Genç kardeşim, bütün bunlar kolay mı oldu sandın?
Emperyalistlere direnirken meydanlarda can alıp verişimiz sadece birkaç SİHA, bir yerli tank ve uçak için değildi.
11 Eylül illüzyonundan 2,5 yıl önceydi. Fetullah Gülen için Pensilvanya'da karargâh hazırlayan CIA, Abdullah Öcalan'ı asılmaması kaydıyla Türkiye'ye teslim etmişti. ABD Başkanı Bill Clinton, TBMM'de bir konuşma yaparak "21. yüzyılı Türkiye'nin tercihleri belirleyecektir" diyor, bu esnada Gülen şebekesi dünyanın her yerinde örgütleniyordu.
PKK, Irak kuzeyindeki otonom yapı anayasal statü elde edene dek kuluçkaya yatırılmış ve örgüt Öcalan'ın İmralı'da hapsedilmesi bahanesiyle ateşkes ilân etmişti. Banka sahipleri, yönettikleri kurumun kasalarını boşaltıp çuvallar dolusu parayı dışarı çıkarırken güvenlik kamerasına yakalanıyordu. 'Hortumlama' sözü toplumun diline yerleşmişti.
Ankara'da ekonomi yönetimi ise IMF'den gönderilmiş sömürge valilerinin talimatına harfiyen uyuyor, kemer sıkıyordu. "İrtica PKK'dan daha tehlikelidir" diyerek şehit annelerini başörtülü diye garnizona sokmayan generaller, ABD merkezli Yahudi kuruluşlarından özel ödüller alıyordu.
Tuvalette Başbakan'ı ayaklarını yıkarken gördüğünde "Ne o hoca, abdest mi alıyorsun?" dedikten sonra Başbakan'a baka baka pisuvara ayakta bevleden Genelkurmay Başkanı, aynı günlerde "Fetullah Gülen'in okullarından gelen imamlarla öğrencileri" makamında hürmetle ağırlıyordu.
Kendilerini Zeus sanıyorlardı
Arkasına Amerika'yı alanın kendini Zeus sandığı bir dönemdi. Yüzlerce yıllık Sabetay tarikatınca yönetilen medyanın hükümet kurup hükümet yıktığı o ünlü 90'lar, 3 Kasım 2002'de koalisyon partilerinin tamamının görkemli biçimde tasfiye edildiği sandıkta son buldu.
İşsizlik had safhadaydı, devlete güven sıfırlanmıştı. Türkiye'nin borçlarına karşılık vatan toprağının bir kısmının elden çıkarılabileceği bile konuşulur olmuştu. Asgari ücret 163 Türk Lirası idi; 103 dolara karşılık geliyordu. Türk ordusunun büyük kısmı vatanî görevini yapan er/erbaşlardan oluşuyordu, tüfek olarak elde Kaleşnikof yahut G3 silahları vardı.
Askeri birliklerin garajları, İkinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye'ye hibe edilmiş cipler ve yarım asırlık kamyonetlerle doluydu.
Uçak, gemi, tank, roket ve füzede tamamen dışa bağımlıydık. Hava savunma sistemi denen şeyle ise henüz tanışmamıştık; kışlalarda askerler alçak irtifadaki uçakları vurmak için tüfekle 'baraj atışı' çalışıyordu.
Askerî sevkiyatta yoğunlukla Unimog cinsi kamyonetler kullanılıyordu. Amerika'dan satın alınmış Sikorsky tipi helikopterler Türk Silahlı Kuvvetleri'ne teslim edildiğinde 'bu gelişmiş aygıtlara' sahip olmanın sevinci tüm yurtta yaşanırdı.
Diplomaside Washington'un belirlediği rotanın dışına çıkma gücü bulunmayan Türkiye'nin Afrika kıtasında sadece 4 yerde temsilciliği vardı. Mehmetçik ise yalnız NATO ve Birleşmiş Milletler misyonları çerçevesinde yurtdışında görev icra edebiliyordu.
11 Eylül'de Haçlı Seferi başlattılar
Merkez Bankası'nın altın cinsinden rezervi 110 ton dolayındaydı ve yüzde 90'ından fazlası İngiliz kasalarında tutuluyordu.
