Huzursuz Frenk ikliminde bir lahzâ-i tefekkür
Coğrafya belki kaderdir ama herkes neticede kendi yaptıklarının cezasını çeker. O sebepten Fransa’da yaşayan milyonlarca Afrikalı göçmenin bugün tepki veriyor oluşunu geçmişin karanlık dehlizlerinde aramak icap eder. Osmanlıda İkinci Mahmut döneminin en sevimsiz simalarından Halet Paşa’nın idamını müteakip söylenen bir mısra var.
Ne kendi etti rahat ne âlem buldu huzur
Yıkılıp gitti cihandan dayansın ehli kubur
Bin yıllık Fransa yıkılıp gider mi, orası meçhul. Ne diyelim? Avrupa sürsün o vakit, safâsını da cefâsını da...
Haçlı savaşlarına dair kronikleri okuyanlar hatırlayacaktır, Hristiyan Avrupa düşman olarak umumiyetle Türklerden bahsederken, İslam dünyası da karşı tarafı Frenkler (günümüz tabiriyle Fransızlar) olarak vasfeder. Oysa herkes bilir ki, savaşın taraflarını sadece bu iki millet oluşturmaz. Frenklerin yanı başında Almanlar, İngilizler, İtalyanlar gibi pek çok Hristiyan milleti kılıç sallarken, Türkler ile aynı safta Araplar ve Kürtler gibi diğer Müslüman milletlerin canhıraş savaştığı görülür. Kalabalıkları din gayretinin bir araya getirdiği, etnik şuurun henüz peydahlanmadığı bir çağda Türk ve Frenk kelimelerinin iki ayrı medeniyeti ifade etmek için tercih edildiğine bilhassa dikkatinizi çekmek isteriz.
Frenk kelimesinin Avrupa’ya tebdili bizim cenahta Tanzimat’ın pek ötesine gitmez. Kullanımında bir parça istihza olduğu da su götürmez. Bu istihzaî yaklaşımın Ortodoks Doğu Roma’dan tevarüs ettiğini söyleyenler varsa da, pek erken bir vakitte Haçlı seferlerini bizzat tecrübe etmiş bir milletin böyle bir tevarüse ihtiyacı olduğunu düşünmek abesle iştigaldir. Nitekim Frenk cephesinde de benzer şekilde “Tête de Turc/ Türk kafası” gibi kullanımlar mevcuttur, onlar da bunu Ortodoks Doğu Roma’ya borçlu değillerdir.
Ortodoks Rum gözüyle Avrupalı
Ortodoks Doğu Roma ve mirasçılarının Frenk kelimesine yüklediği mânâ için belki de en çarpıcı örneği, İngiliz diplomat William Gifford Palgrave, 1872 yılında kaleme aldığı “Essays on Eastern Questions / Şark Meseleleri Hakkında Denemeler” isimli kitabında verir. Yazar, kitabın 176. sayfasında Doğu Hristiyanlarından bahisle başından geçen bir hâdiseyi nakleder.
“Ev sahibi Dimitri Agathopylos'u soruyoruz. Yalınayaklı genç hizmetçi geldiğimizi duyurmak için hızla uzaklaşıyor. Muhtemelen Dimitri'nin oturduğu odanın kapısı giriş koridoruna açılıyor ve böylece bizi takdim edişini duyabiliyoruz. Hizmetçi kız Thekla, efendisine σκυλιφραγκοι (skilifrengi) tabiriyle birinin onu beklediğini söylüyor. Bu tabirle bize özel bir saygısızlık kastı yok. Zira Yunan milleti kendi aralarında Avrupalılardan bahsederken başka bir tabir bilmiyor, kullanmıyor.
İngilizler, Fransızlar, Yunan İstiklal Savaşı'na katılan herkes, şimdiye kadar ödenmemiş ve asla ödenmeyecek hizmetleri ifa eden istisnasız bütün Avrupalılar aynı. Bir tek Ruslar hariç, o da muhtemelen kendileri gibi doğulu oldukları için. Bay John Skinner gibi en hevesli bir Yunan aşığı bile Yunan dostları nezdinde aynı tabirle anılıyor. Bu tabiri elbette Avrupalıların yüzüne karşı söylemiyorlar, o vakit daha saygılı bir dil kullanıyorlar. Ve Avrupalı misafirleri salona, oturma odasına, başköşeye buyur ediyorlar.”
