Gölgelerin savaşı
‘Sohbetimizin sonunda mesleğimizin çok önemli bir kuralını sana söylemek istiyorum: Tecrübeli bir istihbaratçının bir eli öbür eline güvenmez. Herkes ihanet edebilir!’ Bu sözlerin sahibi, üst düzey görevlerde çalışmış çok yakın bir istihbaratçı arkadaşımdı. Benim için çok ilginç ve çok önemli olan sohbetimizin sonunu şu sözleriyle bağlıyordu: ‘Sıradan kişilerin fark edemediği/fark edemeyeceği gölge adamların savaşı işte böyledir.’
Bazı yazarların istihbaratçılara ‘gölge adamlar’ dediğini bildiği ve benim de bu sıfatı kullanmayı sevdiğimi bildiği için sohbetimizin sonunu bu esprili cümleyle bitiriyordu.
İstihbarat dünyasını iyi tanıyan kişiler, casusluğun ve casusların izini sürme uğraşını, aslında gölgeler dünyasına girip karanlıkta el yordamıyla bir şeyler bulma uğraşına benzetirler! Bu kişilere göre ışığı yansıtmayan hiçbir şeyi gözlerimiz göremez, casusların dünyasında ise ışığın yeri yoktur. İstihbarat konusunda çalışan tarihçilerin en önemli sorunu da iyi bir casusun ve casusluğun arkasında çok az iz bırakmasıdır. Fazla iz bırakanlar çabuk yakalanırlar.
Eğer bir casus hakkında yazacak çok şey buluyorsanız, o casus işini doğru/iyi yapmamıştır.
Eğer örtülü gizli bir harekâtla ilgili elinize yoğun bir veri tabanı geçmişse, o harekât başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Bir harekâtı uygulayanlar da operasyonun hedefindekiler de bir konuda tam olarak birleşirler: Yapılanlar da yaşananlar da kesinlikle kamuoyunun bilgisinden uzak tutulmalıdır. Bu her iki taraf için de tartışılamayacak bir zorunluluktur.
İşte bu kesin kuralın bütün taraflarca kararlılıkla uygulanması yani istihbaratın ve istihbaratçıların toplumdan gizlenmesi, istihbaratçılar için kullanılan gölge adamlar sıfatının konu ile ilgili çevrelerde yerleşmesi ve yaygınlaşması sonucunu getirmişti.
Sovyetler Birliğinin çökmesi soğuk savaşın da sona ermesini getirmişti. Soğuk savaşın sona ermesi de soğuk savaş boyunca oluşan veya oluşturulan çok sayıda belgenin üzerinde uygulanmakta olan gizliliğin kaldırılmasını gerektirmişti. Gizliliğin kaldırılması da muazzam bir belge yığınının, görevlilerin ve ilgilenenlerin önüne açılmasını sağladı.
Ama bu belge yığınının incelenmeye başlanması hem hayal kırıklığı oluşturan hem de hiç hoş olmayan bir gerçeği de açığa çıkarmıştı: Yayınlanan kayıtlardaki millî güvenlik kısıtlamalarının büyük bölümü çok hassas sırları saklamak için değil, başarısız operasyonları, kişilerin yetersizliklerini, aç gözlülüklerini ve hırslarını örtbas etmek için kullanılmıştı.
Hitler’i İstanbul’da kurulu bir örgüt yetiştirdi
İnsanoğlunun tabiatının ayrılmaz bir parçasını oluşturan bu menfî özellikler, böylesine seçkin olması gereken bir ortamda bile kendini belli edebiliyordu. Bu noktada Aytunç Altındal’ın ‘Bilinmeyen Hitler’ adlı kitabında belgeli olarak yayınlanan çok önemli bir bilgiyi açıklamalıyız:
Dünyayı 2. Dünya Savaşı’na sürükleyen Alman Nazi yönetiminin lideri Adolf Hitler’i yetiştiren gizli bir örgüt vardı ve bu örgüt İstanbul’da kurulmuştu. Bu örgütün lideri olan ve aristokrat bir Alman aileden gelen Baron Rudolf von Sebottendorf, çevresinde “esrarengiz bir adam” olarak tanınıyordu. Dahası Baron von Sebottendorf hem Bektâşî tarikatına mensuptu hem de masondu.
