Fransa’nın Filistin meselesindeki İslam düşmanlığı
Fransa'nın her zaman öne çıkardığı insan hakları, düşünce özgürlüğü gibi konular aslında tamamen kendi çıkarlarına dayanıyor. Zira gerçekten insan haklarını ve adaleti savunan bir hükümetin, Cezayir'deki katliamı, Ermenilerin Karabağ'da yaptığı katliamları da görmezden gelmemesi gerekirdi.
Fransa’da yeni çıkan bir yasaya göre Cezayir Soykırımı'nın olmadığını söylemek mümkündür fakat İsrail'in Filistinlileri öldürdüğünü söylemek artık bir suç sayılmakta. Fransa, tıpkı Ermeni meselesinde olduğu gibi İsrail'in Filistin'i işgaliyle ilgili aksi suçlamalarda bulunanlara karşı bir ceza kanunu çıkarmış ve uygulamakta. Bu yasaya göre İsrail hakkında menfi görüş belirtmek yasaktır. Fakat mesela Cezayir veya Madagaskar'daki Fransız soykırımları ile ilgili aksi iddiada bulunulmasının hukuki sonuçları yok.
Yine Fransa'nın Senegal'de soykırım yapmadığını iddia etmesi suç olmadığı gibi Fransa'nın Cezayir'de 1,5 milyon insanın ölümüne sebep olmadığını söylemek de suç sayılmaz. Ancak İsrail'in Gazze'yi bombaladığını, masum çocukları öldürdüğünü iddia etmek suç sayılıyor. Nitekim Fransa'nın bu saçma uygulaması, gerçekten akıllara durgunluk veren taraflı politikaların bir ürünü olarak tarihe geçecek.
Dolayısıyla İsrail Devleti hakkında 23. maddede belirtilen yollardan herhangi birine karşı işlenen hakaret, iki yıl hapis ve 75 bin euro para cezasıyla cezalandırılıyor. Bu, Fransa'nın İsrail askeri operasyonlarına verdiği desteği de açıklıyor. Hakikaten iki ülke arasındaki karmaşık ilişkiler geçmişinden etkilenen diplomatik ve siyasi bir angajman konusu olmuştur. Fransa'nın İsrail'in askeri operasyonlarına ilişkin tutumu, Siyonist İsrail hükümetinin gerçekleştirdiği spesifik eylemlere bağlı olarak değişebilmekte. Fransa'nın İsrail askeri operasyonlarına yönelik politikasının, liderlik ve siyasi önceliklerdeki değişiklikleri yansıtacak şekilde hükümetten hükümete değişebileceğini belirtmek önemli.
Batılılar İsrail'in Filistin'e yönelik soykırımını neden meşrulaştırıyor?
İsrail-Filistin çatışması uzun süredir devam eden ve uluslararası toplumun dikkatini çekmeye devam eden derin ihtilaflı bir konu olmaya devam ediyor. İsrail'in Filistin'e karşı işlediği savaş suçları, zamanla Batılı hükümetlerin bu eylemleri meşrulaştırmasına yol açtı.
İsrail'in savaş suçları öncelikle İsrail Savunma Kuvvetlerinin (IDF) Batı Şeria ve Gazze Şeridi gibi işgal altındaki bölgelerdeki davranışlarıyla ilgili. Bu suçlar arasında orantısız güç kullanımı, sivil kayıplar ve askeri operasyonların sivil halk üzerindeki etkisi yer alıyor. Dahası, ABD ve bazı Avrupa ülkeleri de dahil olmak üzere Batılı hükümetler dış politikaları, diplomatik destekleri ve silah satışları yoluyla İsrail'in eylemlerini meşrulaştırmada rol oynadılar.
Mesela ABD, İsrail'e sürekli olarak önemli miktarda askeri yardım sağlıyor. Analistler bu yardımın dolaylı olarak İsrail'in askeri eylemlerini desteklediğini ileri sürüyor ve bu da Amerikan vergi mükelleflerinin dolarlarının kullanımına ilişkin soruları gündeme getirmekte.