İngiliz diplomatı rahatsız eden σκυλιφραγκοι (skilifrengi) tabirinin tam tercümesi FRENK İTİ’dir. Evet, Yunanlılar istisnasız bütün Avrupalıları yüzyıllar boyu işte bu sıfatla andılar. Yunanistan’ı Türklerden kurtarmak için Avrupa’nın dört bir yanından eline silah alıp koşan herkesi, şu meşhur Lord Byron’ı bile. Tam da Yunanlılara yakışan, Frenklerin bin yıllık düşmanı Türklerin bile tenezzül etmediği / etmeyeceği bir karakter düşüklüğü. Elbette Frenkleri aklamıyoruz. Bin yıllık Katolik-Ortodoks rekabetinin, 1204 yılında Haçlı Frenklerin İstanbul’u ele geçirip yaptıkları yağma ve tahribatın, işledikleri sayısız cinayetin bittabi farkındayız. Fakat düşmanlığın da istihzanın da bir inceliği, bir usturubu olmalı değil mi?
Frenk niçin Avrupa’dır?
Ezcümle Frenk Avrupa’dır dedik. Peki, niçin Avrupa’dır?
- 732 yılında Puvatya’da Endülüs Araplarını,
- 791 yılında Bavyera’da Avar Türklerini,
- 845 yılında Paris Kuşatması’nda kuzeyli Vikingleri durdurmuş,
- Pagan Avrupa’yı dönüştürmek suretiyle bugünün Hristiyan Avrupası’nı mayalamıştır.
Jacques Le Goff “Avrupa’nın Doğuşu” isimli meşhur eserinde Frank İmparatorluğu hakkında şöyle der:
“Bir dizi Ortaçağ metni, bu birleşik imparatorluktan Avrupa olarak bahsetmiştir. Carmen de Carolo Magno, Charlemagne'ı Avrupa'nın saygıdeğer başı ve Avrupa'nın babası olarak adlandırmıştır.”
Fransız etnik kimliğinin oluşumu
Bizdeki Frenk kelimesi, aslen bir Germen kabilesi olan Frankların, Roma Galyası olarak bilinen toprakları ele geçirip, burada bir imparatorluk kurmalarına dayanır. Paris şehrini başkent yapan Franklar, o zamana dek Galya olarak anılan ülkeye kendi isimlerini verip Fransa yaparken, sayıca az oldukları için yerli halkın bozuk Latincesini konuşmaya başlamışlardır. Bugünün Fransız etnik kimliği üç unsurun karışımıdır:
- Germen asıllı yönetici Franklar
- Çoğunluğu oluşturan yerli ahali, yani Galya halkı
- Roma’dan miras bozuk Latince, günümüz Fransızcası.
Franklar sadece bulundukları toprağın, halkın ve dilin adını değiştirmekle kalmamış, “Birleşik Avrupa” fikrinin öncüleri olarak diğer medeniyetlerin Avrupa algısını da etkilemiş, Avrupa deyince akıllara Frenk kelimesinin gelmesini sağlamışlardır.
Coğrafya kaderdir
Avrupa denildiği vakit akıllara Frenk kelimesinin geliyor oluşu, Fransa ve Fransızlar açısından bir ‘honneur’ vesilesi olabilir ama bu Frenk ikliminde her şeyin sütliman olduğunu göstermez. O meşhur deyişte olduğu gibi coğrafya gerçekten kaderdir. Avrupa haritasına bakıldığında doğuda İskandinavya’dan Balkanlara geniş bir mesafede yer alan kuzey-güney hattı, batıya doğru ilerledikçe daralır ve Fransa’ya geldiğinde en kısa mesafeye ulaşır.
Bunun mânâsı şudur: Dil, mezhep, kültür, gelenek, gündelik hayat ve birçok parametre cihetinden Avrupa’da en esaslı farkı kuzey-güney ayrılığı belirler. Avrupa’nın Germen bir kuzeyi ve Latin bir güneyi vardır. Elbette doğu-batı ayrımı da mevcuttur. Ancak Doğu Avrupa dediğimiz coğrafya, NATO ve AB gibi iki önemli kritere uzak olan Rusya, Belarus ve Ukrayna topraklarından oluşur. Polonya, Çekya, Macaristan Orta Avrupa; Sırbistan, Romanya ve Bulgaristan ise Balkan topraklarıdır.
Fay hattının en zayıf noktası
Germen kuzey ile Latin güney arasında hemen her cihetten muazzam farklar bulunur. İşte bu farklar neticesinde Germen kuzey 1500’lü yıllarda mezhebini bile ayırmış, bağnazlık derecesinde Katolik olan Latin güneyi ‘protesto’ ederek ismiyle müsemma Protestan mezhebini icat etmiştir.
Fransa, ‘Avrupa yarılması’ diye tabiri mümkün büyük fay hattının en zayıf, en kırılgan noktasında yer alır. Germen kuzey ile Latin güneyin birbirine zıt bütün unsurları bir hercümerç halinde Fransa topraklarında buluşur, bu da ülkeyi çatışmaların, doğum sancılarının deney sahasına çevirir. Avrupa tarihini derinden etkileyen birçok büyük hâdisenin Fransa topraklarında görülmesi bir tesadüf değildir.
