Hurâfeleri yıkacağız deyip ilahlaştırdılar
Kemalizm'in M.Kemal'den sonra geliştirildiği onun ölümü sonrası putlaştırıldığı ifade edilir ama İtalya'dan heykeltraşlar getirtip kendi heykelini yaptıran da, ilk heykelini 1926 yılında diktiren de, paralardan binalara her yana kendi fotoğrafını astıran da, kendini binlerce yıllık bir milletin atası ilan eden de bizzat kendisidir. Bunun için yeri geldi sanat, basın, maarif kullanıldı yeri geldi süngü.
- İnsanoğlu böyledir kendine hep bir PUT yapar.
- Oldu bitti böyle bu, kendi yapar kendi TAPAR.
- Haldun Taner / Keşanlı Ali Destanı
Toplum olarak delirmemizin en önemli sonuçlarından biri olan kişi kültü, putlaştırma, sonucunda tanrısallaştırmayı bir sanat eseri üzerinden inceleyeceğiz. Aslında var olmamış yahut var olan ama aslî mânâda kahraman olmayan kişilerin yükselişini ve sonucunda putlaştırılması temasını sinema, roman ve piyeslerde sıkça görürüz ama bizim için Bertolt Brecht’inArturo Ui’nin Önlenebilir Tırmanışı, Haldun Taner’in Keşanlı Ali Destanı ve Aziz Nesin’in Sen Gara Değilsin eserleri özeldir.
Meseleye bu durumu en iyi tanımlayan isimlerden biri olan Fikret Başkaya'nın analiziyle giriş yapalım; Akıl almaz bir çelişki de "kurtarıcı", "kurtarılmışlık" söylemidir. Modernite devrimi yaşamış bir ülkede ve toplumda böyle bir şey asla söz konusu olmazdı. Bir tek şahsiyetin bir ülkeyi ve halkı kurtardığı, "yedi düveli yendiği", o halka sadece bir vatan değil, cumhuriyet ve inkılâplar ihsan ettiğine inanan bir toplum, modernlik, demokratiklik, ilericilik, çağdaşlık, vb. iddiasında bulunabilir mi? Tarih bazı şahsiyetlerin elinde oyuncak mıdır? Aslında bu saçmalığın anlaşılması için fazla çaba gerekmiyor. Yapılanların ne kadar önemli, ne kadar müstesna, ne kadar orijinal, ne kadar "biricik" olduğunu kafalara sokmak, bu konuda efsaneler, hurafeler yaratmak için, onları yaptığı söylenen şahsiyetin kutsanması, ilahlaştırılması, putlaştırılması, bir tapınma aracına [kült] dönüştürülmesi gerekiyordu.
İşte bu gereklilik sonucu önce zihinlere sonra meydanlara dikildi putlar. Burada hemen şunu ifade etmek gerekir, Kemalizm'in M.Kemal'den sonra geliştirildiği onun ölümü sonrası putlaştırıldığı ifade edilir ama İtalya'dan heykeltraşlar getirtip kendi heykelini yaptıran da, ilk heykelini 1926 yılında diktiren de, paralardan binalara her yana kendi fotoğrafını astıran da, kendini binlerce yıllık bir milletin atası ilan eden de bizzat kendisidir. Bunun için yeri geldi sanat, basın, maarif kullanıldı yeri geldi süngü.
M. Kemal’i ‘İlah’laştırdılar Vekilliği Kaptılar
Şeref Aykut'un 1926 yılında Kamalizm (CHP Programının İzahı) adıyla yayınlanan kitabı bu duruma ilk örneklerden biridir. Aykut'un kitabında Kemalizmin bir din olduğuna dair çok sayıda ifade var. Mesela kitabın 3. sayfasında “Kamalizm, bunların üstünde, yalnız yaşamak dinini aşılayan ve bütün prensiplerini, ekonomik temeller üzerine kuran bir dindir" deniliyor. M.Kemal, bu kitabı yazan Şeref Aykut’u Edirne Milletvekili olarak TBMM’ye aldı.
Bazıları işi daha da ileri götürerek Kamalizm dininin peygamberi, bazıları (haşa) Allah’ı olarak M.Kemal'i gösterdiler. Çankaya’yı Kâbe olarak gördüler: "Ne örümcek ne yosun Ne mucize ne füsun Kâbe Arab’ın olsun Çankaya bize yeter." Bunu yazan Kemalettin Kamu da milletvekili yapıldı.
Bu ödüllendirmeleri gören ve duyan dalkavuklar sıraya girdiler.
İşte Aka Gündüz’ün mısraları:
Atatürk’ün tapkınıyız!
Her şeyde Atatürk!
Yerde o! Gökte o! Denizde o!
Varda o! Yokta o!
Her şeyde o: Atatürk. Görünmezi görür, bilinmezi bilir, duyulmazı duyar, sezilmezi sezer. Elimizi yüzümüze, gönlümüzü özümüze kapıyoruz. Biz sana tapıyoruz, biz sana tapıyoruz! Varsın! Teksin! Yaratansın! Sana bağlanmayanlar utansın!” dedi o da milletvekili yapıldı.