Antalya'da tatil yaptığı esnada fenalaşan bir turistin Avrupa'dan gelen ambulans uçakla ülkesine taşındığı haberleri gazetelerde büyük bir hayranlıkla sunulurdu. Nitekim Türkiye'nin kendi vatandaşları için böyle bir şey yapabilmesi o günkü fakirlikte hayâl bile edilemezdi.
11 Eylül sihirbazlığı sonrası Müslüman ülkelere yönelik Haçlı Seferi'ne girişen Amerikalılar, silahlı insansız hava araçlarıyla da şov yapmaya başlamış, Hellfire füzeleriyle Afgan sivilleri öldürüyordu. Yeryüzünde hiçbir zaman sanık sandalyesine oturmayacaklarını iyi bilen işgalciler, Afganistan'ın ardından 1 milyon kişiyi öldürmek için 2003 yılında bu kez Irak'a çöktü. İşgal öncesi Ankara'dan destek isteyen Pentagon, TBMM'nin operasyon tezkeresini reddetmesiyle şoka uğradı. Amerikan askerleri, Irak işgali sırasında Türkiye topraklarını kullanamayacaktı.
Askerimize çuval geçirmişlerdi
George W. Bush yönetimindeki Neocon ekip, bunun intikamını Irak'ın Süleymaniye kentinde aldı: Özel kuvvetler mensubu 11 Mehmetçik, 150 kadar Amerikan askerinin baskını sonucu başlarına çuval geçirilerek gözaltına alındı.
Bu tarihten yaklaşık 20 yıl sonra yine Süleymaniye'de bu kez Türk SİHA'ları, PKK/YPG elebaşını koruma göreviyle yola çıkmış ABD askerlerinin çok yakınına peşpeşe iki kez uyarı amaçlı güdümlü füze ateşleyecekti.
SİHA füzesinden 3 ay önce ise Amerikalılar, terör örgütüne tahsis ettikleri helikopterin Irak kuzeyinde düşmesiyle Ankara'ya suçüstü yakalanacak ve dünyaya rezil olacaktı.
Suriye topraklarında icra edilen Barış Pınarı Harekâtı'nda da (Ekim-Kasım 2019) PKK/YPG eğitmeni Amerikalılar, bulundukları bölgelerden güneye doğru kaçmış, dönemin ABD Başkanı, teröristlerin imhasını durdurmak için yardımcısını Ankara'ya göndermek zorunda kalmıştı.
İşgalciye güdümlü füze mesajı
İşgalcilerin burnunun dibine robotlarla güdümlü füze atma noktasına gelmek bu ülke için hiç de kolay olmadı. 2002 yılında Türkiye'nin harp gereçlerinde dışa bağımlılığı yüzde 80 düzeyindeydi.
ABD'ye karşı örtülü savaşın savunma sanayii ayağı Mayıs 2004'teki SSİK (Savunma Sanayii İcra Komitesi) toplantısında başladı. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, yabancılara ihale edilecek tank, helikopter ve insansız hava aracı projelerinin tümünü birden iptal etti.
Alman Leopard, Fransız Lecrec ve Amerikan Abrams'ın yarıştığı tank ihalesi; Amerikan Bell, Rus Kamov ve İsrailli IAI firmalarının yarıştığı taarruz helikopteri ihalesi ve Amerikan General Atomics ile İsrailli IAI-Elbit ortaklığının bulunduğu insansız hava aracı ihalesi çöpe gönderildi.
Tarihi toplantıda alınan karar gereği söz konusu projeler, millî imkanlar azami ölçüde kullanılarak imâl edilecek ve bu doğrultuda gerekirse yabancı şirketlerle ortaklığa gidilebilecekti. Sonuçları itibariyle devrim niteliğindeki kararların ardından savunma sanayii şirketleri 'tam bağımsızlık yolunda yerli/milli üretim hamlesi' başlattı.
Yaptırımlar, suikastlar, darbe girişimleri...
Yaptırımlar, suikastlar, darbe girişimleri ve pek çok ekonomik saldırıyla sonuçlanacak bu yolculuk başladığında asgari ücret 905 adet ekmek ya da 15 kilogram ete karşılık geliyordu. Mehmetçiğin elinde ise neredeyse tepeden tırnağa ithal silahlar vardı.