Yine bu noktada İngiliz Dış İstihbaratı MI6 (Military İntelligence 6) başkanı Richard Moore’un yakın zamanda yaptığı, “İngiliz İstihbaratı, insan istihbaratından vazgeçmiyor” başlıklı çok önemli açıklaması bilinmelidir. İngiliz MI5 ve MI6 dünyanın en yetenekli istihbarat servisleri olarak bilinir. MI6 Başkanı Moore, İngiliz İstihbaratının insan istihbaratından vazgeçmeyeceğini, istihbarat çalışmalarında ve operasyonlarda asıl görevlinin, özellikle operasyonu yapacak olanın insan olmasının vazgeçilemez şart olduğunu vurguluyor.
Mit 20 yılda çok değişti
Yine bu noktada Millî İstihbarat Teşkilatımız MİT’in son yirmi yıldaki olağanüstü çalışmalarıyla ve olağanüstü operasyonlarıyla, dünyadaki en yetenekli ve en güçlü istihbarat servislerinden biri olduğunu güvenle ve gururla vurguluyoruz. Bu olağanüstü başarının fâili olan Saygıdeğer Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ı, MİT eski başkanımız ve yeni Dışişleri Bakanımız Hakan Fidan’ı ve millî istihbaratımızın bütün görevlilerini sevgiyle ve saygıyla kutluyoruz.
İstihbarat camiasında “human intelligence/humint” olarak ifade edilen insan istihbaratı, belirlenen hedefe sızarak hedef hakkında bilgi toplamak ve hedefin amacını/amaçlarını öğrenmek için şahısların yani ajanların kullanılması demektir. İngilizce intelligence kelimesinin iki mânâsı vardır. Birisi istihbarat, diğeri zekâ.
Açık insan istihbaratı, devlet görevlilerinin özellikle de diplomatların/dışişleri görevlilerinin yabancı ülkelerde yaptıkları faaliyetleri kapsar.
Örtülü/gizli insan istihbaratı ise ajanların/casusların çalışmalarıdır. Burada görevlendirilecek elemanların seçilmesi, yetiştirilmesi ve görevini yaparken kontrol edilebilmesi hem hayatî ehemmiyete hâizdir hem de çok zordur. Teknolojideki büyük gelişmelere rağmen bilgi toplama görevinin vazgeçilmez/temel unsuru istihbaratçıdır yani insandır.
İstihbarat dünyasındaki tecrübelere ve değerlendirmelere göre bir insanı casus olmaya yönlendiren, iten beş faktör dikkat çekiyor: Para, ideoloji, uzlaşma imkânı yaratmak, ego ve maruz kaldığı şantaj.
James Bond gibi yaşarsan bir günde yok ederler
Sebebi ne olursa olsun ve hangi açıdan bakılırsa bakılsın, gerçek istihbaratçıların casus karakterlerinden çok farklı ve tehlikeli bir hayatları vardır ve bu tehlike emekli olduktan veya mesleği bıraktıktan sonra da devam eder. Meslekte uzun yıllar çalışmış çok tecrübeli bir istihbaratçı bu farkı şöyle ifade etmişti: Eğer James Bond gibi yaşasaydık, bir gün içinde ortadan kaldırılırdık.
Tam bu noktada hem MI6 ajanı hem de önemli bir yazar olan Graham Greene’in 1971 yılında yayınlanan ‘Bir Tür Yaşam’ adlı kitabında yer alan tespitleri mühimdir:
“Sanırım, roman yazarlarının ajanlarla benzeşen birkaç ortak yanı var: İzlerler, kulak misafiri olurlar, araştırırlar, fark ederler ve karakter tahlili yaparlar.”
