İkinci bin yılın siyasî müceddidi: Sultan Alparslan
Tarihimizin en büyük şahsiyetlerinden olan Sultan Alparslan üzerine meşhur Selçuklu tarihçisi Mustafa Alican ile konuştuk...
Biyografi türü eserler ve filmler her zaman çok ilgi görüyor. Bunun sebebi nedir sizce?
Bir tür olarak biyografinin her zaman ilgi görmesi, tarih düşüncesinde insanın her zaman merkezde yer almasından kaynaklanıyor. Hangi sosyal, siyasî, ekonomik, dinî ya da kültürel parametrelere dayanıyor olursa olsun, bütün tarih anlayışları nihayetinde insana ilişkin bir bakış açısı sunar. Bir başka ifadeyle, insan tarihte merkezî bir konumdadır. Dinler peygamberler, devletler hükümdarlar, bilimsel ve sanatsal disiplinler bilim adamları ya da sanatçılar üzerinden okunur. Başka türlüsünün mümkün olduğuna ilişkin görüş, teklif ve uygulamalar tarih yazımının en önemli tartışmaları arasında yer almakla birlikte, bilinen insanlık tarihinin ilerleme hattı budur.
- Biyografinin her zaman ilgi görmesinin en temel sebebi sözünü ettiğimiz bu temsiliyet durumu olmakla birlikte, buna eşlik eden, hatta bunu organize eden belirleyici neden, okurun/izleyicinin psikolojisidir. Yani “neden şu kimsenin değil de bu kimsenin biyografisi” sorusunun cevabının yattığı yer…
İnsan hem kendisini, hem de “öteki”ni görmek, bilmek, izlemek, anlamak, şahit olmak, anlamlandırmak ve yorumlamak isteyen bir varlıktır. Bu bakımdan onun hem kendisine, hem de ötekine ilişkin tabii bir merak duygusuyla donatılmış olduğu söylenebilir. İnsan merak eden bir varlıktır. Anlamak ister. Sevmek için, nefret etmek için, siyasî, tarihî, dinî, ilmî veya kültürel bir öz-mensubiyet inşa etmek için, kendini yüceltmek ya da aşağılamak için, ifşa etmek için, özdeşleşmek için, arınmak için buna ihtiyacı vardır. Magazin kültürü insanın bu eğiliminden beslenir.
Sultan Alparslan Türk tarihinin en merak edilen figürlerinden. Onu farklı kılan hususlar hangileri?
Sultan Alparslan’ın farklılığı, kuvvetli bir “tarih yapıcı özne” olması, Türk ve İslâm tarihinin kavşak noktasında yer almasıdır. Karizmatik bir lider ve insan olarak hem yetenekleri hem de şahsî faziletleri ile hayranlık duyulası bir figür olmasının yanında, tarihî etkinliği ile yalnızca bir döneme değil, çağlara damga vurmuştur.
Daha önce bir mülakatta da işaret ettiğim gibi, benim yaklaşımıma göre, “İkinci Binyılın Siyasî Müceddidi”dir. İslâm tarihinin ilerleme hattını derlemiş-toplamış, biçim ve yön vermiştir.
Onun tarihî etkinliğinin izleri coğrafyamızda halen çok canlı bir biçimde temaşa edilebilmektedir. Türk ve İslâm tarihinin merkezî coğrafyası olan Anadolu Türkiye’sinin temellerini atmış, tarih sahnesine çıktığı dönemde derin ve çok katmanlı bir buhranın pençesinde olan İslâm dünyasının tarihî akışını bu coğrafyaya kanalize etmiştir. İstanbul’un ve Avrupa’nın Müslümanlarca fethine giden sürecin başlangıç noktasındaki figürdür. Sultan Alparslan, Türk ve İslâm tarihinin kesiştiği sihirli zamanda ve zeminde yer alan bir hükümdardır. Bu bakımdan hem Türk hem de İslâm tarihinin ortak kahramanıdır. Onun tarihî rolünü göz önünde bulundurmayan bir Türk ya da İslâm tarihi, hatta dünya tarihi kurulamaz.