"Savunma sanayii benim özel himayemdedir" diyerek o tarihte sektördeki 56 şirketi yüreklendiren Tayyip Erdoğan, ihtiyaç duyulan her silahın yerlisinin üretilmesini şart koşuyordu.
İşgal anayasası ile Irak'ı etnik ve mezhepsel temelde fiilen bölen ABD'nin bu kararlılığa ilk cevabı PKK 'sopası' ile oldu; örgüt 2005 yılında ateşkese son verip saldırılara başladı. 'Havuç' ise yıllardır devletin içindeydi; FETÖ tüm kurumlara yerleşmiş, bilgi sızdırıyordu.
Dağda, vadide barınaktan farksız karakollar, Mehmetçiği teröriste karşı açık hedef haline getiriyordu. Gerek Irak sınırındaki kamplardan sızan gerekse de yurt içindeki 'kurtarılmış bölge'lerden gelen yüzlerce terörist, bir karakola eşzamanlı baskın yapıp, bölgeyi onlarca saat abluka altına alabiliyordu.
Amerikan mühimmatına mahkûmduk
Elde yeterince taarruz helikopteri yoktu; savaş uçakları ise havalanıp bölgeye ulaşıncaya kadar genellikle iş işten geçmiş oluyordu. Üstelik havadan yere atılan güdümsüz mühimmat pek de 'akıllı' değildi; MK-82'leri akıllı hale getiren HGK, LGK, TEBER, KGK gibi yerli çözümler henüz geliştirilmediğinden uçaklar çoğunlukla dağı taşı bombalayıp geri dönüyordu.
Amerikan uçağında Amerikan mühimmatına mahkûm durumdaydık. Sopayı PKK ile gösterenler, Türkiye'nin insansız hava aracı talebini doğal olarak cevapsız bıraktı. George Bush'un söz verdiği İHA'lar bir türlü gelmedi; İsrail'den fahiş fiyata gönderilen Heron'lar ise sık sık sorun çıkardı. Teknik servis hep aksadı. Üstelik bu araçların çektiği görüntüler önce Tel Aviv'de filtreleniyor, Ankara'ya PKK'sız kayıtlar servis ediliyordu.
Terör saldırıları altında çok sayıda Mehmetçik şehit düşerken, vatansever mühendisler geceli gündüzlü mesaideydi: Tabancadan tüfeğe, güdümlü roketten füzeye, elektronik harp aygıtından insansız hava aracına, torpidodan gemiye, zırhlı araçlardan helikoptere, savaş uçağından uydulara dek yüzlerce başlıkta silah, mühimmat ve platformu bu topraklarda üretmek için hummalı bir çalışma başlamıştı. Ankara biraz zamana muhtaçtı; ABD'nin ise acelesi vardı.
FETÖ ve cinayetler dalgası
Komuta kademesinde milli projeleri destekleyen, tasarlayan ve mühendislere önayak olan isimler kumpas davalarla tasfiye edildi. FETÖ'cü hâkimin hapse tıktığı generalin yeri çok geçmeden pusuda bekleyen bir FETÖ'cü tarafından dolduruluyordu.
ASELSAN mühendislerinin sıralı infazı, Hrant Dink ve Muhsin Yazıcıoğlu cinayetleri, dalga dalga Ergenekon, dalga dalga Balyoz ve casusluk davaları derken hükümet, örgütlerden en azından birine karşı zaman kazanmak için Çözüm Süreci'ni başlattı.
Bu esnada kırsaldaki karakol ve üsler 'kalekol'a dönüştürülüyor, TSK terörle mücadele edecek kadroları genişletiyor, Polis Özel Harekât birimleri de yeniden devreye sokuluyordu. Birkaç yıl içinde yeterli sayıya ulaşıldığında, askerliğini kısa dönem, uzun dönem ya da asteğmen olarak yapan er ve erbaşların sıcak temas hattında görevlendirilmesi yasaklandı. PKK ile artık ‘uzmanı’ ilgilenecekti.
