle hayat olmayacaktı. Çünkü karbon bütün canlıları oluşturan organik bileşiklerin ana unsuru. Bir organizmanın organik mi yoksa inorganik mi olduğunu belirleyen, onun varlığı veya yokluğuyla ilişkili.
Karbon dioksit de suçlu
İklim değişikliğine katkıda bulunduğu iddia edilen karbondioksit, karbon döngüsünün tabii bir parçası olarak atmosferde emilip, salınan bir gaz. Aynı yalan ve abartmalar onun için de söz konusu. “Küresel Isınma Potansiyeli” diye uydurdukları bir metrik ölçüyle suçlu ilan edilen CO2’in faydaları saymakla bitmez. Mesela bitkiler daha fazla CO2 ile daha hızlı büyürler. Daha yüksek CO2 seviyelerinde bitkiler, suyu daha verimli kullanma yeteneği kazandıkları için kuraklığa daha dayanıklı olurlar.
Onca felaket tellallığına karşın, uydu görüntüleri özellikle kuraklığa karşı direncin kritik olduğu çöl kenarlarında son yıllarda dünyanın önemli ölçüde yeşillendiğini göstermektedir. Gezegendeki dikkate değer bu yeşillenme, CO2'nin sanayi öncesi seviyelere göre artmasından ve daha yüksek atmosferik CO2 seviyelerinden kaynaklanan gelişmiş su kullanım verimliliğinden kaynaklanıyor. Emin olun, CO2 seviyeleri yükselmeye devam ettikçe dünya daha yeşil bir hale gelecek ve zirâî üretim açısından bolluk olacak. Yani ılımlı seviyelerde artan CO2 ile gıda krizi, kuraklık ve gıdasızlık nedeniyle sosyal patlamaların, büyük göçlerin olacağı yalanlarının ifşa olması da yakın.
Bitkiler güneş ışığından gelen enerjiyi kullanarak her CO2 molekülünü su molekülüne (H2O) dönüştürüp, karbonhidratları oluştururlar. Yani uzaklaştırılan CO2 molekülü için havaya bir molekül oksijen salınır. Bitkilerin biyolojik mekanizmaları, oluşan karbonhidrat polimerlerini proteinlere, yağlara ve diğer yaşam moleküllerine dönüştürürler. Böyle dâhiyane bir sistemin temel taşı olan karbona düşmanlıkları ve “SIFIR KARBON” gibi bir uçukluğa takılmış olmalarından anlaşılıyor ki asıl niyet dünyanın ısınması filan değil. Bahçenizdeki gülden yeni doğmuş bebeğe, omzunuza konan uğur böceğinden gökyüzünde nazlı nazlı uçan kartala kadar her canlı, eski atmosferik CO2 moleküllerinden meydana gelen karbondan birer can iken karbona düşmanlık normal olabilir mi?
Mars daha mı yaşanılır?
Tıpkı karbonun sınırlı olması gibi bunca yaygaraya karşın vicdanlı her ilim adamı biliyor ki faydalı molekül CO2'nin mevcut atmosferdeki oranı da gerçekte çok küçük. Hacme vurduğunuzdaki oranı sadece %0,038. Bu kadar orana sahip dünya için yandık bittik diyen soytarılık, atmosferinin %96’ı karbondioksit olan Mars’ta yaşamayı hayal ediyor. Bu bile niyetin gerçekte ne olduğunu ortaya koyuyor zaten.
Temel fizik, daha fazla atmosferik CO2'nin sera ısınmasını artıracağını söylüyor. Ancak atmosferik süreçler o kadar karmaşık ki, ısınma miktarı kolayca güvenilir bir şekilde tahmin edilecek bir alan değil. Jeolojik tarihle birlikte atmosfer ve okyanuslara ilişkin son araştırmalar, atmosferik CO2 seviyelerinin iki katına çıkması durumunda bile sıcaklığın ancak 1oC civarında artabileceğine işaret ediyor. Atmosferde daha fazla CO2’nin olması, öngörülemeyen sonuçları olan eşi benzeri görülmemiş bir deney de değil. Dünya jeolojik olarak geçmişte bu deneyi birçok kez yaşadı. Hayat, karada ve okyanuslarda bugünkünden çok daha yüksek CO2 seviyelerinde dahi sürdü.
Bugünün teknolojisiyle gelecekteki iklimi tahmin etmeye çalışan araştırmaların çoğu, dünyanın iklim sistemini simüle etmeye çalışan bilgisayar modellerinin geliştirilmesine ve uygulanmasına odaklandı. Bu modeller sözde geçmiş iklimi açıklamaya çalışıyor ve gelecekteki çeşitli kürevî ve bölgeye yönelik iklim senaryolarını hesaplamak için kullanılıyor. Bu noktadaki tehlike, iklim senaryolarının gelecekteki emisyonları azaltacak politika önerilerini harekete geçiriyor olması. Bu modellerin sonuçlarına bakıp, gelecekteki kürevî ekonomik kalkınmayı azaltacak, hayatı olumsuz etkileyecek şekilde küresel ısınmayı sınırlandıracak uçuk öneriler yapılıyor ve hükümetlerde bunları hayata geçirme sözü veriyor.