Alparslan’ın en önemli tarihî rolü Malazgirt zaferidir diyorsunuz kitabınızda. Bu zafer neleri değiştirmiştir?
Malazgirt zaferi, Sultan Alparslan’ın “tarih yapıcı özne” olarak ortaya koyduğu tarihî etkinliğin kilit noktasıdır. Onun şaheseridir. Bu zaferden sonra Türk ve İslâm tarihi eskisinden bütünüyle farklı ve yeni bir ilerleme hattına evrilmiştir. Özellikle güneydoğu kesiminde asırlardan beri Müslümanlar ile Bizanslılar arasındaki mücadelenin devam ettiği Anadolu’nun kapıları Türklere açılmış, zaferden sonraki on yıl içerisinde Selçuklular İstanbul’un burnunun dibine kadar ulaşmışlardır.
1070’lerin sonunda İznik’te Türkiye Selçuklu Devleti’nin kurulduğunu biliyorsunuz. Bir başka ifadeyle, Malazgirt zaferi ile birlikte asırlardan beri Müslümanların batıya ilerleyişine mâni olan barikat yıkılmıştır. Bu çok önemli bir gelişmedir. Çünkü bir süre sonra Anadolu İslâm dünyasının merkezi olarak temayüz etmeye başlayacaktır. Takip eden asırlarda kurulacak olup yarımadayı şehir şehir, mevzi mevzi dönüştürecek olan Anadolu Türk Beyliklerinin ve sonrasında Osmanlıların var oluşunu mümkün kılan zemin bu şekilde teşekkül etmiştir.
Malazgirt zaferi bir süre sonra başlayacak olan Haçlı Seferlerini tetikleyen en önemli hadise olmakla birlikte, İslâm dünyasının, Müslümanların siyasî ve askerî liderlerine dönüşen Türklerle birlikte yeni bir muhafız ve sancaktar bulduğunu da ortaya koymuştur.
Yani bu zaferle birlikte Türklerin İslâm dünyasındaki liderliği tescil edilmiştir. Bu ise uzun zamandan beri siyasî kargaşanın olduğu İslâm dünyasında Türklerin merkezde olduğu yeni bir Sünnî siyasî söylemin egemen paradigma haline gelmesini sağlamış ve bugün halen varlığını muhafaza eden temel siyaset ve düşünce hatlarına biçim vermiştir. Dolayısıyla, bir savaş olmanın ötesinde kendisinde kristalize olan simgesel anlamlar bakımından bir çağın en önemli hadisesi olarak Malazgirt zaferi gerçek bir dönüm noktası, bir çeşit milattır.
Malazgirt Türklere Anadolu’nun kapısını açan bir savaş mıdır yoksa bir müdafaa harbi midir?
- Malazgirt Savaşı ilk aşamada müdafaa harbidir. İslâm dünyası açısından büyük bir tehdit olan Şiî-Fâtımîlere odaklandığı görülen ve öncelikli olarak İslâm dünyasında siyasî bir birlik tesis etmeyi hedeflediği anlaşılan Sultan Alparslan’ın gündeminde olan bir savaş değildir. Türkleri püskürtmek ve İslâm dünyasını istila etmek maksadıyla İstanbul’dan hareket eden bir orduya karşı yapılmıştır. Fakat savaşın ardından Bizans İmparatoru ile imzalanan tabiiyet anlaşmasının imparatorun tahtından indirilmesi sebebiyle yürürlüğe girmemiş olmasının da etkisiyle sonraki aşamada Anadolu’nun fethine giden yolun ilk adımı olmuştur.