Bütün bunlar olurken bir yandan da arazideki tehditleri adım adım izleyip karargâha rapor edecek teknolojiler geliştiriliyordu. Mobilize birliklerin kullanacağı mini uçangözler, yer istasyonuna 150 kilometre mesafeden görüntü geçebilen orta düzey insansız hava araçları, ilk gözlem uydusu RASAT ve araziye uzaydan ‘zoom’ yapabilen kameralarla termal cihazlar güvenlik güçlerinin savaşta birkaç adım öne geçmesini sağladı.
Göktürk uydusu gözümüz oldu
Hemen ardından gelen GÖKTÜRK uydusu ise Mehmetçiğe toprak üzerinde meydana gelen en küçük değişimleri bile (sığınak, mevzi, korugan, kamp) gözleme imkânı kazandırdı. İmha edilecek noktayı 12’den vurmaya yarayan lazer işaretleme cihazları, sığınak delici bombalar, mağarada oksijeni imkânsız hale getiren termobarik teknoloji, milli taarruz helikopterleri, keskin nişancı silahı ve piyade tüfeğiyle Mehmetçik sadece birkaç yıl içinde bambaşka bir görünüme kavuştu.
Mayın ve EYP’ler karşısında tenekeye dönüşen kara araçları ise hızla yenilendi. Artık yollarda İkinci Dünya Savaşı’ndan kalma cipler, Reo’lar ya da demode Unimog’lar değil, yüzlerce kiloluk bombalara bile dayanıklı yeni nesil zırhlılar vardı.
Teknolojide bu dönüşümü yapmanın bedeli devlette iç savaş oldu: 7 Şubat 2012'de MİT yönetimi gözaltına alınmak istendi; Mayıs-Haziran 2013'te Gezi isyanı tertiplendi; 17/25 Aralık 2013'te yolsuzluk kılıflı hükümet düşürme denemesi gerçekleşti; Ocak 2014'te MİT TIR'ları kumpasına imza atıldı.
FETÖ bunları yaparken İmralı'nın 'silah bırak' çağrısını bile dinlemeyen PKK, Doğu-Güneydoğu'da onlarca yerleşim birimini işgal etmiş, hendek-barikat terörüyle Türkiye'yi teslim almanın hazırlığını yürütüyordu.
ABD destekli terörün beli kırıldı
ABD'nin DEAŞ-YPG tiyatrosunda 'Kobani tertibi' işte böyle bir ortamda geldi: 6-8 Ekim 2014'te HDP'nin çağrısıyla girişilen kanlı isyan dalgasında 50'den fazla kişi hayatını kaybetti. Çözüm Süreci'ni çözüm için değil 'kırsala dayalı şehir gerillalığı' için fırsat olarak kullanan terör cephesi, Suriye'de hüküm süren bölünme planına Türkiye'yi de ekleme yolunda Amerikan taşeronluğunu çoktan kabul etmişti. Fetullahçı teröristler emniyet teşkilatından temizlendikçe Doğu ve Güneydoğu'da devleti yok sayanlarla son büyük hesaplaşma için adımlar daha da hızlandı. Caddeye inip kimlik kontrolü yapan, şehirlerarası yollarda yüzlerce TIR'ı dilediği zaman ateşe veren ve hayatlarının baharındaki astsubayları gece yataklarında öldüren PKK'nın pervasızlığı, Temmuz 2015'ten itibaren anladıkları dilden karşılık buldu.
Sur'da, Silvan'da, Lice'de, Kızıltepe'de, Cizre'de, Derik'te, Şırnak'ta, Nusaybin ve Yüksekova'da binlerce terörist, ülkeyi bölme hayallerinin karşısında Mehmetçiğin kurşunlarını bularak toprağın dibini boyladı. Operasyonlar sırasında çok sayıda asker ve polisin şehit düşmesi hedefiyle hareket eden üniformalı FETÖ'cüler ise bölgedeki 'büyük temizlik'ten bir yıl sonra, CIA/Pentagon emriyle harekete geçerek 15 Temmuz ihanetine imza attı.
15 Temmuz milât oldu
Zaten ne olduysa o gece oldu: Yüzlerce yıllık hikâye apaçık ortaya çıktı. Türkiye ile birlikte Orta Asya'nın, Orta Doğu'nun, Avrasya ve Afrika'nın ve hatta Avrupa'nın akıbeti, tıpkı milli silahların kaderi gibi o gece şekillendi. Allah'ın yardımıyla emperyalizme karşı zafer kazandığımız o gece, millî silahlar önündeki bütün engellerin ortadan kalktığı ve artık cinin şişeden alenen çıktığı tarih oldu.