Dünya binde beş ısınmış
İlimde gözlemsel veriler, teori ve modellemenin nihai testi kabul edilir. İklim verileri, bilgisayar tahminleri ile dünyanın gerçek iklim kayıtları arasında önemli farklılıklar olduğunu göstermekte. NASA uydu verilerinin 1995-2015 yılları arasındaki ortalama küresel sıcaklık değişikliklerini gösteren haritaları, atmosferik CO2 seviyelerinde yüzde 13'lük bir artış olsa da istatistikî olarak fark edilebilir bir ısınma olmadığına işaret ediyor. Bu yirmi yıllık dönemde atmosfer yalnızca 0,05oC ısınmış. Fakat umut bağlanan bilgisayar modelleri bu dönem için küresel sıcaklıkta tespit edilenden 8 kat fazla bir artış öngörmüş. Bilgisayar modellerinin gelecekteki sıcaklıkları güvenilir bir şekilde tahmin etme konusundaki başarısızlığı, bu tür modellerin temelde kusurlu olduğu ve geçmişteki ve gelecekteki antropojenik (insan yapımı) küresel ısınmayı büyük ölçüde abarttığını gösteriyor.
Oysa antropojenik ısınmanın, IPCC modellerinin öngördüğünden çok daha küçük olduğu ortada. Eldeki en iyi delil, atmosferdeki CO2'nin iki katına çıkmasına cevap olarak yüzeyin nihai ısınmasının, felaket tellallarının söylediği gibi bırakın 3oC’yi, 1oC’yi dahi bulmadığı. Aynı şekilde 20. yüzyıldaki iki dönemlik ısınmaya ve atmosferik CO2'deki artışa rağmen aşırı hava koşullarının, kasırgaların, sellerin, kuraklıkların sıklığında bir artış olmadığı da biliniyor. Bu denli yanıltıcı değerler veren bilgisayar modellerinin öngörülerini doğru veriymiş gibi kullananlar tabiatıyla insanları “küresel kaynama” gibi akla ziyan iddialarla korkutup, manipüle edebileceklerini düşünüyorlar.
- Felâket sınırı nedir?
- Günümüz atmosferindeki her milyon hava molekülünün yaklaşık 400'ü CO2'dir. Bize felaket sınırı olarak gösterilen bu miktar, bilerek geniş bir CO2 varyasyonunu maskelemede de kullanılıyor. Mesela, havalandırılmayan sınıf, mahkeme salonu, koğuş, tren gibi kalabalık ve kapalı alanlardaki CO2 seviyeleri tehlikeli denilen 400 pmm’den 5-6 kat yüksek seviyelere ulaşabilir. Üstelik 2000-2400 ppm’lerdeki CO2 oranlarının insanlar üzerinde klinik olarak belgelenmiş olumsuz hiçbir etkisi yok. Denizaltılarda günlerce denizin dibinde kalan askerlerin teneffüs ettiği CO2 seviyesi ise 5000 ppm civarlarındadır.
- Öte yandan sakin bir yaz gününde büyüyen mısır, mevcut CO2'yi tükettiğinden mısır tarlasındaki CO2 konsantrasyonu 200 ppm'e düşebiliyor. Yaklaşık 150 ppm veya daha düşük bir konsantrasyonda birçok bitkinin CO2 açlığından öleceğini biliyoruz.
- Bitkilerin, dünyanın mevcut seviyesinden birkaç kat daha yüksek CO2 konsantrasyonlarıyla daha iyi büyüdüğünü daha önceleri söyledik. Bu nedenle, bitki büyümesini artırmak için seralarda CO2 gübrelemesi yapılıyor zaten. Bütün bunlar CO2’nin mahsul verimliliği ve dolayısıyla küresel gıda güvenliği için felaket değil bir “nimet” olduğunun delilleri. 20. yüzyılda atmosferik CO2'deki %30'luk artış, mahsul verimliliğini yaklaşık %15 artırdı. Kalpazan karakterli endüstriyel tarımcılar bu mahsul verimliliğini bile yüzsüzce yok edici hibrit tohum-sentetik gübre-kimyasal zehir üçlüsüne mâl ettiler.
Don Kişotvari politikalar
Karbona ya da diğer gazlara düşmanlığın asıl nedeninin iklim değişikliği tehlikesi olmadığı ortada. Dürüst araştırmalar, pratik uygulamalar karbonun, karbondioksitin mevcut seviyelerinin ve gelecekteki öngörülebilir artışlarının zararlı olmadığı gibi bitkiler ve insanlar için faydalarının olduğunu gösteriyor çünkü. Fosil yakıtları fahiş derecede pahalı hâle getirerek küresel ısınmayı sözde sınırlamaya yönelik Don Kişotvari politikalar, insanlığın sağlığı ve refahını artırmayı değil daha kötü koşullara mahkûm olmasını amaçlıyor. Fakat şimdilerde hedeflerini daha ileriye taşıdılar.
Dünya nüfusuna takık zihniyet, insan nesline karşı açtığı savaşı kolay ve hızlı bir yoldan komple bitirmenin derdinde. Bunun için de yeryüzündeki her bir organizmanın yaşaması, büyümesi ve çoğalması için olmazsa olmaz olan bir nimeti, karbonu sıfırlamanın en mâkul yol olduğuna inanıyorlar.
Sıfır karbon meselesinin özeti budur.