Güzel Türkçe deyince
Günlük konuşmalarımız arasında yanlış kullandığımız kelimelerden biri de “sürü”dür. Zaman zaman hepimiz “Bir sürü insanla karşılaştım.” “Bir sürü adamla ben ne yapacağım?” gibi cümleler sarf etmekten kendimizi alamıyoruz. Oysa merkezi varlığı “insan” olan kalabalıkları belirtmek için daha “insânî” ifade tarzlarına baş vurmak gerekir. Hangi yaratıklara “sürü” denildiğini siz de benim gibi gayet iyi biliyorsunuz.Bir gazetede şöyle bir cümle okumuştum: “Öğretmenler enflasyonla boğuşuyor!" Aman efendim öğretmenler kibar insanlardır. Onlar enflasyonla sadece mücadele ederler, kedi köpek gibi boğuşmazlar.
Yahya Kemal’in anne sütüne benzettiği Türkçeyi, gerek yazarken, gerek konuşurken doğru olarak kullanmak için muhakkak Osmanlıca bilmek gerekiyor. Asıl ifadesiyle “Osmanlı Türkçesi”ne vakıf olmayanlar, konuşurken telaffuz hatası yaptıkları gibi, yazarken de fâhiş ve vahim yanlışlara düşüyorlar. Kulakları tırmalayan telaffuz bozukluklarına çok sayıda örnek verebiliriz ama bu dinlemeyle ilgili bir konu olduğu için, yazılı anlatımla asıl meramımızı anlatamayız.
Şu kadarını söyleyeyim ki, telaffuz hataları daha çok uzun heceleri kısa, kısa heceleri uzun okurken ortaya çıkıyor. Mesela spikerler, haberleri sunarken “müdâhale”, “sâha” kelimelerindeki inceltme işaretlerini yok sayıp düz okudukları için kulakları tırmalayan telaffuz hataları yapmış oluyorlar. Buna bol miktarda örnek verebiliriz. Bugün ne yazık ki, Mehmed Âkif’den, “A” harfini uzatmadan “Akif” diye söz eden edebiyat öğretmenlerine bile rastlıyoruz. Esefle belirteyim ki, yanlış telaffuz yâhut hatalı diksiyon günümüzde yoğun bir tempoyla kulaklarımızı rencide etmeyi sürdürüyor.
Yanlış kelimeler yanlış mânâlar
Arapçadan, Farsçadan dilimize girerek Türkçemizi hayli zenginleştiren kelimeler ve tamlamalar kullanılırken ortaya çıkan yanlışlıklar da tabii ki cehaletten, diğer bir ifadeyle dil fukaralığından kaynaklanıyor. Mebzul miktarda yapılan bu türlü hatalı yazımlara da - müsâadenizle- birkaç misal vereyim.
Muhafazakâr camiaya mensup bir hanım yazarımızın yeni çıkan bir kitabında “Ashab-ı Kehf”, “Ashab-ı Keyf” diye yazılarak “Keyfemâyeşâ / keyfine göre” kalem oynatılmaz.
- Yine bir köşe yazarının sütununda şöyle bir cümleye rastladım. “Osmanlı hanedanı, Rıza-ı Kelimatullah için mücadele etti.” Buradaki “Rıza-ı Kelimetullah” yanlış olup, doğrusu “İ’lây-ı Kelimetullah”dır.
Bir gazete patronuyla yapılan röportajda -keza- şöyle bir cümleyle karşılaştım: “İstediğimiz esvapta gazete çıkaramadığımız için 1986’da tekrar İstanbul’da olduk.” Cümledeki “esvap” yanlıştır, doğrusu ise “evsaf”tır. Bilindiği gibi, esvap elbiseler, giyilecek şeyler demektir, evsaf ise vasıflar, özellikler mânâsına gelir. Sebep kelimesinin çoğulu da “esbab” olup sebepler diye söylenir.