Ve dünyanın en önemli seçimi geldi çattı
2016'dan 2023'e dek 7 yılda nelerin yaşandığını ahir zaman tarihçileri tafsilatıyla yazacaktır ancak birkaç hususu şimdi hatırlatmak gerekiyor:
-Irak'tan Akdeniz'e uzanan terör koridoru projesi, Türk ordusunun Suriye topraklarına yaptığı harekâtlarla büyük darbe yedi. Amerikan-İngiliz-İsrail aparatı olan DEAŞ, Fırat Kalkanı Harekâtı sayesinde çökertildi.
-Türkiye'yi 5. nesil savaş uçağına sahip 4 ülkeden biri yapacak Milli Muharip Uçak hangardan çıktı, uçuşa hazırlanıyor.
-Zeytin Dalı, Bahar Kalkanı ve Barış Pınarı Harekâtları, emperyalizmin kukla örgütlerini Türkiye sınırının bir kısmından uzaklaştırdı.
-Seri üretime geçtikten sonra belki binlerce adet üretilip ihraç edilecek HÜRJET, bu toprakların semalarla buluşan ilk jet uçağı oldu.
-Türk Silahlı Kuvvetleri, Somali'ye yapılan devasa garnizonla Afrika boynuzuna mühür vurdu. Kara Kıta'nın mazlum evlatları, Mehmetçiğin verdiği eğitimle birlikte milli mücadelenin tadına vardı.
-Her biri 10'ar yıllık yoğun bir uğraşla yapılan AKYA torpido, gemisavar ATMACA füzesi, aktif tank koruma sistemi AKKOR, çok amaçlı faz dizinli radar ÇAFRAD, aktif elektronik taramalı AESA radarı MURAD, hava savunma sistemleri KORKUT, SUNGUR, HİSAR, SİPER, hava-hava füzeleri GÖKDOĞAN-BOZDOĞAN bir bir hayata geçti.
-Katar'da kurulu askeri üsse yenisi eklendi. Amerikan yönetiminin talimatı ve Suud-BAE taşeronluğuyla alaşağı edilmek istenen El-Sani ailesi, Türkiye'nin desteğiyle dimdik ayakta kaldı.
-Baykar, Bayraktar TB2'yi 28 ülkeye, TUSAŞ ise ANKA SİHA'yı 12 ülkeye sattı. AKINCI ve AKSUNGUR'un yeryüzü yolculukları devam ederken, bazı ülkeler Türk SİHA'larının birkaç çeşidini birden kullanıyor. Türk silahlı insansız hava araçlarını 30'dan fazla ülke envanterine aldı ve 2023 itibariyle Türkiye hava robotlarında süper güç olarak görülüyor.
Mavi Vatana sahip çıktık
-Libya ile imzalanan deniz yetki alanı anlaşması, Mavi Vatan kavramıyla birlikte Doğu Akdeniz'e Türk mührünün vurulmasını sağladı. Mehmetçiğin desteklediği Trablus hükümeti, 2020'de dünyanın en büyük ülkeleri tarafından yönetilen katliam çetelerini cephede paçavraya çevirdi.
-Türk silahları yurtdışında ve özellikle Afrika coğrafyasında Ankara etkisini perçinledi. Türkiye'nin gerek silah gerek eğitim destekleri sayesinde Etiyopya parçalanmaktan kurtuldu; Mali ve Burkina Faso'da Fransız hâkimiyeti sona erdi; Somali yıllardır terör örgütlerinin işgalindeki topraklarını kurtardı; Nijer, Çad, Moritanya, Senegal, Nijerya ve Angola Türk silahlarıyla kanatlandı. Kıta genelinde emperyalizme başkaldıran akımlar güçlendi.
TDT’yi kurduk, Karabağ’da destan yazdık
-Azerbaycan, gardaşı Mehmetçikle omuz omuza vererek 30 yıldır Ermeni işgali altında bulunan topraklarını kurtardı. Karabağ'a bahar geldi. İki kardeş ülkenin saldırılara birlikte cevap vermesini hükme bağlayan Şuşa Beyannamesi imzalandı.