Fransa büyük hâdiselerin ülkesidir
1572 St. Barthelemy katliamı
Tarihte bilinen en büyük Protestan katliamıdır. Katolik Fransızlar, Huguenot olarak bilinen 30 bini aşkın Fransız Protestan’ını Paris başta olmak üzere Fransa’nın çoğu şehrinde acımasızca katletmiştir. Katliamdan kaçan binlerce Huguenot da başta İngiltere olmak üzere Avrupa’nın Protestan ülkelerine sığınmıştır. Bunların arasından mühim simalar çıkmıştır. Ülkemizdeki Robert Kolej’in kurucusu Cyrus Hamlin aslen Huguenot asıllı bir ailenin çocuğudur.
1789 Fransız ihtilali
Sadece Avrupa tarihini değil dünya tarihini etkileyen büyük bir hâdisedir. Monarşilerin korkulu rüyası olarak cumhuriyet rejimine giden yolu açmış, Avrupa’da dinin etkisini ciddi mânâda kırıp, milliyetçi akımların tetikleyicisi olmuştur. Fransız ihtilalinin modern dünyanın inşasındaki rolünü iyi analiz etmek gerekir. Din temelli dogmalardan kurtulma adına pozitivizm temelli yeni bir dogmatik anlayışın zuhurunu ve küreselleşme denilen hadisenin dayandığı noktayı burada aramak gerekir.
1848 ihtilali
Tahmin edileceği gibi ilk olarak Paris’te başlamış, oradan bütün Avrupa’ya süratle yayılarak kıtayı bir yangın yerine çevirmiştir. Fransa’da İkinci Cumhuriyet ilân edilmiş, Bavyera’da kral tahtından olmuş, Viyana’da 1 yılda peş peşe 4 hükümet düşmüş, Macarlar bağımsızlık savaşına girişmiş, Polonya Prusya işgaline, Romenler ise Rus işgaline karşı ayaklanmıştır. Kimilerince işçi sınıfının ilk büyük imtihanıdır, sosyalist hareketin miladı sayılır.
1968 başkaldırısı
De Gaulle yönetimine karşı Fransız üniversite gençliğinin başlattığı protesto gösterileri kısa sürede yayılır. İşçiler öğrencilere destek verir, tıpkı üniversiteler gibi fabrikalar da işgal edilir ve genel greve gidilir. Neticede De Gaulle cumhurbaşkanlığı görevini bırakır ama ülke bir daha Amerika’ya posta koyacak lider çıkaramaz. 1968 başkaldırısı diğer ülkelere de çabucak sirayet eder. En elle tutulur neticesi, cinsel özgürlük anlayışının dünya ölçeğinde yayılması olmuştur.
Ne kendi etti rahat ne âlem buldu huzur
Fransa, sömürgecilik tarihinde İngiltere’nin ardından ikinci sırada gelen bir ülke. Afrika kıtası başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde sömürgeler edinmiş, bu sömürgelerin yeraltı-yerüstü kaynaklarını en acımasız şekilde yağmalamıştır. Fransa’nın her yıl sömürgelerinden sağladığı gelir milyarlarca avroyu bulmaktadır.
1995-2007 yılları arasında Fransa Cumhurbaşkanı olan Jacques Chirac’a kulak verelim:
"Afrika olmasa Fransa üçüncü dünya ülkesi olur."
Chirac'ın selefi, 1981-1995 arası Cumhurbaşkanlığı yapan François Mitterand’ın 1957 yılında yaptığı şöyle bir tespit var:
"Afrika elden çıkarsa Fransa'nın 21. yüzyılda bir tarihi olmayacak."
Chirac’ın halefi Nicholas Sarkozy ise 2007 yılında, henüz iki aylık çiçeği burnunda bir cumhurbaşkanı iken Senegal'in başkenti Dakar'da bütün Afrikalıları aşağılayarak şöyle demişti:
"Afrika'nın trajedisi, tam olarak bir tarihin bulunmayışıdır. Afrikalılar hiçbir zaman kendilerini gelecek için hazır tutmamışlardır.”
Coğrafya belki kaderdir ama herkes neticede kendi yaptıklarının cezasını çeker. O sebepten Fransa’da yaşayan milyonlarca Afrikalı göçmenin bugün tepki veriyor oluşunu geçmişin karanlık dehlizlerinde aramak icap eder. Osmanlıda Sultan İkinci Mahmud döneminin en sevimsiz simalarından Halet Paşa’nın idamını müteakip söylenen bir mısra var.
Ne kendi etti rahat ne âlem buldu huzur
Yıkılıp gitti cihandan dayansın ehli kubur
Bin yıllık Fransa yıkılıp gider mi, işte orası meçhul. Ne diyelim? Avrupa sürsün o vakit, safâsını da cefâsını da...