Sıraya Dizildiler
Yusuf Ziya Ortaç durur mu? O da aşağıdaki şu rezil sözde tekbirii yazıp milletvekilliğini kaptı:
Allahu Ekber! Allahu Ekber!
Ancak o var! Atatürk ekber!
Ancak o var: Atatürk!
Evliya O’dur, Peygamber O’dur, sanatkâr Atatürk!
Tarihe hâkim, zekaya önder! Atatürk ekber!
Derken Behçet Kemal Çağlar, Süleyman Çelebi’nin Hz. Muhammed (s.a.s) için yazdığı mevlidi baştan sona kadar Atatürk için değiştirerek okumaya başladı:
Ol Zübeyde Mustafa’nın ânesi Ol sedeften doğdu ol dürdânesi Gün gelip oldu Rıza’dan hâmile Vakt erişti bin sekiz yüz seksene Ger dilersiz, bulasız Od’dan necât Mustafa-i bâ Kemâl’e esselât! Çağlar da milletvekili yapıldı.
Edip Ayel ise daha kurnazca davranıp aynı şiir içinde Atatürk’ü hem Peygamber, hem de (haşa) Allah olarak gösterdi: Cennetse bu yurt, sen onu buldundu harâbe Bir gün olacaktır anıtın Türklüğe Kabe. Zindan kesilen ruhlara bir nur gibi doğdun Türk ırkının en son ulu Peygamberi oldun. Ölmez bize Cennetlerin ufkundan inen ses İnsanlar ölür, Türklüğe Allah olan ölmez! Ve sonunda hükümetin=devletin yayın organı Cumhuriyet Gazetesi 5 Ağustos 1935 tarihinde manşetten ilan etmişti: “Atatürk yarım bir ilahtır! Türklerin babasıdır!”
Buraya kadar aktardıklarımızı Fikret Başkaya, 20 ay hapis ve para cezasına çarptırılmasına neden olan kitabı Paradigmanın İflası'nda şöyle özetliyor; “Gerçekten Mustafa Kemal ve onun "inkılapları"yla ilgili olarak yaratılan efsane, yedi yüz yıllık Hilafet ve Saltanat devrinde yaratılmamıştır. İlginç olan bir şey de, bu efsane üreticilerinin, sözde efsaneleri yıkmak, hurafeleri yok etmek amacıyla yola çıkmış olmalıdır! Topluma rasyonel düşünceyi egemen kılmak amacıyla yola çıkanlar, hiçbir dönemde görülmemiş düzeyde hurafe üretmişlerdir. Putları yıkmak için yola çıkanlar, hiçbir dönemde görülmemiş düzeyde put ürettiler. Cumhuriyet aydını, put üreciliğine ve bekçiliğe koşulmuştu!..."
Topluma dayatılan bu ideoloji etkisini en fazla alevî vatandaşlarımızda göstermiştir. Kemalizm deyince akan suların durduğu, Dersim katliamını bile sineye çeken Alevîlerin bu durumunu ise Neşe Düzel'e verdiği röportajında Alevî Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Ali Balkız şöyle izah ediyordu
- “Alevîler, Mustafa Kemal Atatürk'ü büyük kurtarıcı olarak görürler. Alevîlik inancında reankarnasyon vardır. İnsan ölmez, başka bir canlının bedeninde yeniden dünyaya gelir. Alevîler, 'Hazreti Ali, Mustafa Kemal Atatürk olarak zuhur etti, geldi' diye inanırlar. 'Bizi ancak böyle biri zulümden kurtarabilir' derler. Aleviler Atatürk'ü mitleştirmişlerdir.”
Bu bahse devam edeceğiz.
Şahsî Delirmeden Toplumun Delirmesine Bir Piyesin Tahlili
Gelelim sola, solun Kemalizmle imtihanından daha doğrusu intiharından bir nebze kendini kurtarabilen şair ve yazar tayfası da vardır elbet, bunlardan biri "Gerçek Müslüman Atatürk'ü sevemez, seviyorum diyorsa ya ahmâktır ya sahtekâr. Atatürk Müslümanlar açısından sevilecek bir şey yapmadı" diyecek cesarette olan Aziz Nesin'dir.
Madem öyle yazımızın tam da burasında 1915’de doğan ve bu putlaştırma sürecine tanık olan yazarın az bilinen Sen Gara Değilsin piyesine değinelim. Sen Gara Değilsin oyununda toplum gerçeği ile salt gerçeğin uyuşmazlığı konu edilerek savaşlar, madalyalar ve kahramanlık üzerine yeniden düşünülmesine imkân verilmektedir.
Oyun, Yuntabur kentinde Gara adına dikilen anıtın açılış töreni ve sonrasında yaşananları konu eder. Gara, savaşa gönüllü olarak katılarak birçok başarı gösterip madalyalar alan bir kahramandır. Savaşta öldüğü düşünülen, bu kahraman için bir anıt dikilir ve bunun açılışı için daha önce kente hiç gelmemiş olan bakanlar ve devlet başkanı gelir. Törende Gara’nın kahramanlıklarından bahsedilir ve altı yüzyıllık kentin adı değiştirilerek Garabur yapılır. Gara’nın doğduğu ev müzeye çevrilecek, hayatı filme alınacak, romanlar ve oyunlara konu edilecektir.