-Türk Devletleri Teşkilâtı, Türkofobik dünyaya Yassıada'dan meydan okudu. Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Macaristan ve Kuzey Kıbrıs'ı nihai aşamada Türkiye ile yekvücut yapacak hamle Washington, Brüksel, Moskova ve Pekin'e karşı en önemli gelecek vizyonu oldu.
-Ordu ihtiyaçlarını yerli kaynaklardan sağlama oranı 2023'te yüzde 80'e ulaştı. Türkiye aynı zamanda 2022 yılında 10,6 milyar dolarlık askerî harcamayla 2003'ten bu yana en düşük seviyeyi gördü. Aynı yıl yurtdışına 4,3 milyar dolarlık silah ihraç eden sektör, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin gereksinimlerini en uygun maliyetle sunma becerisi gösterdi.
KIZIELMA ve TCG ANADOLU
-İnsansız savaş uçağı KIZIELMA havalandı. TUSAŞ'ın insansız jeti ANKA-3 de onu takip ediyor. Donanmanın en büyüğü ve dünyanın ilk muharip SİHA gemisi TCG ANADOLU envantere girdi. Kendi savaş gemisi ve denizaltılarını imâl etme yeteneğine erişen Türkiye aynı zamanda silahlı insansız deniz araçlarında da (SİDA) yakın geleceğin süper gücü olacağını dünyaya ilân etti.
-Irak kuzeyinde bir zamanların 'girilemez' kampları tek tek temizlendi. Burada ABD-İsrail güdümlü terör kuluçkaları kurutuldu. Yurtiçinde ise sarı torbaya girmeyi bekleyen sadece 80 dolayında terörist kaldı. Geçmişte PKK'nın cirit attığı yaylalar şimdi turistik faaliyetlerle karnaval yeri gibi... Bunlar arasındaki Gabar'da, Suudi Arabistan'dakine benzer kalitede petrol bulundu. 710 milyar metreküplük Karadeniz gazının ilk fazı devreye alındı; Türkiye, tarihinde ilk kez açık denizden kendi doğalgazını şebekesine bağladı.
4 elçilikten 44 elçiliğe
-Afrika'da elçilik sayısı 2002'de 4 iken şimdi 44'e, savunma sanayii projeleri 56'dan 750'ye, sektördeki şirket sayısı 50'lerden 1530'lara, asgari ücret ise 103 dolardan 440 dolara çıktı.
Tüm bu gerçekler bir yanda dururken, Üçüncü Dünya Savaşı'nın eşiğinde olmanın getirdiği sıkıntılar ise Türkiye'ye ağır ekonomik bedeller ödetmeye devam ediyor.
Bu ortamda, iktidara talip olan muhalefet partileri ise Amerikan medyasının "Dünyanın en önemli seçimi" olarak nitelediği 14 Mayıs öncesi İngiliz basınına şu mesajı geçti:
"İktidara geldiğimizde maceracı politikalardan uzak duracağız. Somali'de, Katar'da, Libya'da ne işimiz var? Hepsini gözden geçireceğiz."
Aynı kişiler savunma sanayii projelerine ve özellikle İHA/SİHA'lara 'dokunacaklarını', hatta sektördeki özel şirketlerin Türkiye'nin güvenliğine tehdit olduğunu söylüyor.
Ülkeyi senin oyun kurtaracak genç kardeşim!
Şimdi genç kardeşim: Sandıkta vereceğin bir oyla Türkiye'yi tüm bu 'maceralardan' kurtarmak senin elinde.
Yeniden kabuğumuza çekilir, tıpkı eskiden olduğu gibi PKK'yı kendi topraklarımızda, kendi karakollarımıza baskın yerken karşılarız. Tankımızı, topumuzu, tüfek ve uçağımızı yine eskiden olduğu gibi gider ABD ve Avrupa'dan satın alırız.
Türkiye'nin dostu onlarca ülkeyi eski günlerdeki gibi emperyalistlerin insafına terk eder ve mücadeleden vazgeçeriz.
Karar senindir.