Bu bakımdan ikinci aşamada Malazgirt zaferinin Türklere Anadolu’nun kapılarını açtığını belirtmekte bir beis yoktur. Diğer taraftan, Türkler Malazgirt’ten önce Anadolu’ya gelmemiş değildir. Aksine Hunlar döneminde bile Türklerin bu coğrafyaya geldiklerine ilişkin bilgilere sahibiz. Yine Bizans İmparatoru Romanos Diogenes’in Malazgirt Savaşı ile sonuçlanan sefere çıkmasının en önemli nedenlerinden biri de Ege bölgesine kadar ulaşan Türkmen akınlarıdır. Bir diğer ifadeyle, “Malazgirt zaferinin Anadolu’nun kapılarını Türklere açmış olduğu” şeklindeki yaygın değerlendirme, Türklerin Anadolu’ya ilk kez geldikleri anlamına gelmemektedir. Bundan kasıt, Türklerin siyasî ve toplumsal özne olarak Anadolu’da varlık kazanmalarının bu savaşı takip eden süreçte gerçekleşmesidir.
Bugünün Müslüman Türk genci için Sultan Alparslan nasıl bir örnek teşkil eder?
Sadece 9 yıl hükümdarlık yapmış olan Sultan Alparslan, 40 yaşını bile görmeden uğradığı bir suikast sonucu öldürülmüştü. Bu bakımdan onun hayat hikâyesinin Müslüman Türk genci için çok güçlü bir örneklik barındırdığını, onun için takip edilebilecek belirgin izler ihtiva ettiğini düşünüyorum. Hayatı bir adanmışlık ve yüksek ideallere odaklanmıştı. Gençliğin zayıflığı ve heveskâr kaybolmuşluğu yoktu onda. İslâm dünyasının bütününe ilişkin kuvvetli bir görev ve sorumluluk duygusu taşıyordu.
'Malazgirt zaferinin Anadolu’nun kapılarını Türklere açmış olduğu' şeklindeki yaygın değerlendirme, Türklerin Anadolu’ya ilk kez geldikleri anlamına gelmemektedir.
Bu yönüyle Osmanlı hükümdarı Yavuz Sultan Selim’i hatırlatmaktadır. Bir Kafkasya’da, bir Horasan’da, bir Halep’te, bir Anadolu’daydı. At üstünden inmemişti. Merhametli ve âdildi. Tebaasına karşı şefkatliydi. Zulme meyletmez, zalimlere fırsat vermezdi. İradesi güçlüydü. Vefalıydı. Hayatının her anına yansıyan dinî bir şuura sahipti. Sıkça kendisini muhasebe ediyor, sigaya çekiyordu. Hatalarında ısrarcı değildi. Âlimleri el üstünde tutuyor, onların tavsiyelerini önemsiyordu. Onun döneminde ve elbette onun izni ve desteği ile kurularak İslâm tarihinin tamamında entelektüel bir etkinlik meydana getiren Nizâmiye medreselerinden de anlaşılabileceği gibi ilmî faaliyetlere büyük önem veriyordu.
- MUSTAFA ALİCAN KİMDİR
- Trabzon’da dünyaya geldi. Çocukluğu Bursa ve İstanbul’da geçti. 2007 yılında Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nden mezun oldu. 2012’de Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’ne sunduğu “Bir Ortaçağ Şehri Olarak Meyyâfârikîn (Silvan)” başlıklı teziyle tarih doktoru oldu. Muhtelif gazete, dergi ve internet sitelerinde makale, çeviri, eleştiri ve yorum yazıları yayınlandı. 2013 yılında yardımcı doçent, 2016’da doçent oldu. 2008-2018 yılları arasında Dr. Gökhan Kağnıcı ile birlikte kurduğu Tarih Okulu Dergisi’ni idare etti. Özelde Selçuklu, genelde ise İslâmî Ortaçağ tarihi ile ilgilenen yazar, Muş Alparslan Üniversitesi Tarih Bölüm Başkanı ve Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü olarak çalışmalarını sürdürüyor.