Belediye Başkanı Pren, törende yaptığı konuşmada Gara’nın çocukluk arkadaşı olduğunu söyleyerek anılarını anlatır, Gara’nın öleceği günü ve saati bildiğini ve daha çocukken onun belediye başkanı hatta senatör olacağını söylediğinden bahseder. Fakat Pren aslında Gara’yı hiç tanımamaktadır. Gara’nın çocukluk arkadaşı olan Güvenlik Şefi Salsi’dir. Salsi, Gara’nın korkak, pısırık, işe yaramaz bir adam olarak bu yaptıklarına inanamaz. Bu arada Gara, uzun yıllardır uğramadığı şehrine dönmüştür, perişan hâlde tören alanına gelir ve kendi anıtı olduğunu bilmediği şeye işemeye başlar.
Pren ve Salsi, Gara’yı görür ve ondan hakkında anlatılan kahramanlık hikâyelerinin aslında birer yanlış anlaşılma sonunda olduğunu ve Gara’nın bir kahraman olmadığını öğrenirler ve onu göndermek için para verirler. Gara, doğduğu şehri görüp gitmek ister fakat Belediye Başkanı Pren ve Güvenlik Şefi Salsi, buna bile müsaade etmez ve Pren, Gara’yı öldürür. Çünkü artık tek bir Gara vardır o da kahraman Gara’dır ve bunun değişmesine müsaade edemezler.
Gara, hakkında çıkan haberlerden ve kahraman ilan edildiğinden habersizdir. Karısı onu aldattığı için savaşa gönüllü katıldığını, savaşta ölen askerlerin altın dişlerini söküp ceplerindeki paraları aldığını hatta düşmanlara casusluk yaptığını fakat hep bir yanlış anlaşılma ve tesadüf neticesinde madalya verildiğinden bahseder. Olayların aslını öğrendiklerinde Gara’dan kurtulmaya çalışırlar ve aralarında şu diyaloglar yaşanır:
- Pren: Bir de bizim gerçeğimiz var, yani toplumun, bütün ülkenin… Hepimiz inandık Gara’nın bir kahraman olduğuna. Şimdi bunu tam tersine çevirmeye kimsenin hakkı yok; Gara’nın kendisinin bile… Anıtı dikilmiş, müzesi yapılmış, tarihe geçmiş kahraman bir Gara; işte toplumun gerçeği bu…
- Salsi: Evet ama salt gerçek bu değil ki... Buradaki Gara salt gerçeğin ta kendisiydi.
- Pren: Korkunç çelişki de burada ya… Salt gerçek her zaman toplumun gerçeğine uymuyor. (Anıtın dibine yorgun oturur, Salsi de yanına oturur, cigara yakarlar.) Hepimizin kahraman olarak bildiğimiz Gara, işte bu alçaktır diyemezdik ya… Salt gerçeğin ne önemi var, bize bir kahraman gerekiyordu; biz işte onu bulduk... Salt gerçek olan Gara, bizim Gara’mız değil, bizim kahraman Gara’mız… O, başka bir Gara, serseri, hain…
- Salsi: Şaşılası bir şey… Sana hak vermediğim hâlde, senin gibi davranmak zorunda duyuyorum kendimi… Salt gerçek, toplumun gerçeğine uymuyor diye anıtı mı yıkacaktık, müzeyi mi kapatacaktık? Bilmiyorum, hangisi doğru olan; toplumun yalanı gerçek sanması mı, yoksa salt gerçeğin bilinmesi mi? (Susma.) Ya ille de Yuntabur’a, yani Garabur’a gitmek için direnseydi?
- Pren: Yapılacak tek şey vardı o zaman, onu burada öldürmek…
- Salsi: Ben de aynı şeyi düşünmüştüm.
- Pren: Mantık bu… Halkı hayal kırıklığına uğratamazdık… Ben şimdi, bizim kahraman Gara’mızın, bu serseri Gara olduğuna inanmıyorum. Hem o, hem o değil…
- Salsi: Evet… Gara’nın bir serseri olduğunu anlarsa halk, bütün tarihten kuşkuya düşer…”
Oyunun merkezini katil, hırsız, hain ve zavallı bir adam olan Gara’nın bir kahraman olarak halka takdim edilmesi oluşturmaktadır. Aziz Nesin, bu tersinleme ile kahramanlık, madalyalar, toplumsal gerçeklik ve resmî tarih anlayışı üzerine eleştirilerini dile getirmiştir. Bunu yaparken de çocukluğundan gençliğine yaşadığı ülkede gördüklerinden etkilendiği çok açıktır. Son tahlilde putlaştırılan kişi bir gün geri döndüğünde o putun sayesinde mal mülk makam ve mevki elde eden, her işi o putla kolay eden, her kapıyı o putla açan kişiler tarafından öldürülmeye mahkumdur.