Köşe yazarlarından cehalet örnekleri
Üsküdar’da Cuma namazı için bir camiye gitmiştim. Hoca efendi, minberde hutbe okurken büyük bir zâtın ölümünden bahsettiği sırada, “Merhum, ebedî âleme intihal etti” dedi. Hoca, “intihal” kelimesinin bilgi hırsızlığı demek olduğunu bilseydi herhalde böyle bir gaf yapmazdı. Belli ki, “irtihal” ile “intihal”i karıştırdı. Buna benzer bir kelime de “ihtifal” olup “tören” mânâsına gelmektedir. İstanbul tarihini en iyi bilen İhtifalci Mehmed Ziya Bey’in, İstanbul ve Boğaziçi, Yenikapı Mevlevihanesi, Kâriye Camii gibi sâhasında yegâne kaynak kabul edilen “muhalled” eserleri bulunduğunu da, bu vesileyle belirtmiş olayım. “İhtilalci Ziya Bey” diyenlerin ve yazanların olduğunu da söylemezsem içime dert olur.
Efendim bendeniz bu konuyla ilgili olarak ve “Köşe yazarlarından cehalet örnekleri” başlığıyla otuz sayfalık bir makale yazdım. Daha da genişletip bir kitap yazmayı bile düşünüyorum. Heyhat! Ömür kısa, yapılacak iş çok.
- Güzel Türkçemizi çirkinleştiren bir de imla fâciası var ama uzun bir konu olduğu için onu ayrıca yazmak gerekiyor, dedikten sonra birkaç örnek de, doğru oldukları hâlde yerinde kullanılmadıkları için, lisan nezaketini, üslûp zarafetini ihlal eden cümlelerden vermek istiyorum.
Günlük konuşmalarımız arasında yanlış kullandığımız kelimelerden biri de “sürü”dür. Zaman zaman hepimiz “Bir sürü insanla karşılaştım.” “Bir sürü adamla ben ne yapacağım?” gibi cümleler sarf etmekten kendimizi alamıyoruz. Oysa merkezi varlığı “insan” olan kalabalıkları belirtmek için daha “insânî” ifade tarzlarına baş vurmak gerekir. Hangi yaratıklara “sürü” denildiğini siz de benim gibi gayet iyi biliyorsunuz.
- “Tane” kelimesini de yerinde kullanmadığımız görülüyor. Geçen gün bir televizyon programını seyrederken dikkatimi çekti. Sunucu, “Konuşmacı olarak iki tane profesör, iki tane de öğretmen çağırdık” diyordu. Mübarek sanki iki tane armut, iki tane de elma der gibi konuşuyordu. Hâlbuki doğrusu “iki profesör”, “iki öğretmen”dir.
Osmanlı Türkçesi şart
Hele hele bir “iz sürme” lafı var ki, anlı şanlı başyazarlarmız bile Ankara’da gerçekleştirilen siyasi toplantıların mahiyetini öğrenmek için “iz sürmekten, havayı koklamaktan” kendilerini alamıyorlar. Bizim bildiğimiz muhabir veya yazar; hâdiseyi takip eder, haberin peşini bırakmaz, toplantıya nasıl bir havanın hâkim olduğunu öğrenmek için çaba harcar. Bu sözleri kullananlar, iz süren yaratıkların dört ayaklı mahlûklar olduğunu, genellikle avcıların yanında bulunduğunu ve onlara iz sürerek yardım ettiklerini bilmiyorlar mı acaba?
Bir gazetede şöyle bir cümle okumuştum: “Öğretmenler enflasyonla boğuşuyor!" Aman efendim öğretmenler kibar insanlardır. Onlar enflasyonla sadece mücadele ederler, kedi köpek gibi boğuşmazlar.
Yeni çıkacak bir gazete ise, kendini “yığınlar” a tanıtmak için büyük reklam kampanyası başlatacakmış. Bizim bildiğimiz yeni yayın hayatına başlayacak bir gazete, velinimeti olan okuyucularına “yığın” diye hitap edip onları odun ve kömür yığını gibi görmemeli, daha kibar ve daha münasip kelimeler seçmelidir.
Bir kere daha tekrarlayayım ki, lisanımızı güzelleştirmek için Osmanlı Türkçesini mükemmel öğrenmemiz gerekiyor.