Ayrıca Batılı hükümetler özellikle de ABD, İsrail'i uluslararası eleştirilerden veya potansiyel yaptırımlardan korumak için BM Güvenlik Konseyi'ndeki veto yetkilerini sıklıkla kullanıyor. Dördüncü Cenevre Sözleşmesi ve diğer uluslararası yasalar, işgalci güçlerin sorumluluklarını tanımlamakta ve çatışma bölgelerindeki sivillerin haklarını korumakta.
Eleştirmenler, İsrail'in işgal altındaki topraklardaki eylemlerinin bu ilkeleri ihlâl ettiğini ve Batılı hükümetlerin desteğinin bu ihlâlleri zımnen destekleyebileceğini iddia ediyor. Batılı hükümetlerin politikalarını destekleyenler, bu ulusların ortak güvenlik endişeleri ve jeopolitik çıkarlar gibi çeşitli nedenlerle İsrail'le güçlü ilişkiler sürdürdüğünü ileri sürüyor. Bu nedenle İsrail-Filistin çatışması çözümsüz kalmaya devam ediyor.
İsrail savaş suçlarına Fransa desteği
İfade özgürlüğüne bağlılığıyla tanınan bir ülke olan Fransa'nın, İsrail dâhil yabancı devletlere yönelik hakaretleri önlemek ve cezalandırmak için katı yasaları koyması bir anlamda gerçek yüzünü ortaya koymakta.
Fransız hukuk kanununun 23. maddesi, İsrail Devleti'ne karşı işlenen herhangi bir hakaretin, hapis ve yüklü para cezaları dâhil olmak üzere ciddi sonuçlarla sonuçlanabileceğini açıkça belirtmekte. Madde açık ve net. 23. Maddenin Fransız hukukuna dâhil edilmesi, Fransa'nın yabancı ülkelerle diplomatik ilişkilerin sürdürülmesine verdiği önemin bir yansımasıdır.
Fransa'nın bahanesi, ülkenin vatandaşlarının ve sakinlerinin diğer devletlerin egemenliğine ve onuruna saygı duymasını sağlama konusundaki kararlılığının altını çizmesidir. Uzmanlar bunun İsrail de dâhil olmak üzere yabancı hükümetlere yönelik meşru eleştirileri bastırabileceğini ve ifade özgürlüğünü ihlâl edebileceğini iddia ediyor.
Fransa, yasal çerçevesi 23. maddede belirtildiği gibi kendi çıkarları doğrultusunda diplomatik ilişkileri korumayı ve İsrail Devleti'ne yönelik hakaretleri önlemeyi amaçlıyor. Fakat bu durum ifade özgürlüğünün potansiyel ihlâline ilişkin endişeleri artırıyor. Uluslararası ilişkilerin korunması ile temel hakların korunması arasında doğru dengenin kurulması, Fransa'nın karşı karşıya olduğu süregelen bir sıkıntı. 23. Maddenin sonuçları daha geniş hukuki ve insan hakları tartışmaları bağlamında tartışma ve inceleme konusu olmaya devam ediyor.
Fransa, Ermeni sorunu konusunda ne yaptı?
Tarihi hâdiselere ve siyasi gerilimlere dayanan, uzun süredir devam eden bir mesele olan Ermeni Sorunu, çeşitli milletlerin ve uluslararası kuruluşların dikkatini çekmişti. Önemli bir Ermeni diasporası ve Ermeni davasıyla iç içe geçmiş bir tarihe sahip olan Fransa'nın bu konuda kendine özgü bir bakış açısı var.