Yine bu noktada istihbarat konusunu iyi bilen yazarlarımızdan merhum Aytunç Altındal’ın “Türkiye’de ve Dünyada Casuslar” adlı kitabında yer alan önemli değerlendirmesi de bilinmelidir: “İstihbarat (Intelligence) faaliyetleri (etkinlik değil) özünde ‘bilgilenme’ süreçleridir. Kendini koruma ve savunma dinamiklerinden kaynaklanmış olabileceği gibi saldırganlık ve şiddet gibi amaçlar için de ‘bilgilenme’ kullanılır. Bilgilenme, hayatın her alanına yön veren tek unsurdur.”
Devlet yönetiminde bilgilenme birinci dereceden önceliği olan, hayatî ehemmiyete sahip bir usûl, uygulama olarak değerlendirilir. Bu sebeple de bilgilenme prosedürüne/uygulamasına katılacak kişiler, sıra dışı bir hayat tarzını sürdürebilecek, bu zorlu şartlara dayanabilecek ruh ve beden gücüne sahip olmak zorundadırlar. Devlet yönetiminde bu bilgilenme görevini yapacak olan yani devleti bilgilendirecek olan kişiler istihbaratçılardır. Bu her devlet için böyledir.
Bazı istihbaratçıların görev yaptıkları ülkenin devlet başkanlığına kadar yükselebilmeleri, istihbarat mesleğinin önemi ve istihbaratçıların seçkin özellikleri sebebiyledir.
ABD’de Ronald Reagan (Kod adı T-10) FBI ajanı olarak, Baba Bush ise CIA Başkanı olarak görev yapmışlardı. Sovyetler Birliği’nde Yuri Andropov devlet başkanı olmadan önce KGB başkanıydı. KGB (Komitet Gosudarsvenoy Bezopasnosti - devlet güvenlik komitesi), İngiliz MI5 ve MI6 ile birlikte dünyanın en yetenekli üç istihbarat servisinden biriydi ve hem iç hem dış istihbarattan sorumluydu. SSCB dağıldıktan sonra KGB, SVR ve FSB olarak ikiye bölündü. Ama bunlar KGB’nin yerini dolduramadı, özellikle de KGB’nin ‘dehşetengiz’ imajını sürdüremedi.
Sovyetler Birliği’nin askeri istihbarat servisi GRU ise aynı isimle görevini sürdürüyor ve yine dünyanın en iyilerinden sayılıyor. Günümüzde Rusya Devlet Başkanı olan Vladimir Putin ise KGB’de Yarbay rütbesiyle görev yapmıştı ve kimilerine göre yetenekli bir istihbaratçıydı.
Her devlet, istihbarat servisinde görevlendireceği, güvenliğini teslim edeceği istihbaratçıları seçerken üç özellik arar: Sadakat (Fidelity), cesaret (Bravery) ve dürüstlük (Integrity). Bu üç özelliğin İngilizce isimlerinin baş harfleri birleştirilirse FBI olur.
Bilindiği gibi FBI (Federal Bureau of Investigation) ABD’nin ünlü iç güvenlik/istihbarat servisidir ve FBI’ın armasında işte bu üç sözcük vardır: Fidelity, Bravery, Integrity. Ama global istihbarat dünyasında bu üç kelimelik vazgeçilemez güvenlik kuralına her zaman ihanet olmuştur, bundan sonra da olacaktır. Bazı insanların yapısı böyledir.
Burada ‘üç taraflı ajan’ sıfatının açılımının bilinmesi mühimdir. Üç taraflı ajan;
- A ülkesinin casusu olarak çalıştığı,
- B ülkesi tarafından deşifre edilip,
- A ülkesine yani kendi ülkesine karşı kullanılırken, aslında kendi ülkesine sadık kalıp kendini kullandırıyormuş gibi davranarak yine kendi ülkesi için çalışmaya devam eden ajandır. Bu ajan eğer B ülkesi tarafından bu davranışı ile tekrar deşifre edilirse öldürüleceği kesindir.
Burada istihbarat dünyasının toplumca bilinmeyen önemli bir kuralı bilinmelidir: İstihbarat dünyasında / operasyonlarda ‘ETİK’ yoktur. Ama vatanına, milletine ve devletine sonuna kadar sadık kalmak, istihbarat mesleğinin ve istihbaratçıların birinci ahlâk kuralıdır.
Gölge adamların acımasız savaşı işte böyledir. Gölge adamlarımı