Fransa'nın Ermeni Sorunu ile bağlantısı 20. yüzyılın başlarına, 1. Dünya Savaşı'na değin uzanıyor ve zorunlu göçe “Ermeni Soykırımı” adını veriyor. Savaşta İtilaf Devletleri arasında yer alan Fransa, Ermeni halkına insânî yardım sağlanmasında rol oynamış ve bu tarihî bağlantı, Fransız milli bilinci üzerinde kalıcı bir etki bırakıp tamamen siyasallaşmış. Nitekim Fransa, 2001 yılında Ermeni sorununu resmi olarak soykırım olarak tanıdı ve bunu yapan ilk Avrupa ülkelerinden biri oldu.
Bu tanıma aslında Fransa'nın insan haklarına ve tarihi gerçeklere bağlılığının bir kanıtı olarak değil, siyasi çıkarlarının ve Türkiye'ye karşı düşmanca eylemlerinin bir kanıtı olarak dikkat çekiyor. Çünkü Fransa Senegal'de, Cezayir'de, Madagaskar'da ve bugünkü Filistin topraklarında bizzat kendi işlediği suçlar gündeme geldiğinde dut yemiş bülbüle dönüyor.
Bilindiği gibi Fransa, nüfusu yarım milyonu aşan Ermeni diasporasına ev sahipliği yapıyor ve bu topluluk, Ermeni meselesinde kamuoyu oluşturma adına aktif bir rol oynuyor. Bu durum, Fransa'nın Ermenistan'a ilişkin siyasi söylemini ve politikalarını etkiliyor hatta belirliyor. Fransa'nın yanlı tutumu, Dağlık Karabağ'da arabuluculuk çabalarına katkı sağlamadığı gibi barışçıl çözümü de hiçbir zaman masaya getirmedi, yalnızca Ermenilere destek verdi. Diğer yanda ise Cezayir meselesi var. Cezayir, katledilen yaklaşık 1,5 milyon vatandaşı için hâlen Fransa’dan cevap bekliyor.
Cezayir'deki Fransız soykırımı
Cezayir Bağımsızlık Savaşı (1954-1962), tarihte şiddet, çatışma ve büyük insani acıların damga vurduğu bir dönemdi. Cezayir'deki Fransız varlığı bir asırdan fazla sürdü ancak bağımsızlık mücadelesi, Cezayir'de Fransız soykırımı iddiaları da dâhil olmak üzere önemli tartışmalara yol açtı.
Cezayir'deki Fransız kolonizasyonu 19. yüzyılın başlarından itibaren tam 132 yıl sürdü. Bu dönem boyunca Cezayir'in yerli nüfusu, sömürge otoritelerinin elinde baskıya, ayrımcılığa ve şiddete maruz kaldı. Bağımsızlık arzusu zamanla arttı ve 1954'te Cezayir Bağımsızlık Savaşı'nın patlak vermesiyle doruğa ulaştı.
Savaş, gerilla mücadelesi, bombalamalar ve Fransa tarafından gerçekleştirilen zulümlerle karakterize edilen uzun süreli ve acımasız bir çatışmaydı. 4. Cumhuriyet ve daha sonra Charles de Gaulle yönetimindeki 5. Cumhuriyet tarafından yönetilen Fransız hükümeti, isyanı bastırmak için sert kontrgerilla taktikleri uyguladı ve bu da ciddi insan hakları ihlalleri suçlamalarına yol açtı. Buna rağmen Cezayir Savaşı bağlamında "soykırım" teriminin kullanımı tartışmalı olmaya devam ediyor.
Tarihçilerin ve bilim adamlarının çoğu, Fransız ordusunun toplu katliamlar, işkence ve yerinden etmeler de dâhil olmak üzere eylemlerinin BM Soykırım Sözleşmesi'nde tanımlanan soykırım kriterlerini karşıladığını söylüyorlar. Ancak Fransa, Cezayir ile ilgili tarihi gerçekleri görmezden gelmeye devam ediyor.
Batıda Müslümanlara yönelik çifte standartlar: Algılar ve gerçekler
Batılı toplumlar içerisinde Müslüman bireylere yönelik muameleye ilişkin tartışmalar genellikle çifte standart kavramı üzerinde yoğunlaşıyor. Müslümanlar, özellikle Orta Doğu ve Kuzey Afrika kökenli olanlar, dini veya etnik kökenlerine dayalı olarak hükümet gözetimi ve profillemesi tarafından orantısız bir şekilde hedef alınıyorlar.
Millî güvenlik adına terörle mücadele politikaları bazen Müslüman toplulukların şüpheyle gözetlenmesine yol açıyor, bu da sivil özgürlükler ve kanunlar önünde eşit muameleye ilişkin endişeleri artırıyor.
Batı'daki Müslümanlar, sözlü taciz, fizikî saldırı veya vandalizm gibi nefret suçlarından ve ayrımcılıktan ciddi bir şekilde etkileniyor. Başörtüsü takmak veya cami inşa etmek gibi dini özgürlüklerle ilgili davalar hukukî tartışmalara yol açıyor. Mağdur kişiler, bu vakaların Müslümanlara karşı temel önyargıları ortaya çıkardığını dile getiriyor.
Siyasi söylem, özellikle güvenlik kaygılarının arttığı dönemlerde Müslüman bireyleri ve toplulukları etkileyen bir korku ve şüphe ortamının oluşmasına katkıda bulunuyor. Şu sıralar neredeyse herkesi rahatsız eden İsrail'in Filistinlilere uyguladığı zulüm de ne yazık ki bu İslam düşmanlığının tezahürlerinden biri.
Fransa 1.5 milyon Cezayirliyi soykırıma tâbi tuttu
Fransız tarihinde pek çok savaş suçu, katliam ve soykırım yaşandı ancak bu durum büyük bir özenle görmezden geliniyor ve sürekli olarak "medeniyet beşiği Fransa" algısı yayılıyor. Bunun en dikkat çekici örneğiyse 19. yüzyılda Cezayir'in Fransızlar tarafından sömürgeleştirilmesi ve bu süreçte yaklaşık 1 buçuk milyon Cezayirlinin katledilmesi. Bu gerçek hâlen Fransız okullarında yerini bulmuş değil.
Fransız hükümeti, tahminen 800 bin Tutsi ve ılımlı Hutu'nun öldürüldüğü 1994 Ruanda soykırımındaki rolü nedeniyle de eleştirildi. Ayrıca 2. Dünya Savaşı sırasında Fransız hükümeti, Nazi rejimiyle işbirliği yaptı ve Holokost'ta rol oynadı. Geçmişte yaşananları daha iyi anlamak ve ele almak için tarihin bu karanlık yönlerinin farkında olmak ve kabul etmek önemlidir. Fransa bunun çok uzağında dururken İsrail vahşetinin pek yakınındadır.
Fransa'nın her zaman öne çıkardığı insan hakları, düşünce özgürlüğü gibi konular aslında tamamen kendi çıkarlarına dayanıyor. Zira gerçekten insan haklarını ve adaleti savunan bir hükümetin, Cezayir'deki katliamı, Ermenilerin Karabağ'da yaptığı katliamları görmezden gelmemesi gerekirdi. Fransa için öncelikli mesele devletin siyasi çıkarlarıdır.
Elbette Sarah Baartman'ın naaşını ancak iki asır sonra 2002 yılında Paris İnsan Müzesi'nden Güney Afrika'ya gönderen ve Süleyman el-Halebi'nin naaşını hâlen Suriye'ye iade etmeyip tarihteki suçlu bir adam olarak hâlen müzede muhafaza eden Fransa'dan bahsettiğimizi hatırlamakta fayda var. Bu noktada gerçekten kimin suçlu olduğu sorulmalıdır.
Evet, suçlu kim?
Ülkesini Fransa'ya karşı savunurken işkenceyle idam edilen Süleyman el-Halebi mi, yoksa Fransa gibi batılı ülkelerin desteğiyle kendi ülkelerinde masum çocukları katleden İsrail mi?